31 Mart 2016

Bir kitap daha bitti; pamuk ipliğinden hayaller....


Hedefimden oldukça uzağım... 2016 da 35 kitap demiştim, bu daha 4. kitap...
Hedefi yakalayabilmem için bu ay sonuna kadar 9 kitap okumuş olmam gerekiyordu...
Ahahahaaa bilmem anlatabildim mi...
Tırt olmasam bari :)))

Neyse gelelim kitaba...


Bu kitap geçen sene Handan'ımın hediyesiydi :)
Bekliyordu okunacaklar arasında...
Bir kitabı daha var bende... Henüz ona cesaret edemedim ama bu sene onu da okuyacağım :))

Can sıkkın, kafa dağınıktı malum sebeplerden... Kendimi rahatlatmak için ahhh dedim Handan'ın kitabı... İşte bak bugünü bekliyormuş...

Kapak ne kadar sevimli değil mi ?
Toz pembe hayallerin olduğunu zannettiğim pembe kitabın içinden bildiğin güzel kadınların olduğu, dokunaklı bir yaşam hikayesi çıktı...

Akıcı bir dili var...
Sarıp sarmalıyor ilk başlarda hemen...

Aslında kitapta 4 kadın var; Evelyn , Abigail, Margot ve Liza...
Ama daha çok Evelyn ve Abigail 'in yaşamları ağırlıklı gidiyor... Kitap ta kısım kısım zaten.... Bir Evelyn anlatıyor bir Abigail....

Kısaca özet geçmem gerekirse Evelyn kocası tarafından aldatılmış ve sonucunda boşanmıştır... Girdiği depresyonu atlatmaya çabalamaktadır. Bir süreliğine biraz uzaklaşmak ister ve yolculuğu sırasında yolunun düştüğü kasabada eski virane bir dükkana vurulur... Artık 50 li yaşlardadır ama gençlik hayali olan kırkyama dükkanı aklına düşmüştür bir kere....

Aynı kasabada yaşayan Abigail keskin kuralları olan zor bir kadın... İletişimsiz hatta... İnsanlarla arasına mesafe koyarak yaşamanın kendini koruduğunu düşünen bir kadın.... 60 lı yaşlarında...

Margot ise inançlı, aşırı pozitif, yardımsever... İyilik meleği sanki... 4 kadın arasındaki bağı kuran kişi de diyebiliriz.. 30 lu yaşlarda...

Liza Abigail'in 19 yaşındaki yeğeni... Annesinin ölümünden sonra zorunlu olarak teyzesinde kalıyor ve annesinin hastalığı döneminde ona destek olmadığı için sürekli suçluyor... İki düşman gibiler...

4 birbirinden farklı kadın... Evelyn'in kırkyama dükkanında yolları kesişiyor... Panuk İpliğinden Hayaller'de...
Yaptıkları kırkyamalar birbirlerinin hayatlarına girmelerini ve dost olmalarını sağlıyor... Bunda Evelyn'in hastalığının da etkisi büyük tabi...
Bazen zorlu dönemlerden geçiyorlar hep birlikte...
Gerisini anlatmıyım, çok ipucu vermiş olacağım o zaman...

Bu kitap aslında bir nevi umudun ve dostluğun kitabı...
Hayatımızdaki doğru dostlukların ne kadar mucizevi olduğunu anlatıyor... Evet doğru dost bence de bize sunulmuş bir mucizedir...

Tatlı sıcak bir his bıraktı içimde... Sadece meme kanseriyle ilgili olan kısımlar canımı acıttı biraz... Buda hassasiyetimden kaynaklanıyor olabilir...

Karakter olarak en çok Evelyn'i sevdim... Birde yan karakter olmasına rağmen Abagail'in avukatını... Bak ismini hatırlayamadım adamcağızın şimdi... Sıcacık bir karakterdi...

" Hayat senin onu yaşadığın gibidir. Kendin için üzülmekten vazgeç."

" Eğer bir şeyin gerçekleşmesini istiyorsan, onu gerçekleştirmek senin elinde. Bu uğurda ne gerekiyorsa onu yaparsın.... Benim, bu duruma biraz daha uygun bir atasözüm var: Tanrı bir kapıyı kapatırsa, son sürat koşmaya başlayıp o lanet kapıyı kır. "

Bu arada kitabın bir devamı daha basılmış; Sevginin Bağladıkları...
Bir ara bu kitabı da okuyacağım... Anladığım kadarıyla bu 4 kadın kendi hayatlarını yoluna sokup, başkalarının hayatlarına da dokunmaya başlıyorlar....


Kitabın içeriğine uygun bir dilekle bitirelim bu yazıyı da...
Yüreğinizdeki umut hiç eksilmesin :)
Görüşürüz...










30 Mart 2016

Gezmeye devam; Maşukiye - Sapanca - Abant


Bu sefer güzergahımızı sondan başa doğru alacağım...
Bir bakıma en güzelini sona bırakmak... Bir bakıma da Maşukiye ve Sapanca'da çok kısa molalar vermemiz sebebiyetiyle anlatacak çok da bir şey olmaması sebebiyle....

İlk durağımız Maşukiye;


Maşukiye eskiden kendi halinde bir köymüş...
Köymüş diyorum, evet hala bir nüfusu var...
Ama kendi nüfusundan fazla restaurant - otel barındırıyor Kartepe eteklerinde...
Keşke kimse dokunmasaymış da o yeşilin binbir tonunu barındıran yeşilin içine beton ayrıntıları girmeseymiş...
İş işten geçmiş bu kesin...
Bundan 3-5 sene önce yine Maşukiye'ye gitmiştik... O zaman bu kadar tesis yoktu...
Üst resimde gördüğünüz yolun etrafı hep tesislerle dolu şimdi...

(Bu araya hemen bir soru sıkıştırıyım; O pembe çiçekli ağacın ismini bilen var mı aranızda... İnanılmaz güzel çiçekleri var ve ben ismini bir türlü öğrenemedim...)

Şimdi devam edebiliriz :)


Kocaeli'ne bağlı Kartepe ilçesinin bir beldesi Maşukiye...
Bol bol İstanbulluları ağırlıyor... Nefes almak için buraya kaçan insanlara da tesislerle hizmet veriyorlar... Ama keşke suyunu çıkartmasalarmış tesis kurmakla...

Bu gördüğünüz resimler hep tesislerin içlerinde yada kenarlarındaki güzellikler...
O kadar çok fotoğraf çekilecek alan vardı ki,....
Ama son noktamız olması ve benim yedek kartımı almamam sebebiyle hafıza problemi yaşamamdan kısıtlı fotoğrafla yetinmek zorunda kaldım...


Kalabalığa rağmen inanılmaz huzurlu biryer....


Çok güzel alabalık yapıyorlar....
Yolun üst kısımlarında büyük bir alabalık tesisi var zaten...
ATV motorlarla yaylaları da gezdirebiliyorlar...
Bir daha ki sefere yolum düşerse yaylalarını gezmek istiyorum...
Kiraz mevsiminde şahane oluyor diyorlar...
Gidecek olanlara duyurulur :)

Şimdi de Sapanca'ya gelelim...

29 Mart 2016

İki küçücük güzellik; Göynük ve Mudurnu


Bu kadar oturduğum yeter demişmiydim size...
Neyse size demediysem bile kendime demiştim....

Geçtiğimiz hafta sonu ufak bir geziyle şimdiye kadar hiç görmediğim yerleri gördüm...
En sevdiklerimden galiba yeni yerler keşfetmek :)

Hadi gelin biraz gezdiriyim sizi...

İlk önce Göynük'ten başlayalım...


Bolu'ya bağlı küçük bir ilçe Göynük...

İçinde çok sayıda tarihi eser bulundurması ve mimarisi sebebiyle kentsel  sit alanı ilan edilmiş... İyi ki de edilmiş.... İlçelerine küçük Safranbolu diyorlar mimarilerinin benzemesinden dolayı...
Haksız da sayılmazlar aslında....

İlçe eski ve yeni diye ikiye ayrılmış. Tabi ki biz eski Göynük'ü gezmeyi tercih edenlerdeniz...


Tavuk yetiştiriciliği ve tarım başlıca gelir kaynaklarıymış. İşsizlik oranının sıfır olduğunu söylüyorlar ki bu onları çok mutlu ediyor. Doyduğumuz için suç oranımız da sıfır diye eklemeyi de unutmuyorlar tabi ki...
Bu onları mutlu ettiği gibi tabi duyduğumda beni de mutlu etti... Günümüzde küçük bir ilçede dahi olsa bunu duymak çok hoş... Kazançları ve bereketleri daim olsun :)


İlçenin bana göre en önemli yapısı o dönem kaymakamı tarafından 1923 te inşa edilen Zafer Kulesi...
Hangi yöne giderseniz gidin sizi muhteşem görüntüsüyle izliyor adeta... O gün havanın çok yağışlı olması sebebiyle kayma riskimizin olduğunu söyledikleri için yakınına gidemedik maalesef... Gezinin nazar boncuğu oldu.

Aslında oraya çıkıp ilçeye kuşbakışı bakmak isterdim ama maalesef olmadı...


Diğer önemli tarihi eserlerinden birisi de 1. resimde gördüğünüz Gazi Süleyman Paşa Hamamı... 1331-35 yıllarında tamamen kesme taşlardan inşa edilen hamam çokça büyük çaplı deprem görmüş. En ufak bir çatlama olmadığını söylüyor halk. Bunun en büyük sebebinin de taşları birleştirirken kurşun harcın içine yumurta akı konmasıymış. Binada anladığım kadarıyla elastikiyet sağlamış.

2. resimde gördüğünüz yapı ise yine aynı tarihlerde yapılan Gazi Osman Paşa Cami.

Her iki bina da hala kullanıma açık. İlçe halkı tarafından kullanılıyor...

3. resimde gördüğünüz yapı ise Fatih Sultan Mehmet'in hocası Akşemsettin için yaptırdığı türbe...


Eski Göynük evleri genelde orjinalliğini korumuş bunca zaman içerisinde.
Genelde kayalık üzerine yapıldıkları ve ahşap oldukları için de deprem konusunda oldukça şanslılar...

Dar sokakları var... Arnavut kaldırımı dokusunun üstünde yürümek şahane bir his ama...

Eski konaklardan birisini kültür evi haline getirmişler...
Gürcüler Konağı...


Eski dönemdeki ev hallerini canlandırmaya çalışmışlar konakta...
Arada sırada toplu yemeklerde ve Ramazan ayında kullandıklarını söylüyorlar...
Giriş ücretli. Bakım ve onarımı için 2,00 lira gibi minimal bir ücret belirlemişler.




Peki bu beşiğin altı neden delik :))
Eskiden çocuğu beşiğe bağlar altına lazımlık koyarlarmış. Bez derdine başka bir anlayışla son verirlermiş yani :)
Eskiden bebekler şimdiki gibi kıpır kıpır değillermiş anlaşılan :)))

Göynük'te ben ne yedim peki...
Güveci, domatesli yaprak sarması ve mantısı meşhurmuş...
Ben mantıdan yana kullandım tercihimi...
İki şekilde yapıyorlarmış... Biri kıymalı üstüne yoğurt ve soslu servis ediyorlar... Diğeri de boş, el açması mantının üzerine keş peynir ve bol cevizle servis ediyorlar...
Her ikisi de gayet lezzetliydi...
Yolunuz düşerse mutlaka yiyin :)

Şimdi gelelim Mudurnu'ya...


Göynük ile kıyaslayacak olursak daha küçük bir ilçe Mudurnu...
Daha temiz ama...
Havanın yağmurlu olmasından mı, hafta sonu olduğundan mı bilemediğim pek bir boştu sokaklar...



Mimarisi yine Göynük gibi Safranbolu evlerini andırıyor...




Bu eski ahşap konağa bayıldım...
İçini gezmeyi çok isterdim aslında....
Özel mülk olduğundan buna imkan yoktu tabi....
Evin içinde gıcır gıcır ahşap sesleriyle yalınayak gezdiğinizi hayal etsenize benim gibi....
Hayali bile huzur verici ;)



 Kanuni Sultan Süleyman Camii...

Bir söyleme göre Sultan Süleyman camiinin kendi adıyla yapılmasından sonra kendine yakışır büyüklükte olmadığını görünce kapısına kilit vurdurmuş ve vefatından 50 yıl sonra hizmete sokulmuş cami...

Ben inandım :) Sizi bilemiyorum tabi ki ....


Yıldırım Beyazıt Hamamının kadınlar için ayrılan binası burası....
Hala kullanıma açık....
Kullanılan taşların rengini çok sevdim... Tam sevilesi türden...


Mudurnu'nun eski kaymakamı Abdurrahman Naili Boratav'ın Kuvay-i Milliye döneminde önemi büyük... Oğlu Pertev Naili Boratav o dönemde çocuk olmasına rağmen Mudurnu'yu ileriki dönemlerde unutmamış hiç. Ünlü bir halkbilimci olan Pertev Naili Boratav Mudurnu'nun gelişiminde ileriki yıllarda önemli rol oynamış... Bir kültür evi açmışlar onun adına...

Eski bir binanın üst katında 5 odalı bir yer...
Keşke başlı başına bir binayı ayırabilselermiş ama imkanlar dahilinde muhtemelen....



Gramofona bakıp bakıp keşşşkeeee benimmmm deee olsaaaa diye uzun uzun iç çektiğimi tahmin etmişsinizdir tabi ki :)
Benim oğlum hiç ahizeli telefon kullanmamış... Aslında eskiden anneannesinin evinde vardı ama hatırlamıyor muhtemelen... Ahize bumuymuş diye uzunca sevdi şaşkın çocuk :)))



Beyaz ev de çok eski evlerden...
Macar bir göçmen tarafından yapıldığı söyleniyor...
Altının market olarak kullanılması ne kadar kötü :(
Ne güzel bir bina halbuki...
Sokak çok dar  olduğu için tam açıdan çekemedim binayı....
Özel mülk olduğu için isteyen istediğini yapıyor işte :/


İğne oyası meşhurmuş... Birkaç dükkan haricinde fazla görmedim maalesef...

Demircilik, bakırcılık ve sepetçilik el işçiliği kültürlerindenmiş... Bir zamanlar muhtemelen... Görmedim ne yazık ki... Birkaç tane varsa da bana denk gelmedi işte...

Pişmaniyenin sıkıştırılmış haline Saray Helvası diyorlar ve burasının meşhurlarından... Bir pişmaniye sever olarak saray helvası da şahaneydi tabiki...


Fotoğrafları düzenlemeyi başarabilirsem yarına Maşukiye ve Abant var....
Şimdilik hoşça ve dostça kalın ♥


28 Mart 2016

nostaljik pazartesi


Günaydın canlar, cananlar :)


Sabah sabah oturdum nostaljik yazımı yazıyım diye...
Ne yazıyım derken bu yazıyı gördüm işte :)

Sabah sabah çok güldüm yine...
Blog dedim iyi ki varsın...
Bak bir anımızı daha unutmuşum ama sağol yine sen hatırlattın bana :)

2009 Nisanında yazdığım yazıyı aynen kopyalıyorum buraya :))

Bol gülümsemeli bir hafta diliyorum hepinize :)

AYDEDE


Dün akşam aydedenin oğluşumu takip ettiğini öğrendik :)))
Arabayla giderken peşinden geliyormuş hep :)))

24 Mart 2016

azıcık sevgi...




Geçen hafta sonundan bu kareler...
Üzerine bir hikaye yazabilirim aslında...
Çocuk ve köpek diye başlayıp kısa bir zaman diliminde yaşanan ve hissedilen yoğunluğu, biraz da masalsı öğeler katarak sayfalar çıkar muhtemelen....
Yapmayacağım merak etmeyin....

Çocuğu da bir kenara bırakacağım, köpeği de...
Sevgi diyeceğim sadece...

Biz insanoğlu sevgiyi tanırız, üzerinde çok laf ederiz de iş uygulamaya gelince sadece elimizin altındakilere canımız isterse veririz...
Kendimizi ise son zamanlarda çokça severiz...

Ben...
Ben...
Ben...

Ne kadar çok kullandığımızı düşünün benle başlayan büyük büyük cümleleri....

Ama çocuklar öyle değilller...
Evet belli yaş dönemlerinde kendilerini ön plana çıkartan hal ve hareketlerde bulunuyorlar... Ama tamamen bireyselliği öğrenebilmek adına...

Sonra geçiyor... Su gibi akıp gidiyor...
Şartsız koşulsuz sevme halleri devam ediyor.



Çocuklarla hayvanları sevgi konusunda çok benzetirim her daim...
Sevildikleri yeri algılama konusunda hep çok başarılı olmuşlardır...
Sevgilerini göstermekte de...

Hangi çocuğun ben seni sevdim, sen de beni sevmek zorundasın dediğini duydunuz...
Masumiyet vardır içlerinde hep...
Hepimiz masumduk bir zamanlar... Ne zaman bu hale geldik...
Ben düşündüm bulamadım ne zaman masumiyetimi kaybettiğimi...
Büyümek böyle oluyor galiba,  içsel bir davranış biçimi muhtemelen.....



Şimdi durup dururken neden bunları anlattım bilmiyorum...

Hafta sonu gezi fotoğraflarımızı düzenliyordum ve seyre daldım bu kareleri...
Mudurnu'da bu köpeciği buldu Oytun...
Birdenbire birbirlerinin dibine girdiler...
Anneannemizin bolca yemek yiyeceksin Oytun, dokunma istersen sözlerine inat... Biri dokunmazsa diğeri dokundu...
İkisi de sevme derdinde...
Yemeklerini paylaşa paylaşa...
Keyif ve huzur içinde...

Uzun bir süre dolaştığımız sokaklarda bırakmadı Oytun'u...
Önden önden gidip geliyor mu arkamdan diye kontrol etti köpecik...
Ahhh dedim siz ne güzelsiniz....

Azıcık sevgi işte....
Mutlu anların en büyük sebebi....

Yüreğinizden sevgi hiç eksilmesin dostlar....
Görüşürüz ♥


14 Mart 2016

...


Öfkeliyim...
Ama en çok da üzgünüm...

Boğazım düğümleniyor...
Sanki nefes alamıyorum....
Bağrımı dele dele yumruklayıp bağırmak istiyorum....
Bağıramıyorum...

Tüm bu yaşananları hak edenler var belki ama ben hak etmedim...
Sen hak etmedin...
O hak etmemişti...

Senelerdir ayakta uyuyanlar bile hak etmemişti...
Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenler de...
Üç maymun misali görmedim, duymadım, söylemedim diyenler de....

Şimdi burdan bin bela okusam ne faydası var...
Gidenler mi geri gelecek...
Yoksa gerçekten hak edenler belalarını mı bulacaklar...
Ben parmağımı kıpırdatmadıktan sonra, sen sustuktan sonra, biz hiçbirşey yapmadıktan sonra....

Hepimizi üzgünüz biliyorum...
Üzgün olmak hataları telafi etmiyor işte...
Gidenleri geri getirmiyor...

Eeee o zaman.....
Konuşmayı bırakıp, kıpırdamanın zamanı değil mi...
Bunu bir düşün, düşünelim..
Sen, ben, hepimiz...

Tüm bu yaşananlara alışmak istemiyorum...
Kaderimiz demek hiç istemiyorum...
Çünkü bu ne benim kaderim ne de memleketimin kaderi....

Senelerdir kayıtsız, şartsız gözlerini kapatanlara diyorum...
Açın gözlerinizi artık...
Gerçekleri görün azıcık...
Artık o yılan size de dokunuyor görün işte....
Görün.... Anlayın... Kabul edin....

Başımız sağolsun hepimizin...


12 Mart 2016

geçen hafta sonundan kareler...


Bu hafta çok yoğundum....
Gelen, giden... Hesap, kitap...
Bir sürü de angarya eklenince sesimi soluğumu çıkartamadım...
Eve gittiğimde pert haldeydim çoğunlukla, Oytun yatağa girince ben de oyalanmadan uyudum arkasından...
Verimsiz bir haftaydı...

Geçen hafta sonu teyzemler gelmişti. Allahtan onlarla gezmişim hafta sonu azıcık da hafta içi depresyona girmedim yoğunluktan...
Sözde fotoğraf çekecektim gezinirken ama benim oğluşum sağolsun daha meraklı çıktı fotoğraf çekmeye :)

İşte Oytun'un kadrajına girenler :)





Yağmur çok olduğundan çamur içinde yüzüyorlar kıyamam...
Ama hallerinden memnun gözüküyorlar :)


O kadar yoğun yağış oldu ki su seviyesi oldukça yükselmiş...
Köprünün demirlerini kaldırmışlar, su rahat aksın etrafa taşmasın diye...
Ağaçların köklerine bayıldım...
Bu kadar kök salmak iyimidir ki, bak bilemedim şimdi...

Bu arada burası Balıkesir'de Değirmen Boğazı diye bir mesire yeri...
Şehir merkezine çok yakın...
Yaz aylarında burada nefes almak imkansız ama...
Mangalın dumanları, insan seli derken insan bunalıyor...
Biz genelde kış aylarında ve baharda geliyoruz buraya...


Mantar toplamaya gelenler vardı bol bol...
Herzamanki gibi ben cesaret edemedim yine :)


Akçay :)
Denizi soğuktur her daim...
Ama biz alıştık galiba...
Şimdi sıcak deniz hiçbirimizi kesmiyor... Serinleyemiyoruz cosss etmedğimiz için :)
Akçay denizinin soğuk olmasının en büyük sebebi yer altı su kaynakları...
Yaz sıcağında ne güzel oluyor bir bilseniz :)
Ben denize girmeyi özlemişim anlaşılan :)


Tüm köpecikler bahar güneşinin tadını uyuyarak çıkartıyorlardı :)


Köpükden sal yapmışlar :)
Epey bir izledik salınışını...
En sonunda karaya vurdu ama :/



Bu da benim kadrajımdan Oytun paşa :)

Bugün fotoğraflara bakarken fark ettim ki Oytun güzel fotoğraf çekmeye başlamış...
Bu sene hedeflerim arasında fotoğrafçılıkla ilgili bir kursa gitmek vardı, Oğluşla birlikte gitsek hiç de fena olmayacak galiba :)
Anacık oğulcuk keyifli vakit geçiririz birlikte...

Mutlu hafta sonları hepinize....
İnşallah haftaya daha çok ses edeceğim :)


4 Mart 2016

Çi.....





Serinin ikinci kitabı; Çi ...
İlk kitapla ilgili olan düşüncelerimi şurada anlatmıştım.

İlk kitabın durumuna aynen devam...
Evre değişikliği var sadece...
Dallas bitti, kötüler cezalanmaya başladı...

2 kitaptan 1 kitap yapılsa olurmuş aslında...
Ama o zaman üçleme olmazdı...

Pi ne durumda bilmiyorum. Bilge'yi ve Özge'yi çok merak etmeme rağmen bir süre ara verdim. Can Manay kusabilirdim aksi halde...

Neyse...
Ben neden bu postu yazdım...
Altı çizili cümleler için...
Malum kitap ödünç, geri gidecek...
Altı çizili cümleler kalsın burada...


Tavsiye edip etmemekle ilgili bir yorumum yok bu kitapta. Fi'yi okuyan Çi'yi de okuyor... Çi'yi okuyan Pi'yi....
Merak; kendimize engel olamadığımız hissiyatlar yaratıyor bünyede malum...

** Hep dünyanın, insanın içindeki iyiliği bulması için tasarlanmış bir bahçe olduğunu düşünürdüm ama bugün olanlar ve sen, bana şunu anlattınız: İyi olmak aslında sadece bir detaymış.Ne deneyimlemiş olursa olsun, yaşadığı kötülüğe rağmen insanın kendini iyiye çevirecek gücü olmasındaymış mesele. Güç birinden üstün gelmek ya da istediğinde birinin canını almak değil, biri senin canını aldığında bile kötüleşmemek, onun düştüğü tuzağa düşüp canavara dönüşmemektir. Sana vurana el kadırmamak, sana vurana el kaldırmaktan çok daha zordur. Asıl, doğruda durmak güç ister.

** Amacı olan birinin yakınında olmak, amaçsız biri için sahip olunabilecek en büyük lükstü.

** Aklın yönetemediği iyi niyet, iyi niyet değildir.

** Hayat ona çok güçlülerin nasıl bir darbede yenildiğini ve çok güçsüz gözükenlerin darbelere yıllarca nasıl dayanabildiğini göstermişti. Asıl önemli olan darbe almak değil, alınan darbeye rağmen hep ayağa kalkabilmekti.

** İlkelliğin torpiliydi bu güzellik. Karakteri önemsizleştiren zehirli bir etkiydi. İzleyene ilham, yokluğunu çekene acı, avcısına amaç, aşığına neden, öfkeye güçsüzlük, yağmacıya hedef.........

** Duygularınızın sizi ele geçirmesine izin vermediğiniz kadar insansınız! 

** Hayatın üretim için insana bağışladığı konfor, üretmek yerine tüketim kaynaklı keyfe adanırsa sonuç hep aynı oluyordu: Keyfin ve konforun içinde kaybolan mutsuz, tatminsiz, intihar eğilimli kayıp insanlar.

** Çünkü yola çıktığınızda tek ihtiyacınız, inanç ve size inanan birkaç kişiden başka bir şey değildi, adımlarınız temiz attığınız sürece gerisini hayat mutlaka verirdi.


Mutlu hafta sonları hepimize :))
Pazartesi görüşürüz...
Yarın ben çalışmayacağım :))) Olllleeeyyyyyyyyyyyyyyy :)

3 Mart 2016

Şubat seçmeceleri...


İnstagram sen çok yaşa ama blogger sen bambaşkasın :)))
Her ay güzel oluyo bu post :)
Ben seviyorum yani...




GÜNAYDIN..
Pazar mutluluğundan hep bunlar :)
Reklamlardaki gibi nutellayla uyandırılmak istenen böcük nutellalı akıtma ile uyandırılacak :)))
Oytunu uyandırma halleri ...
Özenti ergenus bizimki...
Bugün ayaklarımı uzatıp keyif yapacağım desem de 
yalan
ütü, çamaşır, mutfak var bugün planlarda...



Hani dedim hafta sonu yaklaşıp ben mutlu olurken, hazır Müzeyyen'de süslenip püslenip çiçeklerini açmışken bir gülümseyelim dedik size 
Tam da şu an... 
Müzeyyenle ben :))
Cuma neşesi benimki....
Görende yarın tatilim zanneder...
Ama olsun
Cuma mutluluğunu bende yaşıyım accuk :)




Büyüyorsun oğlum...
Ve ben öylece bakakalıyorum sana...
Bugün sıpanın keyfi yerindeydi. 
Okul formasını giymediği her gün ona bayrammış...
Büyük laflar bunlar...



Adam sanırsın kanarya adalarına tatile gitti :))))
Elde hindistan cevizi suyu, ayaklarını uzatmış sahile, gözlükler takılmış :)))
Oğlum hepi topu yarım gün tatildin ve orası anneanne evi farkında mısın ?
Fotoğraf geldiğinden beri kahkahalarla gülüyorum :))))
Boynunda çiçekler eksik sadece 
O da olsaymış tam kanarya adaları pozu...
O gözlük neden bir de...
Dışarda yağmur var üstelik...
Yedi yıldızlı anneanne köşkü :))







Seçimlerine bakılırsa baş etmesi gereken şeyler var, ya da benim de arada yaptığım gibi isimlerine bakarak aldı bu kitapları.... 
İlerleyen günlerde okudukça anlayacağız hangisi olduğunu..... 
Özellikle tek çocuk ve erkeklikle ilgili seçtiği kitapları bende okuyacağım.... 
Hadi hayırlısı...
Çocuğunuzun kitaplarını siz de okuyor musunuz ?





1 Mart 2016

1 mim : blog yazarlığınız hakkındaki düşünceleriniz





Sevgili Sevdicann mimlemişti geçen hafta beni.
Ama malum oscar derdindeydim :) Yazamadım...
Boşluğa düştüğüme göre yazabilirim artık :)

Gelelim sorularımıza;

1- Yakın çevrenizdeki insanlara blogunuzdan bahsediyor musunuz?

İlk bloguma farklı bir isimle başlamıştım ve herkese o heyecanla söylemiştim... Belli bir süre sonra baktımki rahat yazamıyorum blogumun ismini değiştirdim :)

Dolayısıyla özellikle söylemiyorum. Ama çok uzun zaman oldu blog yazmaya başlayalı 9. senemdeyim yanlış hatırlamıyorsam... Nadiren de olsa öğrenenler var ama...

2- Neden blog yazıyorsunuz?

İlk başlardaki amacımız kardeşimle an'ları paylaşmaktı... Eskiden bu kadar rahat görüşemiyorduk ancak msn üzerinden, belli saatlerde... Dolayısıyla Oytun'u, bizi kaçırmasın diye yazıyordum... Sonradan bir not defterine dönüştü... Biraz günlük... Biraz oradan buradan... Ne havadaysam blogum da o havada işte :))

Seviyorum blogumda olmayı.... Yazmayı... Okumayı....

Hem balık hafızama da çok iyi geliyor bu blog ;)

3- İlk yazınız ile son yazdığınız yazı arasında ne gibi farklar var ?

İlk zamanlar çok kasıyormuşum kendimi, onu fark ediyorum bazen okuduğumda... Kardeşimden başka da okuyanım yokmuş zaten :)))

4- Blog yazmak normal yaşantınıza neler kattı ?

Yazmanın en büyük katkısı çok güzel insanlar tanımış olmam... Hayatıma en büyük katkısı bu...
Kendimi geliştirmemde de yardımcı oldu... Yeni fikirler üredi, yepyeni bilgiler öğrendim... Burası bir nevi okul gibi...

En güzeli de yalnız olmadığımı hissetmek oldu...

5- Yakın arkadaşlarınıza blog yazmalarını önerir misiniz?

Zamanında çok önerdim... Hatta kendi elimle blog açtığım arkadaşlarım oldu...
Ama devam ettiren de olmadı aralarında :))))
Kim yazmak istiyorsa yazar... İçinden gelmesi lazım...
Önermeyle olmuyor bu işler galiba :)))

6- Hangi kaynaklardan ilham alıyorsunuz ?

Tamamen hayatım :)) Oytun başlıbaşına bir ilham kaynağım zaten...
Ne yaşıyorsam onu yazıyorum...

7- Diğer blog sahipleri ile iyi iletişim kurabiliyor musunuz?

Onlara sormak lazım :))))
Ama bloglar tamamen yorumlarla beslenen bir mekanizma... Dolayısıyla mümkün olduğu kadar, elimden geldiğince yorum yazıyorum okuduğum arkadaşlarıma da...

8- Rahatsız olduğunuz konular var mı?

Burada herkes özgür... Kendi kişisel alanımız...
Hepimiz istediğimiz konuda yazabiliriz...
Birbirimize saygımızı kaybetmediğimiz sürece sorun da yok zaten :)



Gelelim kimleri mimlediğime... Yaptılar mı bilmiyorum ama bu sefer

Gözde'nin Blog Günlüğü
Sevda 'cım
Mevlüdem
Bahçe Perim

Mimlendiniz canlar :)