30 Kasım 2022

Babalar ve Oğullar / İvan Turgenyev

 


İlk defa bu kadar sıcağı sıcağına bir kitabı buraya aktarıyorum sanırım. 
Sebebi de dövüşürken hanımefendi değilim 'in başlattığı ve Kasım ayında da Şule'nin ev sahipliğini yaptığı Blogger Kitap Kulübü / BKK efenim... Ha bugün başlarım, ha yarın başlarım dediğim kitabı yaklaşık 3 gün önce elime aldım ve az önce de son bölümünü bitirdim 💗 Bahtiyarım bu sebeple 😃

Genel olarak bu kitap okuma etkinliklerine kısmi mesafeliyimdir aslında ben. Evet katılmak isterim ama kendimi zaman kısıtlamasına sokmak istemem, biraz tutulurum, ihmal ederim falan derken bir türlü olmaz. Bu sefer yakaladım ama, vakti saati bu yaşlarıma kısmetmiş demek ki... Hoş bu etkinliğin de ilk 2 ayını kaçırdım, düşünün bendeki uyuşukluğu 😄😄 Neyse geç olsun güç olmasın demişler...

Gevezeliği bırak Şebo diyerek kendime, kitaba geçiyorum şimdi... Sonra yeniden gevezelik ederim elbet...

Rus Edebiyatının önemli eserlerinden biri "Babalar ve Oğullar". Nihilizm konusunda da ilk yazılmış kitap sanırım. Bu arada Nihilizm nedir konusunda bu kitabı okuyuncaya kadar hiç bir fikrim  yoktu, meğer nihilizm hiçlik, yokluk anlamına geliyormuş. Hiçbir şeyi kabul etmemek, diğer anlamda da her şeyi reddetmek gibi bir şey... Ve ben tüm bunları öğrenirken de ergenliğin bir döneminin Nihilizm rüzgarlarından bilmeden nasibini aldığını da düşünmedim değil tabi... Malumunuz hayatımızın bir dönemi her şeyi reddetmekle geçti ister istemez...

Kitabımızda da iki gencimiz var ana karakter olarak. Deneyimli Nihilist Bazarov ve yeni tanıştıkları halde tıfıllığıyla Bazarov'un feci halde etkisinde  kalmış yavru Nihilist Arkadiy...  Olaylar döngüsü de Bazarov - Arkadiy kafadarlarının  aileleri ve 3. bir aile olarak da aşık olunabilecek tüm niteliklere sahip Madam Odintsova 'nın minik ailesi içerisinde geçiyor...

Nihilizm baskın karakterimiz Bazarov'un düşünceleri üzerinden ortaya dökülüyor. Aileleri vasıtasıyla da o dönem Rusya hayatının bir özeti sunuluyor kitap boyunca. Ve inanılmaz bir kuşak çatışması... Kestane kabuğundan çıkmış da, kabuğunu beğenmemiş misali...

Ve tabii ki aşk... İnsana olmayacak şeyler yaptıran güce sahip o duygu... Aşk ile tanışmalarıyla ne denge kalıyor bizim kafadarlarda ne de hiçlik duygusu tabi...

Bu arada kitapta en sevdiğim karakter benim Bazarov'un babası Vasiliy İvanoviç oldu... Onun o askerlikten ufak bir köy doktoru ve aynı zamanda çiftçi hayatına dönüşü, karısını ve oğlunu idare ediş şekli, oğluna olan sevgi şekli, kimi zaman yapışkan kimi zaman hayalet gibi  sevdiklerine tutunma şekli... İçime en yakın gelen karakter oydu diyebilirim.

Kitabın dili gayet sade ve akıcı. İşin gerçek tarafını söylemek gerekirse bu kadar sadelik beklemiyordum bir klasikten. Turgenyev'i çok rahat okuyabileceğimi fark ettim bu kitapla beraber. Rusların birden fazla isimleri olması biraz kafa karıştırıcıydı sadece. Bir insana neden çeşit çeşit seslenir ki insan zaten 😄 Sonra alıştım ama...

Bir de bu kitabın önsözü çok güzeldi ki Doğan kitap yeni basımlarını Yekta Kopan'ın önsözüyle yayınlamış ve şahane olmuş diyebilirim. Kitaba bir ısınma turu niteliğinde, seveceksin sen bu kitabı diyerek sırt sıvazlama şeklindeydi önsöz....

Bendeki hissiyat işte bu şekilde... Klasiklerden çok haz alamayan ben bu kitap ile birlikte ufak bir inat kırılması yaşadım sanırım... Darısı diğerlerinin başına...

Sizde bize katılmak isterseniz lütfen bir tık tık yapın ve ben de geliyorum deyiverin yeter... 
Dostça ve hoşça kalın efenim 💗



Altıçizililerim;

* Yeryüzünde genç ve güzel bir anne ile kucağında sağlıklı çocuğu kadar büyüleyici bir şey daha var mıdır sahiden?

* Önemli olan , iki kere ikinin dört etmesi, üstü hep boş.

* Tabiat, bir tapınak değil, imalathanedir, insan da onun içerisinde bir işçi.

* Yalnız aptallar, bir de akıllı geçinenler zaman kaybeder.

* Bedenimizdeki hastalıkların nelerden kaynaklandığını aşağı yukarı biliriz, ahlaki hastalıklarımız da kötü eğitim ve küçüklükten kafamıza doldurulmuş boş şeyler yüzünden yani toplumun çarpık düzeninden ötürü ortaya çıkar. Toplumu düzeltin, hastalık da kalmaz.

* Malum, zaman bazen kuş olur uçar, bazen kurt olur sürünür ama insan en çok, zamanın hızlı mı yavaş mı geçtiğini fark etmediği anlarda iyi hisseder kendisini.

* İnsan dediğin varlık ipin ucunda asılı gibidir, altındaki uçurum her an yutabilir kendisini ama o bununla da yetinmez, bir sürü iş açar başına, kendi elleriyle mahveder yaşamını.

* İnsanın anlamadığı şey yoktur, eterin titreşmesini, güneşin yapısını hep anlar ama gel gör ki bir başkasının kendisinden farklı sümkürüşünü anlamak gelmez elinden.



27 Kasım 2022

Kırmızı Pelerinli Kent / Aslı Erdoğan

 


Aslı Erdoğan ile tanışma kitabımdı bu kitap. Uzun süredir hakkında o kadar fazla yorum okumuştum ki seveceğimi düşünmüştüm. Kuzenim hediye edince yaşasın diye başladım ancak sanırım tanışma kitabı olmak için uygun değildi benim için...

Kitabımızın karakteri Özgür Rio de Jenairo'ya okumak için gidiyor. Biraz da hayata kafa tutmak istiyor (sanırım yani). Fakat şehrin karanlığında kayboluyor bir nevi... Parasızlık vuruyor feci halde... Sigara ve yemek parasını denkleştirmekte bile güçlük çekiyor. Parasızlık bir yandan, sıcak öte yandan vuruyor da vuruyor. 
Mutsuz ve depresif bir Özgür var karşımızda...
Hal böyle olunca da insan sormadan da edemiyor tabi; madem bu kadar mutsuz ve kaybolmuş hissediyorsun kendini ne diye bırakıp dönmüyorsun diye... Hatta bol bol kızıyorsun da...

Kitap iç içe geçmiş iki bölümden oluşuyor; bir yandan Özgür günlük hayatını anlatıyor bir yandan da Rio'da yazmaya başladığı kitabın satırları çıkıyor karşımıza... Kendini bulmaya çalıştığı sancılı bir dönem...

Rio dedim ama aslında Rio benim bildiğim karnaval şehri değil kitapta... Yolsuzlukların, yoklukların, tekinsizliğin ve ölümün cirit attığı bir kent olarak çıkıyor karşıma... Gitmeden nefret ettiğim bir yer haline geldi bu kitapla resmen 😔 Rio hayallerimi çaldı diyebilirim...

Kitapta benim için sanki bir şeyler eksikti. Sıkıcı değildi ama çokça sancılıydı... Kullandığı dil şahane ama tekrar üzerine tekrar olaylar zinciri... 

Karanlık duyguları, dramları severim ben ama yok bu kitaba ısınamadım... Kitabın finalini de kendimce oturtamayınca yok bana göre değilmiş dedim... 

Bir gün yeniden yollarımız kesişirse yazarla, tam olarak sevip sevmeme kararımı veririm artık...

Bu arada siz ne durumdasınız Aslı Erdoğan kitaplarıyla... Merak ettim doğrusu... Bana biraz tüyo verirsiniz belki yorumlarınızla 😉

Sağlıcakla kalın 💗



Altıçizililerim;

* Geleceğe doğru yalınayak koşmak için güçlü bir arzu duydu içinde; kılıcını çekip atını yaşamın çetin cephelerine doğru doludizgin sürme isteği... "Yaşama sevinci" denilen duygu buydu herhalde.

* Ölüm korkusu, yoğunlaştıkça siliniyor olmalıydı, mutsuzluk gibi...

* Bütün saatler onundu; ama kullanılmak için değil, içerdikleri sonsuz boşluğa bir ceset gibi yayılıp kalmak için.

* İnsan, gerçekte gereksinim duymadığını tüketmeye bir türlü doyamıyordu.

* Kıdemli bir göçmendi, insan için "vazgeçilmez" olanın bir çantaya sığabileceğini, geriye kalan her şeyin gözden çıkarılabileceğini çoktan öğrenmişti.

* Parasını "özel bir şey" için harcamak, hayatla ateşkes imzalamak gibiydi.

* Para bir baston gibidir, insanın dik durmasını sağlar.

* Sıfırı tüketmiş insanlar, çaresiz hayvanlar kadar bile sevecenlik uyandırmıyor.

* İnsanı tanımak için uzaklara gitmek gerekir.

* Sıfır Noktası'na varan herkesin bildiğini o da biliyor artık, insanın yoluna çıkan bütün cesetler, onu bir tek yerinden, en zayıf yerinden vurur: Kendi içindeki cesetten.



25 Kasım 2022

Burası Radyo Şarampol / Şükran Yiğit

 


Bazen çok sevdiğiniz bir şeyi neresini daha fazla sevdiğinizi bilemez ve karşınızdakine anlatmakta güçlük çekersiniz ya... İşte şu an bu kitap yorumu benim için tam da bu hissiyatta... Ben şimdi bu kitabı nasıl anlatsam, hangi kelimelere sığdırmaya çalışsam ama sığdıramasam...

Ama bir yerlerden başlamak lazım...

80'li yıllar Türkiye'si.... Antalya... Bir mahalle... Şarampol diyorlar oraya...
14 yaşında bir kız çocuğu... Filiz... O kadar masum ki...
Babasının gidişinin ardından annesiyle baş başa kalan ama annesinden çok komşu kızı Mine ablasına sığınan bir kız çocuğu...

12 Eylül zamanı kıyamet kopuyor aslında çevresinde ama Filiz'in umurunda mı ki... Filiz ilk aşkı tadıyor çünkü 😊 Dünya yansa ne yazar... Tatlı heyecanlar, tatlı korkular hep aşk üzerine...

Asım giriyor sonra hayatına... Bir nevi dönüm noktası Filiz için... Radyo yayınlarıyla tanışıyor, içine işliyor da diyebiliriz aslında...

Büyüyor Filiz... Sadece Filiz değil çevresindekiler de büyüyor, olgunlaşıyor, su akıyor yolunu buluyor...

Sonrası kitabın ikinci bölümündeyiz... 90'ların Berlin'i... Doğu-Batı Berlin, Berlin Duvarı, duvar yıkılıyor....
Çocukluk yıllarından gençlik hayalleri ve kırıklıklarına geçiyoruz... Ve sonunda yetişkin bir kadın artık Filiz...

Antalya'dan Berlin'e uzanan bir büyüme, değişme, evrilme hikayesi... Yer yer güldüren, yer yer içinizi sızlatan...
Dönemin Türkiye'sinin ve Almanya'sının ruhunu anlatan, nabzını hissetmenizi sağlayan bir hikaye...
Arka planında sürekli müziklerin geçtiği sıcacık bir hikaye...
Sadece ana karakterlere değil, tüm yan karakterleri de içinize sindirdiğiniz bir hikaye "Burası Radyo Şarampol".

Ve itiraf etmeliyim ki kitaptaki ana karakter Filiz olsa ve Filiz'le birlikte yolculuk etsem de benim kitaptaki en sevdiğim karakter Mine'ydi... Onunla "Arım Balım Peteğim" dinleyerek ne güzel sohbetler ederdik kim bilir... Kitap boyunca bazen sarıp sarmaladım onu, bazen helal kız sana dedim, bazen de onunla hüzünlendim, endişelendim...

Kitabın sonunda hikayede geçen tüm şarkıların bir listesini yayınlamışlar. Çok da iyi etmişler 💗
Spotify da ve youtube da playlistler oluşturulmuş ve şu anda ben o şarkıların eşliğinde yazıyorum bu yazıyı. Çok keyifli, mutlaka dinleyin...

Sözün özü bu kitabı okumazsanız pişman olursunuz bence... Okuyun, okutturun 😍

Mutlu hafta sonları diliyorum hepinize 🙋



Altıçizililerim;

* O gülümsemenin, gidebilmenin bazen hesaplaşmakla değil, bizzat bağışlamakla mümkün olduğu anlamına geldiğini yıllar sonra anlayacaktım.

* Dünya ifade edebilenlerden çok ifade edilemeyenlerden ibaret bir yer olarak görünüyordu gözüme.

* Okuldaki hocalar da tıpkı öğrenciler gibi üç gruptan oluşuyorlardı. kadınlar, erkekler ve durumları tam olarak cinsiyetleri ile açıklanamayanlar.

* Bazı gerçekler ne kadar gerçek olurlarsa olsunlar nüfuz edemiyorlardı hayata.

* İnsan ancak bir insanı hem anlayıp hem anlayamadığında, onunla hiç tanımadığı bir dünyaya girdiğini hissettiğinde aşık oluyor galiba. 

* Hayatımız bölünmüştü bizim, hangi şehirde, hangi hayatta yaşarsak yaşayalım içimizde hep, sadece kendimizin girip dolaşabileceği, herkese yabancı bir şehir taşıyacaktık. Ne zaman ki o şehrin pusulasını birisine vermek çok isteyecektik, işte o zaman ona aşk diyecektik.

* İlk aşk güzeldir, çünkü ikinci bir ihtimali yoktur.

* Arkadaş olmadıkları için ayrılan sevgililer olduğu söyleniyordu fakat ben onlara hiç rastlamamıştım, belki yoluma çıkmamışlardı. "Ama biz," diye düşünüyordum, "sevgili olamadığımız için ayrılan arkadaşlar mıyız?"

* Hayat başımıza gelen bir şey değildi, biz onun peşinden gidiyorduk.

* Hayatlarının bir kısmını kapalı bir bavulda taşıyan iki yabancının başka bir hayatın ortasında karşılaşınca kısa bir süre de olsa hissettikleri aidiyet ve şefkat duygusuydu bu. 

* Affetmek özgürleşmek demek. Affedince geçmişin ayağına dolanmıyor.

* Dilde şiir olan ihtimal hayatta felaket olabiliyordu.


23 Kasım 2022

Şeref Motel / M. Caner Alper

 


M. Caner Alper'in filmleri bende ayrı bir yerdedir. Bu sebeple kitaplarını da hiç kaçırmadan hemen alıp okurum. Anlatımı, bakış açısı hoşuma gitmiştir hep. Daha önce Temiz Aile Çocuğu kitabını da keyifle okumuş ve hatta yazmıştım (burada). Kendi hikayesini anlatırken Şeref Motelden de bahsediyordu o kitabında...

Ve bu kitabında da Şeref Motel odağında diğer aile bağlarını hikayeleştirmiş. Neresi gerçek neresi kurgu tam olarak anlamasam da kutsal aile yapısının taşlarını oynatarak bir nevi kirli çamaşırları dökmüş aslında.  Şeref Motel'in 8 odasını kitabın bölümleri haline getirerek her odada bir çekmeceyi açmış ve içindekileri saçmış da diyebilirim. Kurgu olarak oldukça ilgi çekici olduğunu söyleyebilirim.

Namazında niyazında bir baba, akşam sofralarında rakı içmekten hoşlanan bir anne, küfürbaz bir abi ve hikayenin anlatıcısı küçük Cem... Çıktıkları bir tatilden sonra annesinin huysuzlukları neticesinde artık yıkılan aile mirası Şeref Motel'in yıkıntıları arasında geçmişteki hatıraları canlanıyor ve bize variyetli bir ailenin direği Şeref Dayı öldükten sonra nasıl da hayatlarının enkaza döndüğünü anlatıyor Cem...

Şeref Dayı şahsına münhasır güçlü bir adam... Ve aileyi de toparlayan bir direk... Aile üyelerinin hepsinde sevgi saygı dengesini oldukça iyi kurmuş. Vefatının ardından kazanların kaynaması ve herkesin Şeref Motelde hak iddia etmesi de kaçınılmaz sonu getirmiş aslında...

Ailenin kadınları ayrı bir hikaye.... Her biri başlı başına bir roman karakteri gibi... Beni en etkileyeni Fikriye Yengeydi sanırım... Ne büyük bir kabulleniş ne büyük bir aşk dedim hikayesini okurken... Özellikle eşiyle kitap okuyuş şekilleri beni büyüledi... Aynı kitabı aynı zamanda farklı şekilde okumaları ve birbirine anlatmaları, birbirlerine dokunuş şekilleriydi belki de....

70'li yıllardan 90'lı yıllara uzanan bu aile hikayesi aynı zamanda o dönemdeki Türkiye'yi de hatırlatıyor bize... Nostalji kokuyor buram buram... Elimde olmadan kendi çocukluğuma, gençliğime ışınlandım kitabı okurken... Ne güzel yıllardı o yıllar 💗

Sıcak ama aynı zamanda can acıtıcı bir aile hikayesi diyebilirim bu roman için... Bu tarzdan hoşlanıyorsanız ve biraz da geçmişe yolculuk yapmak istiyorsanız mutlaka okumanızı öneririm...



Altıçizililerim;

* Kimi ebeveynler çocuklarının itaatsizliklerine, kural tanımayan, otoriteyi ciddiye almayan, asi hallerine nedense "Zeki ama haylaz" der, gelecek için umutlarını kaybetmezlerdi.

* Arkadaş sevgisi o kadar önemsenmezdi. Sanki teyzemin kızı olursa aramızdaki aşktan daha kutsal bağlılığı onaylıyor, uzaktan hısım, bir anlamda dış kapının mandalı olunca o kadar değerli görmüyorlardı.

* Dayı sanki bizim topraklardaki kadınların aile içinde gizli dayanağı gibi. Bir kutsallığı var.

* Bence mutluluk böyle bir şey. Azaldıkça hafifliyor insan. Şuna bak, yalınayak, başı kabak halimizle bile mutluyuz.

* Hayat nasıl olur da sevmediği, beğenmediği bir insana katlanacak kadar değersiz olabilirdi?

* Bir yerde en üzücü görüntünün insanın annesini ağlarken seyretmesi olduğunu okumuştum. Bu ne kadar da doğruydu.

Kısacık bir not düşmem gerekirse, bu kitabı ben geçen sene okumuştum aslında ama bir türlü yazmayı becerememiştim. Bugün elime tekrar geçince yazmak istedim. Kısa kısa notlarıma bakınca da ortaya bu yazı çıktı...

22 Kasım 2022

Memoş'a Sözüm Vardı / Cemre Birand

 

Pandemiden bu yana popomun üzerinde oturduğumdan dolayı bir gezginin anılarını okuyup hayallerimde gezmekti niyetim bu kitaba başlarken. Niyetime de esasen uydu kitap ancak biraz fesatlık biraz da kıskançlık damarım çatlamış olabilir kitabı okurken 😀🙈

Cemre Birand akademik ve kariyer etiketlerinin yanında oldukça iyi bir gezgin anladığım kadarıyla. Gitmediği yer kalmamış. Bu kitabında da anılarıyla birlikte özellikle aşık olduğu Hindistan, Endonezya, Özbekistan gibi yapmış olduğu seyahatleri aktarmış. Gittiği yere de bir kereden fazla gitmiş her seferinde...  Kendisi gitmiş, sonra ailesini götürmüş, sonra arkadaşlarıyla tur organizasyonu yapmış gitmiş... Gitmiş de gitmiş anlayacağınız... Her kovuğun deliğine girmiş 😄 Hal böyle olunca benim kıskançlık damarım kabarmasın da kimin kabarsın allah aşkına 😂

Bir ülkenin bir caddesini görünce yarabbi şükür burayı gördüm, imkan el verirse başka yere gideyim demez mi insan hiç... Dememiş 😂 Zenginin parası züğürdün çenesini yorarmış misali Cemre Birand'ın gezileri de Şebo'nun beynini yaktı anlayacağınız :)))

Anlatım dili oldukça basit aslında, sadece çok telaşeli... O kadar ezberlemiş ki gittiği yerleri sizin de bildiğinizi düşünüyor sanırım. Daldan dala atlamakta sakınca görmüyor o sebeple... Bir çok yerde durup google amcaya danıştım, orası neresi, orada ne var diye... Araştırmacı kimliğimi geliştirdiği kesin :)) Kimsenin gitmek istemeyeceği yerlere gitmiş, hep daha fazla neresi var demiş... Bildiğiniz gezgin doymazlığı 💗 Gezdiğim zamanlar ben de öyle olurum çünkü. Hep kafamda nereye gitsem sorusu olurdu eskiden... Ahhh o günleri özlemişim ben... Neyse çıkmayan candan ümit kesilmezmiş, gelecek günlerde yine gezerim inşallah, maşallah 😁

Köpekbalıklarıyla yüzmüş, yamyamları ziyaret etmiş, dağlara çıkmış, Hindistan'ın tüm saray otellerinde kalmış... Rengarenk bir anılar zinciri... Keyifli anılar biriktirmiş...

Anılarını okurken Mehmet Ali Birand ile ilişkisini de anlıyorsunuz aslında. Seyahatlerindeki doymazlığa eşi hep hayret etmiş ama hep desteklemiş. Kimi zaman birlikte gitmişler ve absürt olaylarda Mehmet Ali Birand'ın verdiği tepkiler oldukça eğlendirdi kitap boyunca.

Sonuç olarak çok da fazla bir beklenti içine girmeden okursanız keyif alabileceğiniz bir okuma serüveni... Biraz telaşeli, biraz zıplamalı ama keyifli... Yeni yerler keşfetmeyi sevenler için ufuk açıcı olduğunu bile söyleyebilirim... Son karar sizin tabi ki...

Sevgiler 💗


Altıçizililerim;

* İnsanlar, hayvanlar aklınıza gelebilecek bütün erotik pozisyonlarda birbirlerine karışmış bir durumda büyük bir canlılıkla tasvir edilmişlerdi. Hayretler içindeydik ama bakarken utanç duymadık; çünkü yaşamı, inançlarını anlatıyordu bu tasvirler. 

* Hayatta ne varsa bugün ve buradaydı.

* Bhutan farklı bir ülkeydi fakat gayrisafi milli hasıla "milli mutlulukla" ölçülüyordu! Milli mutluluğun birimleri çevre, sosyal bütünlük ve dindi.

8 Kasım 2022

Ekim İnstaları 💗

Sabahın körü mesaimin bittiğini düzensiz yazmalarımdan anlamışsınızdır sanırım...
Erken kalkmak ve yola erken revan olmak konusunda çokça söylensem de bereketlisi ve en ideali buymuş benim için... Kaybedince anladım :)))
Neyse buna da şükür, en azından arada da olsa yazabiliyorum 😉





Oscar sezonu yaklaşmakta malum.... Henüz adaylar açıklanmasa da ihtimal dahilinde olanlar yazılıp çizilmeye başlandı. Bu sene oturup izleyebilecek miyim çok emin olmasam da kendimi havaya sokmak için hafif hafif notlar almaya başladım. Oytun evde yokken belki izleyebilirim. Malum sınav dönemi, küfreder gibi sen çalış ben film izleyeyim demek olmaz 🙈




Ofis okumaları devam ediyor...
Hikaye kitabı seçmekle çok iyi etmişim...
Rağmen/İlkler kitabı illüstrasyonlarıyla okuması hoş bir kitap....
Ofis için de biçilmiş kaftan 💗



Sabahın körü diye amma çok bıdı bıdı etmişim :))
Fakat bir şey itiraf edeyim. Evlat saat 7 de derse başlarken hiç geç kalmamıştık.
Ama şimdi derse 8:20 de başlamasına rağmen bol bol geç kalıyoruz :))
Nasıl bir terslik var bende hala keşfedebilmiş değilim 😂😂😂



Mışşşş gibi yapmak hakikaten sosyal medyada ne kolay...
Gecenin bir vaktinde yemek yaparken bıdır bıdır söylenirken gülümseyerek poz verebiliyor insan :))
Sonra dönüp söylenmeye ve huysuzlanmaya devam 🙈




Değişik değişik fincanlara bayılıyorum. Takım takıntım sadece fincanlar için rafa kalktı diyebilirim...
El yapımı fincanlar ise favorim 💗
Oziseramik markasını da Özlemciğim yapıyor... Ve ben her yaptığına hayran olmaya devam ediyorum💗



Pazar kahvaltısı bizim eni konu birlikte kahvaltı ettiğimiz yegane gün...
Hatta kahvaltı soframızı kalabalıklaştırmaya da bayılıyoruz...
Gelsin eş dost....
Kurulalım sofraya...
Bol sohbetlisinden edelim kahvaltımızı 💗
Haftanın en kıymetli günlerinden o sebeple.

Renkli, sağlıklı, heyecanlı ve şanslı bir Kasım olsun hepimize....

2 Kasım 2022

Unutma Dersleri / Nermin Yıldırım




Nermin Yıldırım kitaplarını okumadan önce asla yorumlarına bakmıyorum. Spoiler yememek için kenardan kenardan gitmeyi yeğliyorum ki okurken en sevdiğim şey şaşakalmak :)) Bu kitap haddinden fazla şaşmama sebep oldu benim...

Unutma dersleri ismini gördüğümde hep unutan bir insanın, hatta Alzheimer  hastası bir insanla yaşayan bir yakınının hikayesini okuyacağımı düşlemiştim. İsim bende öyle bir duygu uyandırmıştı ama tabii ki yanılmışım... Bildiğin unutmaya çabalayan bir kadının hikayesini okudum. Hayal kırıklığı mı tabi ki değil...

Kitabımızın kahramanı Feribe öyle bir karakter ki, bazen eşek sudan gelinceye kadar dövmek istiyor insan. Bazen de alıp kucağına sarıp sarmalamak... Ne zaman kızacağım ne zaman seveceğim şaşırdığım anlar o kadar çok oldu ki...

Hani sosyal medyada dönen alametifarikası varmış gibi söylenen ve hatta kopyalanan cümleler vardır. Beni eleştireceksen ilk önce benim giydiğim ayakkabıları giy bakalım, benim geçtiğim yollardan bir geç diye başlayan... Hah işte Feribe bu cümleyi söyleyebilmeyi tam olarak hak eden bir kadın... Ne sığ dediğin anda derindeki yarıklarıyla çat çat sağlı sollu geçiriyor ki ahhh cağnım kadın diye sarılası geliyor insanın. Birde kendiyle öyle güzel dalga geçiyor ki... Anlıyorsun başa çıkma yönteminin ancak bu olduğunu...

Kitap da absürt yerler de yok değil tabi... Nermin Yıldırım fantezi yapmış sağ olsun :))) Arkadaş nedir o  rüya merkeziydi, unutma çipiydi, acil yardım desteğiydi falan... Sanırım dramı damardan değil de azıcık soslayarak eğlenceli hale getirmek istemiş... Olmuş da aslında ama yazarı azıcık çekiştirmeden kitap yorumu mu yazılır kısmına dair bu cümlelerim :))

Sonuç olarak yine çok severek okuduğum bir kitaptı... Okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum... Yazarla tanışmayan pişman olur, o kadar netim bu konuda 💗

Şimdiden keyifli okumalar diliyorum size :)



Olmazsa Olmaz Altıçizililerim;

* Güzel ama yanlış bir ihtimal, tadını yitirmiş doğrudan evladır çoğu zaman. Bir yanlışı, sırf güzel olduğu için sevebilir insan. Bir şeyi güzel bulmaksa, galiba onun kalpte yarattığı kıpırtıyla ilgili.

* Aşk, kazanmayı planladığınız değil, kaybetmeyi göze aldığınız şeylerin toplamıdır.

* Bilmezden gelmek, kadim bir ayakta kalma yöntemidir.

* Aşkın yanında gurura yer olmadığını söyleyenler halt etmiş. İnsan en çok âşıksa gururna sahip çıkmak, onun nezdinde hiç değilse saygıdeğer biri olarak kalmak istiyor.

* Hayatta manalar hep aynıydı, geri kalan sadece üslup meselesiydi.

* Cehennemde bile yalnız olmadığınızı bilmek güzeldir. Hiçbir şey yapamazsanız ateşi paylaşırsınız.

* Aceleye gelmiş tanışıklıklar, ekseriyetle aslında hiç tanışılmadığının fark edilmesiyle noktalanır. 

* Mevzubahis aşk olunca, kadınların müthiş intikamcı yaratıklar olduğuna dair türlü çeşit tevatür mevcuttu. Sanırım, kırık kalplerimizi başka kalpler kırarak, hatta onları parçalayıp çiğ çiğ yiyerek onaran cadılar filan sanılıyordu. Külliyen yalan, hurafe, vesvese!

* Bazı iplerin kolay koptuğunu, bazılarınınsa asla kopmadığını bilecek kadar kalmıştım hayatta. İnsanın kendine kaçacak pay bırakması, ille de bağlanacaksa bir yere, çürük ipler seçmesi gerektiğini bilecek kadar yaşamıştım.

* Acayiplikler içinde sadece kendilerininkileri görmemek, insanoğlunun en acayip meziyetlerindendi.

* Yas, gözyaşından olduğu kadar buruk tebessümden, kaybedilen geçmişten olduğu kadar kazanılamayacak gelecekten de besleniyor. 

* Bazılarımız ölemeyecek kadar korkak, hayatta kalacak kadar cesur olur.

* Ve aşk, geriye saçaklarına sığınabileceğimiz huzurlu hisler bırakmadıktan sonra, yaz yağmurundan bile geçici bir şeydi. Çıkılacak uzun bir yolculukta ona zinhar güvenilemezdi.

* Mutsuzluk, dünyaya yenecek bir şey olarak gelse, kuşkusuz aşure olurdu. O kadar çok bileşeni var ki... Benimkinin içinde, pek çok sevimsizliğin yanı sıra, mebzul miktarda suçluluk da mevcuttu.

* Yas, bumerang kıvamında bir şeydi. Öyle atıp kaçamıyordun. Sahibinin kurtulmak içim şehir dışına götürüp bıraktığı sadık köpekler gibi koşup geri geliyordu. 

* Nedense yetimhanelerle huzurevlerinin birbirine benzediğini düşünürüm hep. Birinde çocuklar, öbüründe yaşlılar. Yetişkinlerin hayatına henüz alınmamışlar ve işleri bitti diye ıskartaya çıkarılmışlar.

* Beklemek çünkü, bir olmazı oldurmayı umanların safdilliğidir. Gelecekler zaten kalbinizi yormadan gelir. Bekletmek, gelmeyeceklerin işidir. Bu yüzden en çok gelmeyecek olanlar beklenir.

* Herkes en çok kendininkini beğendiğinden bir tek akla nazar değmezmiş derler.

* Artık kimsenin gidenlerin arkasından bakacak zamanı yoktu.

* Aldatmak başkasıyla sevişmekten çok, yalanlardan medet ummaktı bence. Sadakatsizlik, bedenden ziyade beyinle işlenen bir kabahatti.

* Hayat öyle bir yerdi ki kendimizi güzel hissetmek için çirkinlere, iyi hissetmek için kötülere, erdemli hissetmek için ahlaksızlara ihtiyacımız vardı.

* Her şeyi bildiğini sananların hiçbir şey bilmediğine ayıldığı o meşum anı yaşıyor olmalıydı ki Ses de bir süre konuşmadı. Öylece susup, havada uçuşan sözcüklerin dibe çökmesini bekledik. Söylediklerimizi, dinlediklerimizi ve onlarla değişip başkalaşan kendimizi azıcık demledik.

* Başkalarına yakıştırdıklarımız, hep bizim kendi fenalıklarımızdı.

* Açlık nasıl onurunu yedirtiyorsa insana, Çaresizlik de mantığını dişletiyordu.

* Kalbin zamanı ile dünyanın zamanının denk düşmediği günlerden biriydi. Hoş, kalbin neyiyle dünyanın neyi denk düşüyor ki. Asıl imkânsız aşk, hayatla aramızdaki.

* Bencillik arıyorsan ben sana söyleyeyim bak. Asıl bencilce olan depresyondur. Bencilcedir, çünkü sahibini ve yaşadıklarını evrenin merkezine koyar. Açlar, hastalar, savaşlar, depremler, tufanlar bile önemini kaybediverir.

* Ama hayat böyleydi, gezegenin yarıçapı kalbinkiyle eşitti. İnsan gözü, içine bakmaktan kamaşınca dışını göremiyordu. Yüzlerce kişi sele kapılıp giderken mesela, ıslak terliğe değen  çoraplarına canı sıkılıyordu. Fenaydı insan, çok fena...

* Canın nereden yanıyorsa, kıyametin orada kopuyor.

* Kıymet verdiğiniz birine büyük bir yalan söylediğinizde, hele ki yalanınız itirafınızdan evvel ortaya çıkarsa, bütün savaşlarda kaybediyorsunuz. Artık ne soru sormaya ne de cevap almaya hakkınız oluyor.

* Kan pompalamak filan hep bahane, kalp zaten sadece parçalanmak için vardı. 

* Ne yaparsanız yapın, ne yaşarsanız yaşayın, çocukluk hayalleriniz değişmediyse hâlâ masum sayılırsınız.

* Benim bildiğim şu, vazgeçmek bazen sahip olduğumuz şeylerin en iyisidir. "Elimden tut yoksa düşeceğim" demiş ya Attila İlhan. Galiba kimi durumlarda o, "Elimi bırak yoksa düşeceğim" diye okunabilir. Aşk kaç kişilik bilmem ama vazgeçmek tek kişiliktir.