9 Mart 2024

Oscar Töreni Öncesinden Bildiriyorum 😀


Eskiden ne kadar uzun uzun yazardım...
Filmleri enine boyuna döker, uzatır da uzatır hatta üstüne maratonlara falan katılır çok heyecanlı bir sezon geçirirdim...
Yıllar yıllar geçti, ben izleme hevesimden hiç uzaklaşmadım. Sadece yazma konusunda tembelleştim :/
Bu sene de animasyon ve teknik kategorilerden bir kaç film dışında hepsini izledim... Hepsini teker teker yazamayacağım zira bu yazı bitmez o zaman 😂

Bu sene beni en etkileyen filmler uluslararası kategorisindeydi... Muhteşem filmler izledim diyebilirim...
Seyrettiğim filmler arasında en sevdiklerim Past Lives ve Perfect Days oldu. O dingin halleri ile anlatmak istediklerini o kadar net anlatmışlardı ki hayranlıkla izledim... Gözümü kırpmadım desem yeri vardır...

Filmler arasında en kendimi uzak hissettiğim film Barbie oldu sanırım... Feminizm temasını işlemese o pembe dünya beni daha da çok bayabilirdi ama orada da yardımıma America Ferrera yetişti ♥ Oyunculuğu ile benim filmden uzaklaşmamamı sağladı diyebilirim...

Bu sene sanırım Oppenheimer filmi törene damgasını vuracak gibi gözüküyor... 13 dalda en fazla adaylık çıkartmasından bu sinyali yakalamıştık zaten... Uzun olmasının haricinde benim için bir sıkıntı yoktu filmde derken bak aklıma geldi. Bir dehanın aklanma projesi olarak biraz düşündürdü beni. Neden derseniz icadı mucidimizin deneysel faaliyetleri ve sonrasında gelişen olayların sonuçları hakkında çok da detay verilmedi... Vicdan muhasebesini ne bizim yapmamıza müsaade etti ne de karaktere böyle bir misyon getirdi... Kemiksi yapısıyla robotik zeki bir adamı koydu karşımıza ki Cillian Murphy de hayatının performansını anatomik yapısı sayesinde oldukça başarılı bir şekilde sergiledi...

En fazla adaylık alma konusunda 2. başarılı filmimiz Poor Things oldu ve 11 adaylık çıkarttı... Bireysel performansları oldukça başarılıydı aslında, ancak beni duygusal olarak irrite  eden sahneleri sağ olsun filmle bağ kuramamamı sağladı. Modern bir Frankenstein filmi denilse de yok benlik değildi... Ama bu arada hemen ekleyeyim yardımcı erkek oyuncu adaylığında net bir şekilde Mark Ruffalo yerine Willem Dafoe 'yı görmek isterdim.

Killers of  the Flower Moon yine uzunluğuyla vurdu beni... Mabadımın düzleştiğini hissettim yeminle izlerken :))  Yine sezon içerisinde çok konuşulan filmlerdendi ve 10 adaylık gibi hatırı sayılır rakamla listelere girdi. Leonardocuğum aday gösterilmemesi nedeniyle yine hayal kırıklığına uğramıştır eminim... Oscar heyeti umumiyesi sanırım böyle kamçılıyor yakışıklımı 😄 Filmden daha çok burada duru oyunculuğuyla Lily Gladstone hakkında konuşmak lazım aslında... Mimiksiz, abartısız, ve dik duruşlu Mollie'nin hikayesini öyle bir ete kemiğe büründürmüş ki bakışların yeter be hatun demekten kendimi alamadığımı belirtmek isterim.

Gelelim Bradley Cooper ve Maestro hakkında söyleyeceklerime... Filmi genel anlamda sevdim. Benim sevdiğim karakter yapısıyla gayet keyifli bir seyirdi. Filmin yıldızının Carey Mulligan olduğunun altını çizerek söyleyebilirim. Fakat sevgili Bradleyciğimiz kendini öne çıkarmak için o kadar kasmış ki bir takım hesapları yanlış yapmış düşüncesindeyim. Evet abartılı bir karaktere abartılı oyunculuğuyla yarenlik etmiş ama bunu yaparken seyircinin kime daha çok aşık olabileceği ihtimalini ıskalamış maalesef. Bu filmin matematiği farklı işleseydi sezon boyunca bu filmi konuşabilirdik diye düşünüyorum.

The Holdovers bu sezonun en duygu geçişli filmi olduğunu iddia etsem yanılmış olmam sanırım. Karakterlerini inanılmaz bir güzellikte işlemiş. Oyuncularımız da hakkını vermiş tüm karakteristik özelliklere. Basit bir konuyla duygu şöleni çıkartmış ve her bir karaktere sarılmamızı sağlamış. Eski filmlerin o samimiyetini yakalaması da bonusu olmuş. Gönül Paul Giamatti 'nin ödül töreninde atağa geçmesini istese de kemikli anatomiye yenilecek düşüncesindeyim. Amma velakin Da'Vine Joy Randolph 'un yükselişine kimse çelme takamayacak gibi duruyor şu anda.

Tüm filmlerden kısa kısa yazmaya kalksam bu yazı bitmeyecek... O sebeple ben kendi adaylarıma geçeyim istedim... Bu sene çok duygusal düşünmemeye çalıştım, "ama neden/ama yaaaaa" nidalarıyla hayal kırıklığına uğramamak için realist bir tavır takınmaya çalıştım ve işte çıkardığım sonuç;


Bu kareye ek olarak;
Özgün Senaryoda Anatomy of a Fall 
Uyarlama Senaryoda American Fiction
Uluslararası Film kategorisinde de The Zone of Interest ihtimalindeyim ve bir tek bu kategoride ne yazık ki söylemini kullanacağım. Burada görmek istediğim film, bu film haricinde hepsi olabilirdi :/


İhtimallerimizin ne kadar gerçekleşip gerçekleşmediğini ödül töreninin sonunda hep birlikte göreceğiz :))
Bu sene de IMDB den heykelciğimi de kaparım inşallah :)






22 Şubat 2024

19 Yaşından Bildiriyorum Sana

 

Bugüne kadar sana hiç nasıl doğduğunu anlatmadığımı fark ettim... Birkaç kez anılara yolculuk yapmaya kalkıştığımı hatırlıyorum ama sen ilgilenmedin... Bunda netim bak :)) Neyse yüzüne anlatamadıysam buradan anlatırım ben de... Alternatifler yaratma konusunda beni bu hayatta en çok eğitensin sonuçta...

Hamileliğimin başlangıcından bu yana hep normal doğum planlamıştım... Doğumuna 1 ay kala 4 kiloyu aştığını gören doktorumuz tamam artık sezaryen dedi... Bir anda panik olmuşum... Doktorla hemen savaşa başladım... Ama kazanamadım :)) Son kontrollerimizin her birinde hiç aksatmadan bu savaşa girmeyi ihmal etmedim ama Alaattin Bey sağ olsun her defasında beni püskürtmeyi başardı...

Son kontrolde artık Salı mı Perşembe mi gibi bir seçenek sundu bana... Madem sezaryen o zaman Salı olsun dedim... Erkenden kucaklayayım bari diye düşündüğümü çok net hatırlıyorum... Öğleden sonra saat 13.30 da sigorta hastanesine acilden giriş yapmama karar verildi sonuç olarak...

22.02.2005 gece saat 04:00 suları ağrım başladı... Çok önemsemedim... Kalktım gezindim... Ben gezinirken babanın fosur fosur uyumasını da uygun görmedim tabi :)) Onu da kaldırdım... Sancılarım arttı... Yok yaaa daha erken dedik iki iş bilmez olarak...  Bir de üstüne rahatlayayım diye sımsıcak bir duş aldım, sancılarım daha çok arttı... İnat ettik doktoru aramıyoruz, evde de duramıyoruz... Pılımızı pırtımızı topladık, anneannene gittik... Rahmetlik deden panik tabi bizi o halde görünce... Arayın hemen doktoru dediler :))) Emir büyük yerden, aramamak olmaz tabi... Sabahın 7 sinde uyandırdık doktorunu... Acilden giriş yapın ben de geliyorum dedi ve hemen yola çıktık...

Şimdi kendimce sancım tuttu ya, ben normal doğum yaparım kafasındayım... Heheeee diyorum :)) Nolddduuuu :)) NST alacaklar ama ben sancıdan yatamıyorum ki... Bir geliyor sancı ben hemen dikiliyorum sedyede... İki büklüm olunca sanki hafifliyor. Bu arada seninle konuşuyorum, az kaldı hazır mısın diyorum...

NST alamadan yallah ameliyathaneye... Ben yine sükutu hayal...

Genel anestezi ile gerçekleşti doğumun, o sebeple ilk anını hatırlamıyorum... Benden önce babana, dedene ve anneannene gösterip bahşişi kapmışlar, sonra da genel muayene için yeniden içeri almışlar seni... Beni senden sonra ayılmaya yakın odama yerleştirdiler... Yatağıma taşırken eski usül çarşafla aktarma yaparken hastabakıcılar bel fıtığından son anda yırtmışlar :)) 2 hastabakıcı, deden, baban benim gibi kuş kadar kadını taşıyamamışlar ahahaaa :))

Sağıma soluma bakınmaya başlayınca ebe getirdi kucağında seni... Nasıl ağlıyorsun son ses anlatamam... Sağ mıdır hala bilmiyorum ama Halise Ebe aksilikte bir dünya markasıydı Balıkesir'de o zamanlar... Erkekler dışarı diye bir bağırdı, bizimkiler çil yavrusu gibi dağıldı 😉 Seni kucağıma verdi, emzirme zamanı diye... Allahım nasıl çirkindin :) Kapkara olduğun yetmiyormuş gibi burnun suratının hemen hemen hepsini kaplamıştı... Bir de tek kaşını kaldırarak bana bakıp ağlıyordun. Hart diye ebe mememi açtı, seni güzelce dayadı... Böyle emecek ve sütünden başka bir şey vermeyeceksin diye de beni bir güzel payladı sanki başka bir şey demişim gibi :)) Coyk coyk emiyorsun ama süt gelmiyor daha... Akşama kadar savaştık. Sen hiç susmadın, ben emzirmeye çalıştım. Süt gelmedikçe sen daha çok ağladın... Kısır bir döngü... Akşam sanırım sütüm yavaş yavaş gelmeye başladı, biraz karnın doydu ama ağlamaktan öyle bir yorgun düşmüştün ki uyudun kaldın... Gece o kadar sessizdin ki ara ara nefes alıyor mu diye kontrol ettik teyzeannenle :) 

Sonrası gecemiz gündüzümüze karıştı.... Sen gündüz uyudun ben uyumadım... Gece sen uyandın ben uyumaya çalıştım :))) Tam bir kaos ahahahaaa :)

40 gün sonra düzenimiz oturmuştu ve çok kolay bir bebeklik dönemin oldu şükür... Büyümeseydin sonsuza kadar o günlerde kalabilirdim ben seninle... Büyüdün ama... İyi yaptın diyemeyeceğim kusura bakma 😁

Geçen sene 18 yaşınla ilgili çok büyük hayallerim vardı... Ama malum sınav zamanıydı... O kadar çatışıyorduk ki senin yaş yazını dahi yazmadım... Çünkü içimden gelmedi... Kendimi zorlasaydım yazmak için gram güzel bir şey çıkmayacaktı... Öfke dolu bir yazı olacaktı... Vazgeçtim o sebeple... Hayattan soğuduğumuz bir yıl oldu ikimizin de :) Hoş bu yaşının da ilk dönemi öyle geçti....

Sonra ne mi oldu...
Sen yerleştin üniversiteye... Hayalindeki ODTÜ olmayınca ikinci bir seçenek aramadık ve Balıkesir diye karar verdik... Bu konuda hiç tereddüt etmedin... Buna çok sevindim sevinmesine de, bir yandan da içim burkuldu... Üniversite demek özgürlük demekti.... Bilmediğin bir yola kanat açmaktı... Ama ülke şartları seni de böyle bir tercih yapmaya itti maalesef... Beni rahatlattın evet bu anlamda ama kendini de zorlamadın, kolaya kaçtın... İleride pişmanlık yaşar mısın hiç bilmiyorum... İnşallah yaşamazsın...

Pandemiyle başlayan asosyal tavrın bu sene de devam ediyor... Çok seçici bir yapın var hayatına insan katmak yönünde... Bu bir taraftan güzel ama risk almaman hoşuma gitmiyor... Benim olanlar bana yeter kafasındasın :/ Bu saatten sonra da değişmezsin sanırım... Ya da değişirsin... İnsanoğlu nihayetinde ölene kadar bir öğrenim içinde...

Bu aralar mühendislik dersleri popona zor geldi sanırım ben niye dil tercih edip tercümanlık yazmadım diye söylenmektesin... Sanırım yeniden sınava gireceksin :) "Sen bilirsin oğlum" sabrını sonuna kadar sergilemeye kararlıyım... Sonuçta senin hayatın... Önüne engeller değil, konuya daha geniş bakabilmen için söylemler koymakla mükellefim sadece...

Hala kız arkadaşın yok puhahahahaaa :)) Artık bu bizim eğlence konumuz, sen de artık eğlenmeye başladın bu konuda kendinle... Ara ara anneannene takılıyorsun, anneanne hani şu torununu bana verecek teyzeler nereye gittiler diye 😂😂😂 Okulu bitir ben seni görücü usulü evlendireceğim diyorum, çok geç diyorsun...

Yetişkin bir birey olmak sana önyargılı olmayı yükledi... En çok bu konuda savaşıyoruz seninle... Onu ben yapamam, o bana göre değil, bu böyle olmaz kısıtlamaları koyuyorsun sürekli kendine... Dene çocuğum demekten dilim aşındı... Geçecek bu günler de biliyorum ama yeter ki iş işten geçmesin dileğindeyim çokça bu konuda...

2 sene önce başlayan Japonca takıntın devam ediyor. İngilizceyi belgelendirme kısmını bitirdikten sonra kendi çabanla yaptığın öğrenme sürecini farklı bir yöne çevireceksin sanırım... Sabırla bekliyorum :)))

Hala rengarenksin, hala ilgi çekmeyi seviyorsun, hala oyunlardan ve telefonundan başını kaldırmıyorsun 😅

Bu sene mutfak da ilgi alanına girmeye başladı... İnstagramdan gördüğün tarifleri denemeye başladın. Hele bir browni yapmaya başladın tavada... Üfff çok güzel... Dönüp dönüp yapıyorsun herkese... Ama senden sonra mutfağa girmek bir ölüm, savaş alanına dönüyor mutfak... 

Kadeh tokuşturmaca konusunda ufak denemeler yaparken rakı ve bira çok başarılı olamadı. Rose ile bir hayli frekansı tutturdun sanırım 😉

Hayatımıza bu yaşında Ogo girdi :)) Bir ıkea turunda tutundun o kocaman ayıyı eve getirme konusunda.. Oğlum kaç yaşındasın sen saçmalama dedikçe istiyorum dedin. En son olarak sen bana üniversite kazanma hediyesi almadın, ben bunu istiyorum işte diye son noktayı koydun... Vallahi acımadım değil verdiğim paraya ama Ogo ile sen mutlusunuz birlikte olmaktan. Ama popona minder, ama sırtına minder ama kucağına minder gibi özellikler yüklesen de en çok uyku halinde kullanıyorsun. Ama ahdım var evlenirken gelin arabasına koyacağım Ogo'yu da 😂😂😂

Boş vakitlerinde çalışmaya başladın. İlk önce biraz zorla oldu... Sonra kendin çaycı olmaya karar verdin :)) Boş vakitlerinde 1-2 saat takılıyorsun... Şahanesin sen ♥

Kitap okumaktan tamamen uzaklaşmıştın. Şimdilerde manga serileri ile döndün yeniden. Alper Canıgüz verdim eline bak bunu seversin diye... Süründü, süründü ve şaşırtıcı bir şekilde okumaya başladın... İnşallah yeniden eskisi gibi okuma alışkanlığına dönersin 😍

Biz nasılız peki... Sana peki dediğim sürece benden iyisi yok... Bana dokunmayan yılan bin yaşasın modundasın ahahahaaa :)) En ufak bir red yediğinde kızıyorsun, öfkeleniyorsun, bak yapacaktım ama şimdi yapmayacağım diye beni sınıyorsun... Seninle kavga ede ede susmayı öğrendim. Sabır en büyük erdemim oldu 😂 Beni yendiğini düşünmek sana çok büyük bir haz veriyor... Ben, ben, ben diye ortalıklarda kurulmaların beni delirtiyor olsa da seninle savaşmıyorum. Sürekli yeni denemelere giriyorum, yeni alternatif çözümler arıyorum sana kendimi anlatabilmek için... Dengeli dengesiz bir ilişki halindeyiz seninle... Şu gelgitlerin bitse sanırım daha keyifli bir hal alacağız ana-oğul ilişkimizde....

Ehliyetini aldın yenilerde... Pratik yapmaya başlayacağız birlikte... Henüz çalışmalara başlamadık...

Koskoca bir yaşı birlikte böyle evrile devrile yuvarlanarak geçirdik işte güzel oğlum...
Yeni yaşın için koca koca dileklerde bulunmayacağım...
İlk önce sağlık diyorum...
Sınanmadığın bir yaş olsun, hayallerine adım adım yaklaş dilerim ki...

Ve ben her daim yanı başındayım... Uzandığın zaman inan tüm gücümle elini tutarım...
Yeter ki sen iste... Yeter ki sen hayal et...

Çok eğlen, 
Çok gül,
Düşmemeyi öğren...
Düşersen kalkmayı öğren...
Bol bol yeni deneyimlerin olsun...
Bol bol maceran...

Ve seni her zaman çok sevdiğimi hiçbir zaman unutma...

Annen....








19 Şubat 2024

🙈🙉🙊


Az önce oldukça resmi bir kuruma, oldukça resmi bir mail attım ve mailde emoji kullandım iyi mi 😀
Kalpli öpücük kullanmamışım Allahtan 😂

Gideyim de kendimi nerelere atayım bilemedim 🙈



Karikatürün konumuzla alakası yok :))

24 Ocak 2024

Melisa Kesmez'den iki kitap daha; Nohut Oda / Bazen Bahar

Aynı yazarın kitaplarını peş peşe okumam aslında... 
Ama bu kitapları kardeşim almıştı ve malum gidecekti ve beni okumam konusunda çekiyordu ve, ve, ve 😊

2-3 günde hatmettim ikisini de. Kardeşimin okuması için de hazırladım bir taraftan :))) Altlarını çizdim ufaktan ufaktan, notlar aldım küçük küçük :)) 
İtiraf ediyorum, o benim kitabıma yapsa kıyametleri koparırdım😁
Ama ben yaptım, pişman değilim :))) İzlerimi takip etsin istedim 😉

Bu iki kitaptan en çok sevdiğim Bazen Bahar oldu... Daha çok işledi içime... Ama bu demek değil ki Nohut Oda'yı sevmedim. Onu da sevdim tabii ki... Daha kısmını Bazen Bahar doldurdu...

Bazen Bahar'da en sevdiğim hikayeler Domates Tohumları ve Yılbaşı Ağacı oldu... Nohut Oda kitabında ise Kız Kardeşim Handan hikayesi gönlümün tahtına kuruldu

O kadar bizden hikayeler ki hepsi... İnsanın içine işleyen bir hüznü var. İnceliklerine hayran olunan bir anlatımı var... 
Mekanları da çok iyi işliyor karakterleri gibi... 
Bazen eski bir eşyanızı hatırlatıyor... Bazen Bahar'da değiş tonton yastık kılıflarıyla karşılaşmam hiç de tesadüfi değildi sanki. O kılıfın sarmaladığı yastık benimdi çünkü

Melisa Kesmez  insanı tanıdık bir yolculuğa çıkarıyor ama ilmek ilmek dokuyor o yolculuğu... Tanışmadıysanız mutlaka tanışın.. Demedi demeyin ;)



Altıçizililerim;

* Az görüşen bir anne kız gibiydiler. Aralarındaki o bilindik anne-kız gerginliği sönmüş sanki kız uzaktayken, evleri ayırınca dişil öfkeleri durulmuş, daha geniş bir saksıya alınmış bir bitki gibi çiçek açmış ilişkileri, ferahlamışlar.

* Bir kadının kızı olmak ne müthiş bir şeydi. Kemerli bir burun da olsa, tek başına bir şeye benzemeyen bir işaret parmağı da, muhteşem annelerin bize sundukları bu kutsal hediyeleri ölene dek yanımızda taşıyacak olmamız, ne büyük mucizesiydi hayatın. Bu gizli alametleriyle hep "Sen bendensin" diyeceklerdi bize. "Benim hamurumdan, benim toprağımdan, benim kökümdensin. Aynı bahçenin mahsulüyüz biz." Bir kiraz ağacının sürgün verdiği yerden uzayıp günün birinde aynı çiçeği açması, aynı yaprağı büyütmesi gibi bir dalın ucunda...

* Anneden kızına yeraltı suları akıyordu. Kadından kadına akan incecik nehirler.

* Beklemek eziyet de olsa bir çocuk için hayatta kalmanın tek yoluydu bazen.

* Çocuk olmak bilmediğinin üzerinden atlamak, bildiğinle yetinmek, elindeki azıcık da olsa ondan bir hikaye yazmaktı. Evdeki bütün terlikleri uç uca dizip halının çizgilerinde yürüterek kocaman caddeler inşa etmekti mesela, buzdolabı kolisinden uzay mekiği yapmaktı, akşam sefasının tohumlarından, kozalaklardan, pisipisi otlarından tencere tencere yemek pişirip yalandan ziyafetler vermekti ev ahalisine. Bir dünya kurmak için bit kadar şeylerin yetebildiğine inanmaktı.

* İnsan talihsizlikleri gerektiğinde sineye çeken bir varlıktı.

* Bazen hayatta hiç beklemediğin bir anda karşına bir şey çıkar ve parmağını uzatıp bir şey gösterir sana.

* İnsan türü ancak kendini mahvedene hayran olur.

* Kadın olmak ne güzel şey. Hayatın yeşerdiği toprak olmak.

* Bazen gitmenin mi, yoksa kalmanın mı daha zor, daha hüzünlü, daha çekilmez olduğunu anlamamız için hayatın bize bunu bilhassa yaptığını düşünüyorum. İki seçeneğin de kurtuluş olmadığını anlamamız için.

* Yıllarca uzak düştüğümüz, aramıza handiyse bir hayat girmiş olanlar, hele bir vakitler kalbimizi çalanlar karşımıza çıkıverince böyle, aniden soruverdikleri sorulara verecek cevaplarımız ne kadar güdük.

* Zaman izleri siliyor. Uykuyla uyanıklık arasında gördüğün rüyalara benziyor geçmişte yaşadıkların bir süre sonra. Öfke diniyor. Bir vakit kalbini ateşiyle kavuran her şey, cılız bir mum alevine dönüşüyor.

* İnsan kabuklu böcek gibi bir şey. Baktı dışarısıyla baş edemiyor, kaçıveriyor içeri.

* İnsan birine yazdığı mektubu biraz da kendine yazıyor ya, aklını ve kalbini kağıda geçirip yüreğini boşaltırken sayfaya, uzaktan bakınıyor ya biraz da kendine... Temize çekmek belki, belki kendi halinde bir bahar temizliği...

* Temizlik yapan anne ile herhangi bir kutlamaya icabet eden anne arasındaki fiziksel değişimin keskinliği değme süper kahramanda yoktu.




Altıçizililerim;

* Her seferinde o kupkuru evleri daha ilk günden yaşayan bir yer haline getirmenin yollarını arıyorduk. Çünkü orayı bir an evvel senin kılman, seninle nefes alıp veren, sen kokan bir yer haline getirmen gerekiyordu. Sonsuz yuva arayışımızın kurallarından biriydi bu. Daha kolileri açarken başlıyordun mekânla arandaki boşluğu doldurmaya, bir örümcek gibi örüyordun ağını, duvardan duvara, odadan odaya.


22 Ocak 2024

hellöööööööö :)


Haftaya aşırı yorgun bir şekilde başlıyorum ancak depresif değilim şükür...
Cumartesi günleri yeniden çalışmaya başladım ve dolayısıyla evdeki işleri yetiştirmek için Pazar günleri motor takıyorum bünyeye... Akşam saat 9,30 gibi pilim bitmişti artık, duşa  bile zor girdim 😭

***************

Dün Oytun'un direksiyon sınavı vardı... Geçer mi kalır mı diye bir merakla beklerken bir ağaç dibinde, karşıdan koşarak geldi 💪 Evet artık o ehliyetli bir vatandaş... Bundan sonra arabanın anahtarını nereye saklarsın artık diye benimle dalga geçiyor serseri :)) Ne saklayacağım be yaaaa dedim ama saklayabilme potansiyelim de yok değil hani :)) Araba kapışma maceralarımız başlıyor yakında sanırım...

****************

Bu sene yeni yıl kararları aldım yine bir sürü... 
İlk aylar düzenli olarak uyguladığım ama sonra yan yattı çamura battı bahanelerimle yapmadığım bir sürü madde ehehehhheeeee :))

Bu maddelerden biri de instada "ay ben bunu yaparım" diye kaydettiğim ve bir türlü uygulamaya koymadığım şeylerden seçtiğim bir tanesini her ay denemek... İlkini denedim ve gayet de başarılı bir salata oldu... 


Görüntüsü bile tam ağız sulandırmalık oldu ♥

1 dilim balkabağı, 1 tane pancar ve 1 tane soğanı kuşbaşı doğrayarak tuz, kekik, az pul biber ve biraz zeytinyağıyla karıştırıp fırına verdim.
Fırından çıkıp biraz soğuyunca içine 1 kase haşlanmış nohut ve yarım demet doğradığım maydanozu ekledim.
Sosu da; zeytinyağı, nar ekşisi, tuz, 1 yemek kaşığı sumak ve 1 limon suyunu karıştırarak hazırladım. (Ben sumak severim, o sebeple tarife göre miktarını çoğalttım)
Hoppp sosu dök, hepsini harmanla ve afiyetle ye.....
Ben çok sevdim, uygulaması da çok kolay oldu.
Deneyin derim...

Tarif buradan tıktık


*******************

Bir de bak bir haşlama aparatı tavsiye edeyim... Hoş mutlaka biliyorsunuzdur gerçi ama ben yeni alıp denedim... Kendisiyle aşk yaşıyorum diyebilirim...


Evimin yeni gelini olur kendisi :)))
Her hafta kendisiyle hunharca brokoli, karnabahar, pancar, bilumum sebze haşlıyorum ve daha önce neden almamışım diye hayıflanıyorum vallahi :)) 

Benden bu haftalık bu kadar :))
Mutlu haftalar diliyorum hepinize...




13 Ocak 2024

Küçük Yuvarlak Taşlar / Melisa Kesmez


Üç yuvarlak taşın hikayesi desem ben bu kitaba...
Üç yuvarlak taş yuvarlandı yuvalarından desem belki de...
Nergis, Mehmet ve Elif taşa bürünmüşler desem mesela...
İsminin yakıştığı nadide kitaplardan biri de diyebilirim aslında...

Gülsüm gelse aklıma, sonra Evren... Sonra Lale, Şevket abi, Yasemin...
O taşlar çoğalsa...
Oldu mu sana "Küçük Yuvarlak Taşlar"...

Dedim ben size bu isim bu hikayeye çok yakıştı diye...
Hepsi bir sebeple yuvarlanmış, bu hayatta ait olabilecekleri bir yer ararken...

Bir gecede okunup bitirilen ama beynimde okumaya devam ettiğim, bitiremediğim kitaplardan "Küçük Yuvarlak Taşlar".
Parçalanmış bir aile öyküsü...
3 kişinin gözünden okuyoruz bu hikayeyi...
Nergis en uzun anlatanı... Evlat olmayı, eş olmayı, anne olmayı, anne olamamayı, sevgisizliği, sevgiyi, pişmanlığı, özlemi, hasreti anlatmış uzun uzun... Dertleşmiş... Temize çekmeye çalışmış hayatını...
Sonra Elif'in hikayesi; başka bir yerden almış hikayeyi, bambaşka yere farklı bir ruhla götürmüş...
Mehmet en masumu muydu bilinmez ama ortaya kendi gördüklerini, geçmişini, şimdisini bırakıvermiş... Kısacık bir hikayeyle...

Parçalanmış bir ailenin fertlerinin şimdisi, geçmişlerindeki anılarla ortaya serilivermiş işte...

Ben yine kitabın yan karakterlerine aşık oldum ama... Gülsüm'e... Her insanın hayatında yara bandı kılıfına bürünmüş bir insan olmalı ya... Gülsüm=yara bandı işte... Sevgisiyle insanları iyileştiren, olması gerektiği zamanda, onlar için hep doğru yerde olan kişi... Kendine merhemi olmayan ama sevdiklerine avuç avuç merhem dağıtan nadide insan... Çok sevdim ben Gülsüm'ü... Tüm kitap boyunca sarıldım hiç durmadan ona... Hele bir yer vardı ki, bir vedalaşma sahnesi... İşte orada içim eridi... Aynısını ben de yapmıştım bir zamanlar... Ahhhh cağnım Gülsüm...

Bir de Evren tabii ki... Küçücük bir anda kalbime yarası işleyen Evren...

Senenin ilk kitabı böyle keyifliydi işte...

Blogcuğuma yeniden dönmek için bir bahane oldu işte...
Nice zamandır yazmak istiyordum, olduramıyordum...
Geldim inşallah artık... 
Hepinizi çok özledim




Altıçizililerim;

* Yorulmuştu ama yorulmanın durmak için bir gerekçe oluşturmadığı insanlardandı.

* Zaman, dedim içimden, demek öfkeyi yenmiş. Yumuşacık örtülerini örtmüş tatsız hatıraların üzerine.

* Çocuklar sağlam bir arıyordu büyümek için. Dünyanın tekinsiz halleri karşısında yanlarında durunca kendilerini emin ellerde hissettikleri birini. Onları bırakmayacak, onlara "Merak etme, ben buradayım" diyecek biri. Gönülsüz ebeveynlik bir çocuğun başına gelebilecek en fena şeydi.

* Annelikte kaçmak yoktu.

* Üzerine bir daha sevmeyince insan, kalbinin bir yeri tutunup kalıyordu o eski sevgilerin içinde. Artık acıtmıyor ama yine de izi muhakkak duruyordu.

* Büyük bir sevgiydi onlarınki. Büyük bir sevginin başına gelebilecek en büyük felaket gelmişti, yarım kalmıştı. Yaşanmamış, bozulmamış, en yoğun haliyle bir gün öylece geride bırakılmış, hiç eskimemiş, sadece hayal edilmiş bir aşk...

* Gönül boşken de güzel. Oh, mis, eşyasız ev gibi. Koştur dur. Ferah, sakin.

* Erken uyarısı ikinci bir ayrılık krizinden korumuştu beni. Bu bina yıkılır, demişti, yerleşmeyelim içine, gel, bahçesinde azıcık oturalım, dağılalım. Öyle bir veda.

* Birini sevince, o sevgiyi anons edine tamam sanıyoruz. Heves lazım, tamam, köpek gibi aşık olmak da lazım, illa ki başın dönecek, aklını yitirecek gibi olacaksın, onsuzluğu hayal edemediğin biçare bir hal gelecek üstüne ama bunlar uçucu, kaçıcı şeyler. Sonra çok iş var. Emek vermen lazım. Bazı şeyleri feda etmen lazım. Teslim olman lazım. Yer açman lazım. Taş üstüne taş koyman lazım. Sonra o ilişkiye gözün gibi bakman lazım, çürümesin, çökmesin, eskimesin. Ona hayatını vermen lazım. Bunlar yoksa heves balon gibi bir şey, sönüp gidiyor.

* İnsanla insanı bağlayan yegane şey sevmekten başkası değildi; ne olursa olsun, bir insanı eskimeyen, durduğu yerde kıymetlenen, olanı biteni unutturan bir sevgiyle sevebilmek varabileceğin en ğst mertebesiydi bu işlerin. 

* Hayatın bozmayı unuttuğu ya da ne yapsa bozamadığı insanlar vardı hala. Dünya arkalarında yıkılırken onlar kurbağalar gibi nilüfer yapraklarından seke seke sakince uzaklaşıyorlardı enkazdan, toz duman bulaşmıyordu onlara.

* Ağaç çiçeklenince suyunu kes ki meyveye dönsün.

* Normal şeylerin sıkıcı bulunduğu bir devre denk geldik sanırım. Müthiş bir oburluk çağı. Yeni insanın nefsi doymuyor. Sıradanı tükettik. Mutluluk dediğimiz şey sadece anlık. Lunapark treni gibi hızla çıkıp hızla inilen bir yer mutluluk.

* Gidenden açılan boşlukları ekseriyetle tekinsiz düşünceler dolduruyor, nasıl bir boşluksa artık mübarek dipsiz kuyu, düşün düşün, şu kadarcık olsun dolmuyordu.

* Annenin ölümü, alışması en zor şeylerden biri olmalı. Bizi taşıyan kabın devrilmesi gibi bir şey bu.