24 Aralık 2021
Lilith / Esra Pekin
21 Aralık 2021
Doppler - Volvo Kamyonlar - Bildiğimiz Dünyanın Sonu / Erlend Loe
* Artık böyle. İnsanlar çevrelerine duvar örüp birbirlerinden korkar hale geldi.
* Kafa karıştıran sinyaller konusunda insanların üstüne yoktur, kimse onları alt edemez; istersen bin yıl aran dur, insanların yolladığı sinyallerden daha fazla kafa karıştırıcı bir şey bulamazsın.
* Sorunun kendinde olduğunu itiraf etmek kolay iş değil. Özellikle de etrafında suçu üstüne almaya hazır başka insanlar varsa.
* İyi günde, kötü günde, demiştik evlendiğimizde. Sorun, aynı günün, biri için iyi, diğeri içinse kötü olabilmesinde elbette.
* Çok şey bildiğimize inanıyoruz ama aslında neyin gezegen olduğundan, hatta ve hatta babamızın kim olduğundan bile haberimiz yok.
* Doğru ya da yanlış diye bir şey yok. Mesele kim olduğun ve ne zaman olduğun.
* Yalan, nadiren kullanılan muhteşem bir araç aslında. İnsanın söylediğiyle kast ettiği şey bambaşka. Fevkalade.
8 Aralık 2021
Kasım İnstaları
Hani Kasım'da aşk başkaydı arkadaşlar... Kandırıldım, incitildim hahahaaa :)
Öyle bir Kasım geçirdim ki tam evlere şenlik, bir şeyler yetişmedi, depresyona giresim vardı giremedim, param pul oldu, bir sürü bir sürü şey işte... Ama yine de arada keyifli anları da yakalamışım azıcık 😉
Sene 2014 Mayıs
Dubai
Nasıl mutlu, enerjik ve keyifli gözüküyorum değil mi 🤗 Evet öyleyim aslında ama deli gibi de yorgunum aynı zamanda 😜
Tüm gün zaten ayaklarımız şişene kadar gezmişiz, final Dubai kanalında tekne turu ancak teknelerle pazarlık yapmamız lazım. Niyet ettim 1 kişi fiyatına 3 kişi fiyatı almaya 😂😂😂 Nasıl olur diye sormayın orda böyle işliyor pazarlık kuralları 🙈 Ama bunlar çetin ceviz çıktı 😂😂😂
Üst kata kuruluyoruz, yemeklerimizi alıyoruz 🥰
Az önce kimseyi delirtmemiş gibi çek pampa modunda poz veriyorum işte 😂😂😂😂
Bazen içimden bir canavar çıktığı doğrudur
2 Aralık 2021
Rüyalar Anlatılmaz / Nermin Yıldırım
Rüyalar anlatılmaz mıydı gerçekten?
* Aşka başka bir gezegene taşıyordu insanı, iki kişiden ibaret küçük bir gezegene. Hava diye birbirlerinin nefesini soludukları yepyeni bir evrene.
* İnsan söyledikleri kadar değil, söylemedikleri kadardı.
* Geride kalanlar, sadece kendilerinden vazgeçildiğini düşünmektense, gidenin koca bir hayata tümden boş verdiğine inanmayı yeğlerdi.
* İnsanın gücünü kendinden güçsüzlerle sınamaya kalkması yahut kırıp dökerek kendince terbiye vermeye soyunması ne mertliğe ne hakkaniyete sığıyordu. Bir başkasında yaralar açmaya cüret etmek günahların en fenasıydı.
* Ya o şanslıydı ya da hayat adaletsiz...
* Evlat olmaktan memnun kalmamış olanlar, babalıktan medet umarlardı.
* Suspus edilmişler, suspus etmeyi severlerdi.
* Onun için pek çok şey yapabilirim, hatta belki ölebilirim bile. Ne var ki biri için ölmek, onun için yaşamaktan daha kolaydır zaten. Kimse kabul etmese de bu böyledir. İşte bu nedenle uğruna yaşamaya mecbur kalacağım bir bebek istemiyorum hayatımda.
* Bu mutluluk takıntısına ifrit oluyorum ben. Herhalde insanları yakınlaştıranın, mutluluklardan çok mutsuzluklar olduğunu düşündüğümden... Sevinci paylaşmak kolay ama kederi öyle mi?
* Paylaşmanın güzelliğinden dem vuranlar, onu bir mecburiyet değil, erdem olarak yaşayanlardı. Bollukta paylaşmak iyiydi, güzeldi ama yoklukta paylaşmak zorunda kalmak hiç de insanları yakınlaştıran, bağlarını güçlendiren bir şey değildi.
* Yemeği verenle lafı söyleyen, hayattaki sırasını kolay kolay kaybetmezdi.
* Öfkeli kadınların, hava kaçıran balonlar gibi tizleşiveren seslerine inat, çok tumturaklı laflar ettiklerine defalarca tanık olmuşumdur.
* Tecrübe, aptalların utanç duvarıymış...
* Acaba bazen hiç sevilmemek, borçlu kalacak kadar çok sevilmekten evla olabilir miydi?
* İnsanlardan az şey beklemek hayal kırıklığı riskini azaltıyordu.
* Büyükler herkesi budayıp kendilerine benzetmek isterdi ama çocuklar kahramanları oldukları gibi sevecek cesaretteydi.
* Oysa ben, birlikte badireler atlatmayı, sinir bozacak kadar mutlu ve yapış yapış bir romantizme defalarca tercih ederim.
25 Kasım 2021
Türk filmlerinden seçmeler, seçmeler, seçmeler :))
Türk filmi izlemeyi sevenlerdenim ben.
Saçmalamışlar derim, ya niye yaptınız ama bunu şimdi derim, offf hiç beğenmedim derim... Derim ama izlerim... Arada beni tam 12 den vuranı da bulurum ama... Kimi zaman bir karaktere bağlanırım, kimi zaman bir melodiye, kimi zaman da tanıdık bir hissiyata...
Film şayet suskun değilse (ki bu filmlere sanat filmi diyollaa biliyorsunuz) elime iş alıp dürtüklerim de... Bazen ütü filmi yaparım onları... Bazen de ağlama duvarı 😉
Sanat için olanları alt yazılı izliyormuşum gibi pür dikkat izlerim, konudan muhtemelen bir şey çıkartamayacağımı düşünerek oyunculuklara dalarım çünkü... Bir kaş kaldırışa sevdalanırım, bir el hareketine kafa göz girerim, bir yandan yandan gülüşe tav olurum... Sonunda genellikle eeee ne oldu şimdi derim 😏
Bu sene izlediklerimden kısa kısa bir seçme yapayım derken amma girizgah yaptım konuya hahahaaa(((:
Belki içinden seçer izlersiniz, belki uzak duracaklarınızı mıhlarsınız... İzlediklerinize ses verirsiniz hem... Bir de bana mutlaka bunu da izle Şebo diye tavsiye edersiniz... Haydi başlayalım o zaman 😉
AZİZLER (2021)
Kadroyu gördüğümde çok heyecanlandığım bir film olur kendileri... Pandemi döneminde evde sıkışmışlığın verdiği hisle kendisine kucak açmıştım.
Baş kahramanımız Aziz (Engin Günaydın) yaşadığı hayattan memnun olmayan bir özel sektör çalışanı olarak çıkıyor karşımıza... Evi ablası ve ailesi tarafından kuşatılmış, şirkette saçma sapan patronu Alp (Öner Erkan) tarafından kendisine özel alan bırakılmayan bir karakter. Yalnızlığa, kendine ait bir alana ihtiyacı var belli. Aynı şirkette beraber çalıştığı Erbil (Haluk Bilginer) ona biraz daha yakın ama o da kaybettiği eşi Kamuran (Binnur Kaya) 'a takıntılı... Bir de sevgilisi var Burcu (İrem Sak)... Onun da hediye ettiği kolyeyi kaybetmiş zaten...
Durum komedisi desem değil, kara mizah yönleri olsa da tam olarak bu sınıfa da girmeyen ortaya karışık bir film diyebilirim... Aslında biraz günümüzün suya sabuna dokunmayan yalnız profillerini resmetmiş ama onu da tam ayarında yapamamış hissiyatındayım. Çok anlam aramamak lazım bazen...
Filmde en sevdiğim sahne Erbil'in kaybettiği eşinin buzdolabına yapıştırdığı fotoğrafla (ki o da cenazesinde yakaya takılan fotoğrafı) konuştuğu anlar. Şirkette çalışan bir hatuna gönül verdiğini anlattığı anda Kamuran'ın fotoğraf konuşmaları şahane. Tek kahkaha attığım an orasıydı sanırım :)))
Sevgilisi Burcu'nun hapsolduğu "hiç çıkarmayacağım demiştin, eee kolyen nerde" anlarında sinirden gülsem de yemin ediyorum o evde yaşayan çok bilmiş ve arsız yeğen Caner'i bir kaşık suda boğup tüm hıncımı ondan alabilirdim.
Tek çırpıda konusunu anlatmayı bile beceremediğim filmi karakterleri kullanarak izah edebilme şansımı bu filmde kullanabilirdim ancak ve kullandım :)) Mesudum o sebeple ♥
Sonuç olarak bir sonuca ulaşamadım, karakterlerin dibine dibine gömüldüm, Erbil'in evindeki her ayrıntıya bir kalp bıraktım ve Aziz'in yalnızlığını paylaştım... En son olarak da kendisini EEEEEHHHHHH İŞTEEEEEEE kategorisine attım 😎 İzleyip izlememe kararı tamamen sizde efenim ;)
CEP HERKÜLÜ NAİM SÜLEYMANOĞLU (2019)
Mehmet Uslu yapımcılığında yeni bir biyografi daha... Ayla filminde inanılmaz bir gişe hasılatı yapınca bu iş tuttu diyerek Müslüm, Çiçero, Türk İşi Dondurma gibi filmlerle gerçek yaşam hikayelerine feci halde tutunduğunu söyleyebilirim. Hatta söylentilere göre Eren Bülbül ve Neşet Ertaş'ın yaşam hikayelerini konu alacak filmler de yoldaymış. İnşallah suyunu çıkarmaz bu işin :/
Naim Süleymanoğlu'nun Türkiye'ye getirildiği dönemleri hatırlıyorum. O zamanlar bu kadar çok kanallı, internetli, sosyal mecralı bir dönemde değildik ama o kadar önemli bir olaydı ki, sağır sultan bile duymuştu sanırım Türkiye'ye getirildiğini. Başarılı bir sporcuydu sonuçta...
Cast işini mükemmel hallettiklerini söyleyebilirim bu filmle ilgili. Naim'in çocukluk dönemini Batuhan Davutoğlu, ilk gençlik yıllarını Deniz Ali Cankorur ve ileriki dönem hallerini de Hayat Van Eck canlandırmış. Ve her 3 oyuncunun da inanılmaz güzel bir oyunculuk sergilediklerini söyleyebilirim. Hazır oyunculuk demişken Naim'in annesi Hatice'ye hayat veren Selen Öztürk'ten bahsetmemek olmaz. İçimi cız ettiren tüm sahnelerde katkısı büyük... Baba Süleyman olarak da Yetkin Dikinciler'i görüyoruz.
Naim'in hayatını anlatırken film tabi ki Bulgar hükümetinin Türk asıllı vatandaşlarına uyguladığı ağır zulmü de bize resmediyor. Dolayısı ile film Naim'in hayatıyla birlikte milliyetçilik ruhunu kullanarak izleyiciyi filme daha çok bağlama gayretine girmiş ve ne yazık ki bazı sahnelerde ajitasyon duygusunu abartarak ne söylemeye çalıştığını unutup yalpalamasına sebep olmuş.
Özellikle Türkiye'ye kaçtığı dönem sanki daha bir politik figür olarak haline getirilmiş. Bazen olduğu gibi anlatmak, abartıdan kaçmak en doğrusu oluyor ancak galeyana gelmek kadar iyi yaptığımız bir şey yok milletçe maalesef.
Tüm bunlardan dolayı kötü olmuş demiyorum tabi ki sonuçta yine keyifle izledim. Ama bağrıma da ahhh canım, balım, kaymaklım diye basamadım.
Sonuç olarak ben bu bu filmi SEVDİİİMMMMM AMA BİR DE BANA SOR NASIL SEVDİM kategorisine attım efenim. Bana çok takılmayarak izleyin derim, naçizane fikrim budur...
KAĞITTAN HAYATLAR (2021)
Ve bir dramla karşınızdayım şimdi de...
Çağatay Ulusoy kağıt toplayıcısı Mehmet olarak çıkıyor karşımıza. O bölgenin bir nevi abisi aynı zamanda. Seviliyor etrafında. Sırdaşı, can yoldaşı Gonzi (Ersin Arıcı) ile birlikte hayat gailelerine devam ederken Gonzi'nin çuvalından küçük Ali (Emir Ali Doğrul)'nin çıkmasıyla hayat döngüleri de değişiyor. O ana kadar böbrek ameliyatı için para biriktirmeye çalışan Mehmet'in tüm amacı küçük Ali'yi annesine kavuşturmak oluyor. Kurtaramadığı kendi çocukluğunu Ali'nin de kaybetmesini istemiyor bir anlamda.
Filmi spoiler vermeden ancak bu kadar özetleyebilirdim 😉
Yakışıklı çocuk tiplemeleriyle izlemeye alıştığımız Çağatay Ulusoy bambaşka bir halde çıkıyor filmde karşımıza ve bence üstesinden de en şahanesinden gelmiş. Bundan sonra oyunculuk kariyerinde bambaşka bir sayfa açtı bence...
Küçük Ali ile şahane iş çıkartmışlar.
Filme dram dedik ama ara ara eğlendirdiği de oldu. Hamam sahnesi mesela :) Kadınların eğlenceli hamam sahnelerini izlemeye alışkındık ama erkeklerin de hatunlardan altta kalır tarafı yokmuş hahahaa 😆
Ağlamak isteyenler için kaliteli bir kaftan misali tam kararında bir kurgu hazırlamışlar. Yan karakterler transından, balicisine tam yerli yerinde kullanılmış. Dar bir alanda çekilmesine rağmen renkli bir sokak hayatıyla keyifli bir görsel sunulmuş. Keyifli görsel deyince o sokakta hazırlanan yemek sahnesi de şahaneydi. O sofrada olmanın tadı ekrandan tam yansımıştı ♥ Bence tabi ki 😎
Filmi klasik bir dram kıvamında izlerken beni ters köşe yaptığını söylemeden de edemeyeceğim.
Sonuç olarak son dönemlerde izlediğim Türk filmleri arasında en kıvamında olanıydı bu film. Dolayısıyla ÇOOOKKKKK SEVDDİİİİİMMMMM kategorisinde yer aldı bende. İzlemediyseniz mutlaka izlemenizi tavsiye ederim....
SEN HİÇ ATEŞ BÖCEĞİ GÖRDÜN MÜ? (2021)
Yıllar önce aslını bir tiyatro sahnesinden izleyemesem de internet şukellası sayesinde ekrandan izlemiştim tiyatrosunu ve Demet Akbağ'ın efsane oyunculuğunu... Acaba yerini tutar mı endişesiyle ekranın başına kuruldum açıkçası.
Tiyatro orijinal metnine sadık kalınarak hayata geçirilmiş film. Hatta birebir olduğunu bile söyleyebiliriz... Ev sahneleri tiyatro sahnesi olarak kullanılmış sanki de bir kaç sokak sahnesi ilave edilmiş gibi...
Özellikle Gülseren karakterine hayat veren Ecem Erkek'i biraz garipsesem de sonradan alıştığımı itiraf edeyim. Evet kesinlikle bir Demet Akbağ değil, ara ara bir sunilik de hissedilmiyor değildi ama yine de elinden geleni yaptığını düşünüyorum.
Filmimiz Gülseren'in doğumuyla başlayıp yaşlılığına değin sadece onun hayatına odaklanmayıp onun ve ailesinin etrafında geçen olaylarla da bir dönemi anlatıyor dili döndüğünce... Bir albümün sayfaları eşliğinde, hayat anılarla anlatılıyor...
Darbeler, ilk gençlik hareketleri, tarikatlar, sağ-sol çatışmaları ve daha neler neler... Arka planda geçen bir dönem... İzlediğimiz sinema filmi olmasına rağmen dışarda bu olayların akışını yine teatral bir düzende anlıyoruz. Dışarı çıksaydık, biraz bu olayları görsele taşısaydık diye düşünüyor insan... Hazım (Ushan Çakır)'ın cezaevine girip çıkışlarından ya da duvarlara yazılan sloganlardan anlamamalıydık o dönemi... Hele o kitapların yakıldığı sahne... İçim cız etti cızzzz....
Neyse efenim olsaydılarla yormayalım kendimizi, olmuş sonuçta deyip biraz oyunculuklardan bahsedelim. Evin annesi İclal karakterine hayat veren Devrim Yakut ışıl ışıldı. Onun o hoş kaprisleri, serzenişleri, bana şeker deme Nazif mırıldanmaları ve tabi ki Gülseren'le atışmalarındaki doğallığı şahaneydi. Evin halası İzzet karakterinin de Merve Dizdar olduğunu düşünürsek güzelliği siz düşünün...
Oyunculuklar yerli yerinde olsa da yine eleştireceğim bir konu var. Gülseren'in yaşlılığı 😕 Arkadaş makyajda ne çığırlar açıyoruz, daha iyi yapılabilirdi ya da bırakın makyajı aynı kişiyi oynatmak zorunda değildiniz. Yok muydu muzip yumuş yumuş ileri yaşlarda bir oyuncumuz.
Konu engin bir deniz ama film anlamında yapılacaklar neden bu kadar sınırlandırılmış hiç anlamadım.
Sonuç olarak zevk alarak izledim, izlemedim değil ama hissiyatta yarım kalmışlık duygusuyla... Dolayısıyla ilk seyir başımızın tacı olarak yerinden sürüklenmedi ve film SEEEEVEEEYYYİMMMM BARİİİİİİİ kategorisine baş tacımızın hürmetine atıldı efenim 😀
Bu günlük 4 film yetsin, kısa kısa dedim ama yine uzattım yazıyı... Bir başka film yazısına kalsın diğerleri de....
16 Kasım 2021
puf böreği sadece börek midir ???
Biraz saçmalamaya geldim zira içim şişti.
Çeyrek olmuş 1000, dolar olmuş 10 ama maaşımı bu ölçülerde almıyorum beni ilgilendirmez gibi bir geyikle başlasam mesela bu yazıya... Okumaktan vazgeçebilirsin değil mi? Ruh sağlığımız için gündemden uzak durmaya çalışıyoruz hepimiz çünkü 😒 Bu aralar ben duramıyorum ama :/
Geziden bu yana twitter kullanmayan ben, günde 3 kez hap alır misali gündemi takip etmeye çalışıyorum. Ne kadar çabuk gündemin değiştiğine inanamıyor gözlerim yeminle 😵 Okuduğum iğrenç ötesi bir haberin şokundan kurtulamamışken ve insanların vahim öngörülerini daha içime sindirememişken pat başka bir gündem çıkıveriyor ve ben her seferinde yok girmeyeceğim diye kapattığım sayfayı endişelerime söz geçiremeyerek maksimum 2 saat sonra tekrar açıyorum...
İnstagramda çiçekli böcekli sayfalarda gezinirken birden kendimi market indirim haberlerinde gezinirken buluyorum. 10 lira alışverişten sonra kağıt havlu 14 liraya düşmüş vaaaayyyy derken ayçiçek yağını en ucuz nerde satıyorlar acaba diye alışveriş sitelerinde gezinmeye başlıyorum. Kendimi kaybettiğim yetmiyormuş gibi sağa sola da haber ediyorum şok şok şok indirimden haberiniz var mı diye...
Eskiden kitap, film, yapılacaklar listesi yapardım. Şimdi hangi tarihte nerede indirim var listelerim var benim. 3 lira ucuza ıslak mendil aldım diye sevinç nidaları atabiliyorum vallahi 💪
Geçenlerde evden kahvaltı yapamadan çıktık, ergeni okula bırakırken simit poğaça aldırdım fırından ikimize de. Kesene bereket desene anne diye başımın etini yedi. Dur oğlum yemedim daha, yedikten sonra söyleyeceğim diye hafif bir gıcıklık yapayım dedim. Yapmaz olaydım 😑 Param kalmıyor işte diye bir başladı ağlanmaya offfff offff offfff... Anladım ki endişe hali sadece bende değil ona da epey yerleşmiş...
Cüzdanımın haline mi yanayım, ülkemin haline mi yanayım bilemediğim günlerdeyim...
Puftan sadece börek olmuyormuş, yürekte oluyormuş anlayacağınız...
5 Kasım 2021
Hafta sonuna film önerisi istersiniz diye düşündüm ;)
MY OCTOPUS TEACHER / AHTAPOTTAN ÖĞRENDİKLERİM (2020)
Belgesel izlemeyi severim, zamanında Oytun'la bir sürü hayvanlar üzerine belgesel izlemişliğim var ancak itiraf etmeliyim ki hiçbiri beni bu belgesel kadar etkilemedi.
Craig Foster bir belgesel yönetmeni ve kendi çocukluğunun geçtiği Cape Town sahillerinde o anda bulunmuş olduğu sıkıntılı ruh halini atlatabilmek için su altı dünyasına yönelir. Ve bu dalışları sırasında bir ahtapotla karşılaşır. Bir süre onu takip eder ve sonuçta bu belgesel ortaya çıkar.
Sanırım yaklaşık 8-10 sene gibi bir süreçte çekilmiş videolardan oluşturulmuş bir belgesel. Birbirlerine alışma süreçleri garip ama bir dostluk olarak bile algılayabiliriz bunu. Birbirlerine temas ettikleri süreçler çok keyifliydi.
Dönem dönem bazı tehlikeli dönemlerden de geçiyorlar. Hatta güzel bakışlı ahtapotumuz bir kolunu köpekbalığına kaptırıyor. Onun o ölüm-kalım mücadelesi çok iyi yansıtılmış. Oturup ağlayabilirdim :/
Yaşam ve ölüm arasındaki döngü... Minik bebekler... Ve öğrenilenler...
İnanılmaz bir duygusal deneyim ♥
Ben bu belgeseli ÇOOOKKKK SEVVVDDDİİİMMM kategorisine atalı çok oldu ve size de kesinlikle izlemenizi öneririm. Mutlaka size katacağı bir şeyler olduğunu düşünüyorum, demedi demeyin 😎
THE INVISIBLE MAN / GÖRÜNMEZ ADAM (2020)
Gerilimdir, korkudur çok sevdiğim bir tarz değildir, beni uzun süredir takip edenler bilir. Ben bir dram kraliçesiyimdir hahahaaaa :)) Adliye koridorlarında avukatların birbirine düşüp gerçeği kanıtlamaya çalıştıkları filmlere bile gerilim deme potansiyeline sahibim. Dolayısı ile izlediğim tüm gerilim / korku filmleri cebren ve hile ile bana izlettirilmiş olan filmlerdir; bu filmde olduğu gibi :))
3-4 kişi bir araya gelince ve içlerinde benim ergen misali birileri de olunca önerdikleri filmler hep bu tarzda oluyor ve benim mis kokulu dramlarımın yüzüne bile bakmıyorlar maalesef. Bu filmde öyle bir gecenin mahsulü ancak iyi ki dediğim bir mahsul 😉
Elisabeth Moss karşımıza Cecilia karakteri ile çıkıyor; sevgilisi Adrian (Oliver Jackson-Cohen) tarafından fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalmış bir kadın. Bir gece yapmış olduğu planla evden kaçmayı başarmasıyla başlıyor zaten filmimiz.
Sonrasında Adrian'ın ölüm haberi ve kendisine bıraktığı milyon dolarcıklar... Fakat Cecilia bu durumdan inanılmaz rahatsızdır ve kendisinin takip edildiğini düşünmektedir. Yanında kaldığı James (Aldis Hodge) ve kardeşine sürekli bu konudaki tedirginliğini ve korkusunu anlatıp durmaktadır. Evet ortada bir görünmez adam gerçekten vardır 😵
Tabi ki uzun uzun filmi anlatıp izlemeyenlerin keyfini kaçırmayacağım. Ancak birkaç sahne var ki beni benden almıştır. Özellikle buhar sahnesi...Cecilia'nın evin önünde etrafına bakındığı sırada arkasında beliren nefesin buharlarının gözükmesi benim favori sahnemdir ♥
Film boyunca Elisabeth Moss şahane bir oyunculuk sergilemiş. Yaşadığı gerilimi iliklerime kadar hissettim ve kucağımdaki yastığı parçalama seviyesine getirdim :) Sanırım mimikleri ve soğuk bakışlarıyla gerilim tarzı film/dizilerin aranılan bir oyuncusu haline geldi kendisi. Bundan sonra sanırım bu kadın nerde oynasa izlerim, tabi gündüz ve yanımda bir grup kişinin olması şartıyla :))
Sonuç olarak ben bu filmi OLDUKÇAAAAA SEEEVVVDDDİİİMMMM der, bu hafta sonu hem gerileyim hem de düzgün bir şey izleyeyim diyenlere tavsiye ederim efenim....
YES DAY / HER ŞEYE EVET (2021)
Allison (Jennifer Garner) anne olmadan önce hiçbir konuda kendine sınır koymayan gayet cesaretli ve eğlenceli bir karakterdir. Anne olduğunda ise içgüdüleriyle kendisini ve 3 çocuğunu bir sürü kurallar zincirinin içine sokar. Aslında koyduğu kurallara baktığımda çok da sinir bozucu değil. Hayır demesini bilen bir anne diyorum ben buna hahahaaaa :))
Özellikle ergen olan kızı Jenna (Katie Torres) ile ilişkisi yavaş yavaş bozulmaya başlayınca çocuklarına aslında eğlenceli biri olduğunu ispat etmek istercesine 24 saat sürecek bir "evet günü" oynamaya karar verir. Ve işin eğlenceli kısmı başlar.
Film orta ölçekli çıtır çerez bir film. Fikir çok güzel ama ben çocuklardan daha yaratıcı istekler beklerdim hahahaaa :)) Sınırsız dondurma, anneyi süsleyip giydirme, lunapark gibi istekler bana çok yaratıcı gelmese de komik sonuçları var tabi ki...
Kontrolsüzlüğün getirdiği kaoslar eğlenceli bir tarzda ekrana yansıtılmış diyebiliriz film için... Bana böyle bir gün ilan etseler neler isterdim çok hayal edemesem de Oytun'un şu an için sadece oyunla geçirmekten başka bir isteği olmayacağına bir anne olarak eminim :)))
Sonuç olarak evet eğlendim, yer yer çok güldüm...
Ailecek hoşça vakit geçirilecek bu filmi EVEEETTTT SEVİLEBİLİİRRRR kategorisine soktum gitti. Hafta sonu belki izlemek istersiniz...
3 Kasım 2021
Ekim ♥ Ben
Seviyorum;
Hissediyorum;
Yapıyorum;
Şimdi buna da hiçbir şey yazarsam garip olacak ama yapmıyorum anacım 🙈
Bebe battaniyesi örüyordum hediyelik, bebek doğdu ben bitiremedim hala ve elime aldığımda yok işin kötü tarafı.
İnşallah önümüzdeki aylarda makus kaderimi yeneceğim hahahaaaa :)) Söyleyince ben de inanmadım ama siz inanmış gibi yapın :)))
Düşünüyorum;
Bu yazıyı yazarken fark ettim; ne kadar da boş bir ay geçirmişim...
Hayal Ediyorum;
Dinliyorum;
Okuyorum;
Cevap vermesem :))) Hiç anlamadınız zaten bu ay kitap okumadığımı di mi ;)
İzliyorum;
1 Kasım 2021
İnsta Seçmecelerinden Ekim
Ama söz verdim kendime, keyfim ve kahyasını daha sık dinleyeceğim 😉
Onun yanında Ali dedem ve Osman dedem...
Benim her iki yanımda ikiz teyzelerim.
Hey gidi günler heeyyy !!!
#tbt nin dibine vurduysam ben kaçarım artık 👋😉
Hem de kendi kendimi ifşa ediyorum 😂😂😂
Amaç ne diyecek olursanız eksantrik işlerimizden biri işte; neymiş su altında yoga pozu verecekmişim 😂😂😂
Ama itiraf ediyorum çok eğlendik😂😂 Çok güldük 😂😂
İşte tüm bunlardan ötürü bir kenarda beklememeli, anımsatıcı olarak eklenmeliydi buraya...
Şşştttt bizim aile, bak elimde sizin de fotolarınız var, kızdırmayın beni vallahi ifşa ederim 😂😂😂
Gemi batarken beni kurtarmanıza gerek yok
27 Eylül 2021
Cruella
CRUELLA (2021)
101 Dalmaçyalı çizgi filmini ya da filmini izlemeyen yoktur sanırım aramızda ve haliyle kötü kadın Cruella karakterini de... İşte o kötü Cruella gitmiş yerine taş gibi bir Cruella De Vil (Emma Stone) gelmiş filmimizde...
Hollywood'da Disney'in kötü karakterlerinin hikayelerini anlatma işi tuttu sanırım... Uyuyan Güzel'in Mallefiz'i, Batman'in Joker'i ve şimdi de 101 Dalmaçyalı'nın Cruella'sı... Tüm bu kötü karakterler dile gelip "bi sor bakalım ben neden kötü oldum" diyor bu filmlerde... Dolayısıyla bir anlamda da nefret ettiğimiz bu karakterleri anlamaya çalışıp ah canım benim "seni hayat böyle yapmış, kıyamam" diyerek bağrımıza basıyoruz... En azından ben öyle yaptım...
2 Eylül 2021
Yaz ♥ Ben
En son Nisan ayında yapmışım bu seriyi. Sonrasında saldım. Sadece bu seriyi değil üstelik, bloga da doğru düzgün yazı yazmadım. Uğramadım bile diyebilirim hatta 🙈
Böyle uzun süre ara verince geri dönüşüm de zor oluyor benim. Nereden başlayacağımı bilemiyorum... Sıcağı sıcağına yazmak daha zevkli, hissiyatın en canlı olduğu anları harflere yüklemek daha kolay gibi sanki...
Bir yerlerden başlamam gerekiyordu ve ben de yaz aylarını kısaca bu seriyle anlatarak başlamanın en iyi fikir olduğuna karar verdim. İnşallah devamı gelir ♥
Seviyorum;
Ailemle vakit geçirmeyi seviyorum. 2 sene ardından kardeşimin gelmesi bana ilaç gibi geldi. Çok bilmiş bızdığıma kavuştum şükür bu yaz.
Daha rahat hareket edebilmek için bu yaz daha tenha konumda olan bir ev kiraladık. Karantina düzenimizi çok rahat koruyabildik bu evde. Hem rahat rahat denizimize girdik, hem çocuklar evin bahçesinde vakit geçirdiler, ben ara ara işe giderek çoğunlukla onların yanında kaldım derken şahane bir tatil yaptık. Mavi ve yeşilin huzuruyla çalışmayı çok sevdim... İş ve tatil bir arada olunca tadından yenmiyormuş onu fark ettim ♥
Yiyorum;
Hissediyorum;
Yapıyorum;
Bak bu kısım karışık işte :)))
Hem hiçbir şey yapmadım hem çok şey yaptım....
İki haftada bir birkaç günlüğüne işe gelme zorunluluğum olduğundan araba tepesinde sabah akşam yol kat ettim. Ve bu yolculuk halleri benim için nedenini tam belirleyemediğim sebeplerle çok keyifliydi...
Bol bol meyve kuruttum fırsattan istifade... Elma, armutla birlikte bu sene çilek ve kiraz da denedim... Sonuç şahane oldu... Pestil yaptım bol bol. Benim minik kuşum kışın teyzesinin elinden tatlı tatlı yesin istedim...
Gece denize girdim bu yaz birkaç kez... Çocukluğumda annem ve babamla girdiğimi hatırlıyorum ama bu kadar keyifli olabileceği hiç hatıralarımda yer etmemiş. İlk başlarda biraz tırssam da alışınca çok keyifliydi... Bunda cümbür cemaat girmemizin de etkisi büyük tabi ♥
Çalıştım, yedim, içtim, uyudum ve bol bol sohbet ettim...
Ayyy bir de ayaklarımı uzatıp telefonu elime alıp salaklandım 😂😂😂
Daha ne olsun değil mi 😉
Düşünüyorum;
Bu mikrop hastalıktan nefret etsem de beni sakinleştirdiğini fark ettim. Normal şartlar altında bu kadar evde vakit geçir(e)meyen ben sanırım tam bir ev kuşu oldum. Eskiden işten arta kalan vakitlerimde eve girmek istemeyen ben günlerce evden çıkmadan yaşayabiliyorum. Bunun deniz kenarında bir evde olmamla alakası yok, genel olarak bu hale büründüm. Şu anda da eve gitmek için can atıyorum...
Değiştim, daha kabuğuma döndüm... Bunu şu anda değiştiremeyeceğimi biliyorum ancak şu beladan kurtulduğumuzda değiştirmek ister miyim acaba diye sorgularken buluyorum kendimi...
Henüz bu duruma yanıtım yok....
Hayal Ediyorum;
Dinliyorum;
Okuyorum;
Koskoca yaz sezonu için maalesef oldukça az kitap okudum. Hiç verimli değildim ve uzun süredir elime kitap alamadım. Belki Eylül bana iyi gelir....
Okuduğum kitaplar;
Erkek Doğmak Adam Olmak / Esin Acıman
Lilith / Esra Pekin
Hafif Bir Akıl Tutulması / Mitch Cullin
Bildiğimiz Dünyanın Sonu / Erlend Loe
Volvo Kamyonler / Erlend Loe
Doğa Tarihi / Hakan Bıçakcı
İzliyorum;
9 tane de film izlemişim koskoca yaz boyunca... Türk filmi ağırlıklı gittiğime göre kesin ya ütü yaparken ya da mutfakta bir iş yaparken izlemişimdir ben çoğunu. Sanatsal filmlere girişmemişim çünkü :))) Buna da şükür diyelim :))