29 Aralık 2017

biz birlikte çok güzeliz ♥



2018
de sizle
rle ağacımı
süsleme zama
nı yine geldi. Ba
şlayalım o zaman. Bir
Handan var ki blogların g
ülü olur kendisi, bu sene sana m
aksimum enerji diliyorum, hayal etti
ğin her yere gidebilmen için. Güzel yürekli 
Merihim hasretlerinin dindiği bir yıl olsun senin
de. Tüm civcivlerin kanatlarının altına doluşsun, bol
bol kokla öp onları doya doya inşallah. Mevlüdem teğele
alıştın bu sene ya sen, elini attığın iş iki dakikada şıp olsun, ku
maşlar top top kapına dizilsin bacım 😃 Doktorcum Sevdam, bu sene 
hasret yılı oldu sana. 2018 hasretliklerini bitirsin, gittiğin yaban eller san
a tüm kapılarını sonuna kadar açsın ♥ Çift çocuk cesaretleriyle beni kendilerine 
hayran bırakan Damlam ve Esram bu sene size gazsız ve bol uykulu geceler diliyo
rum. Onlar mışıl mışıl uyurken siz de kitap kurdu hallerinize devam edin 🙏🙏 Nesrin
cim bu sene sana da güzel mi güzel bir kız diliyorum şeker. Evin şenlensin agularla inşal
lah 😏 Ayşem bu sene Ceymiciği daha çok salla inşallah, her kitap baskın zirvelerden hiç inm
esin, atölyelerin mutlu insanlarla dolsun güzelliğim ♥ Nilhan bu sene mucizelerinle şeytanın bacağı
nı kır
ıp bu se
ne bol bol
gezmeler dil
iyorum sana da c
anım benim. Terary
umların kraliçesi Derya
yeni mekanında bolluk bere
ket eksik olmasın senin de ♥ Ki
tap kurdu Şulecim sende bu sene li
stelerinde bol tık diliyorum, bir de çok i
stediğin gemi seyahatini tabi ki. Tüm hayva
nların dostu merhametli Müjdem, sana da tüm sev
diklerine yetişecek güç, kudret diliyorum. Elini attığın
her yer güzelleşsin hayatında bu sene. Enerjik Yurdagülümmm
hayallerinde zirve yap, zumba gibi enerjik olsun gönlün her daim.
Kadriyecim bol keyifli günler senin olsun, çocuklarınla mutlu mesut a
nılar biriktir arkadaşım. Maim Kadriyem buralara uğramaz oldun gerçi ama
gönül güzelliğinle baktığın her yer sana sonsuz şefkatini sunsun, mutlu ol çokça.
Bu sene tanıştığım ve geç de kaldım dediğim Deryacım, güzel oğlunla rengarenk bir
yıl diliyorum sana da. Benim güzel Sezercim, eline sihirli değnek verdim bu sene. Orhunla kul
lan bol bol diye. Uzakları yakın etsin sana, diyar diyar gezdirsin seni. Mutluluk kapında olsun her
daim♥
çalışkan a
rkadaşım kız
cıklarınla mutlu
ol bu sene sen de h
er daim. Keyiflerin en
şahaneliğinde olsun günle
rin. Tiyatroların bir numaralı
takipçisi Nihancım. Bu sene neşe
ve sağlık diliyorum ailenle sana. Hep
gülün inşallah 😊 Ülkücüm bu sene sana el
ma şekeri gibi gelsin. Tadından yenmesin, aynı
senin yaptıkların gibi ♥ Saadetcim, becerikli arkada
şım. Eşinle ve çocuklarınla bol bol gez bu sene de. En gü
zelinden fotoğraflar çek doya doya. Gamzecim bu sene çok g
ezdin ama 2018 de de devamı gelsin. Çok gez, çok eğlen yine. G
üzel bir yıl olsun yine. Öce annem Özlem, güzel kızlarınla dolu dolu
bir yıl diliyorum sana da. Bol huzur, bol mutlulukla. Sevgili Esin bu sene
sizinle de yeni tanıştık ♥ Keyifli gezmeler, sağlıklı mutlu günler diliyorum si
ze de ♥ Sonbahar güzelliği tatlı Ezgicik, hayallerin kadar rengarenk günler diliyo
rum sana da. Güzel Semi, bu sene tatların en güzeli seninle olsun, mutluluktan hep k
elebekler gibi gez ♥ Mavi annem gözlerin gibi pırıl pırıl geçsin bu yılın da. Burcucum b
u sene tatliş iyi olsun, sen ve Ata çok mutlu ol inşallah ♥ Gülşahcım sana da keyifli zamanlar di
li yorum bol bol. Zamanla hiç derdin olmasın, her şey en şahanesinden olsun hayatında hep canımcım
Sporcu  ruhlu Deryacım,  bu sene de  bol sporlu, sağlıklı, bol kahveli bir yıl diliyorum sana da canım
Daha çok yazı
lacak isim, dil
enecek dilek v
ar aslında. Gön
ül isterki okudu
ğum her arkada
şımı buraya yerl
eştirebiliyim. Lü
tfen  kırılmayın
bana.  Hepiniz
çok  kıymetlis
iniz  ve hepini
zi çok  seviyor
um.  Unuttukl
arım  lüften af
fetsin  beni. B
u sene  bu kad
ar  yapabildim
Öneri Makinası, Mukaddes Hanımcım, Sibelynka, Pudra Şekerim ve Film Gündemi Zulalcim sizlere de kucak dolusu
sevgilerimi gönderiyorum.
Mutluluk dolu olsun günleriniz. Hayallerinizin, dileklerinizin gerçekleştiği bir yıl olsun inşallah.
Biz birlikte çok güzeliz ♥
Çok özeliz ♥
Çok mutluyuz ♥

2018 hepimize güzel gelsin, iyi gelsin...
Kucak dolusu öpücüklerimi ve sevgilerimi gönderiyorum herbirinize ayrı ayrı

Nice mutlu yıllara
Nice mutlu yazılara
Nice kahkahalara
Nice buluşmalara
Nice güzelliklere

Gönlünüze göre olsun her şey ♥




Kültür Sanat Mevsimi - 2017 / #11


Onca madde içerisinde sadece 11 tane yapabilmişim... Hoş hepsini bitirme gibi bir imkanım yoktu ama biraz daha yapabilseydim iyiydi...  Buna da şükür ♥

Sonbahar temalı iki film geliyor şimdi size 😉



KASIMDA AŞK BAŞKADIR (2001)

Bu filmi her izlediğimde salya sümük ağlamak zorunda mıyım bilmiyorum ama ağlıyorum işte... Hayır anlamadığım nokta şu; ilkinde evet konusunu bilmediğim ve olamaz böyle bir kader deme noktasında kendimi bırakmış olabilirim ama diğerlerinde demezler mi e be kadın biliyorsun sonunu işte neden dozajı artan hönkürmeler sarıyor evin her yanını :) Oluyor işte...

Biz kadınlar dramatik aşkları severiz. Hayatta çok fazla mümkün olmayan olağanüstü aşkları mutlu maymunlar gibi izler sonunu da mutlu mutlu bitirmek isteriz ama o zaman film olmuyor işte... Çarpıcılığını kaybediyor :)))

Konuyu çok fazla anlatmaya gerek yok sanırım, çoğunluğun bu filmi izlediğini düşünüyorum... Şayet izlemediyseniz de ilk fırsatta izleyin diyorum... Boğulun romantizmin kollarında... Sonra da hönkürüp gözlerinizi güzelleştirin anacım :))

Sara (Charlize Theron) ve Nelson (Keanu Reeves) aslında birbirine oldukça zıt karakterlerle aşkın büyüsünde birleştiren iki karakter olarak çıkıyor karşımıza bu filmde... İlişkinin 1 aylık deneme sürümünde birbirlerine körkütük aşık olmayı başarırlar... Ve sonra çok da dramatize etmeden sizi kalbinizde bir sızıyla alt üst ederler...

Filmin müzikleri zaten şahane... Tam da yerli yerinde kullanılınca yemede yanında yat cinsinden...

Filmin yan karakterleri de şahane mesela bu filmde... Sara'nın komşuları olan çifti çok seviyorum ben bu filmde... Renkli karakterler ♥

Sonuç olarak zaten SEVDİĞİİİM bir filmi tekrar izleyip buraya da SEEEVVVDDDİİİİMMMM kategorisine sokmanın mutluluğundayım efenim... Sıcak çikolata ile serotonin hormonunun bünyede fazlalaşmasıyla daha iyi gider bu film... Aklınızda bulunsun 😉




Bİ KÜÇÜK EYLÜL MESELESİ (2014)

Bu filmi izlemeyeni bir zamanlar dövüyorlardı... Dayağımı bol bol yedim ve nihayet bu sene bahane ile izledim efenim 😊

Asıl kızımız Eylül (Farah Zeynep Abdullah) iş için gittiği Bozcaada'da Tekin (Engin Akyürek) ile tanışır... Zengin ve sosyal kızımızın aksine Tek içine kapanık ve asosyaldir... Ama inanılmaz karikatürler çizmektedir. Eline maharetlilerden yani... Yolları bir şekilde kesişir ve tattaaaaammmm aşık olurlar... En ormantiğinden adada şahane görseller ve fikirler sunarlar bize... Ama aşk durduğu yerde durmuyor tabi.. Kız Tek'i bir anda terk eder ve gider...  Mutluluktan korkmuştur... Ama başka şeyler de olacaktır tabi filmde... Bu filmi de izlemeyen yoktur gerçi ama izlemeyenlere saygısızlık etmeyelim yine de...

Filmde en sevdiğim şey tabiki Bozcaada... Bu kadar mı güzel gözükür filmin her karesinde... Bildiğim, hatta gezindiğim yerleri filmde görmek ayrı bir şahaneydi... Burası nereki dediğim yerlerde vardı tabi... Görseli azıcık canlandırınca ve farklılaştırınca tanımakta zorluk çekiyor insan...

İkinci sevdiğim şey Tek'in eviydi... Beni o eve götürün ve unutun diyebileceğim cinsten... Ağzımın suyu aktı vallahi :)))

Üçüncü sevdiğim Farah Zeynep... Bu kız çıtıpıtı duygusal şımarık rollerine çok iyi gidiyor kesinlikle... Rolünün de hakkını veriyor... Engin Akyürek zaten malum... Bu tarz saf duygusal adam rollerinin adamı...

Filmde göze batan tek adam Eylül'ün zengin sevgilisi, exi... Yakışıklı diye çıkartmayın şu rol yapamayan adamları işte... Büyüyü bozuyor :/ Kim olduğunu bilmiyorum ismini yani... Arada dizilerde görüp hemen zap yaptığım tiplerden...

Sonuç olarak ben bu filmi de SEEEVVVDDİİMMMM kategorisine soktum efenim... Bunda filmin Bozcaada'da geçmesinin etkisi de büyük tabiki...

Daha anlatacak bir sürü film var ama bu seneye kısmet değil :) Malum 2018 kapıyı çalıyor... Ben daha geleneksel çam ağacımı yapacağım... O sebeple seneye efenim, seneye :)





27 Aralık 2017

Kültür Sanat Mevsimi - 2017 / #10


Son günlere geliyoruz, biraz hızlanmak lazım :)
Madde 9 u ayrıca belirtmedim ama gemi turu yazılarını bir şehir gez maddesine ithaf ettim...  Karşı çıkan ya şimdi söylesin yada sonsuza kadar sussun... Kimse ses vermedi, kabul edildi o zaman 😊😊😊


Biri kadın, biri erkek yazardan olmak üzere aynı türde iki kitap oku maddesine ben Nazım Hikmet'i seçtim ve şiirli sayfalar çevirdim iki sevdiğim insandan...


İÇİMDE KIZIL BİR GÜL GİBİ / AYŞE KULİN


Ayşe Kulin'in böyle bir kitabı olduğunu bilmiyordum ki Ayşe Kulin'i severim... Atlamışım demekki...  Bu maddede hangi kitabı okusam diye bakınırken evet ben bu kitabı okumalıyım dedim görür görmez.

Ayşe Kulin Nazım Hikmet'le yazar olarak nasıl tanıştığını ve hayatını nasıl etkilediğini anlatıyor bu kitapta. Ustasına bir nevi ahde vefa kitabı diyebiliriz.

Nazım Hikmet'in yasaklı olduğu dönemde (ki bu Ayşe Kulin'in ilk gençlik çağlarına denk geliyor) kuzeni sayesinde şiirleriyle tanışıyor ve hayatının da dönüm noktası haline getiriyor. Ve bunu öyle doğallıkla anlatıyor ki etkilenmemek elde değil.... Hele bu doğallık Nazım'ın en güzel şirrleriyle bezenince tadına doyulmaz sayfalar peş peşe akıp gidiyor...

Ayşe Kulin'i okurken Nazım Hikmet'i okuduğum zamanlar geldi aklıma... Özellikle Piraye'ye yazdıkları.... Evet benim de ilk gençlik çağlarıma gelir o dönemler... Ne kadar etkilendiğimi siz hayal edin artık...

Şiir seviyorsanız, Nazım'ı seviyorsanız, bir de tabii ki Ayşe Kulin seviyorsanız bu kitabı mutlaka okumanızı öneririm... Sayfaların nasıl aktığını tahmin bile edemezsiniz...

Altı çizililerimi görünce hak vereceksiniz bana ;)


* Herkesi ve her şeyi dinle, duy ama aklına yakın gelmeyen şeylere hemen inanma.

* Büyümüştüm, insanların, düşünceleri uğruna ölmeyi, hapse girmeyi göze alabildiklerini, birkaç şiir adına bile büyük kavgaların verilebileceğini... ve en önemlisi, başkalarına karşı haklarımı (defterimi) korumayı öğrenmiştim.

* Her duyarlı insan gençliğinde komünist olmaya heves eder. Komünizm bir ütopyadır.

* Nâzım içinde yaşadığı dünyayı beğenmiyordu ve onu değiştirmeye çalışıyordu. İnsanların eşit, paylaşımın büyük olacağı, kimsenin hakkının yenmeyeceği, sevgi dolu bir dünya özleminin peşinden gitmesine niye karşı çıkılıyordu acaba?

* Çardaklı pembe evde geçen ilkgençlik yazım, Nâzım'ın şiirleri ile toplumsal olaylara uyandığım, o sırada iktidarda olan Demokrat Parti'den nefret etmeye başladığım, bitmez tükenmez başkaldırılarımla dopdulu, unutulmaz, çok özel, rüya gibi bir yazdı ve Nâzım vazgeçilmez bir alışkanlıktı, o yazdan bende hep kalan.

* Mahpuslarda yatırdığımız ve ezeli gurbete mahkum ettiğimiz Nâzım, ona vatan haini yaftasını yapıştıran nice vatanperverden çok daha samimi duygularla seviyordu vatanını ve bu derin sevgiyi destanını okuyan her insana bulaştırıyordu.

* Çok da düşünmüşümdür, neden "kurtuluşa" dair yazılmış başka hiçbir şiirin Kurtuluş Savaşı Destanı'nı aşamadığını ve şu sonuca varmışımdır: Ülkesinin kaderini değiştirmeye soyunan, yürekli, ufuklu genç bir adamın başlattığı onurlu savaşı, böylesine içtenlikle, ancak dünyanın kaderini değiştirmeye soyunan yürekli bir şair yazabilirdi, şair kendi kavgasını hicranla noktalamış olsa da!

* Ben aşık olmaya biraz da Nâzım yüzünden öykünürdüm gençliğimde. Piraye'ye o kadar güzel şiirler yazmıştı ve ben onları okurken öylesine yoğun duygulara kaptırmıştım ki kendimi... erkeklerin kadınlarını hep Nâzım'ın Piraye'yi şiirlerinde sevdiği gibi sevdiğini hayal ederdim. Oysa çapkın şair, Piraye'nin yanı sıra daha nice kadınlar sevmişti. Karısına o eşsiz dizelerini yazarken dahi bir başka kadını sevebilmişti. Bu durum içimi burksa, canımı sıksa da, Nâzım'ın çapkınlıklarına hep hoşgörüyle bakmış ama beni aldatan erkeklerimi asla bağışlayamamıştım. Nâzım kadar soluklu, şiirli ve tutkulu birer aşık olamadıkları için herhalde... ya da belki 'aşk' tan konuşmanın (para,ölüm ve yaş'tan konuşmanın da) ayıp sayıldığı bir evde büyüdüğüm, aşkı her yönüyle tanıyamadığım için. Ne demişti Sultan II. Beyazıt, "Sırr-ı aşkı anlamaya hallice idrak gerek!"

* Sabahtan akşama, yaşamın türlü derdiyle boğuştuktan sonra, allahın günü aynı dört duvarın içinde, yorgun ve bezgin buluşan insanların birbirlerine bir çift hoş söz edebilecek nefesi bile kalmıyordu... nerde kalmış birbirlerinin çıplak ayaklarına, ya da uzun parmaklarına arzuyla dokunacak gücü bulmaları.

* Evliliklerin güvene dayanmasına, ihanetlerin evden uzak olmasına şartlandırılmış bir genç kadın olarak, kesin, sert, değişmez görüşlere sahiptim. İnsanoğlunun yumuşaması, hoşgörü eşiğinin artması ve sonunda filozof kesilmesi (ya da tam bir vurdumduymaza dönüşmesi) için acılardan, zorluklardan, hatalardan, çabalardan, aşklardan ve sevgiden ve özveriden döşeli uzun yılları yokuş yukarı yürümesi gerekiyormuş. Bilmezdim.

* Hasta kediler nasıl iyileşene kadar gizli köşelere saklanırlarsa gözlerden uzak, ben de yüreğimi tamir için kaçıp kuytulara saklanmıştım. Beni etkileyeceklerinden korktuğum yakınlarımdan uzakta, hayatıma yeni bir yön vermek için düşünmeye gelmiştim uzak bir ülkeye. Şair gibi, ben de geberiyordum kederden.

*Ne büyük bir yazıktı heyecanın, masumiyetin ve iyi niyetin, sağduyu ve hoşgörüyle aynı zaman dilimi içinde varolamaması insan ruhunda. Gençliğin dinamizmini ve coşkusunu, ileri yaşların olgunluğuyla harmanlayabilseydik, bambaşka yerlerde olabilirdik, eminim buna...



İSTANBUL'UN NAZIM PLANI / SUNAY AKIN




Nazım Hihmet ortak konu olunca bu kitabı seçmem de zor olmadı... İki si de bir nevi biyografi kitabı sayılır ya da ben öyle saymayı tercih ettim :)

Sunay Akın'ı severim... Üslubu, donanımı, pozitif hali benim için hep takdire şayandır. Ancak bugüne kadar hiç kitabını okumamıştım...

Kitabı okurken bu adam bu bilgileri nasıl topluyor diye düşündüm sıkça... Kravatın geçmişinden tutun da, Florance Nightingale'nin İstanbul'a varan hayatına, Agatha Christie'nin Pera Palas otelindeki sırrından, berberlerin tarihçesine kadar bir sürü konuyu harmanlayıp sunmuş önümüze...

Nazım Hikmet'e olan sevgisini ve hayranlığını katmış yanına Sunay Akın, birlikte İstanbul'a bakmışlar... Kız Kulesine...Ağaçlarına... Köprülerine...

Nazım Hikmetin hiç bilmediğim hikayelerini okudum satır satır...

Dolu dolu bir kitap, dolu dolu cümleler, Sunay Akın'ın sohbetsel diliyle pek de güzel olmuş... Bir fırsatınız olduğunda göz atın dediklerimden...

Gelelim yine altı çizililerime;

* Şairin ölümünden sonra kurulan bir komite bir uçağa "Nâzım Hikmet" adını vermeyi düşünür. Ama sonradan bir geminin daha elverişli olduğuna krar kılınır. Yugoslavya'da yapılmakta olan bir yük gemisine Nâzım Hikmet adı konur. Niye mi yük gemisi?.. Çünkü, yolcu gemileri belli limanlar arasında işler. Oysa bir şilep bütün limanlara gidebilir, dünyanın bütün denizlerini gezebilir!..

* Nâzım Hikmet'in yaşantısını dizi olarak yayınlayan bir televizyon kanalı şaire "kadınlara düşkün" bir insan damgasını vurmak için epeyce çaba harcar. Ama, Abidin Dino'nun eşi Güzn Hanım'ın şu sözleri Nâzım Hikmet'e paparazzi gözlükleriyle bakmak isteyenlerin oyununu bozar: "Nâzım'ın kadınlara düşkün olduğu söylenir. Oysa kadınlar Nâzım'a düşkündü!.."

* Kırım savaşının 100. yıldönümü olan 1954'te Türk Hemşireler Birliği tarafından Selimiye Kışlası'nın bir kulesi Florence Nightingale'in anısına müze olarak düzenlenir. Üç odası bulunan müzede solgun gazete küpürleri, döneme ait eşyalar ve Nightingale'in mektupları sergilenmektedir. Lambalı Kadın'ın hasta iniltileriyle dolu koğuşların kasvetinde gezerken elinde tuttuğu lambanın bir benzeri de müzenin bir köşesinde yer alır.

* Günümüzde ne yazık ki soğuk Amerikan esprileri ve onun türevinden olanlar kitaplaşırken, halk edebiyatımızda önemli bir yer tutan bilmecelerin barındığı bir kitaba rastlayamıyoruz. Tramvayı yaşatmak adına Beyoğlu'nda gezdiriyoruz ama onun için sorulan şu bilmeceyi kaçımız biliyoruz ki?

   Sırtına binilir
   Yorulmadan gider
   Fakat çok gevezedir
   Her zaman çan çan eder

* Din sömürüsü yapan bir radyoda kadın üstüne bir söyleşiye tanık olmuştum. Konuk yazar tesettürün gerekliliğini anlatmak çabasıyla karpuzu örnek veriyordu. Karpuz sergisinde satılan malın iyi olduğunu anlatabilmek için bazı karpuzlar bıçakla kesilerek içleri gösterilirmiş... Herkes, o karpuzlara bakar ama kimse almazmış!.. Tesettüre uymayan, yani saçlarını örtmeyen, kolu bacağı açık olan kadınlar sergilerde içi görünen karpuzlar gibiymiş. İyi de din kardeşim; "kapalı" karpuzları da, almak için onca insan ellemiyor mu?.. Kurcalamıyor mu, orasını burasını?..

* Seyyar berberlerde tıraşın yarım kalma tehlikesi her zaman için vardı!.. Uzaktan zabıta çavuşunun geldiğini gören berber, eşyalarını topladığı gibi kaçardı. "Tası tarağı toplamak" deyimi, seyyar berberlerden günümüze kalan mirastır.

* Nasrettin Hoca'nın Akşehir'deki türbesinde ölüm tarihi olarak 386 okunur. Bu tarihi Hoca'nın eşeğe binmesi gibi tersten okursak, ortaya "683" çıkar. Ki bu sayı miladi takvime göre 1284 yılı demektir. Hoca'nın ölüm tarihinin mezarına ters yazılması aramızda nice Nasrettin Hoca'nın dolaştığını gösterir!..

* Kızılderili reis Tatanga Manı, yıllar öncesinden şunları söyler: "Ağaçların yürüdüğünü bilir misiniz, evet yürürler!.. Birbirleriyle de konuşurlar. Eğer dinleyecek olursanız sizle de konuşurlar. Sorun şu ki, beyaz adam dinlemiyor. Bizi bile dinlemiyorlar ki, doğadaki sesleri nasıl duysunlar?.."

* 51679 plaka no'lu, 1927 model Dodge marka otomobil İstanbul sokaklarında 36 yıl lastik eskittikten sonra 900.000 km yaparak 1963 yılında dünya rekorunu kırar. Yapımcı firma, 1983 yılında şoför "Baba Hüseyin"i otomobili müzeye koymak ve kendisine yeni bir otomobil vermek üzere New York'a davet eder.

* Eski bir İstanbul hikayesidir: Padişah her şeyi bildiğini iddia eden falcıdan o gece İstanbul'a gireceği kapının adını bir kâğıda yazmasını siter. Padişah, kapıdan girdikten sonra kâğıdı açıp, başka bir kapının adıyla karşılaşırsa falcının kellesi uçacaktır... Falcının kafasını kestirmekte kararlı olan padişah surların yıkılıp yeni bir kapı açılmasını emreder... Ve açılan kapıdan atıyla İstanbul'a girer girmez falcının kâğıdını okur: "Yeni kapınız hayırlı olsun padişahım!.."
   İşte, Yenikapı semtinin adı söylentiye göre böylesi bir olaydan doğmuş!..

* Sohbet esnasında ters çevrilen kahve fincanları, gazetelerdeki fal köşeleri ve medyumlar... Hepsi de insanın içindeki gelecek kaygısının göstergesi ve bu kaygının çıkış noktasına kurulan tezgahlardır.

* İstanbul'a yirmi sekiz yaşında gelen İtalyan yazar bir medyum muydu?.. Elbette hayır. Kentlerin, toplumların geleceğini görebilenler yalnızca entellektüellerdir. Bizler, sanatçılarımızın, bilim adamlarımızın düşüncelerinden dolayı hapishanelere konulmasına sessiz kalırsak geleceğimizin kararmasına göz yumuyoruz demektir.

* Arapça "şems" güneş demektir... "İyye" ise dişilik ekidir. Yani, yağmurlu havalarda altına sığındığımız şemsiye alında "güneşlik" anlamına gelmektedir. Arap kadınların kızgın çöl güneşinden korunmak için taşıdıkları şemsiyeyi yağmurda yürüyen bir erkeğin elinde görmek elbette güldürür Türkçeyi!.. Nâzım Hikmet'in şemsiyeyi eteklik giymiş bastona benzetmesi boşuna değildir.







25 Aralık 2017

Gemi turu 6. bölüm / Ufak tefek açıklamalar


Gezilen yerleri anlatmayı sonlandırdığıma göre yazının başında söz verdiğim gibi gemi hayatı ve genel anlamda bir özetle tur yazılarını sonlandırabilirim...
Ağustos'ta yapılan bir geziyi Aralık'ta yazmak da ayrı bir ironi gerçi ama hiç yazmamaktan iyidir :)


Biz tura Celestyal Olympia gemisi ile Kuşadası'ndan başlamıştık ve sırasıyla Patmos, Heraklion (Kandiye), Santorini, Atina, Mykonos adalarını gezerek yine Kuşadası'nda sonlandırdık...
Toplamda 3 gün, 3 gece süren bir turdu...

Tur annemin bize hediyesiydi ve bir tanıdığı vasıtasıyla Kuşadasındaki bir acenteden almıştı. Ama şunu söyleyebilirim ki aldığınız acentenin hiçbir önemi yok. Çünkü biletler nereden alınırsa alınsın aynı hizmeti alıyorsunuz, gemide Türkiye'den katılan kafile birleştiriliyor ve rehber de dahil olmak üzere her hizmetten aynı şekilde faydalanıyorsunuz. Burada bileti aldığınız tur değil bileti aldığınız geminin seçimini yapmak zorundasınız anlayacağınız.... Acenteler arası ya da internetteki tur şirketleri arasında ufak fiyat farklılıkları var ama, yaptıkları anlaşmalara bağlı sanırım bu farklılıkları...

Tur alımınızda içecek paketi dahil mi değil mi mutlaka sorgulayın ve dahil değilse de mutlaka ettirin. 3 çeşit içecek paketi var. Çocuklar için soda paket dedikleri sadece su, meşrubat vs alınabilen bir paket. Yetişkinler için ise 2 çeşit var; biri lux sınıfına giren belli markaları da içeriyor, diğeri ise yine her türlü içecekten (alkol dahil) faydalanabiliyorsunuz ancak dediğim gibi lüks markalara giremiyorsunuz. Biz bunu seçtik.  Hepsinde sınırsız limit mevcut. Bu paketleri almadığınız takdirde aldığınız her içecek su dahil oldukça pahalıya mal oluyor. 

Gemiye binerken pasaportlarınıza el konuyor ve yeniden biniş noktasına gelinceye kadar size verilmiyor. Pasaportlarınızı teslim alırken isminizin yazılı olduğu bir kart veriyorlar ve içecek paketleriniz de dahil herşey bu karta tanımlı. Gemiye inerken, binerken, yemekte, içecek alırken sürekli bu kartı kullanıyorsunuz. O sebeple gezi boyunca yanınızdan ayırmamanız gerekiyor. Aynı zamanda odanızın anahtarı olarak da  kullanıyorsunuz.

Turu alırken iç kabin-dış kabin- suit oda gibi seçenekler sunuyorlar size ve seçtiğiniz oda gemi fiyatını etkiliyor.


Biz iç kabinde bu odada kaldık. Dış kabinle ne farkı olduğuna gelecek olursak sadece ufak bir pencere farkı var. Odaya sadece yatmadan yatmaya geldiğimiz için çok önemli bir fark olmadığını düşündük.  Suit odalar sadece biraz daha geniş ve oturma grubu var ayrıca. Ne kadar gerekli bir yorumda bulunmayacağım. Malum zevkler ve renkler 😉

Odamızda neler vardı; tuvalet-banyo, dolap, güvenlik kasası, buzdolabı, televizyon, saç kurutma makinası, şampuan, el sabunu... Küçük bir oda olmasına rağmen valizlerinizi düzgün gruplandırır ve düzgün yerleştirirseniz dolaba herhangi bir sıkıntı yaşamıyorsunuz. 
4 kişi olmamıza rağmen bu konuda oldukça programlı davrandık biz. Duş sıramıza ve giyinme sıramıza göre kalkma saatimizi ya da yatma saatimizi programladık. Giyeceğimiz kıyafetlere kadar gruplandırdık ve giyinen odadan çıktı. Böylece sıkıntı yaşamadık. Oda içinde bir program dahilinde davranmasaydık ne nerede, ay ben duş alacaktım, ay ben daha makyaj yapmadım, ışığı açmayın, kapamayın nidaları yükselebilirdi, demedi demeyin 😄😄😄

Odaların havalandırması çok iyi, ısısını siz kendiniz ayarlayabiliyorsunuz isteğinize göre ve sürekli sıcak su mevcut.

Burada hemen bir ayrıntı vermek istiyorum. Odanızda çeşitli içecekler mevcut, ancak içecek kartlarınız odada tükettiğiniz içeceklerde dahil değil. Su içseniz dahi çıkışta ekstra faturanıza yansıyor. Odaya sıcak içecek dahil, su da getirmek serbest. O yüzden odaya geçmeden önce sularımızı alıp geliyorduk. Saçma gibi gözükse de böyle bir sistem kurmuşlar.

Her gün havlularınız ve çarşaflarınız değişiyor sabah siz turdayken. Ama değişmesini istediğiniz havluları yere atmanız gerekiyor :))) Şaka yapmıyorum ahahaaaa :) Katlayıp yatağınızın üzerine koyarsanız kullanılmadığını ya da değiştirmek istemediğinizi düşünüyorlar. 


Her akşam odanıza bu şekilde günlük program listesi bırakıyorlar. 
Tur programı, gemi kalkış-varış saatleri, hangi yemek salonunda hangi konsept yemekler var ve saat kaçta, hangi salonda ne gösteriler var, kaçıncı katta hangi etkinlikler var hepsi yazıyor.  Dolayısı ile gemide bulunduğunuz saatlerde zamanınızı keyfinize göre değerlendiriyorsunuz.


Gelelim yemeklere ♥

Sabah kahvaltısı açık büfe olarak hazırlanıyor ve seçenekler oldukça fazla... Yok yok :))) Sabah kahvaltısı saat 06:00 dan itibaren başladığı için kahvaltılarda hiç zorlanmadık ve keyifli kahvaltılar yaptık. 

Öğle ve akşam yemekleri için birden fazla seçenek mevcut. Biz sadece bir gün havuz başında açık büfe denedik ama kalk-otur çok da keyif almadık. O sebeple her yemeğimizi alakart menü servisi yapan salonda yedik. Yemekler çok lezzetliydi, hatta masamıza servis yapan garsonun önerilerine çokça kulak kabarttık ve hiç pişman olmadık. Farklı lezzetler tattık... Gemimizin mutfağı çok güzeldi, bize güzel Yunan yemekleri ile farklı lezzetler tattırdılar... 

Alakart yemek salonuna giderken tek dikkat etmeniz gereken hep birlikte salon kapısında bulunmanız. Sizi grup grup salona alıp masaya oturtuyorlar. 2 kişi gidip iki kişi daha gelecek deme şansınız yok maalesef. Çünkü sizi oturtup yanınıza başka bir grubu alabiliyor ve yer ayırma gibi bir şansınız yok. O yüzden hepimiz tamamlandıktan sonra yemek salonu kapısına yöneliyorduk.

Çeşitli saatlerde çay saatleri, envai çeşitte kek-çörek de sunuyorlar... Bir nevi herşey dahil bir tatil gibi...


Gemide bulunduğunuz saatler içerisinde her çeşit aktivite mevcut. Gündüz genelde dans ve spor etkinlikleri, dinletiler vs... İstediğinize katılabiliyorsunuz...

Aslında geminin adalarda demirlediği saatlerde de etkinlikler devam ediyor ve bazı insanlar gemiyi terketmiyor. Bu da farklı bir anlayış tabi ki... Yiyip, içip yatıyorlar, havuza giriyorlar... Otel olarak kullanıyorlar sanırım gemiyi, şaşırsam da böyle de olabilir diyorum içimden :))


Gündüz yolculuk zamanlarında gemide bulunduğumuz süreçte biz içeceklerimizi alıp genelde geminin çeşitli tenha güvertelerinde dinlenmeyi tercih ettik. Oğluş sağolsun bizi her daim aldığı içecek ve yiyeceklerle besledi durdu... Midesini bozacak diye çok korktum ama çeşitli frenlemelerle son güne kadar dayandı. Gemiden inişte midem bulanıyor diyordu ki yaklaşık 1 gün mide fesatından alttan-üstten hayli sıkıntı çekti ahahaaaa :)) Demiştim demeyi sevmiyorum dedikçe de bana sinir oldu 😂😂


Geceleri yemekten sonra da çeşitli şovları izledik keyifli keyifli...
İçkilerimizi yudumlayarak hem sohbetimizi ettik, hem de ertesi güne dair planlamalarımızı yaptık aynı zamanda...


Her akşam farklı bir konseptle karşımıza çıktıkları için hiç sıkılmadık...
Çok da keyifliydi...


Gelelim uyku faslına...

Odada her yaş grubundan bir kişi olduğu için farklı manzaralar çıktı ortaya...
Annem ve Oytun uyuma konusunda hiç zorlanmadılar. Zaten yorgun olan bünyeleri yatağa milim kala uyku moduna geçti...Kardeşim uyku konusunda zaten huysuzdur, çabuk uykuya dalamaz. O biraz kıvrandı... Ama normalde de öyledir.  Ben uyku konusunda çok rahat bir insanımdır normalde ama ben de huysuzlandım ve problem yaşadım. 

Dönüş manevraları hariç normal şartlarda gemide sallantıyla ilgili herhangi bir rahatsızlık hissetmedik hiçbirimiz. Hoş yanımıza her ihtimale karşın sallantıyla ilgili bir mide bulantısı yaşarsak diye ilaç almıştık ama hiçbirimiz ihtiyaç duymadı ilaca. Yattığımda da bir sallantı hissi yaşamadım ama yastığa başıma koyduğum anda kulağımda wooonnnn wooonnnnnn diye motor seslerini duydum ve bu bende baş dönmesi hissi yaratarak çok rahatsız etti. Delirecek gibi oldum :)) En nihayetinde başımın altına ufak bir valizi koyup hafif dikleştirdim kendimi de biraz daha rahatladım ve uyudum... Hatta bazı gecelerde kardeşimle yatak örtülerini, yastıklarımızı, bulduğumuz bilumum havluyu, pikeyi alarak yine güvertenin yolunu tuttuk. Şezlonglarda gerekli donanımı sağladıktan sonra çok konforlu yatak oldu ahahaahhaaaaa :))) Köpük köpük dalgalar yaratarak gemi yol alırken ay ışığı altında uyumak çok zevkliydi.... Pijamalarla millet bizi görmesin diye kenardan kenardan kıkırdayarak gidiyorduk...  Hoş gecenin bir yarısı üşüyerek odaya döndük ama olsun yine de çok keyifliydi...

Buradan çıkan iki sonuç var. Herkes bu uyuma problemini yaşamıyor ve horul horul uyuyabiliyor annem ve Oytun gibi... Bu deneyimi yaşamadan bunu anlayamazsınız. Olur da benim gibi bir sıkıntı yaşarsanız şayet güverte gibi bir ikinci plan yaratabiliyorsunuz. Üşümeye çözüm bulmak için kalın bir eşofman alın yanınıza ve mümkünse kapüşonlu olursa şahane olur. Aklınızda bulunsun 😉

Biraz da işin maddi tarafına gelelim...

Bu turu seyahatimizden yaklaşık 6-7 ay önce erken rezervasyonla almıştı annem. Ve 4 kişi içecek paketlerimizle birlikte toplamda 1.100 € ya satın almıştı. Bunun dışında gemideki harcamalarımıza herhangi bir ücret ödemedik.

Fiyata dahil olmayan adalarda ekstra turlar vardı... Liste yapmam gerekirse;

Panoromik Patmos: 65€ kişi başı
Girit Knossos & Kandiye Şehri : 70 € kişi başı
Santorini Oia ve Fira Köyü : 70 € kişi başı
Atina şehir turu & Plaka & Akropolis : 70 € kişi başı

Girit+Santorini+Atina 3 lü paket alırsanız : 145 € kişi başı
Patmos+Girit+Santorini+Atine 4 lü paket alırsanız : 193 € kişi başı

Biz bu turların hiç birini almadık biliyorsunuz. Kendi imkanlarımızla gezdik. Önceden bir plan program yapmıştık ama. Anlık alınacak bir karar değildi...

Sadece Girit ve Atina'da taksi kullandık. O da her bir yerde 50 şer € ödedik.
Santorini de otobüs kullandık.
Diğer yerlerde herhangi bir ulaşıma ihtiyaç duymadık. 
Kısıtlı zamanda adaların tamamını gezmek zaten mümkün değil. O sebeple önemli yerleri belirleyerek nokta atışı yaptık.

Belirli yerlerin giriş ücretlerini de zaten o yeri anlatırken yazmıştım.

Bunun haricindeki masrafımız ıvır zıvır kişisel harcamalarımızdı. Yemeklerimizi gemi de yediğimizden dolayı sadece yöresel bazı tatları tattık. Çok fazla yemek masrafımız da olmadı...

Sanırım anlatmam gereken her şeyi anlattım. Yine de sizin merak edip benim atladığım bir yer varsa seve seve yanıtlarım. Yazmanız yeterli ;)

Bak bu arada bir şeyi unutuyordum. Gemiye geç kalırsanız ne olur :))) 
Öyle beni beklerler, ararlar gibi bir düşünceye kapılmayın. Malum bizim başımıza geldi biliyorsunuz :))) Direk pasaportunuzu limana bırakıp yola devam ediyorlar. Bu konuda çok katılar. Geminin limandan saatinde kalkması lazım. Hani bir yere demirleyip ufak bir botla sizi almaları gibi bir şey mümkün değil. Kardeşim uzo derdimize geç kaldığı zaman bu çözüm önerilerimi kaptanla paylaşmıştım çünkü Atina'da  senaryo yazarken ahahaaa :) Adam ütopik bir bakış atmıştı bana, hayal gücümün sınırsızlığıyla çok eğlendi sanırım :) Biz pasaportumuzu limana teslim etme aşamasında yetiştik ve dediğim gibi isterseniz tepinin buna engel olamıyorsunuz.  Aklınızda bulunsun :)

Hangi limanda botla ulaşım sağlayacaksınız dikkat edin ve sıra numaranızı ilklerde almaya çalışın. Dakikalarla yarıştığınız bir gezme programınız olacak çünkü. İlk ve son motor arasında yaklaşık 30-40 dk zaman aralığı oluşabiliyor.

Gemide Wi-Fi vardır nasıl olsa gibi bir düşünceye kapılmayın :))) Çünkü ben öyle düşünmüştüm. Evet Wi-Fi var ama ücretli. 7 € olduğunu net biliyorum ama yarım saat ücreti mi bir saat ücreti mi onu hatırlamıyorum. Ya bizim gibi internetsiz takılın ya da yolculuğa çıkmadan önce çözümsel araştırmalar yapın :)))

Allahım yazdıkça aklıma birşeyler geliyor ve konu uzadıkça uzuyor :)

Son bir şey bu sefer...
Tur planı yaparken sabah adaya varıp gece hareket eden turlar bulmak mümkün. Bizim çok acemiliğimize geldi, daha doğrusu annem bu konuda bize yaptım oldu dediği için (ki hemen kadının günahını almayayım bize söylemişti ama biz bu kadar erken davranacağını akıl edemeyip araştırmadık ve kıyamam çatlamış bizi beklerken) bu alternatifi fark edemedik. Yetişemediğimiz adalarda ki özellikle Santorini de bunu söyleyip durduk biz. Bir adada tüm gün daha verimli ve keyifli geçecektir.

Son bir şey daha...
Bizim gezimiz vizeli bir turdu. Ve vize aldık. Erken rezervasyon dönemimizde vizesiz bir gemi yoktu. Malum ülke karışık kimin vize verip vermediği yada vizesiz yapıp yapmayacağı belli olmuyor. Biz biletlerimizi aldıktan 1 ay sonra vizesiz bazı gemilerde çıktı... Daha doğrusu vardı da kaldırılmıştı. Vize konusunu da iyice araştırın. Kısa süreli vize şartı koyabiliyorlar bazen. O zamanlara yakalanmayın...

Gözünüzaydın bitti :)))
Başka da anlatacak birşey kalmadı zannımca :) 
Mutlu haftalar efenim ♥
















21 Aralık 2017

Gemi turu 5. bölüm / Mykonos


Artık son adamız.... 
Saat 18:00 da limana yanaşıyoruz ve 23:30 a kadar buradayız...
Limandan adanın merkezi Chora yaklaşık olarak 3 km uzaklıkta ve bu sefer turun ücretsiz olarak verdiği otobüsü kullanıyoruz...  Sonrası sahil şeridinde ilerleme...


Eski liman bölgesinde 1821 Bağımsızlık Savaşında gösterdiği kahramanlık nedeniyle amirallik ünvanı kazanan kadın amiral Manto Mavrogenous heykelinin önünde bir fotoğraf çektirip gruptan ayrılıyoruz...
Şu sosyetenin uğrak yeri Mykonos ne menem bir yermiş görelim  bakalım 😉😉


Mykonos bildiğiniz gibi renkli gece hayatı ile ünlü... Bizim jet sosyetemizin uğrak yerlerinden biri olduğu gibi dünyanın jet sosyetesi de burada... 

Tarihi oldukça eski aslında...
Pers Krallığından tutun da, Venedik, Osmanlı, Rus hakimiyetinden sonra en son Yunanistan hakimiyetine girmiş...
Eskiden yoksul bir balıkçı köyüyken korsanlarla yaptıkları işbirliği neticesinde zenginleşmiş...


Labirent gibi daracık sokaklarındaki beyaz evleri; rengarenk kapı ve balkonlarıyla süslemişler ve masalsı bir yaşam alanı oluştırarak turizm cenneti haline getirmişler aslında... 


Eski dönemlerde bu labirent sokakların korsanlardan korunmak için oluşturulduğu da söyleniyor... Zengin olunca korsanları kovmuşlar herhalde 😂😂😂


Adanın bir de ünlü pelikanı ya da pelikanları var diyelim... 
Petrus...
50'li yıllarda bir balıkçı yaralı bir pelikan bulur ve ona bakar, iyileştirir. Pelikanın adadan gitmesi beklenirken o buradan ayrılmaz ve adanın bir parçası haline gelir. Seneler sonra 1. Petrusa bir araba çarpar ve ölür. O dönemde sık sık bu adaya gelen Jackie Kennedy bu olaya çok üzülür ve o dönemki aşkı Onassis ile birlikte bir hayvanat bahçesinden pelikan alarak adaya gönderirler....  Ve böylece pelikanlı ada dönemi devam edip gider...
Adanın sembolü olan pelikanın böyle bir hikayesi var işte...

Hala sokaklarda dolanan 3. Petrus'a biz denk gelemedik gerçi ama paytak ördekler bulduk gezinirken 😄
İdare edeceğiz artık 😉


Bu adanın bu kadar jet sosyetenin odağı olmasının bir sebebi de Jackie Kennedy imiş aslında... Zamanında sosyeteyi buraya taşıyarak çok eğlenceli partiler verirlermiş...
Çılgın partiler, gece hayatının ışıl ışıllığı da buradan geliyor belki de...


Dar sokaklardan çıkıp o ünlü yel değirmenlerine geliyoruz...
Tıklım tıklım bir kalabalık var...
Herkes biz de dahil yel değirmenleriyle fotoğraf çektirmeye çalışıyor gün batımından önce...
Adaya ayrı bir romantiklik katıyor bu yel değirmenleri...



Sanırım eskiden 16 taneymiş ancak sadece 5 tanesi günümüze kadar korunabilmiş...


Hemen karşısında da Küçük Venedik dedikleri Venedik evleri arz-ı endam ediyor...


Gün batımını izlemek için herkes ya kafelerde ya da sahil kenarında yerlerini alırken biz de keyifli fotoğraflar çekiyoruz....

Yakalamışız güzel fonlar kaçırır mıyız hiç


Sola dön yel değirmenleri, sağa dön Venedik evleri...
Misss missss 🎉🎉


Ve gün batımını seyretmek için biz de konumlanıyoruz sahile...
Her gittiğim yerde kaç bin tane gün batımı fotoğrafı çekmişimdir bilmiyorum...
Hepsinin kendine has bir güzelliği var...
Ve özellikle adalarda "en güzel günbatımı burada" denir hep...
Ki burada da aynı şey söyleniyor...
Ennnn, ennnn güzeli...


Gün batımını keyiflendirebildiğimiz için bu kadar güzel geliyor belki de bize...
Ve evet denize batan bir güneş keyiflendirilmeyi de hak ediyor bence...


"Vakti gelince gitmenin adıdır gün batımı
Ömürden, gönülden, günden" 
demiş Can Yücel.... 
Ne de güzel demiş 🌅 🌅


Günü batırdıysak yeniden sokaklara dalma zamanı...
Sıkış tepiş insan kalabalığının arasından tek sıra geçiyoruz...


Ergen turistim bu adada fotoğraf çektirmek için nedense bizi yalvartmadan her objektifi yönlendirdiğim yerde bitiveriyor :))) Halet-i ruhiyesine anlam vermek imkansız :)))


Aslında birbirimizle yarışıyoruz bile diyebilirim ahahaaaa :)))
Fotoğrafların çoğunda ya ben varım ya da o...
Annemle kardeşimi bu sefer fena saf dışı bırakmışız :)


Her sokak birbirinden güzel ayrıntılarla dolu...
Her detay o kadar hoşumuza gidiyor ki, hangisine odaklanacağımızı şaşırıyoruz...


Bakar mısınız güzelliğe ♥
Beyazda soluk al, mavi de huzur, kediler de sevgi depola...


Sokaklarda başıboş gezinmek çok iyi geliyor hepimize aslında...
Son adamızın olduğunu düşünürsek aslında pilimiz de bitmek üzere...
Koşuşturmadan gezinmenin keyfini sürüyoruz da diyebilirim...



Mykonos özgürlük adası olarak da anılıyor malumunuz...
Zamanında yine Jackie Kennedy gay arkadaşlarını burada ağırlarmış...
Yine başladım gıybete haahahahaa :)  Jackie aşağı Jackie yukarı :)))
İşte efenim o günden beri bu ada gay dostu bir ada olarak biliniyor ve gerçekten de sokaklarda dolaşırken bol bol karşılaşıyorsunuz... 
Gece 12 den sonra adanın arka tarafında özel partiler veriliyormuş... Gece adada kalma imkanımız olsaydı tüm mekanlara girip çıkıp ünlü avına bile çıkabilirdim ahahahaaa :)))

Neyse efenim, tam kardeş bir sokakta benim fotoğrafımı çekecekken özgür ruhlu bir arkadaşımız da olaya dahil olmak istedi sanırım :))) Diyoruz ya burası özgürlüklerin adası diye ahahahaa :))) Benim kıskanç ergenim de bu olaydan dolayı çaktırmadan sahiplenmece modeline dönüşüverdi gördüğünüz üzere... Acaba diyorum duygusal balığımın içinde bir maço mu yatıyor :))) Allahtan bana darallar basmadan 10 dk sonra olayı unutup yapışık moddan vazgeçti 😄
Aksi halde her an didişebilirdik zira :))



Bak bu ada için söyleyebileceğim bir şey daha var...
Kesinlikle hayvan dostu bir ada...

Nereye baksam bir kedi, köpek...
Hepsi sahipli, hepsi bakımlı....
Adayla uyum içinde...


Bu kadar hayvana ev sahipliği yaptığı için bu adanın insanlarını çok sevdim ben ♥


Seviyorum böyle küçük ayrıntıları...


Her ne kadar beach partilerine, özel gece partilerine katılmamış olsak da Mykonos sokaklarının doyasıya tadına çıkarttık sanırım...

Bu arada yine hoşuma giden bir detay daha, ada çok temiz...
Hoş bu gezide gittiğimiz her yerdeki temizliğe hayran kaldım diyebilirim...
Köşe başlarına yığılmış çöp, pet şişe, izmarit pislikleri gözümüzü hiç yormadı....
Hatta bir ara bizim gibi Türk bir turistin ben bu izmariti nereye atacağım yahu diye şaşaladığını bile duydum...
Evimizin içini temiz tutmakla bitmiyor işte olay...
Bu da bunun bir kanıtı...


Temiz, eğlenceli ama aynı zamanda sakinliği de yakalayabileceğiniz bir ada burası...
Ki biz adanın çok az bir bölgesini ve bir o kadar da kalabalık bölgesini gezdik...


Güzel oğlum benim ♥
Artık sokaklardan çıkıp gemiye dönüş yoluna düşme zamanı...


Gezinirken bir ara Eda bacımızı gördük, hani şu Taşpınar olanını... Bu sefer ben benimkilerin fotoğrafını çekeceğim diye uğraşıyordum. Bacımız ayyyy fotoğramı çekiyorlar diye bir panik kaçmış ahahahaaa :)) Mykonos'ta senin fotoğrafını ne çekeceğim yahuu dedim miss gibi sokaklar varken :)))
Hoş bir ara koşup yakın çekim en çirkin fotoğrafını çekmek de içimden gelmedi değil, hadi şimdi sen beni kovala diye ahahahahaaaa :)))


Mykonos diğer adalara göre tabi ki daha pahalıydı...
Işıltısı büyüleyiciydi tabi ki...
Ama bana Santorini mi Mykonos mu diyecek olursanız kesinlikle ve kesinlikle Santorini derim ♥
Evrene pozitif mesajlarımı da gönderiyim efenim... 3-5 gün tatil yapmak istiyorum orada :)) Lütfeeeennn 🙏🙏🙏


Eveeetttttt !!!!
Bir gezinin daha sonuna gelmiş bulunmaktayız...
Hoşçakal Mykonos...
Seni de sevdik tamam kırılma hemen ♥

Bu gece yol alıp sabah Kuşadası'nda ineceğiz artık...
Gitmek isteyenlere belki yardımı olur diye gemi hayatı, turun genel özellikleri ve adalarla ilgili genel şeyleri yazıp bu hafta bitireceğim bu yazı dizisini inşallah...

Hoşça ve dostça kalın ♥





15 Aralık 2017

Gemi turu 4. bölüm / Pire Limanı - Atina


Ara vermeden yazmak istemiştim ama maalesef bazen koşuşturmacalardan buna imkan olmuyor... İdare edin artık beni 😉

En son Santorini 'yi yazıp günü tamamlamıştım. Yeni gün ve yeni yerlerle devam edelim yazımıza...

Bugün Pire Limanına demirliyoruz ve Atina'yı gezeceğiz.... Yine çok kısıtlı zamanımız var... Çıkışımız 06:15... 11:30 da gemide olmamız gerekiyor...  Ekstra tur almadık yine... Taksi planlıyoruz ve sıkı bir pazarlık yapacağız. Heraklion'dan deneyimliyiz ne de olsa :)))



Limandan çıkmamız ile birlikte taksiciler bir bir gelmeye başlıyor... Bu sefer 100 € dan kapak açıyorlar... Ve pazarlık yapmıyorlar gibi sanki... Totosunu dönüp giden onlar oluyor genelde biz pazarlık yapmaya başlayınca ahahaaa :)) Siz bilirsiniz anacım :))) Limandan çıkmaya karar veriyoruz... Bu arada iki adam yanaşıyor yanımıza... Bunlar 80 den açtılar... Kâr kârdır, di mi ama 😊 Kardiş yine sıkı pazarlıkta ve evet 50 € da anlaşıyoruz. Buradan sizi alamam araca diyor adam ve bir köprü altını işaret ediyor. Aneymmmm ne oluyor desek de kuzu kuzu ilerliyoruz... Evet anladınız kaçak taksici ♥ Şikayet etmesinler beni diye sizi buradan aldım diye açıklama yapıyor... 
Gideceğimiz yerleri söylüyoruz, sıkı sıkı tembihler, güzergah belirlemece ve yola çıkıyoruz... Heraklion'da ki taksicimize göre daha az konuşuyor ve bize şarkı söylemiyor :)))) Yine de bize kısa kısa bilgiler vermeyi ihmal etmiyor ama...


Fotoğraflardan anlayacağınız üzere millet mesaiye başlamadan biz yola dökülmüş durumdayız.... Gün yeni yeni aydınlanıyor :)) Kargalar bize bu gezide çok güldüler kesin 😤😤

Uzaktan Mikrolimano diğer adıyla Türkolimano'ya bakıyoruz...


Yol boyunca şehrin uyanışını izliyoruz bir nevi... Günlerden Pazartesi... Ve henüz koşuşturma başlamadı kentte...


Bu fotoğraf size de İzmir'i anımsattı mı?
Sık sık bende İzmir 'de geziyormuşum hissi uyandı Atina'da...


Barış ve Dostluk Stadyumunun yanından geçiyoruz... Diğer adı ile Peace and Friendship Stadium....
Aslında burası kapalı bir spor salonu... Neden stadyum dedikleri konusunda bir fikrim yok...
2004 Olimpiyatlarında bir çok maç burada yapılmış ve taksi şoförü bunu gururla söylüyor...



Şimdi de başka bir stadyumun önündeyiz...
Panathinaiko Stadyumu ya da diğer bilinen adıyla Kallimarmaro...
1896'daki ilk Olimpiyatlara ev sahipliği yapmış ve her yeri beyaz mermerle yapıldığı için dünyada tek ve ilk olma özelliğini taşıyor....

Çok ısrar ediyorlar içeri girmemiz için ama girmiyoruz :))) Tabi ki dalga geçiyorum... Sabahın ilk saatlerinde henüz kapalı... Dışarıdan izlemekle yetiniyoruz... 
Gördük mü ? Gördük


Şimdi de Çipras 'ın evinin önündeyiz...
Bizim sarayları düşünecek olursak oldukça mütevazi gözüküyor...



Öyle çok koruma yok ortalıkta... Sadece iki evzon askeri bekliyor...


Tesadüf bu ya tam da nöbet yeri değiştirme anına denk geliyoruz...
Ağır ayakkabılarının takkkk taaakkk sesleriyle, yine oldukça ağır hareket ederek izlemesi hoş bir görsel oluşturuyorlar...

Eskiden ayakkabılarının altına 60-100 arasında çivi çakılırmış ve takribi olarak ayakkabı 1-1,5 kilo ağırlığında olurmuş... Ve de önündeki ponponun altına da keskin bıçak saklanırmış... Hala öyle midir bilmiyorum tabi ki... Hatta bilen varsa bana da söylesin 😉


Atina'da gezerken bir çok yerde heykel görmek mümkün...
Ancak ne yazık ki Latince alfabeyle herhangi bir isim ya da açıklama yazmıyorlar çoğunluğuna...
Heykel kime aittir, kimdir bilemiyorsunuz o sebeple...


Ve Zeus Tapınağı...
104 sütundan sadece 15 tanesi ayakta kalmış bugüne kadar... 
Şehrin ortasında yeşillikler arasında gayet ihtişamlı duruyor tüm yıpranmalarına karşın aslında...


Burası da Syntagma Meydanındaki Parlamento Binası...
Arabayla geçerken hemen şöyle bir bakıyoruz...
Malum vaktimiz kısıtlı ve bu şehirde mutlaka görülmesi gereken yerlerden en önemlisi Akropolis'e gitmemiz gerek...


Veeeee Akropolis'teyiz...
Erken saatlerde olmamıza rağmen gördüğünüz gibi oldukça sıra var... L şeklinde olduğu için gözünüz aldanmasın...
Allahtan sıra çabuk ilerliyor ve 15 dk içerisinde giriş yapıyoruz...
Bu arada hemen giriş ücretini yazayım kişi başı 20 €
Burada Oytun'a para ödedik mi hatırlamıyorum, not etmemişim... Ödediysek de muhtemelen indirimli ödedik... 


Girişte sanki küçük bir yere giriyormuşuz izlenimi uyanıyor ama acele etmezseniz 3-4 saatinizi alabilecek bir yer...


Herodes Atticus Tiyatrosu

Akropolise girmek için ilerlerken bu tiyatronun ön kapısından geçiyoruz ve turistlere kapalı...
Halen aktif olarak konserlerde, farklı etkinliklerde ve önemli günlerde açılıyor...
Akropolis'in içine girdiğimizde kuş bakışı bakabiliyoruz tiyatroya...
Burada bir konser ya da tiyatro izlemek çok zevkli olur eminim...


Buraya gelirken mutlaka rahat bir ayakkabı ile gelinmesi lazım...
Yanınızda da su ve şapka mutlaka bulundurulması gerekenlerden...
Biz çok erken saatlerde geldiğimizden dolayı çok etkilenmedik ama güneşin alnında gezmek oldukça yorucu...


Ve bu saatlerde bu kadar kalabalık olacağını hiç düşünememiştim işin gerçek tarafı...


Akropolis aslında bulunduğu tepeden alıyor ismini...
Geçmişi de taaa cilalı taş devrine kadar gidiyor...
Fakat M.Ö. yıllarda Perikles'in şehircilik hamleleriyle Parthenon (ki aslında burası Athena Parthenon Tapınağı, sonradan Akropolis olarak anılıyor) , Propylaion ve Erekhtheion yapıları yerleştirilmiş...

Günümüzde Unesco Dünya Mirası Listesi koruma altında...


Gördüğünüz gibi bir çok alanda hala restorasyon çalışmaları devam ediyor-muş gibi...
Ama bir çok kişi bu işin senelerdir devam ettiğini ve ilgi çekmek adına bitirmediklerini söylüyor...
Bu konuyla ilgili en ufak bir fikrim yok...
Tarihsel bilgim ve merakım bu konuda yeterli değil...


Düşünsenize taaaa Cilalı Taş Döneminden başlayıp Romalılara kadar
 kimbilir kaç kültüre, kaç insana ve kaç inanışa ev sahipliği yaptı...
Depremler, seller, savaşlar...


Atina'nın tam ortasında ve yüksek bir tepede yer alan yapı Atina'nın her yerinden görülebilir durumda.... Özellikle gece ışıklandırması yapıldığı zaman çok güzel bir görsel oluşturuyormuş... Fakat biz gece kalmadığımız için bu güzelliği göremedik...


Bu büyüleyici atmosferde gezmek şahaneydi...






Çektiğim fotoğraflar tenha gibi gözükse de içerideki kalabalığı bu fotoğraftan daha iyi anlayacaksınız...
Bazı alanlarda omuz omuza geziyorsunuz, kaçmanız imkansız gibi...



Zamanımız daraldı...
Biraz da Plaka Çarşısında gezmek istiyoruz artık...


Bir Pagan kilisesi...
Taksiyle yanından geçerken karemize giriyor...


Plaka Bölgesi ya da çarşısı için bir nevi İzmir'in Kemeraltısı da diyebiliriz aslında...
Ama gördüğünüz üzere hala boş....
Cafelerin çoğu henüz açılmamış, dükkanlar da inşallah açılacak :))


Boş sokaklarda gezinmeye devam ediyoruz...
Yeni açılan dükkanlara dalıyoruz...
Ama tabi her yer cıvıl cıvıl olmayınca bir yanı eksik kalıyor çarşının ve caddenin...


Caddelerin temizliğine hayran kaldım yalnız...
Gezdiğimiz her yer bal dök yala kıvamında idi...
Kent için sevindiğimiz bir ayrıntı oldu bu...


Buradan uzo almamız lazım aslında ama biz o kadar sağa sola bakınıp kendimizden geçiyoruz ki unutuyoruz bu ayrıntıyı...


Plakadan aşağıya doğru inince Metropolitan Katedraline varıyoruz...
1842 yılında yapımına başlanmış katedralin yapımında yıkılan 72 kilisenin mermer parçaları kullanılmış ve 20 yıl sürmüş ibadete açılması...


Katedralin hemen yanında küçük bir kilise bulunmakta; Küçük Mitropoli ya da diğer adıyla St. Eleftherios kilisesi...

Her ikisinin karşısında ki meydanda da bu heykel...


Başpiskopas Damaskinos Papandreou heykeli olduğunu sonradan öğreniyorum zira yine latin alfabesi mevcut değil heykelde...


Evet artık gemi zamanı ve dönüş yoluna geçiyoruz yine taksiyle...
Bu arada Pire Belediye Tiyatrosunun önünden geçiyoruz...



Yine olimpiyatlara (sene kaç olduğu sormayın) ev sahipliği yapan bir stadyumun daha yanından geçiyoruz; Georgios Karaiskakis Stadyumu...

Uzo almamız gerektiğini hatırlıyoruz bu arada...
Limanın yanında bir market var oradan alın gibi bir çözüm öneriyor taksici...
Şükür hala 20-25 dakikamız var, yetiştiririz diyoruz...
Market gerçekten de var ama onların market dedikleri bizim büyükçe bakkallarımızdan... Litrelik uzo bulamıyouz burada 😐
Hoş galiba onlarda bizimki gibi devasa büyüklükte market yok, ya da biz görmedik...
İleride bir yerlerde büyük bir market daha olduğunu söylüyorlar ve kardeşim depara kalkıyor...
Geminin kalkmasına çok az var ve bizde büyük bir kalp çarpıntısı...
Gelecek, gelecek derken bizimki yok ortada...
Dönüş yolunu karıştırmış...
Dağılmış durumdayız... Annem gümrük kapısında, ben rehberlerle liman ve gemi arasında, Oytun gemi girişinde görevlilerle... Anlatırken çok komik geliyor ama o an yaşadığımız paniği düşünün....,

Hepimiz vakit kazanmaya çalışıyoruz...
En son diyorlar ki bekleyemeyiz,  pasaport gemiden çıkartılıyor liman gümrük amirliğine teslim edilecek ve kardeş limanda bırakılacak... Çözüm yok... Anneme gel diyoruz, siz gidin biz ikiye bölünelim bari diyor. Sen kalamazsın diye biz tutuşuyoruz... Ben kalayım bari diyorum, benimki dinlemiyorken tıtrıtırıııdııımmm kardiş ufukta gözüktü 👏👏👏
Kıyamam koşmaktan dizlerinin bağı çözülmüş belli...
Alkışlarla gemiye biniyoruz ahahahaaaa :)))
Bu ne demek oluyor gemi kalkışına geç kalırsan gözünün yaşına bakmıyorlar...

1 ada daha kaldı anlatmadığım; Mykonos...
Bir sonraki yazıda da onu anlatıp bu tur faslını kapatalım artık...

Buraya kadar sabırla okuduysanız hepinize mutlu bir hafta sonu diliyorum...
İyi dinlenin