24 Temmuz 2020

Çağan Irmak filmlerini bitirdim ;)


Taaa fi tarihinde senelik hedefler belirlemeye kalkmış ve tek maddenin üzerini bile çizmeden ağzıma gözüme bulaştırarak seneyi tamamlamıştım... İşte o zamanki hedeflerimden biri buydu... Tüm Çağan Irmak filmlerini izlemek....

Korona çıkıp eve kapanmasaydım gerçekleştirebilir miydim bilmiyorum ama nihayet 2020 itibarıyla tamamlamış bulunmaktayım...

Ara ara böyle şeyler yapıyorum aslında... Bir yazarın tüm kitaplarını okumak, bir yönetmen ya da aktristin tüm filmlerini izlemek gibi gibi... Bu konudaki isteğimin ilk sebebi sevgi... Seviyorum izliyorum, seviyorum okuyorum... Seviyorum ve o insanın eserlerine dair toplu bir çıkarım yapıyorum, sıralamak hoşuma gidiyor... Ay ben hepsini izledim / okudum demek de ayrı bir havalı mı ne hahahahaaaaaa :)) Şaka bir yana iyi hissediyorum işte, bu eylemin en özet hissi bu.....

Hazır tüm filmlerini izledim buraya da kendimce çıkartımlarımı yazayım istedim... Ara ara yazmışım zaten filmlerini... Yazmadıklarımı da kayıt altına alayım hem... 

Sıralamayı beğeni dereceme göre yapacak olursam;


Vazgeçilmez favorilerim; Babam ve Oğlum ve Issız Adam...
Her ikisi de ayrı türlerde olsa da birbirinden ayırmam imkansız sanırım...

BABAM VE OĞLUM (2005)

Bu filmi ilk defa izlediğimde Oytun'u yeni doğurmuştum... Yeni anne olarak hormonlarımın beni nasıl etkilediğini az çok tahmin etmişsinizdir sanırım :) Böğürerek ağlamıştım ve helak olmuştum... Hoş sonrasında 3-5 kez daha izledim ve her seferinde aynı etkiyi yarattı bende :) 

Filmin konusunu herkes biliyordur sanırım ama kısaca hatırlatmam gerekirse Sadık (Fikret Kuşkan) oğlu Deniz (Ege Tanman) 'i emanet etmek için baba evine geri dönüyor... Okumaya gittiği senelerde siyasi olaylara karışması sebebiyle küs olduğu babası Hüseyin Efendi (Çetin Tekindor) 'yle de bir hesaplaşma içine girmesi kaçınılmazdır tabi ki...

Sıcacık bir aile hikayesi...

En çok evin annesi Nuran karakterine hayat veren Hümeyra'ya bayılmıştım... Elinde telsiz traktör tepesinde gezinen babaanne Nuran şahsına münhasır bir karakterdi...

Sadece Hümeyra değil tüm oyuncular fevkaladenin fevkindeydi... Mutlaka izlemişsinizdir diye düşünüyorum ama ola ki izlemediyseniz alın elinize mendillerinizi ve filmi seyreyleyin diyorum....

ISSIZ ADAM (2008)

Issız adam ve ıssız madam diye yerleşmişti dilime bu film benim.... Ve bu filmden sonra sanırım erkekler kendilerini mutfakta ispatlamaya çalıştılar uzunca bir süre kız tavlamak için :))

Alper (Cemal Hünal) kırsaldan İstanbul'a gelmiş, çalışmış çabalamış, kendine bir restaurant açmış... Deyim yerindeyse cebini doldurmuş ama ruhunu dolduramamış bir adam... 

Irmak (Melis Birkan) ise Alper'in aksine kendi halinde ve duygusal bir yapısı var... Bir kostüm dükkanında çocuklara kostümler satıyor... Masallara inanıyor dememe gerek yok burada sanırım ;)

İşte bu ikili arasındaki uyumsuz ama sihirli aşkı anlatıyor filmimiz... Alper'in korkularını, Irmak'ın sade ve duruluğunu....

Tabi bir de müzikleri var..... İnsanın içine işleyen, tam da yerinde denk gelen...

Bu filmi izledikten sonra o soğuk ve mimiksiz Cemal Hünal' e takılmıştım ama çabuk geçti allahtan hahahaaa :))) 




Çağan Irmak filmlerinde 2. gruba aldığım ve yine epeyce sevdiğim filmler var sırada; Dedemin İnsanları, Tamam mıyız? ve Unutursam Fısılda...

Ne tesadüftür ki bu gruptaki 3 filmi de daha önce yazmışım ben bloga... Tekrara düşmeyeyim ve okumak isteyenleri o yazılara davet edeyim ben ;)

Dedemin İnsanları (2011) için buraya tık tık

Tamam mıyız? (2013) için buraya tık tık

Unutursam Fısılda (2014) için buraya tık tık



3. grubumda yine sevdiğim ama ilk iki gruba göre kıyasladığımda bir tık altta kalan filmler yer alıyor... Ve  ben bu filmleri de yazmışım bloga yaşasın :))

Prensesin Uykusu (2010) için buraya tık tık

Ulak (2008) için buraya tık tık

Nadide Hayat (2015) için buraya tık tık



Sıra geldi 4. gruba... Bu grup benim için Çağan Irmak filmlerinde EHHHHHHHHH İŞŞŞŞTEEEE noktasında... Kötü olduklarından değil aslında ama diğer filmlerine göre kıyasladığımda bu his oluşuyor bende....

Benim Adım Feridun (2016) 'u yazmışım daha önce blogta. Okumak isterseniz buraya tık tık....


BİZİ HATIRLA (2018)

Bu filmi ancak bu sene izleyebildim... 

Filmimiz Ege'li Terzi Eşref (Altan Erkekli) ile oğlu Kaan (Tolga Tekin) 'ın ilişkisi üzerine kurulmuş... 

Eşini kaybettikten sonra oğlunu tek başına büyütmüş Eşref Bey ve kendi yoluna gitmesine izin vermiş... Kaan'da bu yolda gerçekten çok çalışıp didinerek işinde başarılı bir adam olmuş... Yuvasını kurmuş, kendince bir düzen oturtmuş İstanbul'da... Bir gün Eşref Bey ciddi bir rahatsızlık geçiriyor ve oğlunun evine gelmek zorunda kalıyor... Tabi ki bu durum evde gelinimiz Ece (Özge Özberk) için bir sorun oluşturuyor ve bir dizi karmaşıklığa sebep oluyor...

Babam ve Oğlum filmindeki gibi bir duygu yaratmaya çalıştığı çok aşikar Çağan Irmak'ın... Ancak maalesef yakınından bile geçemiyor....

Evin yardımcısı karakterine hayat veren Binnur Kaya en gülmelik sahneler şahane bir şekilde imzasını atmış... Bu kadın bu işi hakikaten iyi beceriyor...

Altan Erkekli senelerin getirdiği deneyimini su gibi ortaya koymuş ve hayran bıraktı yine beni kendisine... Ama tüm bunlara rağmen bende istenen etkiyi yaratmadı... Ağladım mı, evet ağladım... Çokça duygulandım... Ama o eski filmlerinin etkisini nedense bulamadım... Bu film işte bu sebeplerden dolayı bu kategoride yerini aldı bende... 

Bu şekilde yazdım diye izlememezlik yapmayın sakın filmi... Bir çok Türk yapımının üstünde bir yerlerde olduğunu da unutmayalım ;)


ÇİLEKLİ PASTA ( 2000)

Bu film Çağan Irmak'ın ilk uzun metrajlı filmi sanırım... TV filmi dediklerinden.... Bundan önce birkaç dizisi olmuş ama film sektörüne ilk bu filmle adım atmış diye biliyorum...

Filmimizin konusuna gelecek olursak; Onur (Uğur Polat) 'un küçük bir pastanesi vardır ve birbirinden güzel pastalar yapmaktadır. Ama her gün özel olarak hazırladığı bir çilekli pastası var ve o pastayı kimseye satmıyor. O pasta bir gün aşık olacağı kıza aittir çünkü... Bir gün pastaneye ünlü Burcu Burkan (Yasemin Kozanoğlu) gelir ve Onur bu kıza aşık olur... Filmimiz böyle ilerler...

İzlediğim yıllarda bana bu film çok sıcacık gelmişti... Ama yine de bir şeyler eksik kalmıştı hissiyatımda... Bir de filmde dün gibi hatırlıyorum asıl kızımızın şeker hastası olması sebebiyle vurduğu iğneyi saklamasına sinir olmuştum... Ki bu da filmde çeşitli yanlış anlamalara sebep olmuştu...

Bu film buraya tamamen sıcacık hissiyatıyla kondu efenim... Zamanın dikkat çeken yapımlarındandı ama şimdilerde izlesem ne hissederim bilmiyorum...



Evet bu grubumuzdaki filmler beni konu olarak etkileyen ama bir türlü içine çekemeyen filmlerden oluşuyor... Filmleri yazınca ne demek istediğimi anlatabileceğim sanırım ;)

ÇOCUKLAR SANA EMANET (2018)

Bu film de bu sene izlediklerimden... İsmini ilk duyduğumda bu film beni tam 12 den vurur dediğim ama bir şekilde beni hayal kırıklığına uğrattığı burada kayıtlara geçsin... Çok mu beklenti içerisindeydim acaba diyorum ama yine de yaşadığım hayal kırıklığının tam açıklaması değil biliyorum...

Filmimiz klasik olarak bir aşk filmi gibi başlıyor... Kerem (Engin Akyürek) ve Yeşim (Hilal Altınbilek) karşımıza mutlu bir çift olarak çıkıyor... Tek mutsuzlukları henüz bir çocuk sahibi olamamaları... Ve bu gerginliklerini azaltmak için yazlık evlerine giderken bir kaza geçiriyorlar, Yeşim ölüyor... Bu arada bir çocuğa da çarpıyorlar ve o da ölüyor... Bundan sonrası biraz fantastik gizem türüne dönüyor... Ben Kerem'i ağır bir yas içinde bulmayı beklerken o kabuslar görmeye başlıyor ve bir dizi gerilimli sahneye şahit oluyoruz... 

Kerem kafasını toplamak için yine yazlığa gidiyor ve oradaki evlerine bakan bakıcılarının Kerem'in cinlere karıştığını düşünmesi ile birlikte terk edilmiş bir köyde yaşayan şifacı kör bir kadına (Şerif Sezer) götürülüyor... Ve filmimiz bu minvalde ilerliyor...

Alışık olmadığım bir Çağan Irmak tarzıydı... Filmin sonlarına doğru o cin midir hayalet midir ne ise artık onun canlandırılması çok amatörceydi... Teknik olarak çok daha iyi bir iş çıkartılabilirdi diye düşünüyorum...

Geçmişle hesaplaşma sanki fazla abartılmıştı gibi gibi....

İşte tam bu sebeplerden dolayı maalesef filmin içine giremedim ve hayal kırıklığına uğradım... Konu farklı bir şekilde işlenebilirdi hissiyatındayım...


KARANLIKTAKİLER (2009)

Şimdi de oldukça psikolojik bir filmle başbaşayız...

Anne Gülseren (Meral Çetinkaya) ve oğlu Egemen (Erdem Akakçe) 'in yalnız hayatlarına konuk oluyoruz bu sefer... Gülseren sebebini bilmediğimiz bir neden dolayı psikolojisi bozulmuş (hatta delirmiş bile diyebiliriz zaman zaman) bir kadın olarak çıkıyor karşımıza... Tek varlığı oğlu... 

Egemen ise 30'lu yaşlarını aşmış bir adam ancak annesinin ona olan bağlılığı ve tutkusundan dolayı ruh sağlığının çok da iyi olduğunu söyleyemeyiz... Tek nefes aldığı yer ofis boy olarak çalıştığı reklam şirketidir ki patronu Umay (Derya Alabora) 'a beslediği ilgi çok da sağlıklı bir his değildir...

Gülseren'in travmaları ve Egemen'in çıkmazları arasında gidip gelirken çoğunlukla boğuldum... Ve Çağan Irmak'ın ilk defa bir filminde bu kadar az karakterle tanıştım... 

Yalnız bir konuya değinmeden geçemeyeceğim; Meral Çetinkaya bu filmde inanılmaz bir oyunculuk sergilemiş... Bakışlarından bile yaşadığı o korkuyu, zayıflığı ve karmaşayı o kadar iyi hissettim ki... Büyülendim diyebilirim...

Belki filmin ilk vizyona girdiği dönemlerde bu filmi izleseydim daha farklı etkilenebilirdim... Sonu olmayan bu yolculukta onları daha çok hissederek yol alabilirdim bilmiyorum... 

Bu filmin sonunda da tabi ki bir Çağan Irmak imzası vardı ve beni en çok etkileyen kısım da orasıysı aslında... Gülseren'in neden bu hale geldiğini anlatmasıyla birlikte filmin rengi biraz değişse de başlangıçta yaşattığı o boğulma hissimi geçirmedi maalesef :/

Bu kadar bıdı bıdı etmiş olabilirim ama şayet bir dram severseniz yine de bu filmi izlemenizi öneririm...




Evet sırada son grubumuz var; Mustafa Hakkında Her Şey (2004) ve Bana Şans Dile (2001) 

Bu iki filmle ilgili ortak düşüncem çekildikleri yıllarda izlesem belki bir şeyler hissedebilirdim ancak bu sene izlediğimde bana hiçbir şey hissettirmediler maalesef :/ Oyunculuklar acemi geldi ki zaman içinde çok güzel işlere imza atan oyuncular her biri... Anlattığı dil komik geldi.. Gibi gibi.... O sebeple tek tek anlatmayacağım bu iki filmi...

Evet filmler bitti... Buraya kadar okuduysanız ne mutlu bana :)))
Ama sizi biraz daha tutacağım... Bir toparlama yapacağım inşallah kısa tutabilirim :)))

Çağan Irmak'ın bir de dizileri var... Zaman içerisinde onları da izlemişim... Teker teker anlatmayacağım merak etmeyin... Hatta bazılarını izlediğim dönemlerde kendilerinde Çağan Irmak imzası olduğunu bilmiyordum bile :) Bazılarına siz de benim gibi şaşırabilirsiniz hatta; 

Şaşıfelek Çıkmazı
Günaydın İstanbul Kardeş
Asmalı Konak
Çemberimde Gül Oya
Kabuslar Evi
Yol Arkadaşım
Keşanlı Ali Destanı
Çalıkuşu
Gülizar

Bu diziler arasında Çemberimde Gül Oya ve Şaşıfelek Çıkmazı 'nın bende yeri ayrıdır hep...

Bana göre Çağan Irmak ilk 2005 yılında parlamış Babam ve Oğlum filmiyle... Sonrasında Issız Adam, Dedemin İnsanları... Ama son zamanlardaki filmlerinde sanki farklı bir şey yaratma isteği ile komedi ve fantastik öğeleri katmaya başlamış... Ama şu bir gerçek ki dram konusunda üstüne tanımam... Çok iyi ağlatıyor arkadaş :)))

Dikkat ettiyseniz bir de genelde aynı oyuncular vardır filmlerinde... Hümeyra ve Çetin Tekindor uzun süre hep baş köşede olmuşlar... Yetkin Dikinciler ona keza... Vikipedi bu konuda hangi oyuncu kaç defa oynadı diye bir skala tutmuş hatta... Tık tık

Sonuç olarak Çağan Irmak iyi ki var dediğim insanlardan... Kibar ve gösterişsiz duruşuyla hoşuma gidenlerden...

Bu yazının bonusu film repliklerinden gelsin... Bir sitede denk geldim ve çok hoşuma gitti... Siz de bir bakın isterseniz; tık tık

Sevgiler gönderdim kucak dolusu... Mutlu hafta sonları diliyorum herkese ♥





20 Temmuz 2020

Şebo bildiriyor :)


Uzun zamandır sizinle sohbet etmediğimi fark ettim....
Kendi rutin halimi buraya da yansıtmışım.... Hayatım kitap okumalarımdan ve film izlemelerinden ibaret değil tabi ki :)))

Temmuz 1 itibarı ile işe başladım... Müşterilerimle kâh kavga ederek, kâh başımızı sallayarak muhteşem bir ilişki sürdürüyoruz hahahaaa :)) Her ne hikmetse kapıdan içeri girerken bir maske indireleri geliyor... Maskeler yukarı diye hemen silahımı çıkarınca afallayan da oluyor, hemen sorumluluğunu hatırlayan da...

Geçenlerde Almancı bir amcam geldi, diretiyor maske takmamak için... Burası çok kuralcıymış da, Almanya hiç böyle değilmiş... Hasta olan takarmış da, o sağlammış... Bize oyun oynuyorlarmış mış da mış mış... Uzun süre cebelleştim. En son amca git sen bir test yaptır ben koronayım dedim... Uçtu yeminle, hem de maskesini takarak... Hak etmişti, pişman değilim...



Bu ay evren için küçük, benim için büyük bir karar vererek yürüyüşe başladım... Uzun süredir tek yaptığım spor diyebilirim...
Henüz 10.000 adım atamıyorum ama 8.000 ler civarında geziniyorum... Ümit ediyorum ona da ulaşacağım... O 8000 adımı atarken bile halimi görseniz... Sonlara doğru ayaklarım titriyor resmen... Sürünüyorum... Çok sürünüyorum... Bilumum yerlerimden nefes alıyorum.... Olayın vahimliği şimdilik böyle, alışırsam şayet keklik gibi sekiyorum diye de haber veririm hahahaaa :)))



Hafta sonları yazlığa gitmeye başladım... Eğer sabah 6:30-7:00 sularında uyanabilirsem hem yürüyüşümü yapıyorum hem de bir denize girip çıkıyorum... Sonra koştura koştura eve... Yine de farklı bir evde pineklemek iyi geliyor ruhuma... Sahilde devrile devrile kitap okuyup yüzdüğüm günleri özledim...

Bunun dışında pek bir havadisim yok... Hadi kendinize iyi bakın... Mutlu haftalar ♥

17 Temmuz 2020

Onlar Benim Kahramanım / Doğan Cüceloğlu



Bu aralar hep okuduğum kitapları yazıyorum... 
Buraya sıcağı sıcağına yazmazsam bazen etkilendiğim şeyleri unutuyorum. Bir nevi kendime not düşüyorum aslında... 

Bu kitap söyleşi tarzında bir kitap.... Doğan Cüceloğlu,  Gültekin Yazgan'ın başarı dolu hayat  öyküsünü taşımış bu kitaba... Gültekin Bey'in eşi Tülay Hanım da katılmış hatta sohbete ve çok samimi satırlar çıkmış ortaya...

Gültekin Yazgan kimdir; "1927 doğumlu Yazgan 1939 yılında geçirdiği bir rahatsızlık sonucu görme yeteneğini kaybetti. Dışardan sınava girerek ilk orta ve liseyi bitirdi. Huluk Fakültesine girmeyi hak kazanarak mezun oldu. Avukatlık mesleğinin haricinde 28 yıl öğretmenlik yaptı.

İzmir'de ilk görme özürlüler için kitaplık açan Yazgan aynı zamanda Altı Nokta Körler Derneğinin de kurucularındandır.

Ticaret Liseleri için kitap yazmış ve anılarını da Kör Uçuş kitabında toplamıştır. 
2012 de vefat etmiştir."

Kısaca bahsettiğimizde olağan bir yaşam gibi gözükse de bakış açısı ve çalışma azmiyle kendine hayran bıraktı beni Gültekin Yazgan... Hele ki Doğan Cüceloğlu'nun saptamalarıyla birleşince keyifli bir okuma oldu benim için...  

Kitapta konular bazen tekrara düşüp akıcılığı biraz sekteye uğratsa da bu hayatın bir köşesine iliştiğime çok memnun oldum ve evet bazı konularda farkındalığımın artmasına sebep oldu...

Söyleşi dalında kitapları okumayı seviyorsanız eminim bu kitabı da seveceksiniz ♥



Altıçizililerim;

* Düşündüm: Bir insanın var olabilmesi için onun yaşamına tanıklık yapan birilerinin olması gerekir. Var olabilmek için çocuklar gördüklerini hep çevresindeki anne ve babasıyla paylaşmak ister; "Anne bak!", "Baba bak!" der dururlar. Anne ve baba onların gördüğünü görüp tanıklık yapar, "Ha evet, kedi var, değil mi", "Aa, dala kuş konmuş, değil mi?" derlerse, çocuklar mutludur. Yaşamınızın tanığı yoksa, bedenen var olursunuz ama ruhen olamazsınız.

* Bu ülkede, bu ülkenin insanının yaşadıklarına değer verilse, bilim insanları ve aydınlar tarafından izlense ve irdelense, gelecek nesillere bırakılacak ne kadar önemli zenginlikler birikir.

* Evet o kör adamın da karısı var; Emsal Hanım. Ne güzel bir isim. Bu ismi kim koydu? Niçin koydu? Mutlaka bir öyküsü vardır. Acaba kör olmadan önce mi evlenmişlerdi, yoksa kör olduktan sonra mı? Bir kadının hayatını nasıl etkiler bu olaylar? Dopdolu bir hazne, ama ilgilenilmeyip bakılmayınca, hiçbir iz bırakmadan mezara gider ve ebediyen kaybolur.

* Empati insan ilişkilerinde, özellikle güçsüz güçlü ilişkilerinde önemli bir değer; sağlıklı ilişkiler için mutlaka gerekli.

* Çocuğunuzun olmasını istediğiniz gibi bir insan olun, gerisini zamana bırakın.

* Verimli bir öğrenme ortamının oluşabilmesi için gerekli olan en temel etken, kişinin öğrenmek istediği şeye ilgi duyması, istekli olması, şevkli olmasıdır. Verimli bir öğrenme ortamının oluşması için ikinci önemli etken, kişinin öğrenme çabasına saygı duyan, ona elinden gelen yardımı yapmaya istekli olduğunu belirten sosyal bir çevredir.

* İnsan, niyetinin saflığı içinde elinden gelenin en iyisini yaparsa evren ona yardım eder.

* Ayakta durmak istemeyen bir insanı kimse ayakları üstünde tutamaz; koltuklarının altından tutarak kaldıranlar da bir süre sonra yorulurlar, bıkarlar ve bırakırlar.

* Bir insanın ilkelerinin olması, onu benim kahramanım yapmaya yetmez. Onlara benim kahramanım dememin altında, ilkelerinin temelinde evrensel değerlerin yatması bulunmaktadır. Nedir bu temel değerler? Gerçeğe koşulsuz saygı, sorumluluk bilinci, kişisel bütünlük ve bunları yaşama geçirmek için özgürlük ve cesaret.

15 Temmuz 2020

Babaya Mektup / Franz Kafka




Bu kitap; 2020 Lokum Okuma Challenge 'da mektup türünde olan bir okuma için seçtiğim kitaptı. Hem de malum klasikler serisinden bir tane daha eksiltmiş olayım düşüncesindeydim kitabı seçerken....

Gençlik yıllarımda okuduğum bir çok kitabı hatırlamıyorum. Kafka okuduğumu hatırlıyorum ama hangi kitabını okuduğumdan da çok emin değilim... Not etmememin ve o yıllarda bir liste tutmamamın kötü sonuçları işte...
Franz Kafka bu mektubu babasına yazmış ancak babasına bu mektubu okutmamış. Çocukluk ve gençlik dönemlerini babasıyla bir mücadele içinde geçirmiş. Ve bunun sonucu olarak hayattaki birçok başarısızlığını da buna bağlıyor. Kendince bir sebep-sonuç silsilesi yaratmış mektubunda... 

Bazı ifadeleri oldukça yaralayıcı ancak bazen acaba çok mu alıngan ve kırılgan bir yapıya sahipti de bazı şeyleri yanlış anladı diye de düşünmedim değil. İletişimin bu noktada ne kadar önemli olduğunu anladım aslında. Yaralandığı konuları herhangi bir ebeveyniyle konuşmuş olsa ya da babasıyla iletişime geçmeye çalışsa acaba bu durum farklılaşır mıydı diye düşündüm çokça...

Mesela bir hatırasında babasının ona bağırarak masanın etrafında peşinde koştuğunu ve bu durumdan annesinin onu kurtardığını ve babasının da onu affedermiş gibi yaptığını anlatmış. Bu sahne bana seni yakaladım düşüncesi ile koşuşturan bir ebeveynin diğer ebeveyn tarafından aldım seni sakladım türündeki bir oyunu gibi olabileceğini anımsatmadı değil... Bunu Oytun'la bizde çok yapardık... Ardından gelen zamanlarda sevgi sözcükleri olmasa belki o minik yürek yaralanabilir miydi acaba? İşte burada sarılmanın ve sevgi sözcüklerinin gücü olayı olması gerektiği gibi (sonuçta eğlence) algılamasını sağlayabilir. Dediğim gibi babanın kendisini sevdiğini bilmesine rağmen bunu gösterememesi ya da göstermemesi sorun oluşturmuş da olabilir... Bunun gibi bir sürü ikilemde kaldım bu okumada...

Düşündürücüydü...
Kitabın ismini okuma bittiğinde ancak algılayabildiğim; "babama" değil "babaya" mektup olarak adlandırması daha çok düşündürdü beni diyebilirim...
Kafka mızmız mıydı? Yoksa babası gerçekten katı, çocuk ruhundan anlamayan bir adam mıydı bilemiyorum... Ama yaralarının oldukça derin ve kapanmaz olduğu aşikar... Gücüne, başarısına inandığı babasıyla olan iletişimsizliğini ve bir çok konuda kendince uğradığı haksızlığı çok güzel bir dille anlatmış aslında... Yine de babanın içinde yaşattığı duyguları onun dilinden öğrenmek isterdim. Bir mazeret bulmak istemek değil içimdeki ikilemi çözmek için belki de...

Sonuç olarak okumanız yönünde tavsiye verebileceğim bir kitap...


Altıçizililerime gelecek olursak;


* Her çocuk iyiliği bulana kadar arama kararlılığına ve cesaretine sahip değildir.

* Anlamsızca su istemenin bana göre doğallığıyla dışarıya bırakılmanın olağanüstü korkunçluğu arasında mizacım gereği asla doğru bir bağlantı kurmayı başaramadım. Devasa adamın, babamın, en üst merciin neredeyse nedensiz gelivereceği, beni gece vakti yatağımdan alıp kapı önündeki koridora bırakabileceği ve onun gözünde böylesi bir hiç olduğum yönündeki kahredici düşünceyle yıllar sonra bile acı çektim.
* Sanki ortada asılacak biri var gibiydi. Gerçekten asılırsa ölürdü ve her şey biterdi. Ancak kişi asılma hazırlıklarına tanıklık etmek zorunda bırakılırsa ve ilmik gözünün önünde sallanırken bağışlandığını öğrenirse, yaşamı boyunca bunun acısını çekebilir.

* Cimrilik derin mutsuzluğun en sağlam belirtilerindendir...

* Utancının kendisinden çok yaşamasından korkuyor.

* Evlilik korkusunun bazen, kişinin kendi ebeveynine karşı işlediği günahların acısını ileride kendi çocuklarından çıkaracağı yolunda duyduğu endişeden kaynaklandığına dair bir görüş vardır.






13 Temmuz 2020

Ermiş / Halil Cibran



Bu aralar elimden geldiğince İş Bankası Kültür Yayınlarının Modern Klasikler Dizisini okumaya çalışıyorum. Uzun zamandan beri klasiklerden uzak kaldığım için beni zorlamayacak kitapları seçmeye çalışıyorum aynı zamanda ama bunu sayfa sayısına orantılamakla çoğunlukla hata yapıyorum 😂

Mesela bu kitapta olduğu gibi... Sadece 54 sayfa... Ancak  El Mustafa'nın 12 yıl yaşadığı Orphalese kentinden ayrılması sırasında kent sakinlerine evlilikten aşka, dostluktan ticarete, dinden hazza kadar birçok konuda verdiği tavsiyeleri konu alınca kitap haliyle bolca durup düşünmek gerekiyordu.

Sonuç üzerinde düşünülesi, bazı tavsiyeleri tam da yerinde, ancak bazı konularda geçen zamanın etkisiyle uyumunu kaybetmiş bazı düşünceler olsa da keyifli bir okumaydı...

Herkese mutlu bir hafta diliyorum... 



Altıçizililerim;


* Aşk sizi çağırdığı zaman, onu izleyin... Yolları zorlu ve dik olsa da.

* Kendinden başka bir şey vermez aşk ve kendinden başkasından almaz. Ne sahip olur aşk ne de sahip olunmak ister. Çünkü aşka aşk yeter.

* Bırakın mesafeler olsun birlikteliğinizde. Bırakın dans etsin göklerin rüzgârları aranızda. Birbirinizi sevin ama aşkı pranga eylemeyin: Bırakın ruhlarınızın kıyıları arasında dalgalanan bir deniz olsun aşk.

* Ne geri gider yaşam ne de oyalanır dünle. Sizler yaysınız, çocuklarınız da bu yaylardan fırlatılan canlı oklar.

* Sanki alıkoyabileceğiniz bir şey mi var? Tüm sahip olduklarınız bir gün verilecek. Öyleyse şimdiden verin de, size ait olsun verme mevsimi, mirasçılarınıza kalmasın.
   "Veririm ama sadece hak edenlere" dersiniz sık sık. Ne meyve bahçenizdeki ağaçlar böyle der ne de çayırlarınızdaki sürüler. Onlar yaşayabilmek için verir; çünkü vermekten kaçınmak yok olmaktır.

* Yeryüzüne ve yeryüzünün ruhuna ayak uydurabilmek için çalışırsınız. Çünkü aylaklık, mevsimlere yabancı düşmek, heybetle ve mağrur bir teslimiyetle sonsuza yürüyen yaşam kafilesinin dışında kalmaktır.

* Gönülsüz pişirilen ekmek acı olur ve ancak yarısını giderir insanın açlığının.

* Yasa koymaktan haz alıyorsunuz. Ama onları çiğnemekten aldığınız haz daha fazla. Okyanus kıyısında oynayan, durmaksızın kumdan kaleler yapıp, sonra da kahkahalar atarak onları yıkan çocuklar gibi.

* Günleriniz dertsiz, geceleriniz eksiksiz ve hüzünsüz olduğu zaman değil. Tam tersine, bütün bunlar yaşamınızı kuşatmışken, çıplak ve tüm bağlardan kurtulmuş olarak hepsinin üzerine yükseldiğiniz zaman özgürsünüz gerçekten.

* Dün, bugünün anısından ve yarın, bugünün düşünden başka bir şey değildir.

* Güzellik hayattır, kutsal yüzündeki peçeyi indirdiğinde hayat. Fakat hayat da sizsiniz, peçe de. Güzellik sonsuzluktur, aynada uzun uzun kendini seyreden. Fakat sonsuzluk da sizsiniz, ayna da.


9 Temmuz 2020

Haziran instaları ♥




Tam 101 gün sonra işe dönüşün hatırası olsun bu resim. 
Ofise döndüm, yeni normal dedikleri şey diye bir şey yok hala bende. 
Alışamadım. 
Tırsa tırsa çalışıyorum gerçi ama premsesimle kahve keyfimizden de geri kalmıyoruz 😂😂😂 

Şimdi hadi evden çalışmaya devam et deseler
Arkama bile bakmam 
Mutlu haftalar


2020 sonuna kadar böyle bir karar aldım...
Haydi siz de benimle birlikte izlesenize ;)



Bu aralar mottom ;)


Çiçeklerimle teşekkürleşiyoruz galiba bu sene 🙏 
Her şerde bir hayır var dedikleri bu olsa gerek, 
bu dönemde evde olmasaydım onların pıtır pıtır tomurcuklandığını, 
açma aşamalarını izleyemeyecektim 🥰 
Hayat her şeye rağmen güzel 🎈

Şebonun çiçekleri
Bugünkü şükür sebebim


Evdeki bu hallerimi seviyorum ♥


6 ay olmuş muydu mirim sizinle koklaşmayalı. 
Özleşmişiz vallahi ☺️ 
Siz yokken buralarda neler oldu bir bilseniz... 
Azıcık soğuyun da anlatayım bak size 😉

Rakıyı balıkla kavuşturduk sıra ayvalıkta 
Kokusunu sevdiğim 
Keyif halleri


Bu paylaşım sonrası gelen önerilerde sirke ve karbonat birleşimi evet kısmen çözüm oldu 
ama sadece derzlerde....
Kararan fayanslara kimyasal içermeyen bir sonuç bulamadım henüz....


😊😊😊😊😊😊😊😊😊


Kendisi çok güzel uyudu efenim...
Ama ya incirim tatsızdı ya da pekmez, bal vs katmam gerekiyordu çünkü benimki pek tatsız olmuştu...
Bisküvi ile yedik sorunu çözdük hahahaaa :)
Bir dahaki sefere azıcık pekmez katıp uyutacağım bakalım ;)


Evde çalışma halleri ♥