27 Şubat 2020

Plastik Aşklar


Tiyatro sezonumuz dolu düzgün gidiyor demek isterdim ama maalesef... En azından ayda bir gitsek bari desek de Şubat ayı boş geçti...

Bu oyuna da Ocak ayında gitmiştik ancak henüz yazabiliyorum 😔




Plastik aşklar iki kişilik bir oyun.... Tek perdelik bu oyunda Oya Başar ve Begüm Birgören oynuyorlar...

Konuyu kısaca anlatmak gerekirse eski eş Alev (Oya Başar) ile yeni sevgili Sezen (Begüm Birgören) 'in aşık oldukları adam ortadan kayboluyor. Sezen aşık olduğu adamın eski eşine geri döndüğünü düşünerek Alev'in kapısını çalıyor. Aslında bu sırada Alev de aynı düşüncelerde... Bir nevi yüzleşiyor iki kadın... Bu yüzleşmenin altından başka başka duygular da çıkıyor tabi....




Oyun çok keyifliydi kesinlikle, çok eğlendim....

İki kadının yüzleşmesini o kadar güzel aktarmışlar ki... Çekişmeler, laf sokmalar derken aynı adama duyulan ortak duyguların verdiği hırs...

Kadınlara dair inişler çıkışlar o kadar güzel yedirilmişti ki oyuna... Ve tabi ki ikili ilişki halleri... Mesela size casper diye bir kedi hediye edilirse bilin ki ilk değilsiniz 😂😂😂 Hatta son da olmayacaksınız 😂😂😂

Siz Monalisa güşünü biliyor musunuz peki ? Bak bu oyunda o kadar güzel anlatmışlar ki her gün sabah insanların evden çıkarken suratlarına yerleştirdikleri o gülümsemeyi...

Kelime hafızama yeni kelimeler yerleştirdiler mesela... Sürospu ve malsalak gibi... Argo mu argo evet... Ama nedense bu hali beni çok da rahatsız etmedi...

Begüm Birgören'i dizilerde filmlerde izlemiştim ama tiyatroda başarılı olabileceğini düşünmemiştim. Gayet iyiydi bence... Enerjisi oldukça yüksekti...



Oya Başar'ı "Olacak O Kadar" haliyle severim ben... Sonrasında bir çok dizi de ya da filmde rastladım ama bir türlü sevememiştim oradaki hallerini... Çok abartılı, çok sivri gelmeye başlamıştı bana... Ama bu oyunla anladım ki kadın tiyatro sahnesine çok yakışıyor. Evet mimikleri, vücut dili oldukça tiyatral... Ve bu sebepten ben dizilere filmlere çok yakıştıramıyormuşum....

Oyunun süresi 2 saate yakındı ve kadının enerjisi de oyunun enerjisi de bir kere bile düşmedi... Ağzım açık izledim diyebilirim... Ve deli gibi kahkaha atarak tabi ki... İyi ki varsın Oya başar dedim ♥

Oyunu izledikten sonra ekşide ne yazmışlar acaba diye girdiğimde tüm olumlu yorumların arasında tek bir yorum vardı ve o da "y kuşağına çok hitap etmediğini, ancak yaşlı teyzelerin bu oyunda eğlenebilecekleri" minvalinde bir yorum vardı ki kendisine buradan sesleniyorum. O yaşlı teyzelerden biri benim vallahi 😂😂😂 Ama oyunun hakkını da vermek lazım, kadınlar eğlendirdiler ;)

Sonuçta iki kadın yatırdılar ortaya aşklarını, anılarını, hayallerini... Biri geçmişini hükümsüz kıldı, diğeri geleceğini... Bana da kâh kendimden, kâh yanıbaşımdakilerden parçalar bularak keyiflenmek düştü... Çoğunlukla güldürdü, arada hüzünlendirdi, çokça da düşündürdü...

Şehrinize mutlaka gelecektir bu oyun... Eğer denk gelirseniz kesinlikle kaçırmayın derim...


Kendime not: Okan Bayülgen'i unutma... 
Size not: Fotolar google amcadandır

24 Şubat 2020

Heyyyy on beşli ;)




Sen bilmezsin ama hey on beşli diye güzel bir türkü var, öğrensen iyi olur gerçi :)) Başlık oradan
aklıma geldi ;)

Bugün tam 15 yaş 2 günlüksün... Sana göre reelde 16 ama hayalinde 20... 18 i neden atladığın konusunda hiçbir fikrim yok... İşin normalitesi 20 den önce reşit olacağın 18 i hayal etmektir gerçi ama sende işler biraz karışık sanırım :)))

Bu sene kendince havalardaydın çocuğum.... Evde kutlama yapmamızı istemedin. Arkadaşlarınla bir yerlere git, pasta kes dedim ona da burun büktün... Yok okul arkadaşlarımı istemiyorum dedin, yok eski sınıf gelsin dedin sonra ondan da vazgeçtin... En nihayetinde korku evine gitmeye karar verdin bir kaç arkadaşınla... Ve hakikaten 3,5 atmışsınız hepiniz ahahahaaa :)) İnsan korkmak için niye para verir hiç anlamadım gerçi ama tabi ki ergen analığının ilk kuralı olan susma hakkımı kullandım. Ben sizi evde de korkuturdum çoccuğum diyemedim tabi :D

Sen no parti modunda olsan da bizim içimize sinmedi ve sana bir süpriz parti yapalım bari dedik... Yumuşak mamin sağolsun ben seni oyalarken tüm hazırlıkları o yaptı... Ne kadar ben anladım, olmayan ıspanaklı böreğin kokusunu aldım işte desen de hiçbir şey çakmadığını düşünüyorum. Öğleden sonra korkmuştun, akşamına da eğlendin işte :))

Zor bir yıldı her ikimiz içinde.... Bir takım dönemeçleri birlikte atlattık... Hiç anlatıp tekrar o günlere dönmeyelim ama zorlandık beraber... Olgunluğun ve desteğin için binlerce teşekkürler oğlum... İyi bir takım olmayı başardık sanırım seninle ♥

Zor bir yıl ve yaş olmasının diğer sebebi de şu lanet sınav LGS idi... Beni şaşırttın itiraf ediyorum. Oytun çalışmaz bakalım nasıl yapacağız derken sen sınırlarını zorladın... İlk defa senin bu kadar çalışabildiğini fark ettim... Hoş sınav bitti ve sen tekrar eski ultraXlarge moduna döndün ama olsun buna da şükür diyorum ;) Bu dönemden alnının akıyla çıktın... Darısı üniversite sınavına diyorum...

Dans etmekten çok hoşlanmıyordun bugüne kadar... Ama mezuniyet gelip çattı ve aşık olduğun kızla dans etmek istedin... Hayal kurdun... Nasıl dans etmeye davet etsem ama dans etmeyi bilmiyorum ki diye hayıflandın bolca... Evde akşamları seninle birkaç gün dans çalıştık ve evet kötüden hallice sallanmasını öğrendin :P O gün alkışlar eşliğinde dans ettiniz... Evet ben yoktum yanında ama iyi muhbirlerim vardı içeride hahahaaa :))) Senin o anını bana anında gönderdiler... Teknolojinin gözünü seveyim ♥ Çığlıklarla izledim ben de dışarıda... İnan senden daha çok heyecanlandım ;) Bu sende bir tarz değişikliğine de sebep oldu aslında... Dans etmek kavramı hayatına yerleşti ve yaklaşık 3 aydır tango kursuna gidiyorsun arkadaşlarınla... İyi de ilerliyorsunuz. Sıkılıp bırakır mısın acaba dedim ama hala çok istekli gidiyorsun....

Danstan aşk hayatına geçeyim biraz da... Evet o sınıf arkadaşına saplantılı bir şekilde aşık oldun... Uzun süre onunla yattın onunla kalktın... Tam da sınav döneminizdi, birbirinizi etkilememeniz için sınav sonrasını bekle dedi tüm arkadaşların ve sevdiğin öğretmenlerin. Şükür ki söz dinledin... Evet sonrasında reddedildin, çok üzüldün, ikna etmek için uğruna şiirler yazdın, bunalıp bunalıp gece yürüyüşlerine çıktın ama şükür atlattın.... Sonrasında birkaç kez daha birilerinden hoşlandın ve reddedildin ama  bununla dalga geçmesini de öğrendin... 3,5 kez reddedildim diye dalga geçiyorsun artık... Senin için güzel bir deneyim ve gelişim oldu bence ;) Hatta bazen imkansızı seviyorsun diye de düşünmüyor değilim :D

Bir ara arkadaşlarınla bir olup seninle dalga geçeyim dedim, yüreğime hayatımın öküzünü konduruverdin hemen... Halbuki bir şey dememiştim, kız ağzını şaplatıyormuş bak nasıl olacak bu iş dedim... Bizimle aynı sofraya oturmazsın anne diye lönk diye geçiriverdin.... Bunu ara ara hatırlatırım ben sana artık hahahahaaaa :)))

MUN toplantılarına katıldın ilk kez bu sene... Ve çok sevdin... Papyonlu çocuk diye anılmak o kadar hoşuna gitti ki papyon vazgeçilmez aksesuarın oldu. Şimdi çeşit çeşit papyon arar olduk birlikte... Evet hâlâ spor giyinmeyi seviyorsun ama takım giyip papyon takmak ayrı bir keyif veriyor sana... Dikkat çekmek, özenli olmak hoşuna gidiyor...



Bu sene kulaklığınla bir bütün oldun sanırım... Hatta kulakların kulaklığın içine monte oldu da diyebiliriz... Müzik zevklerimizi iyice ayrıştı artık... Rap tutkunu oldun çıktın... Araba da senin kanalın benim kanalım savaşı yapıyoruz... Ve her yerde müzik dinliyorsun... Banyoda, tuvalette, sokakta, bulduğun iki boşlukta.... Her yerde ve her işte....

Yüzmeyi ve denizi oldum olası çok sevmişsindir. Bu sene tüplü dalış deneyimini de ekledin hayatına... Çok hoşuna gitti... Hatta gaz alıp gelmişsin, ben eğitmenlik için uğraşacağım diye bir niyet edindin... Kısmet dedik bekliyoruz bu konudaki ataklarını...

Arada diyet yapıyorsun, kaslanmaya çalışıyorsun, okulda basket oynuyorsun... Düzenli sporu hayatına sokmaya çalışıyorsun ama maalesef bu konuda çok başarılı değilsin şimdilik... İlerleyen dönemde nasıl olursun fikir üretemiyorum. Çoğunlukla üşengeçsin çünkü...

Liseli olmayı sevdin sanırım, ayrı bir özgür hissediyorsun kendini...

Her şeyi senin çok iyi bildiğin, bizim ise bilmediğimiz dönem... Bu sebeple bolca kapışıyoruz... Üzülerek söylüyorum ki yapabileceklerin ve yapamayacakların konusunda oldukça ön yargılısın... Rahatlıkla halledebileceğin bir konuyu bunu ben yapamam diye inat ediyorsun... Seni ikna etmeye çalışırken gücüm kalmıyor... Heyyytttt diye arada atarlanınca çoğunlukla işe yarıyor... Yaptığını görünce mutlu oluyorsun ama sonra başka bir şeyde yine ön yargıların devreye giriyor. Daha önce ben başarmıştım, yapmıştım yine yaparım gibi bir duygun hiç olmuyor....

Bizlerle telefonda konuşmaktan hiç hoşlanmasan da arkadaşlarınla saatlerce konuşuyorsun... Bir de yerinde dursan... Saatlerce konuşup saatlerce deli danalar gibi dolanıyorsun evin içinde...

Sana hâlâ sarılabiliyorum, sen de bana... Öpüşmeli, koklaşmalı hallerimiz devam... Temastan, sarılmaktan vazgeçmedin şükür... Yapış yapışsın diyince hatta kızıyorsun hahahaaa :)))

En sevdiğin renk bu sene de siyah... Ama renkliliğe de hayır demiyorsun... En sevdiğin yemek bu sene de çiğköfte... Abur cubura da dayanamıyorsun...

Galiba bu yaşının özeti böyle.... Sevdiklerinle, sevmediklerinle....

Yine anılar biriktirmeye, yeni keşifler ve deneyimler yaşamaya devam edeceksin bu yaşında da... Ve ben her daim yanında seninle birlikte ilerlemeye devam edeceğim... Bu benim için nasıl güzel bir mutluluk anlatamam...

Bitanemsin, vazgeçilmezimsin... Ergenliğine çoğunlukla hayıflansam da artık keyfini çıkartmaya başlıyorum sanırım... Beni de ehlileştiriyorsun bu konuda :)

Daha çok gül...
Daha çok deneyim yaşa...
Şükürlerin bol olsun, güzelliklerin çoğalsın...
Sevdiğin insanlarla sarmalan her daim...
Sevilmenin tadını çıkarttığın gibi sevmenin de tadını çıkart çokça....
Hayallerinden hiç vazgeçme... Onlara ulaşmak için çaba göster...
Hırs olsun hayatında ama aşırısının sana zarar verebileceğini hiç unutma....
Adım atmaktan korkma hiç... Düşe kalka öğreniyor bazen insan... Hatta daha iyi öğreniyor...

Ve birlikte olmanın keyfini çıkartalım doya doya...
Bol bol sarılalım yine...
Benimle dedikodu yapmayı öğren artık bu sene :)
Ağız ağıza verip konuşmalara, gülmelere doyamayalım...

İyi ki doğdun oğlum.... Beni tamamladığın için binlerce şükür...
Seni çok seviyorum ♥

Annen








12 Şubat 2020

bir alıntı, bir film, bolca da gevezelik


Geçenlerde bir arkadaşım yollamıştı bu yazıyı bana... Hoşuma gitmişti ve saklamıştım...
Bu aralar yakın çevremdeki bir arkadaşımın oğlunu evlendirmesi sebebiyle girdiği buhranının da bu konudaki algılarımı oldukça arttırmasının da etkisi var tabiki bu yazıdan etkilenme sürecimde....

İlk önce yazıyı paylaşayım sonra üzerine gevezelik yapmaya devam ederim...

“Seni büyütürken çektiğim çileleri, yaptığım fedakarlıkları, senin uğruna vazgeçtiklerimi asla unutma!” Böyle bir şeyi oğluma nasıl söylerim diye düşünüyorum kara kara... 
Ya da nasıl hissettirebilirim örtük mesajlarla? Nasıl kıyabilirim 3 yaşındaki, 5 yaşındaki, 10 yaşındaki veyahut 25 yaşındaki ruhuna... 
Nasıl bana borçlu hissettirebilirim, onun seçmediklerinin diyetini ona nasıl ödetirim? 
Kendisi için bir şey yapmak istediğinde, arzusu beni yani annesini içermediğinde yanlış yapmış hissettirmeye ne hakkım var?
Aklı hep bende kalmaz mı?
Hep ben iyi miyim diye düşünmek zorunda kalır sonra...
Beni sık sık arayıp kontrol eder... (A bak bu iyiymiş!)
Hasta olsam çok endişelenir herhalde... (Hmmm!)
Hayatımı kolaylaştıracak yardımlar yapma gayretine düşer muhtemelen... (Vayyy!)
Aynı şehirde yaşamamız gerekir ya da yakın muhitlerde olursak rahat eder ancak... (Güzeel!)
Ailesi olsun olmasın, sosyal olsun olmasın, yakın ya da uzak olsun; ben hiç aklından çıkmam... (Hiç fena değil!)
Ölürsem diye çok korkar... (E yani! Bir zahmet!)
Beni hiç kaybetmek istemez, hep üzerime titrer... (Heheh!)
Belki kendi öz annem bile bazı ihtiyaçlarımı atlamış, bu kadar dört dönmemiştir çevremde... Ne kadar da yoğun bir bakım ve önemsenme ihtiyacı... Ve ne yazık ki ne kadar da yalnızlık ve bırakılmışlık hissi ile dolu... Başkasının bıraktığı açlığı oğlumla doyurmak! ?!?!?!?
Eğer yalnızlığı kendimle kalmak değil de terk edilmek gibi deneyimleyen bir kişilik yapım, çözümlenmemiş ve onarılmamış travmalarla dolu bir yaşam öyküm olsaydı, bu ilgi, bu doygunluk bana çok iyi gelirdi... Hiç kaybetmek istemezdim bu ilgiyi... 
Ya çocuk? Çocuğumun aklına gelince içine neşe dolu anılar dolmasın mı? Beni aramak istediğinde endişe yerine özlemle aramasın mı? Beni destekleyen, güven veren, sevgi dolu, kendine yeten bir kadın olarak hatırlamasın mı? Borç kamburuyla değil, yol arkadaşlığının vefası ile sarılmayalım mı?
Psikolog Bengü T. Küçük

Şimdi bunu paylaşmak aklına nerden geldi Şebo derseniz, dün akşam izlediğim filmden geldi vallahi :)

Ütü yaparken hadi film izleyeyim diye açmıştım ki tam evlere şenlik bir film çıktı...


OTHERHOOD (2019)

3 anne 3 oğul... Anneler ve çocuklar anaokulundan beri arkadaşlar... Vakti zamanı gelmiş yuvadan çocuklar uçmuşlar kendi yollarına... Kimisi çalışıyor, kimi tercihlerinin peşinde gibi...

Bizim analar Carol, Gillian ve Helen bu durumu çok içlerine sindirememişler... Terk edilmiş hissediyorlar kendilerini... Hayatlarının her türlü detayını bilirken uzaklarda hayatlarına dahil olamamaları feci bozguna uğratmış hatunları... Ve derken birbirlerini gaza getirip anneler gününü de bahane ederek oğullarına kalmaya gidiyorlar ve tatatataaaaaammmm çocuklar tabi ki bu durumdan hiç memnun kalmıyorlar :)))

Sonrası bolca savaş, dengeleri ayarlama ve annelerin kendilerini bulma çabaları...

Film çıtır çerez çok eğlenceli bir film... Özellikle yuvadan uçmuş çocukları olan veya bu ihtimali düşünerek içine darallar basan analar için şahane bir seçenek... Çok eğleneceğinize ve içinde kendinizden parçalar bulacağınıza çok eminim... Blog aleminin çıtır bekarları ise ancak çocuklarla empati kurabilirler 😊

Bir sahnede bir annemiz oğlunun işle ilgili partisine girmeye çalışırken cüzdanında taşıdığı oğlunun küvetteki fotoğrafını gösterdiğinde ise koptum resmen. Oytun ne oluyor diye bir hışımla geldiğinde ona başa sardım, bak izle diye... Tepkisi çarpıcıydı... "İşte sen anne !!" diye suratını ekşitince tabi bir aymadım değil 😏


Bende yazıyı çağrıştıran duygusal konuşmanın merkezi de işte bu sahne...
Kim olduğunu unutan anneler... Ben de bu gruba çoğunlukla dahil oluyorum aslında...
Evet kendime has hobilerim, kendime dair zamanlarım var mutlaka ama annelik benim ilk unsurum olarak yerleşiyor çoğunlukla hayatıma sanırım... Bu konuda kendimi törpülemem gereken hislerim var...

Mesela bu sene liseye başladığında bile ilk veli toplantısında liseli anne-babası olmak nasıl bir duygu diye sorduklarında, kendimi vitrine konmuş bir süs bitkisi olarak hissediyorum demiştim. Hâlâ da bu duygum değişmedi. Şu ana kadar eğitim hayatının, eğitim sosyalitesinin tam merkezinde bulundum. Şu an okulda öğretmenleriyle, arkadaşlarıyla ilişkisi ne durumda, ne konumda uzaktan uzaktan hissetmeye çalışıyorum. Müneccimlik yapmaya çalışıyorum :)))

Yakında tarot kartlarını açar bugün bizim ergen ne evrelerden geçecek diye tahminde bulunmaya bile çalışırım 😂😂



İşte bir filmin beni getirdiği nokta... Çok iç açıyım değil mi :)) Evrile devrile bu konuda da yolumu bulurum nasıl olsa diyemiyorum çünkü o evrilmeleri devrilmeleri çakacak büyüklükte bir evlat var karşımda. Eskiden küçüktü anlamıyordu. Ama şimdi anne bana sübliminal mesaj yollama diye gözlerini deviriyor. Anneye göz devirme bakıyım diyerek işin ehemmiyetini farklı bir yöne çekmeye çalışsam da yemiyor artık...

Lafı toparlayayım ve sonuç olarak ben bu çıtır çerez filmi SEEEEVVVVDİMMMMM efenim, düşündürücü bir ütü filmi oldu kendisi bana... Seyredin, eğlenirsiniz... Belki azıcık da empati kurar benim gibi düşünürsünüz...

İşte iyle ;) Kendinize iyi bakın ♥





10 Şubat 2020

Ve Oscar ödülleri belli oldu...


Benim için sonu sürprizli bir törendi....
Sevgili Digicim şifresiz yayınını ara ara açsa da tamamını izleyemedim maalesef :/
Kısmet...

Neyse efenim sonuç olarak film ve yönetmen haricinde tutturmuşum... Parazit olmayacağı konusunda emindim halbuki ben. Ama komite kendini aşıyor yavaş yavaş. Bundan sonra bol bol Kore filmi izleyeceğiz sanırım adaylarda...

Tam listeyi buraya bırakıp kaçayım ben en iyisi...
Mutlu bir hafta diliyorum herkese ♥


En iyi film: Parazit
En iyi yönetmen: Bong Joon Ho (Parazit) 
En iyi kadın oyuncu: Renee Zellweger (Judy) 
En iyi erkek oyuncu: Joaquin Phoenix (Joker)
En iyi yardımcı erkek oyuncu: Brad Pitt (Once Upon a Time In Hollywood)
En iyi yardımcı kadın oyuncu: Laura Dern (Marriage Story)
En iyi uluslararası film: Parazit
En iyi görüntü yönetmeni: 1917
En iyi animasyon: Toy Story 4
En iyi kısa animasyon: Hair Love 
En iyi orijinal senaryo: Bong Joon Ho ve Jin Won Han (Parazit)
En iyi uyarlama senaryo: Taika Waititi (Jojo Rabbit) 
En iyi kısa film (Canlı aksiyon): The Neighbors’ Window
En iyi prodüksiyon tasarımı: Once Upon a Time In Hollywood 
En iyi kostüm tasarımı: Little Women
En iyi belgesel: American Factory
En iyi kısa belgesel: Learning to Skateboard in a War Zone If You’re a Girl
En iyi ses kurgusu: Ford V Ferrari
En iyi ses miksajı: 1917
En iyi kurgu: Ford V Ferrari
En iyi görsel efekt: 1917
En iyi saç ve makyaj tasarımı: Bombshell
En iyi orijinal film müziği: Joker
En iyi özgün şarkı: Rocketman

8 Şubat 2020

Şebo Oscarlarını dağıtıyor, hadi toplaşıverin gari :)

Şu an itibariyle filmleri izlemeyi yetiştirememiş olsam da önümde Cumartesi akşamı ve koskoca bir Pazar günü var. İzlemediğim filmler kararlarımda çok etkileyici olmayacağını tahmin ettiğim için şimdiden tahminde bulunmakta zarar görmüyorum... Eğer son anda bir değişiklik hissedersem, yine buraya not düşerim diye düşünüyorum...

Neyse efenim gelelim tahminlerime...


EN İYİ FİLM;

Bu kategorideki tüm filmleri izlemeyi başardım evet... Kendimle gurur duyuyorum ;)
Bu sene benim için karar vermek zordu çünkü gönlüme yatanın heykelcik alamayacağını bilerek davranmak beni zorladı....
Gönlümün efendisi Jojo Rabbit aslında ama maalesef imkansız durumda... Joker'in film dalında heykelcik kapması ise zor gözüküyor. Parazit imkanlar dahilinde ama olsun da istemiyorum açıkçası... O sebeple

1917 kazanacak diyorum ✌


EN İYİ YÖNETMEN;

Bu kategorideki filmlerin izlenmesi tamamlanmış. Ooo la laaa ♥
Ve bu kategoride herhangi bir kararsızlığım yok. Direkt söylüyorum o sebeple. Başka birisi çıkarsa şaşırırım hatta ;)

SAM MENDES / 1917 kazanacak diyorum 😉


EN İYİ KADIN OYUNCU;

Bu kategoride bir tek Bombshell'i izlemedim ve izleme ihtimalim de yok ne yazık ki... İnternete henüz düşmedi çünkü...

Scarlett çok iyiydi bu kategoride... İlk zamanlar evet olabilir derken  gönlümü başka bir hatuna kaptırdım. Canlandırdığı karakterin de etkisi büyük tabi ki bu kararı almamda...  O zaman söylüyorum ;)

RENEE ZELLWEGER botokslarınla bile güzeldin ♥


EN İYİ ERKEK OYUNCU;

Bu kategoride de The Two Popes 'i izlemedim ama kararımı hiç bağlamayacağından eminim...

Ve tek favorim var bu kategoride. O da;

JOAQUIN PHOENIX diyorum ♥


EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU;

Yine Bombshell çıkıyor burada da karşıma izlemediklerim arasından...

Kathy Bates'in oyunculuğunu sevdim aslında ama yine de favorimin daha göz dolduğuna inanıyorum. Ama bir şey itiraf etmem gerekirse ikisi de öyle aman aman Oscarlık değildi ama seçeneklerle kısıtlıyız malumunuz. O sebeple

LAURA DERN diyorum 😉


EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU;

The Two Popes bu akşam izleyeceğim ancak ne kadar değiştirir fikrimi bu kategoride çok emin değilim...

Aslında en kararsız kaldığım kategori burası... İlk önce gönlümü Al Pacino'ya kaptırdığımı söylemek istiyorum ama benim gönlümü kaptırmam yeterli gelmiyor biliyorsunuz. Joe Pesci 'nin eli daha güçlü hatta Pacino'ya göre .... Fakat ben apayrı bir tahminde bulunacağım... İşin mantık kısmı ağır bastığında ondan başkasına gitmeyecek gibi geliyor çünkü... Al Pacino gelirse hadi yaaa yanlış tahmin diye hiç üzülmeyeceğim :))) Ters totem yaptım yaşasın der göbek atarım :)))

Evet tahminime gelecek olursak;

BRAD PITT yüksek ihtimal 👍

Bir de şuraya toplu resim bırakalım.... Pazartesi tekrar değerlendiririz artık kim kazandı, kim kazanamadı diye ;)


7 Şubat 2020

2020 Oscar adaylarında #11




LITTLE WOMEN / KÜÇÜK KADINLAR (2019)

(Adaylıkları; en iyi film, kadın oyuncu, yardımcı kadın oyuncu, film müziği, uyarlama senaryo ve kostüm tasarım olmak üzere toplamda 6 dalda...)

Bildiğiniz üzere Little Woman bir kitap uyarlaması... Ve daha önce bir çok kez sinemaya uyarlandı... Ben de bir kaç uyarlamasını daha önceki senelerde izledim...

Hatta 1994 senesindeki uyarlamasını sinemada kardeşimle birlikte izlemiştik ve ben yine çok ağladığım için bir daha benimle sinemaya gitmeyeceğini söyleyip kızmıştı hahahaaaa :))) Rezil olmuşmuş :D Ağlanacak ne varmışmış... Pehhhhh :)))

Filmimiz malumunuz 60 lı yılların Amerika'sında geçiyor ve March ailesinin ve özellikle kızlarının hayata tutunma çabalarını anlatıyor... Birbirinden farklı karakterde 4 kızın aynı evde olma halleri haliyle bir yandan çok eğlenceli... Ancak yaşadığı zorluklar ve hayallerine ulaşma çabaları da bir o kadar duygusal...

Bu filmle ilgili en büyük tepki yönetmen Greta Gerwig'in aday olarak gösterilmemesi oldu sanırım. Erkek egomanyası olarak adlandırıldı ve bir çok yerde boykotlar yapıldı...

March ailesinin kızlarına hayat veren oyuncular oldukça başarılıydı... Jo (Saoirse Ronan), Meg (Emma Watson), Beth (Eliza Scanlen) ve Amy (Florence Pugh) karakterlerine hayat vermişler. Ve Saoirse Ronan ve Florence Pugh en iyi kadın oyuncu ve yardımcı kadın oyuncu olarak da adaylık kaptılar zaten...

Benim için filmin bonusu hala karakteriyle Meryl Streep'ti ki beni bilenler hatunu ne kadar sevdiğimi de bilir...

Filmde tek oturtamadığım karakter Theodore karakterine hayat veren Timothée Chalamet di sanırım. Ben bu çocuğu nedense yakışıklı bulamıyorum bir türlü... Tamam oyunculuk olarak falsosu yok, gittikçe kendini geliştiriyor ama dalyan gibi bir delikanlı çok yakışırdı sanki bu filme...

Filmdeki gözbebeğim tabi ki Jo ♥ Saoirse Ronan duru güzelliği ile pürüzsüz bir oyunculuk sergilemiş ki hakikaten çok sevdim....

Bu sefer filmi düz ilerleyen bir yapıda değil de flashback çekimlerle filme farklı bir hava katmışlar. Evet kötü olmamış... Ama benim bu filmle ilgili tercihim kesinlikle klasik anlatım :) Filmi izlerken bunu anladım...

Sonuç olarak evet filmi SEEEEVVVDDDİİİİMMMM. Konu zaten güzel, oyunculuklar da ama 1994 senesindeki versiyonunu daha çok sevmiştim... Küçük kadınlar filmlerindeki gözbebeğim sanırım benim o film... Duygu geçişi konusunda muazzamdı... Bu film sanki onun yanında biraz yavan kalmış... Benim hissiyatım bu şekilde en azından....

Herke mutlu bir hafta sonu diliyorum ♥



6 Şubat 2020

2020 Oscar adaylarında #10




THE IRISHMAN / İRLANDALI (2019)

(Adaylıkları; en iyi film, yönetmen, 2 yardımcı erkek oyuncu, uyarlama senaryo, görüntü yönetimi, görsel efekt, kostüm tasarım, yapım tasarım ve film kurgusu olmak üzere toplamda 10 dalda...)

Bu filmi size bir şarkı eşliğinde yazmak istedim... Hem de zihnimizde biraz eski anılara yolculuk ederiz hep birlikte ;)



Filmimizin odağında Frank Sheeran (Robert De Niro) bulunmakta. Savaş sonrasında et taşıdığı kamyonuyla çalışırken yaptığı bir takım illegal işler sebebiyle işinden kovulduğu sıralarda daha önce tesadüfi karşılaştığı ancak avukatı sayesinde Russel Bufalino ( Joe Pesci) ile tanışarak  kirli işlere bulaşıyor. Ardından Kamyon sendikası yöneticiliği yapan Jimmy Hoffa (Al Pacino) ile tanışmasının ardından hızlı bir şekilde kamyon şoförlüğünden sendika memurluğuna geçiyor ve "evleri boyamaya" devam ediyor... Bu arada Russel'ın vazgeçilmez elemanı aynı zamanda manevi evladı, Hoffa'nın da can dostu oluyor...

Film Frank'e odaklansa da mafya-yargı-siyaset üçgenini göz önüne sererken önemli olaylara da değinmeden geçmiyor tabi ki... JFK suikasti, Domuzlar Burnu Körfezi Çıkarması ve Jimmy Hoffa cinayeti başta olmak üzere bir sürü siyasi gelişimin de altını çiziyor...

Film hakkında kısa bilgiler verdiğime göre hissiyatlarım bölümüne geçebilirim...

Muhteşem bir kadro var gördüğünüz üzere... Ve film uzun bir zaman dilimini anlatması anlatması sebebiyle karakterlerde gençleştirmeler, yaşlandırmalar yapılmış... Özellikle gençleştirme işi Robert De Niro 'da sırıtmış gibi söylemler olsa da ben bu konuda çok irite olmadığımı söyleyebilirim. Filmi izlerken beni hiç etkilemedi de hatta...

Evet yaşlanmışlar ki hepsinin yaş ortalaması sanırım 70 lerde... Ama inanılmaz bir performans sergilemişler... Özellikle Al Pacino zirve yapmış diyebilirim... O mimikleri beni benden aldı film boyunca...

Sadece bu üçlüden bahsetmek diğer oyunculara aslında haksızlık olabilir... Hepsi yerli yerinde oyunculuklardı...

Filmin benim için en büyük handikapı süresiydi... 3 saat 29 dakikayı tek bir oturumda izlemek benim için hakikaten sabır olayıydı... Ki filmin en güzel sahnelerinin ve sürükleyiciğinin tavan yaptığı dönemi son 1 saat olmasaydı yarım bırakma ihtimalim çok yüksekti... Bu film anlatmak istediğini daha kısa sürede daha derli toplu anlatabilir miydi acacaba sorusunun bende yanıtı yok... Ben bu filmi merak ediyorum ama bu kadar süreye sabrım yok diyenlere tavsiyem ya filmi parçalayıp izlesinler ya da ilk 2 saati atlayarak izlesinler. Filmin can alıcı mevzuu son saatlere denk geliyor...

Mafya-yargı-siyaset üçgeni dedim de aslında bu filmi sadakat-ihanet, aile bağları, zaafı olanlar-eli güçlü olanlar ve en önemlisi gençlik-yaşlılık olarak da değerlendirebiliriz... Bu kadar uzun süreli olan filmde, irdelemek için elimizde oldukça fazla malzeme var...

Aile ilişkileri demişken evet yansıtmaya çalışmışlar ama kadınsal ayrıntılara girmeden konu mankeni olarak kullanmışlar kadınları diyebilirim. Sadece Frank'in kızı Peggy'nin babasına ve kirli arkadaşlarına bakış açısını biraz yansıtmaya çalışmışlar. Mesela Hoffa'nın ortadan kaybolmasındaki zaman diliminde  babasını suçlayan o sessiz tepki biraz yumuşak kalmış... Ciddi bir duygu kaybı vardı orada sanki...

Evet güç, para, bolca cinayet, hakimiyetin dayanılmaz egosu derken her çıkışın bir de inişi vardır demişler... İşte beni benden alan kısımlardan biriydi bu sahneler... Bir şekilde herkes vadesini tamamladı... İşte bu duyguyu çok iyi yansıtmışlar... Hele ki Frank'in can dostu Hoffa'ya ihanetinin pişmanlığını o kadar güzel işlemişler ki... Geçmişten gelen işaretleri tek tek yerleştirmişler kameranın önüne...

Diyorum ya filmin son bir saati benim için çok kıymetliydi diye işte tüm bu detaylardan ötürü biraz da...

Evet film bir Godfather değil ama o kadar çok iz taşıyor ki.... Tam bir nostalji yağmuru... Ki az önce paylaştığım müziğin tınısını filmde duyduğumda içim ısındı diyebilirim...

Sonuç olarak belki AZZZZZZZZ SEEEVVVVDİİİİMMM filmi ama iyi ki izledim diyebileceğim bir filmdir kendileri... Son saat buna hem değerdi hem de böyle bir kadronun birlikteliğini kaçıramazdım... İzlemeseydim pişmanlık duyardım...

Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar, inşallah yeni bir filmle yarın yeniden görüşürüz ♥


5 Şubat 2020

2020 Oscar adaylarında #9


Dün gece 2 filmi de peşpeşe izlemiştim...
Normalde zamana yaya yaya yazarım filmleri ama hem vakit darlığından hem de bekletince yayınlayamama korkumdan bugüne 2 post oldu :)))

Bu aralar filmlerle doldu sayfam ama idare edin artık ;)



A BEAUTIFUL DAY IN THE NEIGHBORHOOD / MAHALLEDE GÜZEL BİR GÜN (2019)

(Adaylıklığı; en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında olmak üzere sadece  1 dalda...)

Gerçek bir hikayeden uyarlanmış filmimiz. Amerika'nın ünlü TV kişiliği Fred Rogers (Tom Hanks) 'ın hayatından bir kesite odaklanılıyor. Tom Junod (Matthew Rhys) ile yapmış olduğu bir röportaj sonrasında arasında oluşan dostluğu anlatıyor...

Daha önce böyle bir insanın varlığından haberdar değildim. Amerika için oldukça ikon bir isimmiş, özellikle çocuklar için... Filmi izledikten sonra acaba kimmiş diye baktığımda ekşide bir yorumcu "bizim için Adile Naşit nasılsa, Amerikalı çocuklar için de Rogers öyle" diye bir yorum yapmış ve sanırım kişiyi bizim anlayacağımız en güzel şekilde tanımlamış...

Film hissiyatıma gelecek olursam, benim için sade ve huzur dolu bir filmdi diyebilirim... Verdiği olumlu his ruhuma çok iyi geldi...

Odaklandığı konu gazeteci Tom'la tanışması, onun hayatına pozitif etki etmesi olunca biyografik türden biraz uzaklaşsa da o kişinin hissiyatını anlayabilmek için yeterli geliyor aslında. Filmi izledikten sonra onun o pozitif hali o kadar etkiliyor ki zaten bu da kimmiş diye bakmadan yapamıyorsunuz. Şahsen bana öyle oldu ;)



Filmin ortalarına kadar bir insan bu kadar pozitif olamaz, ha bir şey çıktı ha bir şey çıkacak diye bekledim ki gazeteci Tom da benimle aynı düşüncedeydi.  Gerçek yaşamda böyle insanlar olacağına inanamıyoruz sanırım. Ki karısına kocanız bir aziz mi minvalinde yöneltilen soruda verdiği yanıt hoştu. Mükemmel biri olmadığını, onunda sinirlendiğini ama bununla baş etmekle ilgili yöntemler bulduğunu söyledi.... İçindeki huzuru ve pozitifliği ortaya dökmek için herkes kendi içinde bir yöntem bulabilir belki de... Kim bilir...

Filmdeki eksikliğini hissettiğim konu sadece çocuklarla bu kadar iyi anlaşan birinin çocuklarıyla ilişkisini görememek oldu sanırım... İki çocuğu olduğundan ve onlarla ilişkisinden üstü kapalı bir sohbette bahsi geçti ama bana yetmedi. Biraz daha derinleştirebilirlerdi sanki...

Tom Hanks sade oyunculuğuyla göz kamaştırıcıydı ve her aday olarak girdiği listede bu adamdan vazgeçemiyorlar düşüncemi bu sefer kırdı... Diğerleriyle baş edebilir mi bilmiyorum ama dümdüz kişiliği olan ve bir süre sonra izleyici de sinir bozucu olabilecek gülümsemesini o kadar içten ve sade vermiş ki sıkmadı hiç...

Bir kaç kelam da Matthew Rhys için edeyim... Evet iç bunalımları vardı, agresifti karakter olarak ama o karaktere sanırım hiç bir ekleme yapmadı... İçine sokamadı beni buhranlarının... Yavan buldum anlayacağınız bu filmdeki oyunculuğunu... Yaralı bir baba oğul ilişkisinden şahane şeyler çıkartılabilirdi diye düşünüyorum

Filmde affetmekle ilgili verilen mesajlar şahaneydi mesela... O kısımları da çok sevdim...

Rogers'ın sihirli cümlelerini sevdim...

Fonda oyuncaklarla yaratılan sokak, cadde, kent gibi ayrıntılar hoştu...

Evet çok kusursuz bir film değil belki... Biraz düz gidiyor... Bazı duygular tokat gibi çarpılabilecekken daha yumuşak dokunuşlarla verilmiş ancak o sıcaklık ve huzur var ya.... Tarifi imkansız... Müthiş bir olumlama filmi diyebilirim...

Sonuç olarak bu kusurlu ama sıcak filmi inanın ÇOOOOOOOKKKKKK SEEEEVVVVDİİİMMMM ve çoluk çombalak izleyin diyorum.... Kesinlikle tavsiyemdir...




2020 Oscar adaylarında #8



1917 (2019)

(Adaylıkları; en iyi film, yönetmen, özgün senaryo, film müziği, görüntü yönetimi, makyaj ve saç tasarımı, ses miksajı, ses kurgusu, görsel efekt  ve yapım tasarımı olmak üzere toplamda 10 dalda...)

Savaş filmlerini çok sevmem değil genelde hiç sevmem... Savaşın haklı gösterilmesi, kendi ideolojilerinin kutsanmaya çalışılması, savaşın benimsenmesi gibi bir alt mesajının olması hoşuma gitmez... Bir de kan revan görüntüler eklenince içim de kaldırmıyor... Savaşın hiç bir hali güzel değil...

İşte tüm bu sebeplerle izlemediğim bu türü genelde Oscar adaylarından biri olursa izliyorum... 1917 de bu grup içinde işte...

Filmin konusunu kısaca anlatacak olursam; 2 İngiliz askeri Blake (Dean-Charles Chapman) ve Schofield (George MacKay) in düşman Alman hattını geçerek hayati bir mesajı kendi ordularına iletmeye çalışmasını konu ediyor...

Gelelim hissiyatıma ve sevdiğim sahnelere...

1917 filmi bir savaş filmi olmasına rağmen içinde çok fazla insani olgu işleniyor... Savaşalım mantığından çıkarak savaşın açtığı yaralara odaklanıyor... Bu his oldukça hoşuma gitti...

Mesela bir sahne var; Blake ve Scho düşman hatlarından geçerken yeni çiçek açmış kiraz ağaçlarının arasından geçiyorlar. Ancak askerler üzerinde çiçeklerle bezeli meyve verecek ağaçların hepsini kesmişler... Blake annesinin bahçesindeki kiraz ağaçlarını anlatarak abisiyle nasıl kiraz topladıklarını anlatırken bir yandan duygulandırırken alttan alttan da çiçeklerin yeniden tohumlayacağını ve o bölgenin yeniden kendiliğinden ağaçlanacağını hissettirirken umut aşılıyor ♥

Yine bir sahne de bir üst rütbelinin askerlerin iletmeye çalıştıkları mesajın hücum emrinin iptalini içerdiğini öğrenince verdiği tepki şahaneydi... Bak üşenmedim o sahnelerin ekran görüntüsünü de aldım 😏


Evet bazıları savaşmayı çok sever ve ister ne yazık ki...

Savaşın acımasızlığını gösterirken bir yandan da insana ve onun vicdanına odaklanmış... Blake'in düşen bir düşman uçağından pilotu kurtarmaya çalışması ya da ne biliyim Scho'nun kaçarken harabelerde saklanan bir kadının yetim bir bebeği sahiplenmesi ve aynı kadının Scho'nun yaralarını sarmaya çalışması oldukça insaniydi...

Filmde Scho'ya hayat veren George MacKay genç olmasına rağmen pürüzsüz bir oyunculuk sergilemişti... Çok yakında bu genci sık sık aday listelerinde görme olasılığımız oldukça yüksek... Bu sene de alabilirlerdi aslında...

Sonuç olarak ben bu filmi OLLLDUKKKÇAAAA SEEVVDİİİMMMM... Oldukça kısmı tamamen türünden ötürü :)

Oscar yarışını oldukça önde götüren bu film bakalım heykelciği görecek mi hep birlikte bu Pazar göreceğiz ;)


Ocak instaları


Beter bir Ocak yaşadık hepimiz... Diğer taraftan da güzel anılar biriktirmeye çalıştık...
Hafızalarda güzellikler kalsın istedik ♥
İşte bu yazı bu yüzden kıymetli çokça ♥ 


Koca Ankara'lı İzmir'in suyunu bolca içerse efe olurmuş :)))
Şimdi uydurdum vallahi :D


😂 😂 😂 😂


Sevdiklerinizin bol bol fotoğrafını çekin... 
Ve sevdiklerinizin bol bol fotoğraf çekmesine izin verin... 
Bu fotoğrafı çektiğimizde babamın hastalandığını ve hemen akabindeki sene onu dönüşü olmayan yolculuğa uğurlayacağımızı bilmiyorduk 😞 
Şimdilerde Oytun’la olan fotoğraflarını çıkartmaya çalışıyorum.... 
Sevmezdi fotoğraf çektirmesini, kaçardı hep... 
O sebeple o kadar az ki... 
Zaten sayılı gün 😞 
Keşke gizli saklı çekseydim diyorum şimdi... 
Çokça sarılın sevdiklerinize, çokça anı biriktirin... 
Kim bilebilir ki ne kadar vaktimizin kaldığını.... 

Yakışıklı dedesinin yakışıklı torunu 
Onların aşkı başkaydı


Yine bir karne heyecanı ♥


Sene 2007 efenim ve yerde yatan Oytun efendi 🙈 
Yok öyle yere falan yatırmadım, niye öyle düşünüyorsunuz ki... 
Düşmedi de... 
Tamam ben düşene çok gülerim ama düşenin fotosunu çekmem vallahi... .
Şimdilerde boyumu aşan bu veletin tam 2,5 yaş sendromu zamanları... 
Kendini yerden yere atıp üstüne çığlık çığlığa tepindiği zamanlar 😡 
Bak sağ ayağı bilmem kaç defa yere vurdu kimbilir... 
Bu uğurda aman çocuğum düşüp kafasını yere vurmasın diye çekelediğim anlardan birinde omzunu bile çıkarttım. 
Tam vicdan hırpalaması 😪
.
Bazen halıyı, kilimi kaldırır öyle atardı yere kendini... 
Sebep dikkat çekmek işte... 
Hem o zaman kafadan daha tok ses çıkıyor, anne daha çok vicdan yapıyor 😂😂😂 
Ne zamanki umursamadım o zaman geçmişti bu durum. 
Hatta bak fotoğrafını çekecek kadar laylaylom bile olmuşum 😂😂😂
.
İşin özü çoccuğum bu yaşa kolay gelmedin sen, her debelenmenin bir çözümü var inan 😉 
Uğraşma ananla, üzme beni 😂😂😂 
Bak arşivimde daha çok fotoğrafın var 🤪🤪😂😂😂
.
tbt 
Sene 2007 Nisan 
Bir ananın bitmez tükenmez bıtbıtları 
 Şimdi ergen olabilirsin, eskiden bebeydin oğlum 
Buraya kadar okuyanlara teşekkürlerimi arz ederim


Ford V Ferrari ile kapuskanın dayanılmaz ilişkisi :)))


Adı Şükufe imiş :))
Başını düşüre düşüre nasıl uyuyordu anlatamam :)
Aha da ben dedim :P


Gülümsemeyi unutma 😉

tbt
Bakıp bakıp gülümsemelik
Şebo çocukken 
Seviyorum kendimi ♥


Kırmızı eldivenimi giydiysem hava hakikaten dondurucu soğuk demektir ❄️ ⛄️ 
Mümkünse evden çıkmayın bence brrrrrr 💨💨 

Şebo bugün dondu
Dün de donmuştu
Şeboya tatil olsun 
Evde sıcacık battaniyesinin altında yatıp çayını yudumlasın bence


Haftada bir de olsa yürüyüşe başladığımın ispatıdır efenim ;)



3 Şubat 2020

2020 Oscar adaylarında #7


Bu aralar biraz yoğunum, çok fazla buralara uğrayamıyorum...
Garip bir karmaşa var... Tüm pürüzlü işleri çekme potansiyelim var sanırım... Evrene olan mesajlarım yanlış anlaşıldı galiba ya da zuzaylılar benim mesajlarımı yedi :D
Telafi edeceğim inşallah...

Filmlerde de gerideyim henüz ve son haftamız...
En geç Cumartesi akşamı tahminlerde bulunmak lazım...
Hedeflediğim dallarda izlemem gereken 16 filmden 7. si Jojo Rabbit... Daha 9 tane daha var... Bulamadığım hali hazırda 1 film olsa da bulduklarımı izleyebilir miyim endişesindeyim.
Kısmet diyoruz artık...





JOJO RABBIT (2019)

(Adaylıkları; en iyi film, yardımcı kadın oyuncu, uyarlama senaryo, kostüm tasarım, yapım tasarımı ve film kurgusu olmak üzere toplamda 6 dalda...)

Filmleri izlemeden önce kolay kolay yorumları okumuyorum... Merakıma çok yenik düşmem lazım okumam için... Ya da ezkaza fragmanını izlerim... Ama bu filmde bunlardan hiçbiri olmadı...

Film hakkında hiç bir fikrim olmamasına rağmen nedense bana hitap etmeyeceğimden çok emindim... Ahhhhh şu önyargılarım :/

Filme başlamamla birlikte Adolf Hitler (Taiki Waititi) 'le burun buruna geldim... Ama bildiğimiz Adolf değil... İlk önce anlam veremedim tabi ki... Sonra boncuk gözlü Jojo (Roman Griffin Davis)...
Oyun oynar gibi selamlaşıyorlar; Heil Hitler, Heil Hitler...

Ciddi bir film beklerken çıkan abuk ve komik selamlaşma epey sürünce hadi Şebocum hayırlı uğurlu olsun dedim kendime :)))

Filmimiz II. Dünya Savaşı bitişlerinde henüz Alman'ların yenilgiye uğramasının az zaman öncesinde geçiyor... Jojo ari ırkın genç temsilcilerinden ve Hitler hayranı 10 yaşında bir çocuk... O kadar hayran ki hatta hayal arkadaşı Adolf.... Adolf yarım bıyıkları ile oldukça komik aslında... Eğlendiriyor beni :)

Jojo'nun annesi Rosie (Scarlett Johansson) Jojo'nun aksine savaş ve ırkçılık karşıtı gayet barışcıl bir kadın... Oğluna bu duyguyu aşılamaya çalışmasına rağmen Jojo çocuk aklıyla henüz bunları anlayabilecek durumda değil, baskın öğretilenin yani savaşın peşinde...

Bu arada Rosie evlerinin duvarları arasında, ölen kızının çok yakın bir arkadaşı olan Yahudi Elsa'yı saklamaktadır. Jojo bunu fark ettiğinde ise korkularından dolayı bunu gizli tutmaya devam edecek ve Yahudi kızla komik bir iletişimi olacaktır.

Filmimiz bu temellere dayanıyor fakat şu ana kadar izlediğim en cesur yorumlardan biri sanırım... Hitler dönemi ve 2. Dünya Savaşının o son dönemlerini komedi unsurlarıyla bir çocuğun gözünden cesurca ve başarılı bir şekilde anlatmış. Hatta hayal arkadaş Adolf Hitler'e de yönetmenin kendisi hayat vermiş.

Elsa ile Jojo arasındaki ilişki şahaneydi... Jojo'nun hayalinde canlandırdığı tek boynuzlu Yahudi ırkına benzemeyen Elsa ile kendi bildiği yalan yanlış doğruları ortaya çıkarma çabası ve Elsa'nın bu oyundaki tavrı gerçekten çok güzeldi...

Filmde en sevdiğim ve içimi cızlatan sahnesi bir türlü kendi ayakkabılarını bağlayamayan Jojo'nun annesinin ayakkabılarını bağlamaya çalışmasıydı. Filmi izleyenler ne demek istediğimi anlayacaktır. Burada anlatıp konunun sihrini bozmak istemiyorum.

Diğer sevdiğim sahne ise o ari ırkın üstün temsilcilerinden biri olan Captain Klenzendorf (Sam Rockwell) un dahi savaşı bir nevi tiye alan savaş kostümüyle son jestiydi sanırım...

Oytun ile birlikte izlediğimiz bu filmde biz çok keyifli zaman geçirdik.... O dönem savaş yıllarını gülümseyerek izleyebileceğimi hiç düşünmezdim... Veee sevmem ben bu filmi ama diye önyargıyla başladığım film bana resmen bir tokat attı diyebilirim....

Sonuç olarak ben bu filmi OLDUKÇAAAAA SEEEVVVDİMMMMM efenim... Vaktiniz olursa mutlaka izleyin diyorum....