29 Nisan 2023

Dracula / Bram Stoker


Yine tarzım dışı olan bir kitapla buradayım 😉
Sağ olsun Blogger Kitap Kulübü / BKK  ve Nisan ayı kitabımızın ev sahibi Su'nun Harikalar Diyarı :)  Bu ay beni yine sınadınız yemin ediyorum :)))

Korku türü hiç bir zaman benim tarzım olmamıştır. Filmini sevmem, korku öğelerinden uzak dururum gibi gibi... Kitap türü olarak hiç denemede bulunmamıştım. Bu kitap bildiğim kült bir karakter üzerine üstelik... Ne olabilirdi ki 🙈  Denemeden bilemezdim, bahane bulmaya gerek yok diyerek okumaya başladım.

Kont Dracula karakterinin ilk ortaya çıkışı ve birçok filme / kitaba konu olmasının sebebi sanırım bu kitap. Bir yorumda öyle olduğunu okudum ancak çok dip bir araştırma da yapmadım üzerinde... Benimsememe hiç gerek yok nihayetinde :/ 

Kitabın oldukça sürükleyici olduğunu söyleyebilirim ve ana karakterlerin sayısının az olması bu kitabı hızlı okumamdaki sebeplerden en belirleyicisi... Kitap bazı mektuplar ve günlükler üzerinde ilerliyor ve bazı olayları günlükler sayesinde farklı bakış açıları ile okumak konuyu daha da güzel hale getiriyor.  Yaşasın diyorum, Kont Dracula'yı bu kadar ayrıntılı bir şekilde ne de güzel hayallerime oturttunuz 😄 Ellerin dert görmesin Bram Stoker :)

Konu olarak çok detaya girmeyeceğim... Kitabımız Avukat Jonathan'ın Dracula'nın şatosuna bir mülk edinimi için hukuki işler sebebiyle gitmesi ve onun o farklı, korku dolu hikayesini keşfetmesiyle başlıyor. Diğer tarafta o dönemde nişanlısı olan Mina ve yakın arkadaşı Lucy 'nin birbirlerine yazdığı günlük tarzı mektupları okuyoruz. Lucy'nin ilginç bir şekilde hastalanmasının ardından Doktor Seward ve profesörü Van Helsing Lucy'nin hastalığını araştırmaya başlarlar ve Van Helsing sayesinde korkunç gerçekle karşılaşırlar... Ve Kont'u yakalamak belki de  hayatlarını, en çok da dünyayı kurtarmak için tek çareleridir. Jonathan, Mina, Doktor Seward,  Van Helsing, Arthur ve Quincey inanılmaz ve zorlayıcı bir maceraya girmişlerdir artık...

Kitap bitince anladım ki ne kadar sürükleyici bir kitap olursa olsun ben korku türünü okuyamıyorum, tırsıyorum... İlk başta geceleri yatmadan önce okuyordum, kabuslar basmaya başladı vazgeçtim... Orda burda farklı zamanlarda okuyordum kitabı. Bir gece Oytun'u beklerken arabada okuyordum, çok da kaptırmışım sanırım kendimi... Tam kulağımın dibinde bir öksürmeyle arabanın tavanına başım çarptı yeminle, öyle zıplamışım :))) Yoldan geçen bir adamın öksürüğünü nasıl algıladıysam artık :))) Uçuk bile çıkardım, siz anlayın gerisini :)) Kitabı bitirdim bitirmesine de işte o bitirme konusunu gelin bir de siz bana sorun... Eeee niye bırakmadın Şebo derseniz merak kediyi öldürürmüş :)))

Son sözüm; tırsmıyorsanız okuyun :))))


Altıçizililerim; 

* Hiç kimse gecenin acısını çekmeden, sabahın yüreğine ve gözüne nasıl da tatlı ve değerli gelebileceğini bilmez.

* Kendilerine ait olduğu sürece, bir tas sıvının deniz olduğuna inanacak insanlar var.

* Duygudaşlık gerçekleri değiştiremese de onları daha dayanılabilir kılmaya yardım edebilir.

* Gerçek Tanrı bir serçenin düşüşünü bile önemser, fakat insan gururundan yaratılan Tanrı, kartalla serçe arasındaki farkı göremez.

* Nedimeler, gelinin gelişini bekleyen gözleri memnun eder; ama gelin yaklaştığında nedimeler, o gözlerde ışıldamazlar.

* Başarılarımızdan değil, başarısızlıklarımızdan ders alırız!

* Doğa iyi ruh hallerinin birinde, ölümün bile kendi neden olduğu dehşetlere çaresi olmasını buyurmuştu.

* Açık fikirliliği yok eden, yaşamın sıradan unsurları değil, tuhaf şeyler, olağandışı şeyler, insanı deli ya da akıllı olduğu konusunda kuşkulandıran şeylerdir.

* Biz kadınlarda, annelik ruhunu çağıran küçük olayların üstesinden gelmemizi sağlayan anaç bir yön var...

* Gözetlenmedikleri sürece, insanlara güvenilememesi çok kötü.







5 Nisan 2023

Blogları Canlandırma Projesi / BCP ♥ MART


Sevgili Deep ve bir grup blogger arkadaşımız uzun süredir bu etkinliği yapıyorlar. Sık sık görüyorum ama temaları nedir, kimler var, nasıl yapıyorlar hiç bilmiyordum. Taaa ki geçen aya kadar. 
Bu ay ben de size katılmak istiyorum deyince sağolsun Deep hemen Mart ayı temasını söyledi ve ben de okumalarımı ve izleyeceğim filmi belirledim. Kolay bir temaya denk gelmişim, bu ayrıca sevindirici bir konuydu kesinlikle 😀

Mart ayı teması "kadın yazarlar ve polisiye" idi. Kitaplarımı okunacaklar arasında bekleyen kadın yazarlardan seçtim, filmi mi de polisiye seçtim. Hoş o konuda biraz tereddüdüm var gerçi ama vallahi filmin içinde polis var :)))

Bu aralar elimden geldiğince gördüğüm etkinliklere katılmaya çalışıyorum. Biraz hayatıma renk gelsin hem de bloga yazmak için bahanem olsun modundayım... Bu sene leyla gibiyim, odaklanmakta güçlük çekiyorum ve sorumluluk almaktan kaçınıyorum. Bu konuyu da bilahare anlatayım hatta size... Bak yazmak için bir sebep daha buldum 😉


Etkinlik için ilk okuduğum kitap Nazlı Eray'a ait Farklı Rüyalar Sokağı oldu. Okuduğum 2. kitabı aslında. Hayal gücünün sonsuzluğunu sevmiştim o kitapta, bu kitapta da yanıltmadı sağ olsun beni... Okuması kolay, çok eğlenceli bir yazım tarzı var.

Bu sefer Eva Peron'un peşinden gidiyoruz... Bir erkek melek her gece istisnasız ziyaretleriyle bir masal gibi anlatıyor her gece... Çocukluğunu, Peron'un nasıl eşi olduğunu, hastalığını... Sonra mumyalanışını ve doktor Pedro Ara'nın ona nasıl aşık olduğunu... Mumyasının nasıl kaybolduğunu...

Diğer tarafta Makbule hanım ve  oğlu Raif... Babasını klonluyorumsu bir şeyler yaptırıyor ünlü bir doktora. Ruhunu yeni bir bedene nakledecekler... Olur mu ki...

Diğer tarafta başka bir kadın... Gözleri görmüyor.. Doktor doktor geziyor...

Rüyalar, gerçekler birbirine karışmış.. Hangisi gerçek hangisi rüya hangisi uydurma farkında olmadan sayfalarca ilerliyorum... 
Bir yandan eğleniyorum...
Bir yandan merak ediyorum...
Zaman mefhumu yok... Oradan oraya savruluyorum...

Nazlı Eray ilk okuduğum Arzu Sapağında İnecek Var kitabında da aynısını yapmıştı bana...  Okuyacaksanız çok edebilik beklemeyin bence...Cafe Retina'nın yumuşak zemininde her an bir göz damlası ile düşmek hissi için tercih edebilirsiniz ama 😀

Altıçizililerim;

* Büyülü gece ise artık yalnızca hiçbir şeyini göstermeyen bir karanlık benim için. Işıklarını seçemediğim, sivriliklerini, köşelerini ve dönemeçlerini göremediğim bir dünya.

* Seni bir genç kızken bırakıp gitmiştim. Şimdi serpilmiş, yüzüklü, bilezikli, kaprisli, nazlı bir kadın gibi olmuştun. Gece olunca takıların ışıl ışıl yanıyordu.  (bu tanımı İstanbul için yazmış yazar)

* Dünya, insanlar beyinlerinde onu nasıl algılarlarsa, öylece gelişip gidiyordu.

* Ölüm böyle bir şey işte. Bir durağanlık, unutulmayı beklemek.

* Gece havası ağır olur zaten. Eski, sararmış fotoğrafların rengi gibi...

* Bir başkasının gözünden dışarı bakmak. Bir başka gözden dünyayı görmek... Tuhaf bir duygu, değil mi?




Olmayan Kuşlar Ansiklopedisi Ece Temelkuran'a yeniden ısınmaya çalışma kitabı benim için... Öyle çok kitabını okumuş değilim ama ısınamadım bir türlü. Belki yanlış bir ana denk gelmiştir diye şans tanımak istedim tekrar. Doğru bir kitap seçimi miydi hala bu konuda kararsızım aslında...

Bu kitabı alırken birbirlerinden farklı birçok kuşa ithaf edilmiş bir öykü kitabı okumayı hayal ediyordum. Ancak Temelkuran hayalinde birbirinden eksantrik kuşlar oluşturmuş ve onlara ait bir şecere çıkartmış... Nerde, ne zaman sorularını yanıtlamış. Cinslerine ait özelliklerini vermiş. Onları en ilginç özellikleriyle tasvir etmiş... İnsanlarla olan ilişkilerini hatta insanların onlara hangi anlamlar yüklediklerini de eklemiş... Aslında inanılmaz bir hayal gücü eseri diyebiliriz bu kitaba...

Dişli bülbül, geçmiş gün leyleği, kulaklı turna, gelgeç gönül kumrusu gibi yaratıcı isimler koymuş her birine.  Bir oturuşta bitirilecek bir kitap gibi dursa da aynı tarz anlatımıyla bazen sıkıldım ve zamana yayarak okumanın daha zevkli olacağına karar verdim. Böylece algılarımı yanılttım bir derece...

Her bir kuş M.K.Perker tarafından da resmedilmiş kitapta. Çizimler anlatımdan bağımsız olarak bakıldığında fevkaladenin fevkinde aslında. Ama anlatımla birleşince bazı benzeşmezlikler özellikle renklerdeki uyumsuzluk göze çarpıyor olsa da bunu göz ardı etmeye çalıştım. Perker çizimleri gönlümde torpillidir çünkü 😉

Her şeye rağmen keyifli ve üzerinde kafa yorulabilecek bir okumaydı... Sanırım beğenip beğenmemek ne beklediğimizle alakalı...

Altıçizililerim;

* Çoğumuzun en güzel çocukluk fotoğrafları onların uçuşuyla, bizim de pırpır eden yüreğimizle güldüğümüz anlarda çekilmiştir. Her kuş her insana bir parça uçmak hediye eder çünkü.

* Bütün varlıklar ancak tek başına kaldığında güzellikler yaratabiliyorlar. İnsan kendine şunu soruyor: Hem başkalarıyla yaşamak hem de yaratmak mümkün mü?



HOLY SPIDER (2022)

Polisiye teması için seçmiştim bu filmi ama çok uygun olmadı sanırım :))  Ama yine de kısmi olarak bir polisiye söz konusu olabilir. Sonuçta bir yakalamaca var hikayemizde...

Bu aralar İran sinemasına yakınlık duymaya başladım. Elimden geldiğince de o yöne doğru kaymaya çalışıyorum. İzledikçe hoşuma da gidiyor. Hatta her ay mutlaka bir tane listeye sokmaya çalışacağım gibi bir karar aldım... Abartmadan, kararınca...

Filmimiz İran'ın kutsal kenti Meşhed'de geçiyor... Daha doğrusu hikaye orada geçiyor da diyebiliriz. İran hükümeti film çekimlerine izin vermediği için Lübnan'da çekilmiş film.  

2000-2001 yılında İran'da gerçek bir seri katilin öldürme hikayesine odaklanıyor. 16 kadını öldürmekten yakalanıyor Saeed ve filmimiz Saeed'in bu cinayetleri işlediği zamanı ve yargılanma sürecini konu alıyor. Gerçek katilin nasıl yakalandığına dair bir fikrim yok ama yönetmen Ali Abbasi tamamen kurgu olarak kadın bir gazeteciyi olayların peşinden sürüklüyor ve onun gözünden olayları takip etmemizi sağlıyor.

Saeed (Mehdi Bajestani) 'e dışarıdan baktığımızda gayet sakin, çocukları ve ailesine düşkün bir baba olarak tanımlayabiliriz aslında. Evin içerisinde kılıbık dersem hiç yanlış olmaz :)) Ancak sokaklardaki hayat kadınlarına karşı aynı sakinlikte değil. Hatta gerçekleştirmiş olduğu cinayetleri inançlarına bağlayarak sokakları temizlediğini düşünüyor. Bir seri katil için öyle çok zeki bir adam olduğunu da söyleyemeyiz aslında. Saeed'in bu durumu film boyunca dini için ve  İmam Rıza  adına işlediğini söylese de bir arkadaşıyla yapmış olduğu sohbetten yakalayabiliyoruz bu kötü ruh halini... Eski bir asker olduğunu anladığımız katil, şehit mertebesine yükselemediği için bu şekilde görünür kılınmaya ve dini inançları gereği yaşadığı yeri temizlemeye çalışıyor olarak yorumlayabilirim çok rahatça...

Bu kadar gerçekliğin yanında kurgusal olarak filme dahil edilen gazeteci Rahimi (Zar Amir-Ebrahimi) cesur ve gözü pek bir kadın olarak çıkıyor karşımıza... Hatta Örümcek Katili olarak anılan katilimizin peşine düşebilecek kadar... Dinin, siyasetin ve hatta toplumdaki kadının yerinin anlatılması için kurgulanmış bir karakter olduğu hissine kapıldım filmi izlerken...

Filmin sonunu tabi ki söylemeyeceğim ama Saeed gibi insanların ve onların düşünce tarzının kökünün kazınamayacak olmasını hissetmek oldukça yaralayıcıydı.

İran sinemasını sevmeye başladım demiştim ya size filmi anlatmaya başlarken, bunun en büyük sebebi oyunculukları aslında... Oldukça doğal tarzları bunun ilk sebebi olmakla birlikte dramı çok boğmadan izleyiciye geçirişleri yansal sebeplerimden...

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEVVVDDİİİMMMMMM ve bu tarzdan hoşlanıyorsanız mutlaka izleyin diyebileceğim filmlerden...

Görüşmek üzere 👋


4 Nisan 2023

Veba Geceleri / Orhan Pamuk



Bu sene zincirlerimi kırıyorum mudur nedir 😍
Bu blogta "OKUDUM SENİ" serisinde Orhan Pamuk'un bir kitabının yer alması gerçekten benim için büyük bir olay. Gerçekten bak 😎 
Okuma manifestomda fosforlu bir ✅
Level atladım yahu :)))))

Bugüne kadar sadece bir deneme yapmıştım bu konuda ve büyük debelenmeler sonucu pes edip bir kenara koymuştum. Bir daha da denememiştim... Bu seneye kısmetmiş diyeceğim ama bana kalsa denemezdim bile... Sağ olsun blogger ve blogger kitap dostları 💙

Evet bu kitap Blogger Kitap Kulübü / BKK 'nün Mart ayı kitabıydı ve kitap seçimi Okuyan Koala bloguna aitti... Kitabı gördüğümde ben Mart ayında kendimi muaf tutayım diye düşünürken baktım ki kitabı galeyana gelip almışım... Orhan'dan korkan Pamuk olsun diyerek de kitabı okumaya başladım sanırım :)))

Veba geceleri Osmanlı'nın çöküş dönemlerinde Abdulhamit döneminde geçiyor... Minger halkının yaşadığı, Mingerce'nin konuşulduğu, Akdeniz'de bir ada hayal edilmiş ve adına da Minger Adası denilmiş... Hatta yazar bu adayı öyle bir hayal etmiş ki kitabın ilk sayfasına da adanın bir haritasını konduruvermiş... Tüm resmi binalar, tekkeler, camiler, kiliseler hatta romanda geçen tüm önemli kişilerin evleri tek tek kondurulmuş harita üzerine... Gerçekmiş gibi... Sanki kızım sana söylüyorum gelinim sen anla der gibi bir ada hayal etmiş ama o dönem tarihini o adaya giydirmiş gibi...

Konusu ise kitabın adından da anlaşılabileceği üzere bir veba salgını... Minger adasında başlayan salgın için Abdulhamit, salgınlar konusunda uzmanlaşmış sağlık başmüfettişi olan Bonkowski Paşa'yı görevlendiriyor. Fakat Paşa tam adayı tanıyıp salgınla ilgili çalışmalara başlıyorken aniden öldürülüyor. Bu sefer de hem Paşa'nın ölümünü araştırmak hem de salgınla ilgili çalışması için Doktor Nuri'yi ve eşi  (aynı zamanda Abdulhamit'in yeğeni) olan Pakize Sultan'ı adaya yönlendiriyor. Yanlarında Pakize Sultan'ın koruması Kolağası Kamil'le... 

Salgının ilk aşaması reddetmeler, konduramamalar yerini korkuya bırakıyor... Ve ardından bilim insanlarının ve dönemin siyasileri arasında çekişmeler, inatlaşmalar... Halkın bir çok yasağa uymaması... Yolsuzlukların, hırsızlıkların artması... Adadan kaçak kaçanlar... Kaçmayanlar ama hiçbir şey olmamış gibi davrananlar... Vebalı ölülerin saklanması... Hatta bazı dönemlerde önemli kişilerin bu hastalığa yakalanmalarının saklanması... Para cezaları... Sokağa çıkma yasakları...

Size bir yerlerden tanıdık geldi mi? Bana çok tanıdık geldi... Hele ki ilk okulların kapatılması mevzuu... Hah dedim Orhan Pamuk tarih tekerrürden ibaret cümlesini doğrulamak istemiş anlaşılan...

Bir taraftan salgınla uğraşadursunlar bir yandan da bağımsızlığını ilan ediyor Menger Adası Kolağası Kamil'le... Adanın ilk Cumhurbaşkanı oluyor Kamil.. Kısa süre içinde vebadan ölünce Pakize Sultan kraliçe bile olur... Bir padişah yeğeni (tamam altta yatan bir çok sebep var) Osmanlı Devletine karşı... Sanki abartmış dediğim kısımlar işte...

Kitapta çok güzel aşklar da var... Doktor Nuri ile Pakize Sultan - Vali Sami Paşa ile gizli aşkı Marika -  Kolağası Kamil ile Zeynep...
Salgının arasına sıkıştırılmış, kitaba muhtemelen renk katacağı düşünülmüş... Farklılıkların getirdiği bir uyumla oluşmuş aşklar... Ama gelgelelim yazarımız öylesine geçiştirmiş ki bu aşkları, üzerine destan yazılabilecek bir sürü kaynak varken elinde sadece ara ara bir kırıntı gibi serpivermiş... 

Anlayacağınız konu muhteşem, sizi oradan oraya zevk ile sürükleyecek bir hayal gücü ama duygu yoksunu anlatımla bir türlü kendini kaptıramama hali... Naçizane fikrim budur bu kitapla ilgili...

Bir de hemen bir şey daha belirtmeden edemeyeceğim... Eğer bu kitabı pandemi gibi bir olayı yaşamadan okumuş olsaydım muhtemelen bu kadar içselleştiremezdim diye düşünüyorum... Okuduğum birçok karantina kuralı çok ütopik gelirdi eminim. Beni bu kitaba bağlayan en büyük sebep salgındı diyebilirim... Hatta gereksiz bazı bilgi aktarımlarına katlanma sebebim de olabilir...

Bu kitap evet Orhan Pamuk ile bir nevi tanışma kitabımızdı ama biraz daha kaynaşmaya ihtiyacımız var kendisiyle ilgili önyargılarımı kırmak için.. İlerleyen günlerde en sevilen kitaplarından birini okumaya girişirim belki ;)

En yakın zamanda görüşmek üzere....


Altıçizililerim;

* Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir.

* Tarihi hikayeler ne kadar "romantik" iseler, o kadar doğru değildirler ve ne kadar "doğruysalar" -ne yazık ki- o kadar da romantik değildirler.

* Eğer adada Rum Ortodokslarla Müslümanlar, devlet ile vatandaş, okumuş zengin ile fakir fukara göçmenler arasındaki öfke ve haset olmasaydı ve ortak bir milli ruh yaratılsaydı, karantina ta baştan tutardı.

* Aslında zengin, okumuş Rumların dışında adanın büyük çoğunluğu kaçmıyordu. Müslümanların çoğu, vebanın ne kadar bulaşıcı olduğunu kavrayan küçük azınlığı bile kalıyordu. Bugün, yüz on altı yıl sonra bunu parasızlık, imkansızlık, alakasızlık, kadercilik, korkusuzluk, din, kültür gibi nedenlerle açıklamak ne kadar doğrudur?

* İnsan felaketin daha büyümeyeceğine, en sonunda bütün salgınlar gibi bunun da sönüp gideceğine, kimsenin görmediği bir köşede, hiç dışarı çıkmadan bir süre oturup beklerse başına bir şey gelmeyeceğine kendini inandırabilirdi. 

* 1900'lerin ilk çeyreği, karşılaştırmalı olarak söylersek, insanoğlunun birbirine en çok kurşun sıkıp yaraladığı vahşi bir dönemdir. Kendi kendini dolduran makineli tüfek ile ona karşı koşmayı göze alan milliyetçi vatanseverliğin aynı dönemde keşfi ve hızla yaygınlaşmasıdır bunun nedeni.

* Bütün hayatını saraylarda geçirmiş Pakize Sultan'a göre aşkın en büyük kanıtı kadınla erkeğin duygularının olumlu ve anlayışlı olması kadar, derinliği ve hakikiliğiydi. 

* Bir tarih kitabındaki kişileri sevmemiz ya da onlardan nefret etmemiz zordur. Ama romanları okurken bu duygulara kapılabilirsiniz.

* Bir milletin kaderinde bu kadar vahim bir dönüm noktasında kendimizden bahsetmek zuldur.

* Sıralarını beklerken aralarında hafiften itişmeye, üç dilde küfürleşmeye başlamışlardı bile. Kimine göre oradaki bazıları kışkırttığı için, kimine göre de ancak birbirleriyle herkesin önünde küfürleşerek dövüşürken toplumun sevgisini kazanabildikleri ve başka bir şey de bilmedikleri için.


13 Mart 2023

2023 Oscar Kazananları


Gece saat 1 e kadar yabancı kanallardan takip ettim kırmızı halıyı... Biraz twitter kurcaladım falan derken dayanamadım uyudum... Saati 4:30'a kurmuştum ama kalkamadım... İyi ki de kalkmamışım 😂😂


Sabah kazananları ilk gördüğümde aynen böyle oldum 😲 Şooookkkkkk !!!!
Arkadaş tamam biliyorduk EEAAO nun birşeyler alacağını ama popülarite bu kadar etkilememeliydi hissiyatındayım... Sevmemiş olabilirim tamam ama akademide bu kadar abartmalı mıydı? Tabii ki abartmamalıydı...

Brendan Freaser da şaşırttı beni ama bu ödüle gram üzülmedim. Adam iyi oynadı zira... Haklı bir ödül..

Hepsi ağlamış ya Oscar konuşmalarını yaparken.... Baba ödül tabii.. Ke Huy anne ben Oscar aldım diye bağırmış... Kıyamadım bak yine...

Anne demişken Paul Mescal ödül törenine annesiyle katılmış.... Şapşikkk yaaa 💗 Evlat dedim sevdim azıcık 😉

En iyi kadın ödülünü ilk defa Asya kökenli bir kadın aldı... Yine de tebrik ediyoruz....

Women Talking uyarlama senaryo dalında ödül almış en azından... Hak etmişti bence...

Cağnım Banshees eli boş çıkmış ya törenden, o akademi üyelerinin film anlayışından hiç emin değilim artık... Harcadılar yeminle filmi... Yazıklar olsun

Sabah sabah ilk tepkiler bunlar efenim... Nurşen ablacım kırmızı halı yorumu yazarsa en azından orada keyiflenirim azıcık diye düşünüyorum... Zira ödül dağılımı enerjimi yedi bitirdi sabah sabah...

İşte kazananlar...




12 Mart 2023

Oscar Maratonu '23 Final


Peş peşe gelen yorumlarımdan sonra genel bir toparlama ihtiyacı hissettim...
İzlediğim filmleri genel olarak yazdım aslında...
Sadece bu ana 6 kategoriye girmeyen, teknik dallarda olan bazı filmleri yazmayı beceremedim ki onları da haftaya keyfe keder yazarım diye düşünüyorum...
Belgesel ve animasyon serisini hariç tutarsam 2-3 tane izlemediğim var sadece... Bu bir anlamda benim için rekor aslında...


Benim favori altılımı bu şekilde resmedebilirim...
Biliyorum ki bu sene EEAAO devreye girince bu formül oldukça sekteye uğrayacak gibi ama olsun...
Keyifli bir sezondu yine de...

Akşam töreni TRT yayınlamayacakmış. Nereden izlerim bu konuda hiç fikrim yok... Yekta Kopan da bir youtube yayını yapmayacak sanırım ama instagramda belki bir canlı yayın yapabilir. Onu yorumları her zaman benim için çok keyifli olmuştur...

Yarın kazananlarla görüşmek üzere...
Sevgiler...

Oscar Maratonu '23 Başlasın / En İyi Film ve Yönetmen Kategorileri


Filmleri biriktirince zor oldu yazmak... 
Bütün günü bilgisayar başında geçirmek istemediğimden film ve yönetmenleri bir arada yazayım bari dedim... Sonra da en son benim oscarlarımı yazıp bitireceğim inşallah bu sezonu... Hoş bu ana 6 kategori haricinde diğer kategorilerde de izlediğim filmler var ama onları da haftaya toplu şekilde yayınlarım. Malum benim tercihlerim senelerden beri hep ana 6 kategoride olur biliyorsunuz... Diğer kategorilerde de bir fikrim olmasına rağmen bu sene genel alışkanlığımı sürdüreceğim...

Şimdi geçelim film adaylarına.... Bu kategoride malumunuz 10 film var ancak ben Avatar'ı maalesef izleyemedim... Film kategorisinde seçilme ihtimali olmadığını düşünüyorum ve o sebeple  9 film üzerinde konuşacağım.


THE FABELMANS (2022)

Ünlü yönetmenlerin kendileriyle ilgili film çekme rüzgarına Spielberg de eklenmiş ve 7-18 yaş aralığı arasındaki dönemini filme aktarmış. Kendi çocukluk-ilk gençlik yıllarına odaklanırken de bir nevi hatıralarını kayıt altına almış diyebiliriz....

Sinemada izlediği bir filmin tren kazası sahnesi sanırım ilk dikkatini çeken detay Sammy (Gabriel LaBelle)'nin... Eğitimli bir anne ve babaya sahip Sammy... Bu ilgisini fark edince özellikle annesi Mitzi (Michelle Williams) o başlangıcı yapmasına destek veriyor ve hayallerinin peşinden gitmesine hep destek oluyor hayatında... Baba Burt (Paul Dano) ailede aslında annenin etkisi altında kalan silik bir karakter gibi gözükse de aileyi bir arada tutan anlayışlı bir adam...

Filmde Sammy hayallerine koşarken aslında Spielberg annesini sanki daha çok odağa alıyor... Onun hayalleri, pişmanlıkları ve bencilliklerini gözler önüne sererken onu suçlamadan hatta ona itina ile hazırlanmış sebepler yaratıyor... Bu gibi durumlarda genel alışkanlık ebeveynler üzerine atılan o suçluluk duygusuna hiç yaklaşmadan onları savunuyor adeta...  Anne-baba ayrılığında bile her iki ebeveyne de gerçek / hak verici sebepler yaratıyor diyebilirim...

Bu arada hemen unutmamak için kendime bir dip not yazmak istiyorum. Parmakları zarar görmesin diye süreğen olarak kağıt tabak-örtü ve bardaklarda yemek yemek fikri bence çok güzeldi... Örtüyü toparla ve masa toplansın :))))

Sonuç olarak ben bu filmi evet SEEEVVVVDDİİİMMMM ama çok büyük umutlarla başına oturduğum film bazı durağanlıkları ve tekrarları sebebi ile de hayal kırıklığına uğratmadı diyemem...


TOP GUN : MAVERICK (2022)

Gençliği ayağa kaldıran ve yaşam tarzını bile etkileyecek kadar popülarite sağlayan dönem filmi Top Gun 'ı kim derdi ki seneler sonra yeniden izleyeceğiz... 36 yıl sonra hem de...

Rayban-pilot montu modası o dönemde gelmişti... Arma satışları patlamış oramıza buramıza takmamıza vesile olmuştu... Kelly Mc Gills'in saçları hayallerimizi süslemişti... Bu kadar sevdiğim filmi seneler sonra izlemek ilk filme ihanet mi olacaktı düşünceleriyle uzak durmuş ve izlemeyi reddetmiştim... Oscar adaylığı alacağını tahmin bile etmiyordum ama gel gör ki çıktı karşıma ve izle beni Şebo dedi...

Bu adam yaşlanmıyor.... Maverick (Tom Cruise) zamana karşı durmayı bir şekilde başarmış... Dimdik duruyor hala :))) Kelly Mc Gills Tom Cruise kadar kendiyle oynamadığından zamana yenik düşmüş haliyle.. Gözlerim onu arasa da yine ilk filmindeki kısa kaçamak aşkı Penny (Jennifer Connelly) yerini doldurmaya çalışmış... Top Gun filmi aşksız düşünülemez çünkü... 

Sonrası bildiğimiz asi, söz dinlemez Maverick... Ama biraz durulmuş, kendinden sonraki nesiller için endişelenecek kadar hem de.... Gerisini anlatmaya gerek yok... 

Evet hayal kırıklığı yaratmadı bende film... Anılarımı tazeledi, gençlik yıllarıma bir yolculuk yapmamı sağladı... Güzel bir histi... Dolayısıyla TABİİİ Kİİİİİ SEEEVVDDDİMMMM kategorime bıraktım gitti filmi 💙


ALL QUIET ON THE WESTERN FRONT (2022)

Bu filmi uluslararası film adaylıklarında anlatmıştım... O sebeple tekrara gerek yok.
Şayet okumak isterseniz buradaki yazıma alayım sizi.


ELVIS (2022)

Tüm yıldızların yaşamları bu kadar dram dolu olmak zorunda mı demeden edemiyorum... Kimisi şöhrete ulaşıncaya kadar çok büyük sıkıntı çekmiş, kimi şöhret gömleğinin yakıcılığında erimiş, kimi şımarmış, kimi savrulmuş derken bir sürü hikaye...

Elvis de böyle bir hikaye ile çıkıyor karşımıza... Austin Butler Elvis'i canlandırmak konusunda oldukça başarılı... İlk dönemdeki çıkış şarkılarını kendisinin söylediğini düşünürsek inanılmaz keyifli bir seyir sunuyor bize...  

Albay Tom Parker (Tom Hanks)'ın onu keşfetmesiyle birlikte şöhret basamaklarını inaılmaz hızlı bir şekilde çıksa da hayatının şansı dediğimiz adam dönüp dolanıp hayatını karartan bir şeytan misali Elvis'in iliğini kemiğini sömürdüğünü izliyoruz... Bu arada Tom Hanks'i tanımakta oldukça güçlük çektim filmde... Dikkatle baktım birkaç kez, ondan sonra tanıdım.... O kadar değişmiş yani...

Filmde kronoloji yok... Albay'ın anlatımı ile izlediğimiz film bir oradan bir buradan giderek biraz kafamızı karıştırıyor aslında... Dönemin atmosferini çok iyi yansıtmışlar filme.... Çılgınca tutkulu bir gencin o dönem gençliğini nasıl da çıldırttığını izliyoruz ama sonrasında hapların, yatıştırıcıların, yeme bozukluğunun içerisinde çöküşünü izliyoruz maalesef...

Sonuç olarak filmi SEEEVVVDDİİİİMMMMM ve mutlaka izlenmesi gereken bir oto biyografi olduğunu düşünüyorum....


WOMEN TALKİNG (2022)

İlk önce filmin kadrosundan bahsetmek istiyorum... Ünlüler geçidi resmen... Rooney Maara, Frances McDormand, Jessie Buckley, Claire Foy gibi isimleri buluşturmuş... Tiyatral bir yapısı olan filmde hangi karaktere odaklanacağımı şaşırdım açıkçası... Fakat bunca kadın arasından herhangi bir aday çıkmaması da ilginç :/

Film bir dönem filmi gibi gözükse da çok yakın bir tarihte geçiyor aslında... Kadınların sindirildiği, uyuşturularak tecavüz edildiği ve bunu şeytana bağlayarak yine kadınların suçlu bulunduğu bir koloni hayal edin... Hayal etmeyin aslında bu koloni gerçekten var... Çok kötü çok...

Ve bu kadınlardan bazıları senelerce bunu şeytanın yaptığına inandırıldıkları uykudan uyanıyor ve hayatlarında ilk kez karar vermek zorunda kalıyorlar... Önlerinde üç seçenek var... Hiçbir şey yapmamak mı, kalıp savaşmak mı yoksa yanına çocuklarını da alıp gitmek mi? Peki gideceksek nereye gideceğiz belirsizliği... Bir kadın manifestosu diyebiliriz... Müthiş bir uyanış, müthiş bir direniş... Bazen bir öncüye bir kıvılcıma ihtiyaç duyarız ya... Bu film anlatım yönünden biçilmez bir kaftan olmuş anlayacağınız...

Oyunculuklar şahane.... Birbirleri arasındaki uyum tek mekanda geçen filmde bunalmamızı sağlıyor... Konu ağır, mekan tek ama uyanış içime umut tohumları serpiyor işte...

Sonuç olarak ben bu filmi ve anlattıklarını OLDDUKKKÇAAA SEEVVVDİİİMMMM....


EVERYTHING EVERYWHERE AL AT ONCE (2022)

Gelelim her kategoride mırıl mırıl söylendiğim bu filme...
İlk önce sonuna kadar izleyebildiğim için kendimi tebrik etmek istiyorum... Bu filmi seven çok sevdi, sevmeyen de sevmedi... Keskin fikir ayrılıkları oluşturduğu kesin...

Çin'den göç etmiş çamaşırhane işleten bir aile bir nevi geçim savaşı veriyor aslında.... Kendilerini denetleyen vergi memuruna gittiklerinde de bir anda paralel evrende buluyorlar kendilerini... Tüm aile üyeleri farklı zamanlarda farklı şekillerde birbirleriyle kimi zaman omuz omuza kimi zaman karşı karşıya geliyorlar.... Bir şekilde pişmanlıklarıyla hesaplaşıp, şöyle olsaydı nerede olurdum acaba sorularının yanıtlarını arıyorlar belki de... Benim anladığım bu...

Bu karmaşa, kılıktan kılığa girme halleri beni yoruyor ve anlamlandırmakta güçlük çekiyorum... Sadece filmin sonunu seyrettiğim için memnunum.... Birbirlerinden bu kadar hoşnutsuz olan aile üyelerinin yeniden bir aile oluşturmaları ve yeniden sevgi duvarları ile etraflarını çevirmeleri hoşuma gitti... 

Oyunculuklar tek başına değerlendirildiğinde belki güzeldi ama bütünde beni büyülemedi...
Sonuç olarak bu filmi SEEEVEEEMEEDDİİİMMMM BEEENNNN kategorisine atıyorum efenim...


TRIANGLE OF SADNESS (2022)

Filmimiz tam bir kara komedi... Bu tarzı çok sevmesem de yine de kendisini ilgiyle izletti..

Filmimiz aslında 3 bölümden oluşuyor... Filmin ilk bölümü mankenlik yapan Carl ve Yaya 'nın ilişkisinin başlangıcına odaklanıyor... Birbirlerinin şöhretini kullanmanın kendilerine fayda sağlayacağını düşündükleri mantıksal bir ilişkinin temellerini izliyoruz.
İkinci bölüm Yaya Ve Carl'ın influencer olarak katıldıkları lüks bir gemi seyahati olarak düşünebiliriz. Sınıfsal ayrım komedi unsurları içerisinde çok iyi resmedilmiş.
Üçüncü bölüm ise geminin fırtınadan etkilenmesi ve korsanların saldırısı sonucu batmasından sonra Carl ve Yaya ile birlikte bir kaç kişinin ıssız bir adada mahsur kalmalarını anlatıyor. Tabii ki burada para yok ve sınıfsal ayrım kalkıyor.. Adada en güçlü olan kişi teknede temizlik görevlisi olan Abigail; çünkü balık tutabiliyor ve ateş yakabiliyor... Abigail'in imparatorluğu da diyebiliriz aslında bu ada sahnelerine... Sınıf ayrımını alt üst eden yaklaşımla kurtulan kişilerdeki baskınlığını ve onların da buna boyun eğmeleri yine komedi unsurlarıyla anlatılmış...

Sonu sürprizli bir film...

İzlemekte zorlansam da günümüzde kim güçlüyse onun yanında yer alan omurgasız insan topluluklarını hatırlattığı için keyifle izledim... Kara komedi sevenler bu filmden benden daha çok zevk alacaklardır kesin...

Sonuç olarak ben bu filmi SEVMEEENİNNNN BİR TIK ALTIIIII kategorisine attım diyebilirim :)


TAR (2022)

Filmimizde tamamen kurgusal bir karakterin hayatını izliyoruz ekranda. Kurgusal olmasına rağmen çok gerçekçi olduğunu söyleyebiliriz Lydia Tar (Cate Blanchett) 'ın... Bunda tabii ki sevgili Blanchett'in payı büyük...

Çok başarılı bir orkestra şefi Lydia... Öyle böyle değil ama Emmy, Grammy, Tony ödüllü... Bu başarının farkında o sebeple çok kibirli, bencil ve hatta iş arkadaşları dahil tüm sektörü baskılayacak kadar da zeki...

Bu kadar etiket ve güç zehirlenmesi yaşayan bir bireyin de özellikle kadınsa duvarlarının yıkımı çok da zor olmayacaktır ve işte biz Lydia'da en zirveye kısa bir süre odaklandıktan sonra yıkılışını izliyoruz tüm film boyunca...

Düşük tempolu, duygusal travmaları bol ancak Cate Blanchett'in yorumuyla zenginleşen bir film... Bu rolde başka biri oynasaydı ve Lydia'nın duygularını bize geçiremeseydi film izlenebilir kıvamda değil açıkçası...

Bu arada hemen bir dip not yazmak istiyorum. İlk defa queer bir filmde bu kadar baskın, güçlü hatta bireyleri asimile eden bir karakter görüyorum... Kendi kişisel izleyim deneyimimden bahsediyorum tabii ki... Bu anlamda da beni etkiledi film aslında. Farklı bir metot deneyimlendiği hissiyatındaydım...

Film bir çok kişi için sevilesi bir film değil farkındayım ama oyunculuğun kralını izlemek istiyorsanız mutlaka bu filmi izleyin derim.

Sonuç olarak ben bu filmi OLLLDDUKKKÇAAAA SEEEEVDDDİİİMMM....


THE BANSHEES OF INISHERIN (2022)

Filmimiz İrlanda İç Savaşı Sırasında geçiyor ancak savaş olduğunu sadece duyduğumuz seslerden ve ara ara geçen konuşmalarından anlıyoruz...

Büyüleyici bir ada Inisherin... Sakin bir kırsal... Bir karakteri var sanki adanın.... 
Ve bu adada yaşayan insanlara da sirayet etmiş sanki...

Padraic ve Colm iyi iki arkadaş... Ada halkı da onların arkadaşlıklarının rutinini benimsemiş durumda... 
Ta ki bir gün Colm artık onunla arkadaş olmak istemediğini söyleyene kadar bu rutin devam ediyor... 
Padraic bu söylemi anlamlandıramıyor ve arkadaşının şaka yaptığına inanıyor.. Ve iki keçi gibi inatlaşmaya başlıyorlar... Bu arada kız kardeş Siobhan öngörülü davranarak olayları sakinleştirmeye çalışıyor ama ne mümkün.. 
Filmin karakter dağılımı çok dengeli... Kimse bir adım önde ya da arkada değil... Olması gerektiği gibi... Dolayısı ile bu denge size de geçiyor ve bir masalın içindeymişsiniz gibi hissediyorsunuz...

Yan karakterimiz polisin oğlu sevgi dilencisi Dominic de katılınca bu üçlüye inanılmaz bir dörtlü çıkıyor ortaya... Parmaklar sayılıyor, itiraflar ve hayaller giriyor işin içine derken masalın katmanları açıldıkça açılıyor... 

Anlatımımdan da anlayacağınız üzere ben bu filmi ÇOOOOKKKKK SEEEVVDDDİİİMMMMM, ve mutlaka izleminizi öneriyorum...

Sonuca gelecek olursak ben bu sene akademi ne derse desin THE BANSHEES OF INISHERIN 'e veriyorum ödülümü... EEAAO yanlısı tutumunu bırakacağını ümit ediyorum...


Yönetmenler için uzun uzun konuşmayacağım, sadece filmden ayrı olarak değerlendirmeye çalıştım yönetmeni... Ve bu kadar zor bir filmi bana değil belki ama bu kadar büyük bir kitleye sevdirebilme yeteneğinden dolayı yönetmenden yana seçeneğimi EEAAO yönetmenleri DANIEL KWAN ve DANIEL SCHEINERT diyerek sonlandırıyorum yorumlarımı...


Oscar Maratonu '23 Başlasın / En İyi Erkek Oyuncu Kategorisi


Evet adaylarımızı ve filmlerimizi hızlı hızlı anlatmaya devam ediyorum.


LIVING (2022)

Oscar serisinde en son izlediğim film olur kendisi... Deyim yerindeyse tadı damağımda kalan bir seyirle final yapmak benim için şahaneydi... 

50'li yılların Londra'sına gidiyoruz bu sefer... Bayındırlıkta çalışan memurumuz Mr. Williams (Bill Nighy) kendi deyimiyle beyefendi bir yaşam sürüyor... Oldukça dakik, çevresindeki iş arkadaşlarına oldukça mesafeli, tek sosyal eğlencesi haftanın bir günü sinemaya gitmek olan donuk bir adam... Hatta iş arkadaşının kendisine Bay Zombi lakabını takmasına sebep olacak kadar donuk bir adam... En yumuşak karnı ailesi olduğu hissine kapılsam da eşinin ölümünden sonra oğluyla mesafeli bir adam haline geldiğini düşünüyorum... Ve bir gün kanser olduğunu ve çok az zamanının kaldığını öğrenmesiyle hayata verdiği tepkiler de değişiyor Mr. Williams'ın...

Beni en etkileyen sahne iş arkadaşı Bayan Harris ile ölmek üzere olduğunu paylaştığı sahneydi.... Anlatım kelimesi kelimesine olmayacak belki ama ölüme çağrılmayı parktaki bir çocuğu annesinin çağırmasına benzetti... Kenarda hiçbir şey yapmadan bekleyen bir çocuk değil de arkadaşları ile gülüp eğlenirken çağırılmayı yeğlediğini söylediği anda da büyük bir aydınlanma yaşadı sanırım... Bu ifade beni o kadar etkiledi ki, kelimelerle anlatmam oldukça zor... İnanılmaz güzel bir bakış açısı... Filmin özü gibi naif bir yaklaşım...

Yaşam ve ölüm çizgisinde olsanız bile yaşamak bir sanattır diyerek bu filmi ÇÇÇOOOKKKKK SEEEEVVDDDİİMMMM kategorisine bırakıyorum yavaşça.


BILL NIGHY bu güzel filme o kadar yakışmış ki... Oyunculuğuyla filme ayrı bir değer katmış. Mr. Williams'ın o donuk karakterinden hastalık sürecini öğrenmesi ile birlikte yaşadığı hayatı sorgulamasını ve değişimini öyle bir yansıtıyor ki oturduğunuz koltuğa adeta mıhlıyor sizi... Büyülenmemek elde değil 💜


ELVIS (2022)

8 kategoride adaylığı olan filmimiz var şimdi sırada... 
Ama malumunuz hissiyat meselesini film kategorisine saklıyorum ve direkt adayımıza geçiyorum.


Tüm zamanların en ünlü rock and roll yıldızı Elvis olarak karşımıza çıkan AUSTIN BUTLER Elvis olmak için çok da makyaja ihtiyaç duymamış sanki... Diğer biyografi filmlerinden farklı olarak birebirliği benzer bir oyuncuyla yakalayıp, bir de hal ve tavırlarındaki maksimum dili yakalayınca şahane bir iş çıkmış. Bir idolü canlandırmak zor ve riskli bence... Bazı yorumlamalar sevdiğiniz insandan uzaklaşmanıza sebep olabiliyor. Risk almışlar ve bence başarmışlar. 
Austin Butler sanki bu film için biçilmez kaftan olmuş anlayacağınız... Kendini çok zorlamadan, mış gibi yapmadan da bu zor işin altından kalkmış. Performansına hayran kaldım kesinlikle... 


THE BANSHEES OF INISHERIN (2022)

Bir anda, hem de şu anda afişin güzelliğine odaklandım... Bak filmi sevmemiz için bir sebep daha... Akademi duy sesimi hahahaaa :)))

 
Yakışıklımın sanırım Oscar'da ilk adaylığı... Şimdi biraz bakındım ama başka adaylığına rastlayamadım. Şaşırdım doğrusu... Çok başarılı performanslarını izledik oysa önceki yıllarda... 
Bu filmdeki ana karakterimiz Padraic'e hayat veren COLIN FARRELL bu filmi sevmemizdeki başlıca etkenlerden birisi... 4 kare as karakterin birbiriyle uyumu da bu öne çıkışı sağlıyor bir nevi... Karakterin saflığını ve safça arkadaşlığının peşine düşmesini hiç yadırgamıyorsunuz ve Colm'un parmaklarının hesabını ona sormak hiç aklınıza gelmiyor... Karakterin safiyane duygularının peşine düşüp hooop filmin sonunu getiriveriyorsunuz hatta.... Rolünü tutarlı bir tavırla sürdürmesi en sevdiğim hallerinden diyebilirim...


AFTERSUN (2022)

Tek adaylığı olan bu film neden en iyi film listesinde yok anlayabilmiş değilim... Adaylar açıklanmadan önce ihtimali çokça dillenirken ne oldu da o listeye girmedi şakınım doğrusu...

Çok yalın, bizden bir hikaye...  Üstelik 90 lı yılların Türkiye'sinde geçmesi de filmin bonusu... Belki de bizi bu filme bağlayan en büyük ortak payda...

30 yaşında bir baba Calum (Paul Mescal) ve 11 yaşındaki Sophie (Frankie Corio) Muğla'da tatildeler... Her zamanki gibi resepsiyon görevlisi yerinde yok :))) Hissiyat bizde o sene o oteldeyiz ve tam da arka masadaki baba-kızı seyrediyoruz. Müthiş uyumlular ve sürekli turist olmanın gerekliliği ile birbirlerini kayıt altına alıyorlar... O video kasetlerindeki anılar Sophie'nin geçmişle bağı olacak ileriki yıllarda...

İzlerken durağan geliyor biraz ama diyorum ya çok ortak paydamız var filmle... Her bir detayını kaçırmamak ve eski anılarıma yolculuk etmek için pür dikkat izliyorum filmi...  Ve film bittikten sonra etkisi uzun süre kalıyor üstünüzde.

Sonuç olarak OLDUUKKÇAAA SEVVVDDDİİİMMM kategorisine attığım bu filmi anılarınızı tazelemek için bir yabancının gözünden izleyebilirsiniz diye düşünüyorum.


PAUL MESCAL genç ve hüzünlü baba olarak karşımıza çıktığı bu rolde günlük hayatını yaşar gibi... Tek bir abartı yok... Bir halının motifini izlerken, kızına bakarken, kendini sulara bırakırken... İntihar eğiliminde olduğunu bile bağırmadan anlatıyor oyunculuğu ile... Belki bu sefer değil ama bu istikrarını sürdürürse çok yakın senelerde bu heykelciği kucaklar diye düşünüyorum...


THE WHALE (2022)

Hemen adayımıza geçmek istiyorum müsaadenizle...


BRENDAN FRASER filmimizde obez bir birey olan Charlie'yi canlandırıyor...  Olağanüstü makyaj teknikleri kullanılmış filmde, kilolarının sizi rahatsız etmesini sağlamışlar. 
Çok sevdiği sevgilisini yitirdikten sonra yeme bozukluğu oluşmuş Charlie'nin yemekle bağını işin açıkçası biraz tiksinerek izlettirse de belli bir süre sonra Charlie'nin duygularına odaklanmanızı sağlıyor ve bu tamamıyla Brendan Fraser'in başarısı olduğu yadsınamaz bir gerçek... Onun o sessiz çığlığını içinizde duyuyorsunuz. Kızına ulaşmaya çalışırken yaşadığı çaresizliği ve tek başına ayakta bile duramayacak halde olması içinizi eritiyor... 
Fraser yeniden sahalara döndüğünü bu filmle kanıtladı anlayacağınız.

Şimdi gelelim bu kategorideki tercihime... Hepsi ayrı ayrı başarılı oyunculuklar izledik bu kategoride. Birbirinden değerli performanslarla beni benden almayı başardılar... Akademi hangi yönde kullanacak tercihini tam olarak bilemesem de ben bu sene bir idolü makyajın altına sığınmadan canlandırmayı başaran AUSTIN BUTLER 'den yana kullanıyorum tercihimi... Yanılırsam da kim gelirse gelsin üzülmeyeceğim bir kategori olduğundan emin olabilirsiniz.




11 Mart 2023

Oscar Maratonu '23 Başlasın / En İyi Kadın Oyuncu Kategorisi

Bugün ve yarın tüm yazıları bitirmem lazım diye bir şartlandırma yapıyorum kendime :))
Malumunuz bizim saatle Pazartesi 04:00 gibi ödül töreni yapılacak ve ben bunca emek sarf edip izlediğim filmleri anlatmazsam, ve tahminlerimi bitirmezsem olmaz yahu :)) Hadi hızlan Şebo diyorum... Ve peş peşe yazıları yazıp yayınlayacağım inşallah maşallah :)



BLONDE (2022)

Sadece bu kategoriye ait adaylığı olan filmimiz Marilyn Monroe'nin  bir biyografisi niteliğinde. Sanırım hayatı hakkında çekilen en kapsamlı film olduğunu söyleyebiliriz. Daha önce My Week with Marilyn filmini izlemiş ve orada sadece hayatının 1 haftalık kesitine tanık olmuş biri olarak bu film beni üzdü açıkçası. Çocukluğundan itibaren başladığımız seyir tam bir dram diyebilirim. Yalnız hemen bir not da eklemek istiyorum filmin bazı bölümlerinde kurgusal katkılar da yapılmış ve bu beni biraz sevindirdi işin açıkçası. Sarışın Bombamızın gerçekten böyle bir hayat yaşaması beni üzerdi...

Kadın hayatı boyunca birilerine paralar kazandırmış.... Ölmesinin üzerinden seneler geçmiş ve kazandırmaya devam ediyor. Dolayısıyla hayatının bir bölümünde oldukça başarılı olmuş ki bu durum oluşmuş. Filmde gösterildiği gibi sadece seks bombası olmuş olsaydı üzerinden nice sene geçmiş olmasına rağmen bu kadar merak edilir olmazdı sanırım...

Hayatına giren her erkeğe "daddy" demesi ve yaşamı boyunca babasını arıyor olmasının getirmiş olduğu acziyet umarım bu filmin kurgusal bölümüdür diye diledim film bittiğinde. Hele ki annesinin bu kadar maksimum seviyede şizofren olmamış olmasını ayrıca diledim diyebilirim. Tüm film boyunca içim acıdı... Hayatına giren hemen hemen her erkeğin etinden et kopararak bu kadar zalimce davranmaları hiç hoşuma gitmedi....

Filmdeki en güzel detay ise Piyano  filmindeki Adrien Brody'nin oluşuydu. Belki de Marilyn'in en mutlu dönemine bir oyun yazarı koca olarak eşlik ettiği sahneleri keyifliydi...

Sonuç olarak evet ben bu filmi SEEEVVVDİİİMMMM ancak yazarın ve yönetmenin Marilyn'i bu kadar yerden yere vurarak aciz ve kullanılmış, düşkün bir seks objesi anlatımından NEFREETTT ETTTİMMMM... Yine de Ana de Armas 'ın oyunculuğu hatırına mutlaka izlemenizi öneririm.

Hazır oyunculuk demişken şimdi de adayımıza odaklanalım...


ANA DE ARMAS haklı bir adaylıkla karşımızda.... Bu nasıl bir oyunculuktur dedim her sahnesinde... Marilyn'e has o bakışlar, kibar gülümseyiş, vücut dili bu kadar mı birebir olur... Utangaç seksi güzelimizi o dev ekranda aynı kendisi gibi resmetmiş...
Erkeklere daddy diye seslenirken kurgulanmak istenen o baba özlemini o kadar iyi yansıtmış ki her sesleniş bir ok gibi giriyor kalbinize, bundan emin olabilirsiniz...
Bu performansı ile sevgili Armas'ı izninizle ayakta alkışlıyorum 👏



TO LESLIE (2022)

Tek adaylığı olan bu filmimizle ilgili oldukça fazla konuşuldu aslında. Andrea Riseborough'un adaylığının kulisler sonucu aldığı gibi bir kural ihlali olduğu söylendi ancak akademi Andrea'nın adaylığını iptal etmedi...

Filmimiz  Teksas'ta geçiyor ve ana karakterimiz Leslie (Andrea Riseborough)'nin lotodan büyük ikramiye kazanmasıyla hikayemiz de başlıyor. Başına büyük bir talih kuşu konmuş ve zengin olmuştur. Hayalleri vardır... Ancak bir bakıyoruz ki Leslie sürünüyor... Kaldığı otelden parasızlık sebebiyle atılıyor. Ve oğlunun yanına bir sığıntı gibi yerleşiyor ama orada da kendi tercihleri sebebiyle barınamıyor.

Anlayacağınız Leslie 'nin yaptığı yanlışlar, başına gelen büyük şansın üzerinde... Para tükenmiş, çevresi bitmiş, oğlunu kaybetmiş ve senelerdir sığındığı alkolden başka sığınacak dalı yok... Karşısına ona inanan biri çıkmadığı sürece...

Filmimiz aslında çok iyi başlıyor, neler olduğunu anlamaya çalışırken filme bağlanıyorsunuz ama bir süre sonra sıradanlaşıyor ve teklemeye başlıyor... Son bir azimle son anda topluyor ama heyhat filmden bir kere kopmuşsunuz, bağlanmakta güçlük çekiyorsunuz. 

Film sığındığı klişeler sebebiyle çok büyük bir çıkış yapamadı ama oyunculuk için aynı şeyi söyleyemeyeceğim... Filmi taşımak için elinden geleni hatta fazlasını yapmış diyebilirim.

Sonuç olarak ben bu filmi SEVDİİİMM GİBİİİ SANKİİİİ kategorisine atıyorum ve izninizle adayımızla ilgili bir kaç kelam etmek istiyorum.


Adayımız ANDREA RISEBOROUGH filmde hakikaten iyi bir iş çıkartmış ve böylece de filmi izlenebilir kıvama getiriyor... Filmin ilk anından itibaren ilgiyi üzerinden hiç çekmemenizi sağlıyor... Arınma döneminde bir ara hakikaten bu kadın alkolikmiş hayatının bir döneminde ve bunu birebir gerçek hayatında da yaşamış diyebileceğim bir performans sergiledi... Rol yapmıyor sanki yaşıyordu... 

Kulis yapıldıysa şayet iyi ki yapılmış... Adaylığı söz konusu olmasaydı bu filmi kaçırabilirdim çünkü... 
Emeğine sağlık Andrea 💖💙



EVERYTHING EVERYWHERE ALL AT ONCE (2022)

Bu filmin afişini kaç defa daha koyacağım :))))  Daha önceki yazdıklarımdan biliyorsunuz duygularımı... Direkt adaya geçelim...


MICHELLE YEOH bu kategorinin en güçlü adaylarından. Objektif olarak baktığımda aslında kılıktan kılığa ve karakterden karaktere geçişte hiç zorluk çekmediği kesin...

Aslında filmin anlatmak istediği konuyu da çok başarıyla izleyiciye geçiriyor... Film hakkında çok olumlu hislerim olmamasına rağmen tabii ki bu başarısını da yadsıyamıyorum Sevgili Michelle'in.. V etabii ki olmazsa olmaz iyi bir kampanya da yürüttü. Ödül törenlerinde filmin bir çok dalda başarısı da bu kampanyayı destekledi düşüncesindeyim... İzleyip göreceğiz hep birlikte...



TAR (2022)

Filmimizin toplamda 6 adaylığı söz konusu ve bu adaylıklarından biri de en iyi film kategorisinde olduğu için bu konudaki düşüncelerimi ilgili kategoriye bırakıp hemen adayımıza geçiyorum (tekerleme gibi oldu sanırım 🙈).



Evet adayımız CATE BLANCHETT... 
Bugüne kadar izlediğim hiçbir filminde beni hayal kırıklığına uğratmayan nadide oyunculardan birisi... Bu konuda benimle aynı düşüncede olduğunuzu sanıyorum...

Filmin ilk sahnesinde Lydia Tar karakteriyle görüyoruz sevgili Blanchett'i... Bir gazeteciyle yaptığı röportajda karakterin rahatsız bir tip olduğunu şıp diye geçiriveriyor size her iki diliyle de... Konuşma çok kendini beğenmiş, el kol hareketleri ve oturuş şekli de bunu iki kat güçlendiriyor... 
Çok başarılı bir orkestra şefi... Ancak işinde başarılı olması insani yönlerden de başarılı olduğu anlamına gelmiyor tabii ki... Film ilerledikçe karakterinin aklını yücelterek acımasızlığını ve istismar ediciliğini bir şekilde kamufle etme yetkinliğinde... Yani sevgili Blanchett öyle bir oyunculuk sergilemiş ki normal hayatta asla ve asla onaylamayacağımız bir karaktere o dev ekranda bağlanmamızı ve finalde onun için üzülmemizi sağlıyor... Böyle bir oyunculuğa ne denir ki ? Öpücüklere ve ödüllere boğulur bence :)))



THE FABELMANS (2022)

Spielberg'in hayatının bir bölümüne odaklandığımız filmde aslında ana karakterimizle birlikte annesine de odaklanıyor film ve böyle bir adaylık getiriyor filmimize ve oyuncumuza...



Anne Mitzi karakteriyle karşımıza çıkıyor MICHELLE WILLIAMS... 

Bu filmde sanki Michelle Williams oyunculuğunun zirvesine çıkmış hissiyatındayım ben... 
Filmin ana konusu Sammy'nin bu sektöre nasıl göz kırpmaya başlayıp sinema aşkıyla nereden geldiğini anlatması olsa da Mitzi karakterine kattığı göz kamaştırıcılıkla rol çalmış aslında... Çocuğuna destek verirken dahi kendi hayalperestliğini ve özlemini o kadar iyi yansıtmış ki tüm film boyunca Mitzi'nin duygularına, ikilemlerine ve yer yer bencilliğine odaklanmamızı sağlamış. Tabi burada diğer oyuncular da Michelle Williams'a ışığınla sen göz kamaştır demiş gibi ortalama bir oyunculuk sergiledikleri de aşikar.... 

Rekabetin bu kadar yoğun olduğu bir oyuncu grubu olmasa bu ışık ona çok büyük başarılar da getirebilirdi aslında... Hatta seneler önce My Week with Marilyn filmiyle oyunculuğunun zirvesine çıktığı Marilyn karakterinin yeni fatihi ile bu kategoride yarışması bir talihsizlik midir yoksa kaderin bir cilvesi midir bilemedim...


Şimdi gelelim bu kategorideki seçeneklerime... Gördüğünüz üzere 5 kadın aday da benim için şahane bir oyunculuk sergilemişler... Ve hadi şimdi işin içinden nasıl çıkacaksın Şebo demişler adeta... Akademi Cate Blanchett ve Michelle Yeoh arasında  gidip geliyor muhtemelen ama ben bu konuda benimle aynı karara varacaklarını düşünüyorum ve CATE BLANCHETT bu ödülü kapar diyorum.

10 Mart 2023

Oscar Maratonu '23 Başlasın / En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Kategorisi



BLACK PANTHER: WAKANDA FOREVER (2022)

Marvel filmleri Oytun'dan dolayı aşina olduğum bir endüstri... Bir çok filmini de bu sebeple ona eşlik etmek için izledim. Farklı bir dünya... Z kuşağı için hatırı sayılır da bir önemi var...

Black Panter serisi de kimi zaman Oytun'la izlediğim, kimi zaman da daha önceki Oscar adaylığı ile üstüne biraz daha düşündüğüm filmlerden oluşuyor. Kara panterimiz Chadwick Boseman'ın zamansız ölümüyle de bu seri bitti demiştim işin açıkçası. Ancak yönetmen Coogler böyle düşünmese gerek ki sevgili panterimize veda etmek istemiş bu filmimizle. Güzel bir cenaze töreni düzenlemiş ve hayranlarına haydi buyurun demiş...

Bu arada tabii ki mevcut hikayesine yeni kültürler ekleyerek de bir hikaye oluşturmuş ve bir mirasçı yaratmış; kardeşi Shuri (Letitia Wright)... Sanki bir nevi ben bu seriyi farklı bir yolla devam ettiririm ve size yeni bir kahraman yaratırım demiş. Siz de bu kan bağıyla yaratılmış azimli genç kızımıza Black Panther gibi sahip çıkabilirsiniz mesajını vermiş...

Yeni ırklar, yeni karakterler ekleyen filmimiz bir yandan ellerinde bulunan gücü korumak için dünyanın süper güçlerine karşı dururken bir yandan da yeni gizli denizaltı imparatorluğu Talokan'larla bir savaş içerisine giriyorlar diyebiliriz konusu için...

Sonuç olarak benim için bu film her zamanki gibi tarzı sebebiyle İZLENEBİLİİRRRR, NEDEN OLMASIN kategorisine atılmıştır efenim :)

Bu kategori ile birlikte toplamda 5 adaylığı olan filmimizin diğer adaylıkları tahmin edeceğiniz gibi diğer teknik dallarda... Ne kadar başarı elde edebileceğini hep birlikte yakında göreceğiz...

Şimdi gelelim yardımcı kadın oyuncu kategorisindeki adayımızla ilgili hissiyatıma...


Ramonda karakterimize hayat veren ANGELA BASSETT 'i adaylık için uygun görmüşler bu sene... Serinin kahramanı Boseman'ın ölümüyle annesine büyük bir yük geliyor filmimizde. Ve filmin girizgah bölümünün vedaya odaklandığını düşünürsek anneye odaklanılması da yanlış olmamış... Sonra ipi kızkardeş Shuri ile birlikte taşımışlar...

İşin gerçek tarafını söylemek gerekirse evet Angela Bassett güzel bir performans sergilemiş... Tüm film boyunca tek bir falso vermiyor ancak bu kategoride adaylık getirecek kadar da şahane değil hissiyatındayım... 




EVERYTHING EVERYWHERE ALL AT ONCE (2022)

Bu yazı dizisi boyunca bu afişi daha çok göreceksiniz yazılarımda... Adamlar resmen örümcek ağı gibi sızmışlar tüm kategorilere 😂 Alametifarikasını bir türlü anlayamadığım filmle ilgili hissiyatımı dediğim gibi film kategorisine saklıyorum.

Filmimiz bu kategoride 2 adaylık koltuğunu kapmış. 



JAMİE LEE CURTİS bu filmde bir vergi memuru olarak çıkıyor karşımıza. Çin'den göç etmiş ailemizin çamaşırhanesinin evraklarını vergi memurumuz Deirdre inceliyor ve hayli aksi, hırçın ve bencil bir kadın... Evet bu kategoriye girmiş olabilir ama ben sevgili Curtis'i ne şahane rollerde izledim. Filmin popülaritesi sebebi ile farklı ödül kulvarlarında bu dalda bazı ödüllerde kaptı kendisi sezon boyunca ama Oscar için bilemiyorum. Çok daha iyi performanslarını bilmem sebebiyle ve filmin geneli ile çok bağ kuramamam sebebiyle mesafeliyim kendisine...



Diğer adayımız Çinli ailemizin asi ve ailesine kızgın kızı Joy karakteri ile karşımıza çıkan STEPHANIE HSU . Genç yaşının vermiş olduğu avantajla ergen modunda oldukça başarılı aslında. İlişkisini kabullenemeyen aileye oldukça kızgın, dinlenmediğini ve önemsenmediğini düşünüyor ve dolayısıyla paralel evrende çeşitli motiflere bürünüyor kızımız. İşin açıkçası Jamie Lee Curtis ile kıyasladığımda daha başarılı bir oyunculuk sergilediği aşikar. Ama Oscar jürisinin yaş itibari ile genç kızımızı aday olarak çıkarması bile mucize... Biraz daha piş bakalım diyeceklerdir muhtemelen 😉




THE BANSHEES OF INISHERIN (2022)

Cağnım manzaralı ve cağnım oyunculuklarla dolu filmimizle ilgili hissiyat meselelerimi erteleyerek hemen yardımcı kadın oyuncu adaylığına geçiyorum.



Filmimizin tüm ana karakterleri inanılmaz keyifli ve başarılı... Bunda şahsına münhasır karakterlerin bir araya gelmesinin de katkısı büyük. Oyuncularımıza oyunculuklarını sergilemek için oldukça geniş bir alan bırakmışlar dolayısıyla...

Siobhan karakteriyle izlediğimiz KERRY CONDON 'da bu becerisiyle haklı bir adaylık koltuğunu kapıyor tabii ki... Padraic'in kardeşi rolünde izliyoruz kendisini... Kardeşine bakmak için evlenmemiş. Oldukça entellektüel ve bir kitap kurdu 💗 Her ne kadar Padraic ve Colm arasındaki gerilimi anlamasa da kardeşini korumakla birlikte Colm ile empati yapabilecek kadar sağduyulu... Ve onun da hayalleri var aslında tüm bu olan bitenler arasında...

Hatunu çok sevdim filmde... Dominic'in aşkını bile çok kontrollü pas ediyor... Ama onun da hep başkaları için ertelediği hayallerine kavuşmak için çabalaması gerekiyordu değil mi? Bu konuda izleyiciye inanılmaz pozitif enerji veriyor o sebeple... Kerry Condon kesinlikle iyi iş çıkartmış...



THE WHALE (2022)

Öyle bir film ki sevenin canı gönülden bağlanıp bağrına basacağı, sevmeyenin ise tamamıyla tek mekan tercihinden dolayı uzaklaşabileceği bir yapım The Whale... Benim ilk seçenekte yer aldığımı söyleyebilirim rahatlıkla... Ancak hissiyatımla ilgili detayları diğer kategoriye bırakıyorum...

İzninizle adayımıza odaklanıyorum...


Filmin ana karakteri Charlie'nin tek arkadaşı belki de en yakını olan Liz 'e hayat veriyor HONG CHAU ... Aralarında garip bir uyum var. Charlie'nin çaresizliğine odaklanırken aslında Liz'in de Charlie'ye en sevdiğinin emaneti gözüyle baktığını anlıyoruz. Ve Hong Chau o kadar doğallıkla yansıtıyor ki bunu size... O korumacılığını, öfkesine rağmen vicdanını devreye sokmasını dikkatle izletiyor.

Kimi zaman sakinlikle kendine söylenenleri kabullenişin dinginliğini vücut diliyle anlatırken, korumacı tavrını dilinden daha çok ateş çıkan gözlerinden anlıyorsunuz... Ve tabii ki kendi hesaplaşmaları sırasındaki çaresizliğini de içinizde hissediveriyorsunuz. İyi iş çıkartmış güzel oyuncu... Tabi filmde ikilinin birbiri arasındaki uyumu da desteklemiş tüm bu olanları.


Evet gelelim sonuca...
Ortalık karışık aslında bu kategoride. Bende de tabii ki. Oscar jürisi Jamie Lee Curtis ile Kerry Condon arasında gidip gelirken ben de Kerry Condon ile Hong Chau arasında gidip geliyorum. Ve diyorum ki KERRY CONDON bu sene heykelciği eve götürecek. Hatta elimi arttırıp oscar jürisinin de aynı kararı vereceğini söylüyorum 😉