28 Şubat 2017

Oscar adaylarına başlıyoruz, hazır mısınız #son


Tören öncesi izlediğim filmlerin sonuna geldik nihayet...
Ben anlatmalara doyamadım, siz okumaktan bıkmadınız :) Böyle düşünmek istiyorum yani :))))
Lafı çok uzatmadan ben filmlerimi anlatıp kaçıyım en iyisi ;)




JACKIE (2016)

En iyi kadın oyuncu, kostüm tasarımı ve özgün müzik dallarında 3 adaylığı mevcut olmasına rağmen eli boş dönen filmlerden Jackie...

Amerikalıların en büyük travması Kennedy suikastını Jacqueline Kennedy Onassis gözünden anlatıyor... Suikastın yaşandığı zaman dilinden cenaze törenine kadar olan kısa bir dönemi...

Jackie 'yi Natalie Portman canlandırıyor ve çok da iyi beceriyor. Aynı eski resimlerde, videolarda gördüğüm gibi... Çok uzun zaman çalışmış üzerinde belli... Mimikleri, el hareketleri, kibarlığı, yürüyüşü birebir sanki...

Film geçen zamanı aynı sıralamayla anlatmıyor. Life dergisi ile yaptığı bir röportaj üzerinden şekillendiriliyor...

İnsanın en çaresiz kaldığı ruh hali ölüm halidir diye düşünüyorum ben. Sevdiğin birini kaybettiğin anda birçok gemiyi de yakarsın... Sanki o alevlerle yangının azalır, sanki işte... Mantıklı ve aklı başında davranmak herkesin harcı değildir... Ben öyle düşünüyorum yani...

Karşımızda yanı başında eşini kaybeden bir kadın var... Bir suikast sonucu ansızın hemde... O kadın bir First Lady... Başında ülkesi adına birşeyler yapması gerektiğini söyleyen binlerce adam....
Bir yandan eşinin ailesi... Kendi ve çocuklarıyla ilgili endişeleri... Çok kötü bir karmaşıklık.... Dik durmaya, kendi için ama en çok da eşi için doğruyu yapmaya çalışan bir kadın...

Bana en çok dokunan kısım Jackie'nin daha üzerindeki kan izlerini dahi temizlemeden eşinin tabutuyla eve dönüşü sırasında başkan yardımcısı L.B. Johnson'un başkanlık yemini etmesidir. Jackie'nin o andaki tepkisizliğinin altındaki iç yangını o kadar iyi yansıtılmış ki... İçim ezildi, çok üzüldüm....

Aslında film daha çok bir belgesel tadında...Güçlü durmaya çalışan Jackie'nin ruh dalgalanmalarını yaptığı geçişlerle filmi sıkıcılıktan da kurtarmışlar... Özellikle günah çıkartma sahneleri çok iyiydi, içsel hesaplaşmaları daha net anlamamı sağladı...

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEEVVVDDDİİİİMMMM, izlemenizi tavsiye ederim... Farklı bir hüzün bırakıyor bu güçlü kadın hafızanızda...




LA LA LAND / AŞIKLAR ŞEHRİ (2016)

Toplamda 14 adaylığı mevcuttu filmimizin; en iyi film, yönetmen, kadın oyuncu, erkek oyuncu, özgün senaryo, kurgu, görüntü yönetimi, prodüksiyon tasarımı, kostüm tasarımı, özgün müzik, özgün şarkı 2 adayla, ses kurgusu ve ses miksajı dallarında. Say say bitmedi adaylıkları :)))  Hemen hemen her dalda adaylığı söz konusu ve bu kolay bir iş değil...

Sonuç olarak ise 6 heykelcik kaptı; en iyi kadın, yönetmen, prodüksiyon tasarımı, özgün müzik, özgün şarkı ve görüntü yönetimi dallarında...

Mutluluk ve enerji filmi diyorum ben bu filme :)
Üzerinde o kadar çok yazılıp çizildi ki bu filmi izlemek için en sona bıraktım... Hem biraz kıyas etmeyi kolaylaştırmak hemde yazılıp çizileni unutmak için... İyi ki de öyle yapmışım...

Sebastian (Ryan Gosling) ve Mia (Emma Stone) bir masal kahramanı gibi çıkıyor karşımıza... Eski Hollywood filmleri gibi sanki... Takatakatıktık ayak sesleriyle dansları, oradan oraya uçuşmaları, aşkla bakışmaları...

Oyuncu olmak isteyen bir kızla jazz aşığı bir adamın hikayesi... İkisinin de hayalleri var... Umutları var... Pembemsi tabloyu o kadar güzel yansıtmışlar ki elinde olmadan sende kendini bulutların üstünde hissediyorsun...

Rengarenk bir ekran, yıldızların üstünde danslar, cıvıl cıvıl gençler, dolunay, müzikler kendinizi o kadar iyi hissettiriyor ki.... Uzun zamandır kendimizi iyi hissetme çabamıza karşılık verir gibi sanki... Zamanı, mekanı unutturan bir film...

Özellikle final çok iyi planlanmış ve kotarılmış... Keşkeler kaldırılmış, sonuca alıştırılmış...

Oscarlık bir film miydi değerlendirmesine hiç girmeyeceğim... Bu konuda yeterince yazılıp çizildiğini düşünüyorum. Sadece diğer filmlerle kıyas ettiğimde bana sadece umut ve renklilik yetmedi, bu konuyu sadece kendimce böyle açıklayabilirim...

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEVVVDDDİİİİMMMMM, şöyle koşuşturmacalardan uzaklaşıp 2 saat eğleneyim, enerji dolayım diyorsanız bu filmi mutlaka izlemenizi tavsiye ederim...


27 Şubat 2017

Oscar adaylarına başlıyoruz, hazır mısınız #6 / tören bitti malum ama filmleri yazmayı bitiremedim...


Bu hafta sonu eksik kalan 4 filmimi de izledim. Ancak yazmaya fırsatım olmadı, sadece aday tahminlerimi yazabildim...
Seri bozulmasın diye yazının başlığını da değiştirmedim. İdare edin artık :))

Yalnız hala sabahın heyecanındayım, ne törendi yahu :))))
İşler yoğundu, iyi bir paparazilik de yapamadım :))) Uykusuz olduğum için malum maymun gibiyim... Araştırmacı kişiliğim kendini tatil ilan etmiş. Yeni bir gıybet duyduysanız bana da haber edin olur mu ?

Hadi ben filmlere geçeyim artık;



FENCES / 2016

En iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, ve uyarlama senaryo dallarında toplamda 5 dalda adaylığı vardı bu filmimizin de... Viola Davis en iyi yardımcı kadın oyuncu heykelciğini kazandı sonuç olarak...

Pulitzer ödülü almış bir tiyatro oyunundan uyarlama olarak karşımıza çıkıyor. Oyunu da aynı oyuncular oynamışlar ve dolayısıyla karakterlere çok hakimler. Film boyunca bunu hissedebiliyorsunuz...

Filmimiz 50'li yıllarda geçiyor. Troy (Denzel Washington) 'un en büyük travması genç yaşlarında başarılı bir beyzbol oyuncusu iken sırf beyaz olmadığı için takıma alınmaması ile başlıyor... Hayatının aşkı Rose (Viola Davis) ile mutlu bir evliliği de var aslında... Biraz maddi sıkıntılar, biraz kaygılar, çocuklarla çatışmalar... Ama en çok da geçmişinden kalan izlerle savaş.... Bu sebeple hem kendini hem de çevresini yoruyor, çokça hemde...

Tiyatro severlerin hiç zorlanmadan izleyecekleri bir film... Ne kadar film olarak uyarlansa da senaryo tiyatro kıskacından çıkamamış. İlk sahneden itibaren az görüntü, çok diyalog hatta monolog... Troy kimseye söz hakkı tanımıyor çünkü... Bir ara Rose uzun cümleler kurabilecek mi acaba diye endişe ettim hatta... Ama filmin ikinci yarısından sonra Rose aktı gitti... Allahım bu kadın rol yapmamış dedim, yaşamış.... Hoş Denzel Washington'da aynı şekildeydi... Adam sanki gerçekten de huysuz, kavgacı bir ihtiyar... Hoş arada gençleşip kuyruğunu dikti ama şimdi o konuyu anlatmıyım, feci spoiler vermiş olurum :)))

Bol mesajlı cümleler var filmde... Filmin belli bir zamanından sonra tiyatrosal metne alıştığınız için batmıyor...

Filme şahane diyemeyeceğim belki ama oyunculuklar fevkaladenin fevkinde... Mest oldum izlerken...  Viola Davis sonuna kadar o heykelciği hak etti bence, Denzel' de almalıydı... Ama olmadı yapacak bir şey yok...

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEEVVVDDDİİİMMMM, tiyatral bir film izlemekten sıkılmam, izlerim diyorsanız sizde seveceksiniz ;)



MANCHESTER BY THE SEA (YAŞAMIN KIYISINDA) / 2016

En iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu ve özgün senaryo dallarında toplamda 6 adet adaylığı mevcuttu, törenden 2 heykelcikle döndü; en iyi erkek oyuncu ve özgün senaryo dallarında...

Filmle ilgili hissiyatımı anlatmadan önce konusuyla ilgili kısa bir özet geçeyim;
Lee (Casey Affleck) yalnız yaşayan bir adamdır. Apartman görevlisi olarak çalışmakta ve kendisinden ne isterse yapan, hafif küçük Emrah modlu bir adamdır. Bir gün abisinin hastahaneye kaldırıldığını öğrenince apar topar doğup büyüdüğü şehire dönmek zorunda kalır. Abisi ölmüştür ve yeğeni Patrick (Lucas Hedges) 'e ebeveynlik etmek zorundadır artık. Ama eskiden yaşadığı bu şehirle yüzleşmesi gereken olaylar ve kişiler vardır.

Yavaş filmler beni çok fazla sıkmaz aslında, bir şekilde olaylar döngüsüne kaptırırım kendimi. Ama bu filmde kaptıramadım, olmadı, olamadı... Bir ara geçmişe dönüş sekanslarıyla evet film canlanıyor desem de minik bir esinti gibi çıkış inişe terketti yerini hemen...

Casey Affleck'i normalde severim ama bu rolde o kadar kasıntı ve ruhsuz ki sevemedim bir türlü. Eski karısı daha da bir ruhsuz; Randi karakteriyle Michelle Williams... Bak onun adaylığı bile saçmaydı bence... Adaylığı hiç olmamalıydı...

Yeğen Patrick rolüyle Lucas Hedges'e aynı şeyi söyleyemeyeceğim ama... O ergen bocalamasını, saçmalamasını o kadar iyi verdi ki karşısında çok iyi rakipleri olmasaydı başarılı bile olabilirdi... Yaşı daha genç, bir gün başarır diyorum artık...

Film için aşırı övgüler vardı... Bazen elektrikler tutmayınca olmuyor işte... En azından azmedip sonuna kadar izleyebildim :)))

Sonuç olarak üzgünüm ama ben bu filmi SEVMEDİİİMMMM, sevenlere sonsuz saygılarımı gönderiyorum :)

Diğer 2 film de yarına kalsın artık, bu postun uzunluğu bu kadar yeter...





Oscar tahminlerimle karşınızdayım efenim ♥ VE KAZANANLAR....

Günaydınlar ve mutlu haftalar efenim :)

Oscar törenini izleyip te şok olmayan yoktur sanırım :) O şokla uyku falan kalmadı vallahi bende. Zımba gibi geldim işe :)))

İzlemeyenler için kısaca anladığım kadarıyla anlatıyım ben. En iyi film dalında ödül alanı La La Land olarak açıkladılar. Çığlık kıyamet bütün ekip sahneye çıktı, teşekkür konuşmaları yapılmaya başlandı. Sanırım 2. konuşmadan sonra bir kargaşa başladı arkada... Biri mikrofona yaklaştı bir hata yapıldı kazanan Moonlight dedi bağıra bağıra, şaka yapmıyorum diye de birkaç kez yineledi :))) Herkes şok :)) Kartlar mı karıştı ne oldu o anda kimse anlayamadı ama Moonlight kazanmıştı :))

Bir ara Digitürk yayını kesmişti, tam kendilerine saygılarımı iletirken yayını son anda tekrar devreye soktular. Canlı canlı o anı izleyemeseydim kahrolacaktım bütün gün :)))

Tahminlerimde bu sene %50 lerdeyim... Bu sene de erkekler batırdı beni :))) Emma Stone'u saymıyorum, Orada gönlümün kraliçesi hala İsabelle Huppert...

Moonlight kıyamam aradı kaynadı yalnız... Düşünsenize kazandınız ama doğru düzgün sevinip konuşmayı bile tam yapamadınız :/ 

Ben şimdi dedikoduları takip ediyim azıcık :)

27.02.2017



Bir sezonun daha sonuna geldik :)
Bıkmadan usanmadan bıdıbıdılarımı dinleyip, heyecanıma verdiğiniz katkılarınızdan dolayı teşekkürlerimi borç bilirim efenim :)

Şu an itibarı ile tüm filmleri izledim diyemeyeceğim, 1 filmi maalesef bulamadım ve izleyemedim. Florence olur kendileri de... Cuma ve Cumartesi günü izlediğim ve buraya yazamadığım 4 filmi de törenden sonra bir ara size yazacağım. Son dakika golü yapmam sebebiyle, yazmaya fırsat kalmadı...

Bu yazıyı Pazartesi sabahı tekrar güncelleyeceğim, kazananları da yazacağım. Hatta töreni uykuya yenilmeden izleyebilirsem ufacık telefon ekranımdan daha da mutlu bir yazı bekliyor olacak :)
Geçen seneki tahminlerimde 2 fire vermişitim, ikincil tercihlerim tutmuştu... Bakalım bu sene saygıdeğer kırmızı halı jürisi ile hangi ortak filmlerde buluşacağız :))
Pazartesi günü bunu da göreceğiz :)))

Evet şimdi tahminlere geçiyorum ♥

EN İYİ FİLM;

Toplamda 9 film vardı ve hepsini izleyebildim. İçinde en etkilendiğim film Hidden Figures / Gizli Sayılar oldu. Çok etkilenmeme rağmen ödüle yakınlaştığını hiç sanmıyorum maalesef ve bunu üzülerek yazıyorum...
La La Land / Aşıklar Şehri filmine kesin gözüyle bakılsa da ben şişirildiğini düşünüyorum. Evet umut dolu, neşeli ve diğer adaylara göre farklı bir film... Ödülü alırsa şaşırmam... Manchester by the Sea / Yaşamın Kıyısında filmi de ihtimaller dahilinde...
Ancak bu sene ben MOONLIGHT / AY IŞIĞI filminden yana kullanıyorum tercihimi. KAZANDI...


EN İYİ YÖNETMEN;

İkincil bir düşüncem yok bu dalda. La La Land ile enerji yakalayıp, izleyiciyi bambaşka bir atmosfere sokmayı başarmasından dolayı DAMIEN CHAZELLE diyorum. KAZANDI...


EN İYİ KADIN OYUNCU;

İzlemediğim tek film Florence ve dolayısıyla Meryl Streep... Yine cesur bir konuşma yakışır aslında ama diğer konularda yorum yapamayacağım...
Ben nedense kadın adaylarda zorlanıyorum. Yine zorlandığım bir kategori mevcut....
Bence hepsi birbirinden güçlü adaylar ve hepsinin oyunculuklarını da sevdim aslında... Emma Stone'a kesin gözüyle bakılıyor hatta. Ama ben bu sene ISABELLE HUPPERT 'dan yana kullanmak istiyorum tercihimi... Kesinlikle çok başarılıydı... EMMA STONE KAZANDI...


EN İYİ ERKEK OYUNCU;

Adam rolünün içine geçmiş, eee severim de kendisini... Eski kurtlardan ne de olsa ♥ DENZEL WASHİNGTON diyorum ben bu dal için. CASEY AFFLECK KAZANDI...


EN İYİ YARDIMCI KADIN OYUNCU;

Nicole Kidman ve Viola Davis arasında kaldım bu bölümde. Gerçi Octavia Spencer sempatimi de nasıl es geçeceğimi bilemedim bir türlü :) Ama nedense, bakışlarından olsa gerek VIOLA DAVIS ağır bastı bende. KAZANDI...


EN İYİ YARDIMCI ERKEK OYUNCU;

Mahershala Ali güçlü adaylardan... Ama benim ırkçı antipatik esprileri olan gıcık şerifim vardı. Doğallıkla karaktere bürünme halini sevmiştim. JEFF BRIDGES diyorum o sebeple. MAHERSHALA ALİ KAZANDI...


Özetle bende durum budur ♥


Sırada şimdi ödül törenini beklemek kaldı :)


VE KAZANANLAR LİSTESİ


En İyi Film - Moonlight
En İyi Kadın oyuncu Emma Stone (La La Land)
En İyi Erkek Oyuncu - Casey Affleck (Manchester by the Sea)
En İyi Özgün Senaryo - Manchester by the Sea
En İyi Uyarlama Senaryo - Moonlight
En İyi Yönetmen - Damien Chazelle (La La Land)
En İyi Yabancı Dilde Film - The Salesman
En İyi Kısa Film - Sing
En İyi Animasyon Film - Zootopia
En İyi Kısa Animasyon - Piper
En İyi Prodüksiyon Tasarımı - La La Land
En İyi Orijinal Müzik - La La Land
En İyi Müzik -  La La Land
En İyi Kurgu - Hacksaw Ridge
En İyi Görsel Efekt - The Jungle Book
En İyi Sinematografi - La La Land
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu - Mahershala Ali (Moonlight)
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu - Viola Davis (Fences)
En İyi Saç Makyaj - Suicide Squad
En İyi Kostüm Tasarımı - Fantastic Beasts and Where to Find Them
En İyi Belgesel Film - O.J.: Made in America
En İyi Ses Kurgusu - Arrival
En İyi Ses Miksajı - Hacksaw Ridge



24 Şubat 2017

reklamlardaki gibi olmayan şeyler


Sevgili Annesinin Prensesi beni geçen haftalarda mimlemişti sağolsun :)
Fırsat bulup bir türlü yapamamıştım.
Hazır filmlere ara vermişken daveti geciktirmeden icabet edeyim dedim ;)

Efenim hani şu Tv ürünleri var ya ben onlara gıcığım :))

İlk önce sizi ellerinden geldiği kadar beceriksiz gösterirler.
Mesela böyle;


Ya da böyle;


Sonra da ellerine muhteşem, harikulade, siz beceremiyorsunuz çünkü sebebi var işte bu alet diye bir şeyle pişmiş kelle gibi sırıtırlar;


Böyle birden bir aydınlanma gelir suratınıza...
Ulan ben salak mıyım, niye debeleniyorum...
Adamlar icat etmişler işte sen otur yerinde bir ümit sarılırsınız telefona ya da internete.....

Alet gelir ve sonuç aynen siz böylesinizdir;


Hahhh  işte ben buna gıcığım :))))

Adamlar tek tıkla milyon parçaya ayıran doğrayıcıyı gösteriyorlar, o alet benim eve gelince domatesi püre yapıp patatesi ucubik yaratıklara benzetiyor... Neymiş süper doğrayıcıymış :)))

Pehhhhhhh !!!!

Hadi bakalım sıra sizde; mimlendiniz efem ♥

Akşam Sefası
Nilhan
Öneri Makinesi

Mutlu hata sonlarınız olsun ♥



22 Şubat 2017

sen benim mucizemsin ♥




Oyun oynardık seninle daha düne kadar...
Ben balım derdim, sen çiçeğim... Canım derdim, aşkım derdin.... Bitanem derdim, biriciğim derdin.... Oğlum derdim, annem derdin....
Bıkıncaya kadar uzayıp giderdi bu cilveleşmemiz....
Küçücüğümün anneliğinden, ergen anneliğine terfi ettim epeydir....
Öyle uzamıyor artık cilveleşmeler...
İki öpücük, bir kucaklaşma, azıcık kıkırdama sonrası bitti...
Ama buna da şükretmem lazım, hala öpüp koklayabiliyorum seni...
İki gün sonra buna da izin vermezsin :)

Bazen diyorum ki arkandan atlı mı koşturuyor be annem...
Bu ne acele büyümek için... Sakin biraz, yavaş....
Ama yavaşlamaya hiç niyetin yok farkındayım...
Acelen var büyümeye...
Koşma oğlum, yetişemiyorum sana...

Bu sene ergen atarların epey zorladı beni...
Bir ara dilinin boyundan hızlı uzayıp ağzına hiç sığmayacağından endişelendim.
Hala göz devirmelerim işe yarıyor :))) Her göz devirdiğimde dilinin ucunu biraz kesmeyi başardık. Mazallah sonra  dilin sürekli dışarıda gezecektin paşam :))

Kolların pütür pütür oldu biliyor musun? Ergenlik sivilceleri hoşgeldin hayatımıza dedik. Hatta kendilerine parti de yapacaktık ama uzun kalırlar diye korktuğumuzdan partiden vazgeçtik.
Parti düzenlemememize rağmen ziyaretleri uzun süreceğe benziyor, geçen hafta çenene konuk olmuş birisi. İnan aynanın karşısında sivilceni incelerken çok komiktin :)))

Para ile ilişkin garip bir hal aldı bu sene. Harçlığını yanına almamayı tercih ediyorsun. Oğlum yanında bulunsun lazım olur dediğimde yanımda olunca da harcıyorum diye mızıldanıyorsun. Bu ne çelişki annem yaaaa :))) Yanın da para olunca galiba sürekli seni dürtüyorlar "beni harca, beni harca" diye :))) Kuruş kalmıyor yanın da çünkü... Kantinci zengin olmasın diye okul çevresindeki esnafı zengin etmeyi tercih ediyorsun :)))

Kıyafet tercihin eşofman, renk tercihin siyah... Pantolon giyme konusunda ızdırapların en büyüğünü yaşıyomuşsun gibi bir tepkin var ama hala giyiyorsun... Cebren ve hile ile... Bilmem anlatabildim mi :)))

Aşk meşk işleri hala yok :))) Çok tepkili olmasan da kızlara, işim olmaz sizinle gibi bir havan var. Havanı yerim senin :)))

Yemek yapmak konusunda hala çok isteklisin. Geçenlerde makarna pişirdin, desteksiz. Ve gayet de lezzetliydi paşacım. Ellerine sağlık ♥

Okulda durumlar hala karışık, bir türlü düzene oturtamadın... Bol bol sözleşme imzaladın bu sene de :) Bol bol bana haksızlık yapıyorlar dedin. Geçen seneyle farkımız, bu sene imzaladığın sözleşmeleri sakladın benden ahahahahaaa :)) Ama görüyorsun ki saklamak çözüm getirmedi, ben yine öğrendim :)))

Film seyretme keyiflerimiz bu sene de tam gaz devam ediyor. Romantik komedilerden oscar listelerine adım attın benimle. Filmlerin sonunda yorum yapar oldun. Etkilendiğin sahneleri gözlerin çakmak çakmak anlatıyorsun ya bana, bayılıyorum bu haline. Film keyiflerimizde yiyecek-içecek müdürü ilan ettin kendini. Güzelce hazırlayıp geliyorsun filmden önce :)))

Aaaaa bu sene çay servisi de yapıyorsun ben ve anneannene. Bu konuda hiç talebim olmadı aslında, tamamen kendi tercihindi....

Bu yaşın Arden'le tanışma yaşındı. Bana çok iyi bir abi olacağını gösterdin. Hiç bıkmadan usanmadan oynadın onunla, sevgi doluydun. Merhametli ve eğlenceliydin ona karşı. Arden'de abisini çok sevdi ama :) Hala Oytun dediğimizde gülüyor ekranın karşısında....

Bu sene ilginç bir espri anlayışın var. Oldukça soğuk brrrrrr :))) Ümit ediyorum değişecek. Bir de laf oturtma durumun var ki hakikaten bazen cuk oluyor. Ağzım açık kalakalıyorum :)))

Hala çok ama çok duygusalsın ♥

Ah be annem...
Bak yine dolu dolu geçirmişiz bu yılımızı da...
Ağlamışız, gülmüşüz, sarılmışız, küsmüşüz.....

Sen artık birlikte yol aldığım yarenimsin benim....
Bazen el yordamıyla, bazen el ele emin adımlarla ilerliyoruz seninle...
Hayat seninle çok güzel..
Unutma sen benim mucizemsin ♥

Doğum günün kutlu olsun bitanem....
Seni çok sevdiğimi hiç bir zaman unutma...

Annen...







20 Şubat 2017

kalben yorgunsan ilacı sevgidir...


Birkaç gündür işe gelmiyorum...
Çok sevdiğimiz İbrahim amcamızı kaybettik.
Nur içinde yatsın...
Kan bağımız yoktu belki ama hayat akışlarımız bağlamıştı birbirimize bizi... Rahmetlik babamın devresiydi, hep beraberdik yıllar yılı... Çocukluğumdan beri...
Onunla birlikte bir yandan da babamı defnettiğimiz günlere gittim...
İçim ezildi iyice...
Kaç gündür sersem gibiyim...
Sanki günlerdir dayak yiyormuş gibiyim, elim kolum kalkmıyor...

Böyle anlarda insanın aklına bir sürü şey de geliyor...
Bir sürü muhasebe yapıyorsun...
Senaryolar üretiyorsun...

İşe geldim bugün ama çok da toparlanamamıştım...

Masama oturduğumda bir kargo geldiğini fark ettim. Aslında geleli birkaç gün olmuş....
Şaşırdım, çünkü herhangi bir yerden kargo beklemiyordum...
Esra diye biri...
Allah allah kim ki diye diye açtım merakla kargoyu...

İçindekileri görünce tabi ki anladım kim olduğunu..... 2balık1kedi Esra ♥
Asık suratlı bıkkın Şebo'nun yerini gülümseyen enerjik Şebo aldı birden...
Tek tek baktım her notuna...
İçim ısındı...
Yine ağladım ama bu sefer mutluluktan :)
Ahhh Esra dedim, sen nasıl bir güzelliksin....

Esra'cım benim ♥
Telefonumu istemiştin ya, şu whatsup mereti var ya herhalde birşeyler yazacaksın zannettim. Yazmayınca seslenecektim, hayırdır kuzu diye ama bu hengamede fırsatım olmadı hiç...

Sen nasıl güzel bir kadınsın, nasıl incesin öyle...
O sahaftan aldığın kitaptan tut da kartlarına, kahvene kadar hepsini nasıl da incelikle hazırlamışsın... Baykuşumu bile unutmamışsın ♥
Erken erken kutladım diyorsun ya doğumgünümü, inan zamanında gelseydi o kargo beni bu kadar mutlu edemezdi... Bu kadar enerji dolduramazdı ...
O kadar duygulandırdın ki beni...
Sanki dedim zamanını bekliyormuş bu paket; toparlanayım, silkeleneyim diye...
Şu bloğu birkez daha çok sevdim ben... İyi ki yazıyorum dedim, iyi ki güpgüzel insanlar buluyor beni, sevgileriyle sarmalıyorlar beni dedim....
İyi ki varsın arkadaşım, iyi ki şu blog yollarımızı kesiştirmiş, iyi ki tanımışım seni...
Yazacak kelime bulamıyorum inan mutluluğumu anlatmaya...
Çok ama çooookkkkk teşekkür ederim sana ♥
İnceliğin, zarifliğin, arkadaşlığın ve kocaman sevgi dolu yüreğin için...
Öpüyorum seni kocaman ♥
İyi ki varsın, varsınız ♥





15 Şubat 2017

yıldız haritası için gerekli bir panodur kendisi...


Hep film hep film kafanızı ütüledim farkındayım :)
Araya çeşni yazısı katıyım dedim azıcık ta...

Bu kadın yayıyor, hiç bir iş yapmıyor demeyin  hem :)
Bazen yürü be Şebo kim tutar seni diye hallenip yeni işlere başladığım da oluyor....
Bir kenarda bekleyen 328432121 tane yarım işe "sizleri seviyorum bebeklerim" benimki haves sadece diye mırlıyorum tabi ki... 
Küstürmeyelim garibanları :)



Haziran'da heveslenmişim Kasım'da bitirmişim :)))
6 aaaayyyyy !!!!
Üstüne 2 ay koymuşum çerçeveletmek için...
1 ay da buraya konmak için beklemesi normaldir di mi ahahaaaaa :)))


9 ayda millet aya çıkıyor Şebo demeyin bana.....
Fururum net ahahahaaaaaa :))))

Haaa bu pano ne işe yarayacak diye sorarsanız müthiş bir gereklilik sebebi bulabilirim size...
Yükselenmiş, yıldız haritasıymış, büyüme skalasıymış baksın baksın yapsın bu tablodan ahahahaaa :)))

Mutlu çarşambalar efenim ♥

14 Şubat 2017

Oscar adaylarına başlıyoruz, hazır mısınız #5


Bugün size keyifli iki film anlatacağım.
İkisinin de ana konusu sevgi :)
Tam da gününe denk geldi....
Sevmenin günü de yok şekli de aslında....
Sevme ve sevilme halleriniz çok olsun diyorum ben o yüzden size ♥





LOVİNG (2016)

Tek adaylığı mevcut bu sene oscarlarında; Ruth Negga ile en iyi kadın oyuncu dalında.
(Not: Maalesef kazanamadı...)

Farklı tenlerin filmi bu filmimiz de... Loving çiftinin aşkı ve evliliğini konu alıyor;  Richard Loving (Joel Edgerton) ve Mildred Loving (Ruth Negga) 'in... Gerçek hayat öykülerinden alıntılarla çıkıyorlar karşımıza...

Birbirine aşık olan iki farklı tendeki çift Washington'a gider ve pürüzsüz bir şekilde evlenir ancak oturdukları Virginia eyaleti kanunlarına göre evlilikleri geçerli olmamakla birlikte bir de suç işledikleri düşünülmektedir. Karı-koca hapse atılırlar. Serbestlik elde etmek için çok da fazla seçenekleri yoktur aslında. Ya boşanacaklardır ya da eyaleti terk edecek ve 25 yıl boyunca birlikte bu eyalete girmeyeceklerdir. Giderler yeni bir yaşama doğru ama hukuk mücadelelerini de bırakmazlar. Filmimizin konusu böyle....

Bu sene Amerika farklı tenlerdeki insanların uğradıkları haksızlıklara dair bir ses verme çabasına girişmişler ve geçen senelerde yapılan eleştirilere kulak asmışlar anlaşılan. Aday seçtikleri filmlerde bunu görüyoruz. Ödül dağıtırken aynı resmi sergilemeye devam edebilirler mi emin değilim ama...
Neyse konumuz bu değil, biz filmimize geçelim....

Irkçılık dedik, hukuk savaşı dedik, hapis dedik... Fakat tüm bunlara rağmen gayet sakin bir film var karşımızda... Yüksek seslerin barınmadığı, karşılarına çıkan olaylarla ve insanlarla duruşlarını, tavırlarını bozmadan başa çıkmaya çalışan bir çift...

Bir kere oyuncular Richard ve Mildred'a tamamen kanalize olmuşlar, sanki film izlemiyorum da gerçek hayatlarını izliyor gibiydim. Oldukça doğal bir seyirdi. Nitekim bu hissiyatımın doğruluğunu bir dergi röportajı sırasında çekilen fotoğrafla, filmin sonunda gerçek hallerini aynı pozla yansıttıklarında birbirlerine olan benzerliklerinin gülüşlerine ve duruşlarına kadar aynı olmasıyla anladım...

Yaşadıkları baskılar ve haksızlıklar karşısında aşklarının sükunetleriyle başetmeleri çok etkileyiciydi... Öyle mesaj derdine falan da girmemişler üstelik... Düşünsenize mahkeme, ardından temyiz, ardından ulusal mahkemeye başvurmaları sırasında dahi ortalıkta beyanat verme derdine girmeden, ağlamadan, bağırmadan, provoke etmeden sessiz ve sakin biz birlikteyiz, seviyoruz halli sakinliklerine devam ettiler... Zor ama güzel bir aşkın temsilcileri...

İlk başlarda Richard'a ısınamadım, o durgunluğunun iş bilmezlik mi ahmaklık mı olduğunu anlayamadan. Sonradan baktım ki çaresizlik boynunu bükmüş adamın... Kendini ifade etmek yerine aşkını yaşamaktaki kararlılığıymış o suskunluğu....

Mildred karakteriyle Ruth Negga oyunculuk performansı olarak şahaneydi... O koca koca gözleriyle anlattı her duygusunu... Dişi kuşluğunu sonuna kadar bırakmadı.... Ne ailesinden vazgeçti, ne umudundan ne de aşkından....

Bu arada hemen afişe de bir gönderme yapıyım. Çünkü filmi ilk gördüğümde afişin güzelliğine vurulmuştum. Evet afiş tam da filmin duygusunu yansıtmış, 10 üzerinden yıldızlı pekiyi yani :)

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEVVVVDDDDİİİİİMMMMMM, sakin sakin güçlü bir aşk hikayesi izlemek isteyenlere kesinlikle tavsiyemdir. Mutlaka izleyiniz efenim...



LION (2016)

6 dalda adaylığı mevcut; en iyi film, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, uyarlama senaryo, görüntü yönetimi ve özgün müzik. (Not: Maalesef eli boş döndü)

Yine gerçek bir yaşam öyküsünden bir aktarımı izliyoruz bu filmimizde de.
Hindistan'da annesi ve abisi ile yaşayan Saroo, abisiyle çalışmaya çıktığı bir gün trende uyuya kalır ve kaybolur. Ne nerede olduğunu bilmektedir, ne de yaşadığı yeri. Avustralyalı bir çift Saroo'yu evlat ediniyor ve Saroo'nun bir anlamda hayatı kurtuluyor. Filmi kısaca özetleyecek olursam konusu böyle.

Evlat edinen çift olarak karşımıza Nicole Kidman ve David Wanham çıkıyor. Nicole Kidman anne rolüyle çok başarılı. Kendi hayatında da evlatlık edindiği için belki de hislerini ekrana çok iyi yansıtmış.

Saroo'nun küçüklük haline Sunny Pawar hayat vermiş. Çocuğun çakmak çakmak gözlerine hayran kaldım. Hele abisi Guddu'ya seslenişi kulaklarımdan uzun bir süre gitmedi... Çocuk masumiyetiyle yaşadığı büyük travma gözlerine yansımış çocuğun. Bağrıma basasım geldi film boyunca. Hele ailesi ile yaşadığı sevgi bağı....

Koskocaman bir şehirde küçücük boyuyla kaybolmuş bir çocuk... Hatta binlercesi... Düşüncesi bile çok üzücü olmasına rağmen bunun gerçek olduğunu bilmek oldukça can acıtıcıydı...

Annenin adı ne dediklerinde "anne" demesi sırasında ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemedim. karmakarışık etti beni...

Saroo şanslıydı ve evlat edinilmişti ama ya diğerleri :(

Saroo'nun evlat edinilmesiyle birlikte sosyo-kültürel farklılıklar da gözümüze gözümüze giriyor filmde. Sıcacık bir yuvaya sahip oluyor Saroo... Sevgi ve kendisine verilen imkanlarla başarılı bir genç oluyor. Bu haline de Dev Patel hayat vermiş Saroo'nun.

Sue ve John çiftinin kendi çocuklarını dünyaya getirebilme imkanları varken kahverengi derili iki çocuğa hayat vermeleri gerçekten umut vericiydi. Üstelik diğer evlat edindikleri çocuk muhtemelen yaşadığı travmalardan ötürü davranış bozukluğu olan bir çocuktu ve aile bunu bilerek çocuğun sorumluluğunu üstlenmişlerdi. Hayranlıkla izledim onları...

Her nasıl yaşanırsa yaşansın bir şekilde insan köklerine ulaşmak istiyor galiba... Geçmişten yaşadığı kesitler aklına geldikçe Saroo'da ailesini bulma isteği oluşuyor. Samanlıkta iğne aramak gibi... Günlerini, aylarını, yıllarını veriyor hatta... Tam vazgeçtiği anda da o kaybolduğu tren istasyonunu buluyor. Bundan sonra yaşadıklarını izlemek çok ayrı bir keyifti....

Hele ki gerçek kimlikleriyle iki annenin birbirine sarılmasını izlemek ve gerçek Saroo'yu görmek mucizelere inanmamız gerektiğinin bir kanıtı gibiydi....

Kaybolan bir çocuğun sonu mutlu biten hikayesinin temsilcisi Saroo....

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEEVVVVVDİİİİMMMMM, mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Çakmak gözlü Saroo'nun hikayesini çok seveceksiniz eminim....




11 Şubat 2017

Oscar adaylarına başlıyoruz, hazır mısınız #4


Bu hafta izlediklerimi ancak şimdi yazıp bitirebildim. İzlenecek 6 filmim daha kaldı listeden.
Onları da bu hafta izleyip bitiririm diye düşünüyorum.
Bu sene daha hızlı ilerledim.
Geçen sene son günlere kalmıştı bazı filmler....

Çok azimli gördüm kendimi :)))

Mutlu bir Pazar diliyorum herkese ♥




CAPTAIN FANTASTIC / KAPTAN FANTASTİK (2016)

Tek adaylığı mevcut; Viggo Mortensen ile en iyi erkek oyuncu dalında... (Not: Maalesef kazanamadı)

Bu filmi birçok kez görmüş ve hiç de izlemeyi düşünmemiştim. Ne zaman ki Esra'nın yorumunu okudum, Şebo bu filmi izle dedim ve listeye aldım. Zamanı geldiğinde izlenecekti. Sonradan bir de ne göreyim oscar adaylarında yerini almış... Afişinin gözüme gözüme girmesi erken izlemem gerektiğindenmiş demek ki :)

Nedense bu film bende ön yargılı olarak absürt komedi gibi gelmişti, neden bilmiyorum. Konusunu okumaya da hiç yeltenmemiştim. Esra ile birlikte farklı bir konu olduğunu fark edince konunun hatırına izlemek istemiştim. Daha erken izlemeliymişim ama....

Pasifik ormanlarında 6 çocuğu ile birlikte yaşayan bir babanın hikayesi... Kapitalist düzenden uzak, hafif hippi, hafif vahşi, kendine has kurallarıyla, geleneksellikten uzak bir yaşam tarzıyla... Aslında bu baba Ben (Viggo Mortensen) ile eşi Leslie'nin kendi doğrularıyla seçtikleri bir yaşam tarzı... Fakat Leslie'nin ölümünden sonra olaylar biraz karışıyor, dengeler değişiyor... Konuyu böyle özetleyebilirim...

Bundan sonrası spoiler içerebilir, lütfen dikkat...

Filmi izlerken ne hissettiğimi anlatabilmem için bazı olayları da aktarmam gerekiyor.

İlk önce girişten başlamak istiyorum. Bir av sahnesi... En büyük erkek çocuk Bo'nun erkek olmasını kendilerince kutsamaları çok kanlıydı... Madem yapacaklar yumuşatabilirlerdi bunu.... Benim için tamamen gereksiz bir sahneydi... Hemen akabinde toparlanmış allahtan...

6 tane pırıl pırıl çocuk, hepsi birbirinden farklı özellikte... Çok samimi ve oyunculuklarıyla çok doğallardı... Hele iki tane minik beni benden aldı :))))

Baba Ben çocukları bedenen eğittiği gibi, kültürel anlamda da geliştirmeye çalışıyor. Yanan ateşin başında kitap okudukları bir sahne vardı ki hayran hayran izledim... Okudukları kitaplar, hedefleri, yaptıkları müzik, birbirleriyle uyumları...  Evde yapmaya çalıştığım ama ne yazık ki ama, offff cümlelerini duyarak bezdiğim okuma saatlerinin verdiği özlem de bu hayranlık sebebinin kaynağı olabilir :)))

Hepimiz dönem dönem sakin bir kasabaya yerleşmek istiyoruz. Domateslerimizi ellerimizle toplamak, sakinlik içerisinde ayaklarımızı uzatıp kitabımızı okumak, trafikten uzak sakin sakin dolaşabilmek, çocuklarımızı bize dayatılan eğitim sisteminden kaçırmak... Film biraz da konuyu buradan ele alsa da ormanın ortasında tüm sosyal hayattan uzak anlatmaya çalışması "film bu ya" dedirtiyor insana sık sık...
Bunu da film kendince kanıtlıyor bir anlamda... Annesinin cenazesi için şehir hayatına indiklerinde bugüne kadar hayatı sadece kitaplardan öğrenmiş olan çocukların şaşalamaları, bocalamaları yaşadıkları ütopikliğin bir göstergesi aslında...

Mesela Bo ilk kez bir kızı öptüğünde (ki bu kızın zoruyla oluyor)yaşadığı hisleri komik ifade tarzı gülümsetse de düşündürüyor... İki bıcırığın kilolu insanlara hayretle bakışları, şaşırmaları var... Daha da sayabilirim aslında....

Bunun dışında baba Ben rolüyle izlediğimiz Viggo Mortensen'in bu filmde oyunculuğunu çok sevdim... Anne öldükten sonra çocukları ile yaşadığı karmaşayı, duygu geçişlerini o kadar güzel yansıtmış ki... Bocalamasını, yol aramasını, çaresizliğini onunla birlikte an be an hissettim.... Sevginin çokluğu bazen karşımızdaki için doğru kararlar aldığımız ve alacağımız anlamına gelmiyor...

Bir sahne var, çocuklar cinsellikle ilgili soru soruyorlar... Oradaki yaklaşım tarzını çok sevdim... Daha, daha, daha diye büyük bir açlıkla soru soran çocuğa bıkmadan, usanmadan, tepki vermeden, doğallıkla aktarması takdire şayandı... Ki bu sahnede Oytun'un kulaklarını dikip pür dikkat dinlemesi, benimkinin de bu açıklamalara ihtiyacı olduğunu gösteriyordu ahahaaaaa :))))

Kurgu açısından bazı kopukluklar olsa da filmin geneline baktığım zaman bundan çok da rahatsız olmadım.

Özellikle izlediğim gün zannedersem aşırı anaç algılarım ve ağlama potansiyelimin yüksek olması sebebiyetiyle deliler gibi ağladım da diyebilirim :))) Bu filmin neresine ağladın demeyin sakın bana...

Aşırı ütopikliğinin sebeplerini daha net algılmak isterdim aslında...

Herşeye rağmen ben bu filmi ÇOOOKKKK SEEEVVDDDİİİİİMMMM, ve mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.

Bu arada ufak bir not da iliştireyim hemen, ben bu filmi Oytun ile izledim. Bazı sahneler de oldukça fazla küfür vardı. Biz bir şekilde bu konuyu es geçtik ama hassasiyetiniz varsa bu konuda dikkat etmenizi öneririm. Şunu da belirtmek isterim ki Oytun bu filmi çok sevdi ve film hakkında konuşmak ihtiyacını hissetti... Bu filmin bizim için böyle bir özelliği de oldu :) Oturduk karşılıklı filmi konuştuk ♥



MOONLIGHT / AY IŞIĞI (2016)

Bu sene oscarlarında 8 adaylığı mevcut; en iyi film, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi yönetmen, uyarlama senaryo, kurgu, görüntü yönetimi ve özgün müzik dallarında. (Not: En iyi film, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi uyarlama senaryo dallarında ödül kazandı)

Filmde zenci bir çocuğun 3 evresi anlatılıyor. Çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik... Aralarında esler verilerek dönemsel geçiş sağlanmış.

Annesiyle (Naomie Harris) birlikte yaşayan sessiz, sakin, oldukça da bastırılmış bir karakter Chiron. Okul döneminde yaşıtlarından gördüğü baskıyla beraber annesinin de kötü yaşam tarzı birleşince zor dönemlerden geçiyor. Tesadüfi karşılaştığı Juan (Mahershala Ali) 'ın kendisine gösterdiği sıcaklık aralarında güzel yakınlaşmalara sebep oluyor.

Ergenlik döneminde cinsel kimlik arayışını da kısmi olarak görüyoruz Chiron'un. İma edilip geçiliyor sadece... Filmin sonlarına doğru tercihleri ile ilgili seçimlerini görüyoruz ki bu konu çok daha etkin bir şekilde işlenebilirdi diye düşünüyorum. Biraz daha cesaretli bir anlatım bekledim.

Juan aslında uyuşturucu satıcısı fakat diğer yanda insani ilişkileri pozitif ve doğru imgesi kullanılmış. Kötünün içindeki iyiyi göstermeye çalışmışlar bir anlamda. Karakteri yorumlaması hoşuma gitti Mahershala Ali'nin. Ki bu da en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında adaylık getirmiş kendisine.

Filmde en sevdiğim şey üç evrede de çocuğu üç ayrı oyuncunun bir bütünlükle taşımasıydı. Çocuğun yol aldığı değişimi, yaşadığı travmalarla yoğurarak bir sonraki kimlik geçişini çok iyi aktarmışlar.

Çok hızlı ilerleyen bir film olmamasına rağmen, evrelerdeki uzunluk tam yerindeydi. Sıkılmanıza müsaade etmeden yeni evreye aktarıp dikkati yeniden toplamayı başarmışlar....

İlk evre kesinlikle en sevdiğim oldu. Acitasyon yapmadan çocuğun duygularını çok iyi aktarmışlar.

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEVVVDDDİİİİMMM, psikolojik filmlerden hoşlanıyorsanız izlemenizi tavsiye ederim.



9 Şubat 2017

Oscar adaylarına başlıyoruz, hazır mısınız #3


Filmleri yazarken aklıma geldi de, iyi ben bu filmleri çorbaya döndürmemişim...
Peşpeşe izlemenin garipliğine kapılmamışım...
Arada verdiğim molaları iyi değerlendirmişim demek ki, güzel resetlemişim kendimi....
Her an çorba yapılabilir boyutta farklı türlerden filmler çünkü...
Kendime yıldız verdim bu konuda :)))

Fazla gevezelik yok tamam, geçiyorum filmlere...



HELL OR HIGH WATER (2016)

4 adaylığı mevcut filmimizin; en iyi film, en iyi yardımcı oyuncu, özgün senaryo ve kurgu dallarında... (Not: Maalesef kazanamadı)

Vizyona dahi ne zaman gireceği belli olmayan bir film.... Bu saatten sonra girmeyebilir bile... Film kötü olduğundan değil, muhtemelen dağıtım ayağındaki sorun nedeniyle... Benimki sadece tahmin tabiki...

İki kardeş Toby (Chris Pine) ve Tanner (Ben Foster) günümüze uyumlu bir Western tadında çıkıyorlar karşımıza.... Issız ve çorak topraklar... Çiftlik evlerinin ipotek borcu var, bildiğiniz banka oyunu... Ufak tefek bankaları soyarak ipotek borçlarını ödemeye çalışıyorlar...
Peşlerinde de yaşlı kurt şerif  Marcus (Jeff Bridges) ve arkadaşı... Ki bu rolüyle Jeff Bridges en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında aday...

Kardeşlerden Tanner şirin kötü adam, Toby de yakışıklı masum ama akıllı kardeş... Bazen imkansızlıklar ve arayışlar insanları farklı şeylere sürükleyebiliyor işte...

Şerif Marcus'un doğallığını sevdim ama insanların yaşam tarzlarıyla ilgili olan esprilerini aşırı gıcık buldum. Kızılderili kökenli yardımcısı Alberto iyi dayandı bu huysuz ihtiyara...

Jeff Bridges sanki kendisini oynuyor gibiydi, o kadar doğal... Bu adamın doğallığıyla karaktere bürünme halini seviyorum...

Kahverengi tonlarının çorak görüntülerini sevdim, ayrıca müziklerine de bayıldım... Hoştu...

İyi bir kurgu, sıkmadı....

Filmin sonundaki ince ayarlara ayrıca daha bir bayıldım Şerif ve Toby arasındaki...

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEVVVDDİİİİİMMMM, tarzınıza uyuyorsa izleyin efenim ;)

Bu filmden çıkarttığımız sonuç, kardeş candır :)))) Eklemeden edemedim ♥



ARRIVAL/ GELİŞ (2016)

8 adaylığı mevcut; en iyi film, en iyi yönetmen, uyarlama senaryo, kurgu, görüntü yönetimi, prodüksiyon tasarımı, ses kurgusu ve ses miksajı dallarında. (Not: En iyi ses kurgusu dalında ödül aldı)

Bu filmimizde de Amy Adams var dil bilimci Louise karakteriyle. Bu seneki oscar listesinde ikinci oynadığı film ama iki filmle de kadın oyuncu listesine girmeyi başaramamış... Özellikle bu filmde performans açısından iyiydi aslında...

Bilim kurgu çok izlemem, o yüzden kıyaslama gibi bir şey beklemeyin benden. Söyleyenlerin yalancısıyım ama senenin en iyi bilim kurgusu diyorlar... Diyorlar işte :)

Yazının bu bölümünden sonra biraz spoiler verebilirim, şaşabilirim.... Bu filmde hissettiklerimi ancak böyle aktarabileceğim çünkü size.... Aman dikkat !!!

Dünyanın çeşitli lokasyonlarına uzay aracı olduğu algılanan devasa boyutta cisimler konumlanıyor...
Amerika'da konumlanan uzaylılarla iletişim için dil bilimci Louise ile birlikte bir grup akademisyene ihtiyaç duyuluyor....

Karşımda eli kolu bacağı olan, belki tek gözlü ne biliyim insana benzer bir canlı bekliyorum ama deniz ötesi bir varlık, ahtapotumsu bir şeyler çıkıyor. Yadırgadım tabi... Oytun benden uzman olsa gerek ki bu konuda oldukça iyi diye bir yorum yaptı :)

Bu canlılar ile iletişim kurmaya çalışırken dillerini öğrenmeye çalışıyorlar... Burası ilginçti benim için... Yap boz gibi uğraşmaları çok hoşuma gitti...

40 tane güvenlik önleminden geçip, sterilizasyon yapılıp koca koca kıyafetlerin içine giren, sonra da rahat hareket edemeyen Louise kıyafetlerinden arınıyor ve hiçbir şey de olmuyor...  Kendisine destek veren Ian (Jeremy Renner) ' da kıyafetlerinden arınıyor burası da tamam... Testler vs herhangi bir kimyasal yok, nefes alabiliyorlar, tehlike yok.... Sonraki her görüşmede bu iki kişi normal kıyafetiyle gidiyor da diğer ekip hala o kalın kalın kıyafetlerinin içinde kalıyor.. Takıldım oraya... Bir yandan da hala tehlike algısı oluşturmak istemelerinden dolayı belki de... Bilemedim... Neyse :/

Diğer ülkelerdeki yönetimler, öncelikli de Çin uzaylılara savaş açmaya niyetleniyorlar ama Amerika uzlaşmacı tutumda.... Uzlaşmak istiyorlar... Şaşırmadınız dimi :) Alttan alttan mesajı bindirmişler :))

Zaman kavramı geliyor sonra ve Louise geleceği görüyor... Bu bir doğa üstü güç müdür, uzaylıların sağladığı bir ayrıcalık mıdır tabi ki ben anlamıyorum... Anlayana sordum, onun da teorileri var tabi ama onlarla kafanızı karıştırmayayım...
Ne olduğunu anlamadığım bu güç işe de yarıyor....

Koskocaman bir ekibe gerek yokmuş aslında, Louise bu işin altından tek başına kalkarmış... Ama film bu ya azıcık ikili ilişki de yaratmak lazım....

Siz benim böyle anlattığıma bakmayın, film oldukça sürükleyici... Bilim kurgudan beklenen çok aksiyon yok sadece... Gayet sakin ama ne anlatmak istediğini bir şekilde anlatıyor... Puzzle yapıyorsanız bilirsiniz, hah işte bu film o duyguyu yaratıyor insanda....

Sonu şaşırtıcı, en azından benim gibi yanlış anlayanlar için...

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEEVVVVDİİİİMMMMM efenim... Bilim kurgu severler de iyi diyorlar, hatırlatmadan edemedim ;)









8 Şubat 2017

Oscar adaylarına başlıyoruz, hazır mısınız #2


Hafta sonunu sürekli tatil modunda film izlersen hafta içinde de eteklerin alev almış gibi dolanırsın...
Hani derler ya yediğin hurmalar, tırmalar diye ahahaaa :))
İşte o haldeyim...

Koştur koştur eve git, bir gram yemek yok evde...
Dün gece yarısına kadar bir kaç çeşit yemek yaptım da, hafta sonuna kadar ilavelerle kotarırım işi :)
Şükür ♥

Oytun Efendi ile hala kavga kıyamet gidiyoruz okul konusunda...
Burnunu sil dedim diye küstü bana adam...
Neymiş efendim ben onu çok zorluyormuşum...
İyiliğini mi istiyormuşum bakalım.... Babaabbaaaa laflara gel laflara...
Şimdi küstüm oynamıyorum diyorum ahahaaaa :)))
Yumuşak karnından vurdum onu :)
Biraz melensin sıpa....

Neyse ben yine filmlere başlayayım..
Yoksa laf uzar gider...




HACKSAW RIDGE / SAVAŞ VADİSİ (2016)

6 adaylığı var; en iyi film, yönetmen, erkek oyuncu, kurgu, ses kurgusu ve ses miksajı dallarında. (Not: En iyi kurgu, en iyi ses miksajı dallarında ödül aldı)

Gerçek yaşamdan alıntı yapılarak çekilen bu film ne kadar savaş filmi olarak gözükse de savaş karşıtı bir pasifistin kendi inançları uğruna verdiği mücadeleyi anlatıyor.

Genç bir delikanlı görüyoruz filmde; Desmond T. Doss (Andrew Garfield).
Filmin ilk yarısında aile ilişkilerini, aşık oluşunu ve inançları doğrultusunda savaşa katılabilmek için verdiği mücadeleyi izliyoruz.
Güzel bir gülüşü var aslında, yapmaya çalıştığı şeyi komik buluyorum ilk önce ve o güzel gülüş nedense ukalaca geliyor bana... Sonra kendini, inancını anlattıkça o gülüşün de bende masumlaştığını fark ediyorum.

Bir insanı anlayabilmek nasıl da değiştiriyor bizdeki izlenimini...
Savaşa gidecek ama silaha hiç dokunmayacak diye içten içe garipleştirirken kendimde konuyu, dinledikçe anlamlı bir hal almaya başladı...

Filmin ikinci yarısında da savaşı izliyoruz zaten...

Görüntüler oldukça gerçekçi, sinemada izlesem herhalde kafamı sağa sola çekerdim... Savaş varsa dolayısıyla kan da var... Sırf bu sebepten savaş filmlerini sevmemem ve uzak durmam zaten...

Filmde gereksiz uzayan hiçbir şey yok aslında... Her şey yerli yerinde gibi... Tamam gerçek hayattan alıntı ve gerçekten bir zafer kazanmışlar ama onu öyle bir yansıtmışlar ki filmin sonunda, Amerika mucizeleri seviyor dedim içimden :) İtiraf ediyorum...

Filmin sonunda filmdeki karakterlerin gerçek sahiplerine yer vermişler ki konuşmalarını sevdim. Filme güç katmış...

İyi bir film olmasına rağmen Mel Gibson'un yönetmen koltuğunda bu ödülü kucaklaması biraz zor gibi sanki.... Andrew Garfield'te filmin ikinci yarısında bebek surat haline rağmen savaş sahnelerinde gösterdiği performansı iyi olmasına rağmen şans yakalaması mucize olur hissindeyim ama bakalım...

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEEVVDDDİİİMMMM, savaş filmlerini seviyorsanız zaten kaçırmayın derim... Savaş sevmem ama ilginç bir hikaye diyenlere de bir şans verin diyebilirim...




NOCTURNAL ANIMALS / GECE HAYVANLARI (2016)

Filmin tek adaylığı mevcut; en iyi yardımcı erkek oyuncu kategorisiyle Michael Shannon... (Not: Maalesef kazanamadı.)

Film psiko-gerilim tarzında diyebiliriz....

Zaman içinde zamanlar var... Geçmiş, şimdi ve bir senaryosal zaman... 

İlk önce başlangıcından başlayayım yorumlamaya... O dans eden çıplak kadınların filmin başında ne işleri vardı, ismine uygun bir gönderme miydi hiç anlamadım... Hoş bir ara senaryosal zamanda yere ait bir görüntü olsa da kel alaka yine de :)

Susan (Amy Adams) ilişkisinde mutsuz bir kadın olarak çıkıyor karşımıza.... Eski eşi Edward (Jake Gyllenhaal) 'dan aldığı bir senaryoyla kendi sorgulaması da başlıyor. Senaryo evli bir çiftin genç kızlarıyla birlikte yapmış olduğu yolculuk esnasında 3 psikopat adam tarafından uğradıkları saldırıyı anlatıyor. Susan senaryoyu okurken konuyu eski evliliği ile ilgili içselleştiriyor ve geçmişini, yaptıklarını sorguluyor... Edward'ta bunu istiyor olsa gerek...

Gerilimi azalmayan bir film bu kesin... Kadının buhranını, pişmanlığını daha çok izlemek isterdim aslında.... Geçmiş bağlantıları güzel kurulmuş ama şimdiye ait zamanla sonuç ilişkileri daraltılmış gibi geldi bana... Sonuca odaklanmışım demek ki ben filmi izlerken..

Şerif  Bobby rolüyle izlediğimiz Michael Shannon'un senaryosal zamanı iyi kotardığı kesin... İyi bir imza derdinde ki, bu kısmı sebep-sonuç ilişkisiyle iyi kotarılmış.... 

Sonunu bana bırakan filmlerde bir geriliyorum ben, iyi mi kötü mü kararsızlığında kalıyorum... Bu filmde de al dediler sen çıkart sonucu... Ne oldu, nereye bağlandı düşün bakalım... Kaldım öylece bir süre anlayacağınız... Zaten filmi gece izlemem hataydı :) 

İntikamın en kötüsü yalnız, psikolojik intikam... Bu filmden sonra buna karar verdim :))) 

Sonuç olarak ben bu filmi AZZZZ  SEEVVVDDDİİİİMM, izleyip izlememe kararını size bırakıyorum efenim....


Bugünlük bu kadar olsun...
Kendinize iyi bakın ♥






7 Şubat 2017

Oscar adaylarına başlıyoruz, hazır mısınız #1


Bu sene bu Oscar izlemelerinin farklı bir özelliği var benim için...
Oytun'da ara ara bana katılıyor ve şimdilik oldukça meraklı...
Bakalım bu merakı devam edecek mi ilerleyen senelerde...
Hep birlikte göreceğiz...

2 günde 7 film izleyerek kendi alanımda rekor kırmış bulunmaktayım :)))
Sabah, öğle, akşam drajesi gibi tükettim filmleri ahahaaaa :)
Seyretmesi 2 gün yazması bakalım ne kadar sürecek...
Bir süreliğine film içerikli bir bloğa dönüşüyorum haberiniz ola ;)



HIDDEN FIGURES / GİZLİ SAYILAR (2016)

En iyi film, en iyi yardımcı kadın oyuncu, en iyi uyarlama  senaryo dallarında toplamda 3 adaylığı söz konusu... (Not: Maalesef kazanamadı)

Bu filmlerin henüz çok fazla izlenmediğini dikkate alarak elimden geldiğince genel konusunu ve bende yarattığı hisleri yazmaya çalışacağım. İzleyeceklerin keyfini kaçırmak istemem çünkü...

Gerçek bir hayat öyküsünden yola çıkılarak hazırlanmış bir film ve dolayısıyla benim en sevdiğim türlerden...
Böyle hikayeleri çok seviyorum ve daha çok sindirebiliyorum... Ki  bu filmin kahramanları 3 tane birbirinden zeki kadın... Tam sevilesi ♥
Katherine G. Johnson (Taraji P. Henson), Dorothy Vaughan (Octavia Spencer) ve Mary Jackson (Janelle Monae) gelmiş geçmiş en büyük NASA operasyonlarına hırsları, çalışkanlıkları ve zekalarıyla büyük bir imza atmışlardır. Hikayemiz bundan ibaret desem de bu kadar basit değil tabiki...
Kadın, üstelik siyah... 60'ların Amerikasında... Düşünün gerisini artık...

Gelelim filmde sevdiklerime;

Kevin Costner var ahahahaaa :)) Gayet dozunda oyunculuğu ve karizmasıyla üstelik...
Filmi izlemeye başladığımda bilmiyordum, görünce mutlu maymuna döndüm :) Irkçılık karşıtı güzel repliklere de oyunculuğuyla güzel imza atmış üstelik ;) Nasa'da hepsi aynı renk işiyorlarmış efem :)))

Ana karakterimiz Katherine'nin zekasına, ailesiyle uyumuna ve de çocuklarına hasta oldum ♥ İzlediğinizde ne anlatmaya çalıştığımı anlayacaksınız....

Onlar ırkçılığı anlatmışlar, biz yaptığımız ayrımcılıklara yontalım isterim aslında filmde verilen mesajları.... Bu da filmden çıkarttığım en güzel mesajdır... Böyle hatırlana...

Filmdeki üç kadının dostluğu çok sevilesi... Farklı karakterlerin uyumu... Azimleri en ortak yönleri... Rengarenk kadınlar :) Renkli kişilikleri filme ayrı bir hava katmış.... Birbirleriyle olan ilişkileri gülümseme sebebim oldu film boyunca...

Octavia Spencer yardımcı kadın rolüyle aday bu filmde... Bu kadının oyunculuğunu seviyorum ama sanki bu filmde eksik kalan bir imza var gibiydi... O imzayı filmin sonuna kadar bekledim... Diğer karakterlerin tamamını izlemediğimden dolayı henüz kazanır mı yorumu yapamayacağım ama güçlü bir çıkış bekledim karakterden.... Bendeki hissiyatı budur....
Sadece karaktere bağlamıyım aslında bu çıkışı, filmde de bekledim... Konu aslında duyguların yükselmesi için çok uygundu... Birazcık daha enerji gerektiriyordu belki de.... Alkış kıyamet gidebilirdim, istedim, ama yapamadım...

Sonuç olarak ben bu filmi kadınların gücü adına ÇOOOKKK SEEEEVVVDDDDDİİİMMMM.... Çıkartılacak dersler var ve mutlaka izleyin diyorum...




ELLE / O KADIN (2016)

Sadece 1 adaylığı mevcut, en iyi kadın oyuncu dalında; Isabelle Huppert... (Not: Maalesef kazanamadı)

Filmi vizyona girdiği tarihte de izlemek istemiştim ama her zamanki gibi burada  gösterime girmedi. Kısmet bu haftayaymış...

Sıra dışı ve güçlü bir kadın olarak çıkıyor karşımıza Michele (Isabelle Huppert)... Film; evde cinsel saldırıya uğramasıyla başlıyor, sonra da ince ince işliyor olayları...  Olayları işleyiş şekli o kadar hoşuma gitti ki kim bu yönetmen dedim hatta...
Ve karşıma çok da fazla şaşırmadığım bir sonuç çıktı, Paul Verhoeven; Temel İçgüdü 'nün de yönetmeni... Kadının sıra dışı olmasına şaşmamak gerek :)

İşin gerçek tarafını söylemek gerekirse saldırının ardından kadının tepkilerini ilk önce yadırgadım, hatta ufak ufak söylendiğim de oldu... Fakat aile ilişkilerine ve özellikle babasına olan nefreti irdelenmeye başladığında çok da haksız olmadığını fark ettim... Gösterdiği dirayete ve güce hayran bırakmayı başardı Michele...

Isabelle Huppert karakterin duygularını yansıtmakta oldukça başarılıydı filmde.... Film katman katman açılırken o da açılarak duygularını aktarıyor izleyiciye... Performansı şahane... Mimikler, bakışlar... Hayran kalmamak elde değil...

Filmde en sevdiğim şey bir kadının özgüven patlamasını izlemekti.

Sıra dışı karakterlerle, sıra dışı ilişkilerin gerilimle buluşması güzel bir seyir yaratmış anlayacağınız.... İntikam duygusu da coşturmuş...

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEVDDİMMMMM, ve hala izlemediyseniz izleyin diyorum...

Şu oscar adaylarını bitirdikten sonra ben bir süre Isabelle Huppert filmlerini izlemeye başlayacağım galiba :))

Durum Notu: Dün yazmaya başladığım bu postu, iş güç derken ancak bu saate kadar, bu kadar ilerletebildim :) Bir kaç film daha yazarım diye düşünüyordum ama mümkün olamadı...
Kısmet bu kadarmış ♥ İlerleyen saatlerde bir post daha çıkartabilirim inşallah :))









6 Şubat 2017

Güüünnaaayyydddııınnnnnn ♥ ♥ ♥


Benimki bugün pek süklüm püklüm hazırlandı okula...
Her an okula gitmesen de olur lafını bekledi gibi...
Bizden böyle bir söylem gelmeyince doğal olarak ben gitmesem okula diye hayli bir söylendi...
Güzellikler kurtaramıyorsa bazen durumu hafif bir fırça darbesi gerek her zaman :)))
O zaman denssssss ahahahaaa :)))

Hafta sonu 7 film izleyerek rekor kırdım....
Bu hafta yatıp kalkıp onları anlatacağım artık :)))
Bir süre ayarlarımla oynamayın, feci kaptırdım kendimi ahahaaaa :)))

Ana - oğul böyle dengesizken gelin ben size Ocak insta seçmelerini yazıyım :)))



Enfes bir kış çayı var bugünkü menümüzde; 
1 adet iri boy greyfurt
2 adet mandalina
1 adet limon
1 adet çubuk tarçın
5 - 6 adet karanfil
2 çorba kaşığı toz şeker

İki ölçü hazırladım ben... 
Kısık ateşte bir taşım kaynatılıp sıcak sıcak servis yapılacak... 
Bu aralar mutfak kuşu oldum iyice...

Not: Şekeri tamamen çıkartın, yerine içerken hafif bal ekleyin. 
İçecekleri çok tatlı sevmediğimden ideali bu oldu, aklınızda olsun...




1940 / Rebecca
Oscar listesine devam ✌✌✌✌

Oytun'da merak saldı benimle
Bu sene listeyi tamamlayacağım, ümit ediyorum 





Yine Mine Söğüt ...
Sene 79 a götürdü... 
Kardeşlerin bile ayrıştığı yıllar... 
Kan kokulu yıllar... 
Simsiyah bir masal... 
Belki de kıpkırmızı... 
Şahbaz garip bir anlatıcı ama... 

Şahbazın Harikulade Yılı 1979
Yine can acıtan bir hikaye
Biraz ağır gidiyor
Farklı bir almanak....




Su böreği değil kandırıkçı su böreği ahahaaaa 😂😂😂 
Tam benim gibi tembellere göre 👌👌👌

Hazırlaması on dakika
Yemesi de on dakika
Bir gün beklettiğimi hesaba katmazsam tabi 





Okullar tatil ama bizim paşa etüde devam ediyor bu hafta... 
Çok oflayıp puflamıştı ilk duyduğunda ama şimdi etkinliklerde çok eğleniyor... 

Çöp adam yapmış
Elinde balta olmasaydı iyiydi
Savaşçılara takığız....


Sabah okula giderken uyuyan anneannesinin avucuna öpücük notu koyan çocuğun duygusallığı adlı çalışmamız ❤❤❤

Duygusal balık
Ay ben bu çocuğu öper koklarım
Bunu buraya koyduğumu görünce hafif bir kriz yaşayacağımız doğrudur
Anıları kaydetmek lazım
Bu da benim savunmam hakim bey





Öyle beleşe mantı yok haydi senin de elin değsin dedik, 
sonuç 👍👍

Analı kızlı oğullu
Biz şahane bir ekibiz
Tamam arada su kaynattık
Anneanne oklavası adamı kendine getirir
Mum gibi olduk heheee :))
Mantıya bekleriz 😘😘😘




Baktı koca bir kardan adam yapmışlar, ben daha güzelini yaparım dedi 😃😃😃
Bu çocuğun özgüvenine hayranım 👏👏👏

Şapkalı kardan adam bizimki
Papyon da taktı üstelik
İş adamı kardan adam 
Oldu mu oldu
Bende balkondan alkış yaptım




 Kar yağar da biz sucuk-şarap yapmaya gelmez miyiz 😃😃😃


Popomuz donmuş olabilir
Ayaklarım da hissetmiyor hatta
Ama olsun 
Keyifliyiz 
Eve kalıp şeklinde ulaşacağım :)