31 Mart 2021

2021 Oscar Savaşları / Volume 9 ♥ THE TRIAL OF THE CHICAGO 7 ♥

THE TRIAL OF THE CHICAGO 7 / ŞİKAGO YEDİLİSİ'NİN YARGILANMASI (2020)

(En iyi film, yardımcı erkek oyuncu, özgün senaryo, sinematografi, film kurgusu ve özgün şarkı dallarında toplam 6 adaylık)

Filmimiz 1969 yılında Amerika'da Şikago Yedilisi 'nin yargılanma sürecini anlatan gerçek bir olayı merkezine alıyor.

Peki kim bu Şikago Yedilisi;
SDS'den Tom Hayden (Eddie Redmayne) ve Rennie Davis (Alex Sharp)
Yippie'lerden Abbie Hoffman (Sacha Baron Cohen) ve Jerry Rubbin (Jeremy Strong)
MOBE'den David Dellinger (John Carroll Lynch)
Lee Weiner (Noah Robbins)
John Froines (Danny Flaherty)

Dava Şikago Yedilisi olarak adlandırılsa da bu 7 kişinin haricinde olayı daha korkunç göstermek için Kara Panterler Partisi'nden olayla ilgisi olmamasına rağmen olaya dahil edilen Bobby Seale (Yahya Abdul-Mateen II) 'de yargılandı.

Mahkeme salonu odak noktasında olan filmde yargılanma sürecine geri dönüşlerle yaptıkları eylemler yedirilmiş ve sürükleyici bir etki yaratılmış.

İdeolojik olarak çok da birbirleriyle alakaları yok aslında bu kişilerin. Dönem dönem birbirleriyle de çatışıyorlar aslında. Tek ortak noktaları o dönem süren Vietnam Savaşı ve genel olarak savaş karşıtı eylemleri. Aslında olaylar sadece ve sadece  ortak bir gösteri yapabilmek adına hükümetten Grant Park'ı gösteri alanı olarak istemeleri. Bu alan kendilerine verilmese de kalabalık grup parkı kullanmaya başlıyor ve olaylar da başlıyor. Polis baskını, araya karışan provokatörler derken çığrından çıkıyor.

Üzerinden 50 yıldan fazla zaman geçse de uygulanan şiddet, provokasyon ve zihniyetin hala aynı devam etmekte olduğunu fark ediyoruz aslında filmle birlikte. Bir çok sahnede protestocularla  polisin karşılaştığı anlarda uygulanan orantısız gücü biz çok yakın zamanlarda bir çok olayda yaşadık. En yakın ve büyük örneklerinden biri gezi olayları idi. O kadar çok anımsatan detay vardı ki filmde gezi olaylarını...

Yargılanma süreci de tabi ki adil değil. Bobby Seale'in avukatsız olarak kendini savunmak istemesi ve hiç söz hakkı tanımadıkları gibi bir de mahkemeye saygısızlıktan ağzı bantlı ve elleri ayaklarına zincirli şekilde mahkemeye çıkartılması ne kadar yanlı davrandıklarının en büyük göstergesiydi. Tabi bir de arka planda güçler tarafından çevrilen dalavereler. 

O dönemde halk tarafından büyük sempatiyle karşılanan bu yedili dönem dönem kendi aralarındaki uyumsuzluğa rağmen sonradan yakaladıkları uyum şahaneydi.

Ve Hoffman'a hayat veren Sacha Baron Cohen kesinlikle favorimdi. Oldukça iyi oyuncuların olduğu filmde parlamış oyunculuğu ve tarzıyla. 

Filmin sonunda kabaran heyecanınıza bir de kahramanlarımızın hayatlarının ileri dönemlerinde neler yaptığını gösterme kurgusu şahaneydi. Final final gibiydi anlayacağınız. Bu da dip notum olsun.

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEEVVVVVDİİİİMMMM efenim, bazı kusurları olup anlık sıkıldığım yerler olsa da gayet rahat izlenebilecek bir film. Hala izlemediyseniz listelerinize not edin bence...



30 Mart 2021

2021 Oscar Savaşları / Volume 8 ♥ THE FATHER ♥


THE FATHER / BABA (2020)

(En iyi film, erkek oyuncu, yardımcı kadın oyuncu, uyarlama senaryo, film kurgusu ve ve yapım tasarımı dallarında toplam 6 adaylık)

Anthony (Anthony Hopkins) 80 li yaşlarında, bedeni olarak sağlıklı gözükse de akli olarak yaşlanmıştır. Kızı Anne (Olivia Colman) onun bakımını üstlenmiş olmasına rağmen bu hiç kolay olmamaktadır. Anthony gelip giden hafızası, hayalleri ve inatçılığı ile onu zorlamaktadır.

Film olay döngüsü içinde Anthony ve Anne 'yi izletmiyor bize. Anthony'nin hafızasından ve bakış açısından izliyoruz filmi. Bu durum biraz izlememi zorladı açıkçası. Hangisi gerçek hangisi Anthony'nin sanrıları karar vermekte zorlandım. Tam olay döngüsünü kafamda oturttum dediğimde Anthony beni yine şaşırttı.

Tek bir mekanda geçiyor filmimiz, bir apartman dairesi görünümünde... Açılan kapılar, kapanan kapılar Anthony'nin olay döngüsünün sarmalları sanki. Geçmiş ve şimdi karışıyor, hayali insanlar geliyor ve bu durum gözlerimi hiç ekrandan ayırmadan izlememe sebep oluyor.

Bu tarz filmler mutlaka birçok defa karşımıza çıktı ancak diyorum ya biz hep dışarıdan izledik bu kurguyu. Bazı yerlerde karakterin gözünden bakmamıza izin verilse de yine genele döndük. Bu filmde tam tersi olunca insan bocalıyor ve haliyle de oldukça etkileniyor. Burada bir de Hopkins performansı devreye girinci hislerinizin kademesi üç beşle çarpılıyor. 

Hopkins bu filmde oynamamış, yaşamış bence... Gözlerindeki neşesinin birden hüzne dönmesi, ürkek ve güvenilmez bakışlarla etrafını seyretmesi hele bir de iki sahnesi var ki o ağlarken ben hönkürdüm diyebilirim. İçim eridi... Kendimi düşündüm, annemi düşündüm... Evet çok şükür sağlıklıyız ama insan böyle bir şey izlediğinde elinde olmadan da düşünüyor. Demans benim en çok korktuğum hastalıklardan biri zira...

Olivia Colman da Hopkins'e o kadar eşlikçiydi ki film boyunca birlikteyken ışıl ışıldılar. Tam bir baba-kız ilişkisini yaşattılar birlikte.

Yalın bir anlatımı olsa da dediğim gibi olay döngüsü Anthony'nin istediği şekilde yansıdığından biraz karışık gibi geliyor. Asla olay döngüsünün gerçek sırası bize belirtilmese de filmin sonlarına doğru artık kafanızda oturtuyorsunuz. Basit ama içine alan bir döngü...

Sonuç olarak ben dramella olarak bu filmi ÇÇÇOOOOKKKKK SEVDİMMMMMM, ancak Anthony Hopkins performansını DAAAHHHAAAA ÇOOOOKKK SEVDİM   Bir tiyatro sahnesinin sonunda ayağa kalkıp heyecanla alkışlarsınız ya oyuncuları, işte o hissiyattaydım filmin sonunda. Ellerim acıyana kadar Hopkins'i alkışlamak istedim. 

Şimdi tavsiye kısmına geleceğim, tabi ki şiddetle izleyin diyorum. Hatta bilirsiniz bazı dram filmlerinde dram sevmeyenler için doğru bir seçenek değil derim, şimdi burada aksini söylüyorum. Gerçek bir oyunculuk izlemek istiyorsanız dramına da katlanın bence. Böyle performansları her zaman yakalayamıyoruz. 

Sağlıcakla kalın....



26 Mart 2021

2021 Oscar Savaşları / Volume 7 ♥ NOMADLAND ♥


 NOMADLAND (2020)

(En iyi film, kadın oyuncu, yönetmen, uyarlama senaryo, sinematografi ve film kurgusu dallarında toplam 6 adaylık)

Bu sefer belgesel tadında bir film var karşımızda. Jessica Bruder'in "Yirmi birinci Yüzyılda Amerika'da Hayatta Kalabilmek" kitabından uyarlanmış. 

Herkesi vuran 2008 global ekonomik krizi sonrasında bulunduğu bölgede büyük fabrika kapanınca terk edilmiş hayalet kasabaya dönen ve yaptığı ücretli öğretmenlik işi mecburi olarak son bulan bir kadın Fern (Frances McDormand). Eşi Bob'un da ölümü bu döneme yakın anladığım kadarıyla ve hiç çocukları yok. Evini terk etmek zorunda kalan işsiz Fern kamyonetini karavana çevirip bir göçebe hayatını yaşamak zorunda kalıyor. Aslında burada zorunda kalmak kelimesinden çok emin değilim. Çünkü zorunlu haller çerçevesinde başlayan bu yolculuk bir hayat tarzı meselesine dönüşüyor.

Filmde Fern karakterine hayat veren Frances McDormand ve Dave (David Strathairn) haricinde tüm karakterler gerçek. Yani kendi hayatlarını ekrana yansıtmışlar. Belgesel tadı dememdeki kasıt buydu.

Böyle bir göçebe hayatı Amerika'da mevcut ve şahane bir minimalist yaşam yaşıyorlar. Yaş ortalamaları oldukça yüksek. İşsiz, evsiz kalıp yol üstündeki geçici işlerde çalışıp, karavanlarını evleri haline dönüştürüp hayatlarını idame ettirmeye çalışsalar da bir çoğunun bu durumdan gayet hoşnut olduğunu görüyoruz. Bir hayat tarzı, özgürlük olarak algılamamız da mümkün... 

Bu filmi izlerken sürekli kendimi sorguladım. Evet doğayı seviyorum, gezmeyi seviyorum, yeni insanlar tanımayı seviyorum, çözümsel olmayı seviyorum ama bir yere ait olamama duygusunu sevmiyorum. Ve bu kadar minimalist yaşamam mümkün değil sanırım. Hoş iş başa düşerse mutlaka alışılır ama sürekli bir özlem hali bulunur diye düşünüyorum. Fern bu konuda inanılmaz dirayetli bir kadındı ve özlediği yaşamı değil Bob ile hatıralarıydı sadece... 

Göçebelik hayatını evsizlik olarak algılamamızı da sağlıyor film. Fern bir markette karşılaştığı eski öğrencisinin acınaklı bir tonda evsiz misin sen artık sorusuna evsiz olmadığını sadece onun anladığı şekilde bir evinin olmadığını söylüyor ki bu filmin en sevdiğim sahnelerindendi...

Geçici işlerde çalışmak için hava şartlarına bağlı olarak bir döngü çizen bu yaşam tarzına sahip insanlar haliyle döngü içinde bazen birlikte hareket ediyorlar bazen de ayrı ayrı... Ama nihayet bir şekilde yolları da herhangi bir konumda kesişiyor. Arkadaşlıklar kuruyorlar, eşya takası yapıyorlar, deneyimlerini aktarıyorlar, uzun uzun bir ateş etrafında toplanarak birbirlerini anlıyorlar... Yalnız ama sürekli iletişim halindeler. Ve bunu telefonsuz beceriyorlar. 

Bazen ben Oytun'la konuşurken hayatımızda eskiden cep telefonu olmadığını ama arkadaşlarımızı nerede bulacağımızı bildiğimizi anlatırım da şaşırır. Müthiş koku alma duyumuz gelişmişti, şıp diye bulurduk birbirimizi dediğimde dalga geçtiğimi sanır :)) Daha çok iletişim ve birbirini tanıma meselesi tamamen. Ve odak noktan o elindeki alet olmadığı için tüm algılarının açık olma haliydi bizimkisi sanırım. Bu filmde de insanların iletişimle birbirlerini tanıma hallerini çok sevdim ben.

Fern'in karşısına tekrar bir yere ait olma seçenekleri çıkıyor aslında. Biri karavanı bozulup kardeşini ziyaret ettiğinde diğeri ise ara  ara karşılaşıp hafif flört ettiği Dave'in çocuklarına destek olmak için tekrar yerleşik düzene geçtiği zaman. Ama Fern artık onu tutan bağlardan kurtulmuş ve o özgür düzene ayak uydurmuştur bir kere...

Göçebelerin birbirlerini uğurlamalarını çok sevdim ve bir de kayıp verdiklerinde onun için toplandıkları zamanları. Ki Fern'in göçebelik hayatında önemli bir yere sahip Swankie'yi uğurlama sahneleri çok kıymetliydi benim için...

Sürekli Fern üzerinden anlattım ama filmin tabi ki farklı mesajları da var sosyoekonomik yapı üzerine. Kişisel diyaloglar üzerinden sistem eleştirileri... Ama ben insani ilişkilerin üzerine odaklanmayı seçtim sanırım.

Frances McDormand performansından söz etmeden bu yazıyı sonlandırmak imkansız tabi ki. Kadın öyle bir girmiş ki Fern karakterinin içine o gerçek karakterlerin içinde hiç sırıtmadığı gibi bir bütünün hiç göze çarpmayan bir parçası halini almış. Yüzündeki çizgiler ve bakışlar o an ne hissediyorsa hemen içinize işliyor, bunu hissettiriyor. Sakin ve abartısız muhteşem bir oyunculuk.

Sonuç olarak ben bu filmi ÇOOOOKKKK SEEEVVVDDDİİİMMMM. Belgesellikle kurgu sınırını çok ince bir çizgide tutan sakin bir film olduğunu da söylemem gerek. Bu tarzı sevmeyenler için çok iyi bir seçenek değil tabi ki. Ama ruh hallerine ve insan ilişkilerine odaklanmayı seviyorsanız bu dönüşüm filmini seveceksiniz diyorum.

Mutlu bir hafta sonu diliyorum herkese, evde kalın, sağlıklı kalın ♥




24 Mart 2021

2021 Oscar Savaşları / Volume 6 ♥ SOUND OF METAL ♥


SOUND OF METAL / METALİN SESİ (2019)

(En iyi film, erkek oyuncu, yardımcı erkek oyuncu, özgün senaryo, film kurgusu ve ses kurgusu dallarında toplam 6 adaylık)

Bu filmi ilk Oscar adaylıkları açıklandığı zaman fark ettim ve gördüğümde de nedense canım sıkıldı. Yine tarzım olmayan bir film izlemek zorunda kalacağım diye söylendim kendi kendime... Bir şey okuduğumdan dolayı değil, tamamen afiş önyargımdan dolayı....

Kaçışı yok dedim ve izlemeye başladım. Dakika 1, gol 1....

İnanılmaz yüksek tonda bir metal müzik.... Davul gümbür gümbür, kadın çığlık çığlığa... Gitarın kulak yırtıcı tizleri.... Bir konser... Davulda Ruben (Riz Ahmed), solist Lou (Olivia Cooke)... Usulca televizyonun sesini kıstım ve suratımı asarak izlemeye başladım...

Sabahın ilk saatleri olmuş... Bir karavan... İçinde bilumum müzik aletleri... Lou uyuyor... Robin sağlıklı bir içecek yaptı... Filtre kahve yavaş yavaş hazırlanıyor makinede... Ruben müzik aletlerinin tozunu aldı, sabah sporunu yaptı... Lou'yu kaldırdı... Caz bir müzik açtı... Ve ben yeniden televizyonun sesini açtım... Müzik çok güzel çünkü... Karavanda dans ediyorlar... Nasıl huzur dolular, nasıl sevgi dolu.... Karavan da çok güzel üstelik... Her şey yerli yerinde... Offf sürücü koltuğunun yanındaki şey bir sedir mi? Evet bir sedir... Ama bu şahane....

Bu duygu geliş gidişim sanırım filmin ilk 15 dakikasında :)) Şebo böyle şeyler yapabiliyor malumunuz...

Sonrasında yine bangır bangır bir konser ama yolunda gitmeyen bir şeyler var sabahtan beri... Ruben sıkıntılı... Kulaklarıyla ilgili bir sorun yaşıyor sanırım... Burnunu tıkıyor, ağzını kocaman açıyor... Hani biz de yüksek bir yere çıktığımızda kulaklarımız tıkanır ya... Onun gibi bir şey sanırım... Konser devam ediyor ama ses gitti.... Yavaş yavaş... Sessizlik...

Merak etmeyin saniye saniye anlatmayacağım filmi... Bunlar sadece siz de izleyin özendirme kısmı ;)

Filmin konusunu kısaca anlatacak olursam Ruben ve Lou karavanlarında mutlu yaşayan bir çift ve geçimlerini müzikten kazanıyorlar... O karavan aynı zamanda onların turne araçları görevini de üstleniyor. Bir gün Ruben kulaklarıyla ilgili bir anda sorun yaşamaya başlıyor ve gittiği doktor her iki kulağında da ciddi bir duyma kaybının var olduğunu, dikkat etmezse bunun da gideceğini söylüyor. O akşam da zaten konserde olan oluyor ve Roben duymuyor artık...

Düşünsenize yaşamınızı kulağınızla kazanırken bir anda her şeyi kaybetme riskiyle baş başa kalıyorsunuz... Baş etmesi kolay bir şey değil... Lou endişeli, çok endişeli hem de... Çünkü ikisi de eskiden uyuşturucu bağımlısıymış ve birlikte ama müzikle kurtulmuşlar bu durumdan... Tekrar uyuşturucuya başlamasından korkuyor Ruben'in...

Ve bir rehabilitasyon merkezine gitmeye karar veriyorlar. Merkezin sahibi Joe (Paul Raci) 'da sonradan duyma yetisini kaybetmiş. Bir şekilde Ruben'i o merkezde kalmaya ikna ediyorlar Lou ile birlikte. Lou gidiyor... Ve işte bu andan sonra Ruben'in hayatındaki dönüm noktasını izlemeye başlıyoruz...

Bu filmi ancak bu kadar kısa anlatabilirdim... Filmin duygusal hazzı hala üzerimde çünkü...

Riz Ahmed'i ilk defa bu filmde izledim sanırım. Ya da izledim de hiç hatırımda kalmamış. Ama bu filmde kendisine hayran bıraktı beni diyebilirim... Saçlarının uçları o çiğ sarılı karmakarış haliyle ve derbeder duruşuyla kötü karakterli bir serseri olduğunu düşünürken adamın içindeki dış görünüşüne inat yumuşaklığı, sevgi doluluğu ve tutunmak için bir dal arayışını o kadar güzel vermiş ki... Karşısına dikilip onu ellerim acıyana kadar alkışlamak istedim... Ve bunu bir sessizlik içinde anlatmış... 

En etkilendiğim sahnelerden biri metal bir kaydırak üzerinde 8-10 yaşlarındaki bir çocukla kurduğu iletişimdi. Çocuk yüzünü ve ellerini metal kaydırağın üzerine dayamış Ruben'in vurarak yakaladığı ritmi tekrar ediyordu. İkisi de duymuyordu ama ortak renklerini bulmuşlardı...

Diğer etkilendiğim sahne ise; merkezin sahibi Joe Ruben bulunmuş olduğu ortama ve durumuna alışsın diye her sabah bir görev vermişti. Sabahın ilk saatlerinde Ruben kahvesini ve çöreğini alarak bir odaya kapanacak, sakin bir şekilde oturmayı öğrenene kadar yazacaktı... İlk gün Ruben'in o çöreği yumruklayarak dağıtması ve tekrar çöreği eski haline getirmeye çalışıp tekrar yumruklaması içimi paramparça etti... Sanki o çörekle Ruben kendisini dağıtıyor, vuruyor dağıtıyor ve yeniden topluyordu... Tekrar tekrar....

Nirvana sahnem ise Joe'nun o merkezde herkesin görevlerini yazdığı tabelaya Ruben için yazdığı görevdi; "sağır olmayı öğreneceksin" yazmıştı... Okudum ve kalakaldım... Doğru hayatına devam edebilmesi için bunu öğrenmesi gerekiyordu Ruben'in...

Bu sefer yazıyı çok uzattığımın farkındayım... O kadar duygu dolu bir filmdi ki takıldığım hangi sahneyi size aktarsam şaşırıyorum... Bu durumumu mazur görün lütfen...

Sonuç olarak ben bu filmi ÇOOOOKKKKKKKKKK SEEEEVVVVDDDİİİİMMMMM. Afişine aldanmayın mutlaka izleyin diyorum bu film için... O duyamama hali ve psikolojisi, konuyu dramatize etmeden  o kadar güzel işlenmiş ki... Başımıza ne gelirse gelsin hayata istersek  tekrar başlayabileceğimizi ince ince göstermiş... İzleyin bence, izleyince de ses verin ♥




23 Mart 2021

2021 Oscar Savaşları / Volume 5 ♥ JUDAS AND THE BLACK MESSIAH ♥


 JUDAS AND THE BLACK MESSIAH / YEHUDA VE KARA MESİH (2021)

(En iyi film, yardımcı erkek oyuncu dalında 2 adaylık, özgün senaryo, sinematografi ve özgün şarkı dallarında toplam 6 adaylık)

Son dönemlerde Kara Panterler ile ilgili bir çok film izledim sanırım. Bunun en büyük sebebi de bir şekilde Oscar aday listelerinde yer almaları. Irkçılıkla ilgili oldukça kötü yıllar ve dolayısıyla da sinemacılar bu konuda kendilerine oldukça fazla malzeme çıkartıyorlar.

Filmimiz Kara Panter Partisinin başına geçen Fred Hampton (Daniel Kaluuya) 'nın otobiyografisi niteliğinde. Partinin başına geçişini, peşinden önemli bir kitleyi sürüklemesini ve evine yapılan bir baskın sonucunda öldürülmesini anlatıyor. Ve bu anlatım bir nevi Hampton'ın ölmesine sebep olan partinin güvenilir isimlerinden olmakla birlikte aynı zamanda FBI köstebeği Bill O'Neal (LaKeith Stanfield) 'in gözünden anlatılıyor. 

Film Bill O'Neal'in bir röportajıyla başlıyor. Yaptığı olayları anlatan bir vicdan hesaplaşması da diyebiliriz. FBI ile nasıl anlaşma yaptığını, Hampton'un infazına kadar giden olayları anlatırken bir yandan da filmimiz ilerliyor.

Film bir dönemin önemli bir olayına ışık tutsa da bu dönemi bilmeyenler için çok fazla bir iz bırakır nitelikte değil. Ancak gerek Daniel Kaluuya gerek LaKeith Stanefield'in şahane performansları konu olarak hiç ilgimi çekmemesine rağmen gözümü kırpmadan izlememe sebep oldu. 

Daniel Kaluuya bir taraftan liderlik vasfı ve cesaretiyle parlarken bir anda bir kızı öperken o giydiği güç kıyafetini anında çıkartıp yeni yetme bir delikanlıya bürünmesi işini ne kadar iyi yaptığının göstergesiydi aslında benim için. Yaptığı konuşmalardaki ustalığı, bakışları oldukça etkileyiciydi.

LaKeith Stanfield ise beni son görevindeki korkusu ve çaresizliğiyle etkiledi... Deyim yerindeyse kendi k.çını kurtarmaya çalışırken kaç insanın canını yaktı ve bunun vicdan muhasebesi tabi ki ağır olacaktı. Bu konuda verdiği hissiyat şahaneydi...

Sonuç olarak ben bu filmi oyunculukların da etkisiyle evet SEEEVVVVVDİİİİMMMMM. Normal şartlarda izlemeyeceğim bu filmi aday listelerinde isminin sıkça geçmesi sebebiyle izlesem de pişman değilim. Bu filmi izleyeceklere sadece önerim eğer Kara Panterler ve Fred Hampton hakkında bilginiz yoksa filmi izlemeden önce bir google amca ziyareti yapmalarıdır. Zira ben filmi izledikten sonra yaptığım için bazı taşlar izlerken değil, izledikten sonra oturdu diyebilirim.

Keyifli seyirler diliyorum...



22 Mart 2021

2021 Oscar Savaşları / Volume 4 ♥ MINARI ♥


MINARI (2020)

(En iyi film, erkek oyuncu, yardımcı kadın oyuncu, yönetmen, özgün senaryo ve özgün müzik dallarında toplam 6 adaylık)

Koreli çift Jacob (Steven Yeun) ve Monica (Yeri Han) daha rahat bir yaşama sahip olabilmek için iki çocuklarıyla birlikte Kore'den Arkansas'a göç etmişlerdir. Amerika'nın taşı toprağı altın misali hayalleri vardır. Fakat bu Amerikan rüyası eşlerin kafasında farklıdır. Jacob büyük bir çiftlik kurup zengin olmayı isterken Monica şehir hayatına daha yakın, özellikle kalbinde sorun olan küçük oğlu David için  hastaneye yakın bir yerde hayat kurmak istemektedir. Üstelik Jacob karşısına ev diye bir karavan ev çıkartmıştır.

Çift Kore'de yaptıkları işin aynısını yapmak zorundadır çiftliği kurana kadar. Civcivlerin cinsiyetini belirleyerek ayrım yaptıkları bir işte çalışmaktadırlar. Hayat koşullarını ne kadar değiştirmek isteseler de yine aynı rutinin içinde bu sefer yalnızlık duygusuyla devam etmektedirler hayatlarına. 

Kendileri çalıştıkları için çocuklarına bakmaları için annelerini (Youn Yuh-Jung) çağırırlar evlerine... Biraz da olsa sıradan yaşam döngüleri onun gelmesiyle birlikte hareketlenir.

Bir tarafta hayallerine ulaşma çabası, bir tarafta sürekli önlerine çıkan engeller, David'in hastalığı ve dolayısıyla eşler arasında oluşan gerilimle tam bir hayat debelenmesini izliyoruz filmde... Sakin ama sürükleyici bir dille.

Karakterlerden en çok küçük çocuk David ve anneanneyi sevdim ben. İkisi arasındaki birbirlerine alışma devresi ve anneannenin yeni tanıştığı Amerikan nesnelere ve olaylara verdiği tepkiler şahaneydi. Hele David'in koşması yasak olduğu için kendince geliştirdiği hızlı yürüme stiline bayıldım ♥

Jacob'un çok çalışıp çabalamasına rağmen yolunda gitmeyen işleri sebebiyle verdiği tepki "benim adım Hıdır, elimden gelen budur" misali tepkisi ara ara içimi cız ettirdi.

Bu arada filmin ismi Kore'ye özgü bir cins olan su teresinden geliyor. Ailenin en yaşlı üyesinin getirdiği tohumları bir dere kenarına ekmesiyle büyüyor. O özgün ve yabani gelişimiyle aileye destek oluyor. Yani anlayacağınız ailenin kökleri yine aile için güç ve derman oluyor.

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEEVVVVDDDİİİİMMMM. Sessiz sakin yapısıyla gerçekçi bir film. Bu tarz filmleri sevenler için iyi bir seçenek ve maaile izlenebilecek türden olması sebebiyle çoluk çocuk hep birlikte izleyebilirsiniz der ben haftalık koşuşturmama start vermek için kaçarım.

Mutlu haftalar herkese 👋



19 Mart 2021

2021 Oscar Savaşları / Volume 3 ♥ PROMISING YOUNG WOMAN ♥


 PROMISING YOUNG WOMAN / YETENEKLİ GENÇ KADIN (2020)

(En iyi film, kadın oyuncu, yönetmen, özgün senaryo ve  film kurgusu dallarında toplam 5 adaylık)

Her güne bir film sığdırıp bir de üzerine yazıyorum farkında mısınız :)) Benden beklenmeyecek bir performans hahahaa :) Kendime tü tüt tüüüü maşallah diyerek filmi anlatmaya başlıyorum.

Cassie (Carey Mulligan) arkadaşı Nina ile birlikte tıp fakültesinde okurken arkadaşının yaşadığı üzücü bir olay sebebi ile okuldan atılır. Cassie, en yakın arkadaşının yaşadığı olayı üzerinden senelerce zaman geçmesine rağmen içine sindirememekte ve intikam almaya çalışmaktadır. Görünürde bir kafede barista olarak sakin sakin çalışsa da zeki kadın şaşırtıcı hamlelerle intikam duygusunu gidermeye çalışmaktadır.

Filmin konusunu spoiler vermeden ancak böyle anlatabilirdim, azıcık kalıp cümleler oldu ama idare edin artık :)

Filmin ilk bölümleri çok sarsıcı olmasa da tadında bir heyecanla ilerliyordu ki filmin artık bitmeye başladığını düşündüm. Bir baktım ki yok daha zamanı var. Hah dedim gayet güzel giden akışı sen vıcık vıcık romantik bir filme çevir ve bununla da aday listesine gir. Sen nasıl başardın bunu derken evet final gayet şukellaydı.

Finalde itiraf ediyorum ki ağzım açık, gözlerim de ona eşlik eder bir halde ekrana bakarken buldum kendimi... Bir süre kafamda oturtmak için bekledim diyebilirim...

Filmin bende bıraktığı haz bir yerlerden tanıdık geldi ki IMDB de yönetmen Emerald Fennell'i inceleyeyim dememle birlikte bende ampul yandı. Killing Eve dizisinin yazar ve yapımcılarındanmış kendisi... İşte dedim tanıdık duygu bu... Killing Eve Villanelle 'si kadar zeki ama ondan daha masum ve yaralı bir karakter var karşımızda.

Carey Mulligan'ın son dönemlerdeki performansını seviyorum. Bu filmde de su gibi oyunculuğu. Yüz hatlarıyla ve gözleriyle duygularını izleyiciye geçiren oyunculara bayılıyorum. O erkeklere gözlerini açarak dik bakışlarına hasta oldum. Bir de Madison'un verdiği videoyu izlediği andaki yüz hali oldukça titreticiydi. Heykelciği bu sene kapar mı bilmiyorum ama sık sık kendisini aday listelerinde göreceğimizden eminim.

Filmde tek sevmediğim yer o şımarık erkek çocuklardı. Hele Al karakterine hayat veren Chris Lowell hiç kusura bakmasın ama feci halde irite etti beni.

Film bittikten sonra okuduğum dedikodular ise beni şaşırttı. Film meğerse yaşanmış bir olaydan esinlenerek hayata geçirilmiş. 2015 yılında  Stanford Üniversitesinde yaşanan bu olay zamanında oldukça yankı uyandıran bir dava imiş. Hatta o dönem çıkan gazete haberlerinde olayın faili olimpik yüzücü için "promising young man" ifadesi çok sıkça kullanılmış. Filmin ismi de buraya dayandırılarak konmuş ve şahane bir ironi yaratmış.

Sonuç olarak ben bu filmi OLDUKÇAAAA  SEEVVVVDDDİİİİİMMMM efenim. Bir fırsatını yakalarsanız izlemenizi öneririm. 

18 Mart 2021

2021 Oscar Savaşları / Volume 2 ♥ PIECES OF A WOMAN ♥


 PIECES OF A WOMAN (2020)

(En iyi kadın oyuncu dalında tek adaylık)

Hiç girizgah yapmadan bodoslama filmi anlatmaya başlamak istiyorum. Hala filmin etkisi üzerimdeyken yazmak istedim çünkü.

Martha (Vanessa Kirby) ve Sean (Shia LaBeouf) evli bir çift olarak çıkıyorlar karşımıza. Her ikisinin de heyecanlı bir şekilde işlerinden çıkışları ve eve gelişleriyle başlıyor ve soluksuz bir 30 dk başlıyor böylece. Martha karnı burnunda hamile ve birden sancıları başlıyor. Evde doğum yapıyor ve biz bu 30 dk boyunca Sean ve Martha'nın gerilimini, heyecanını, acısını ve zaman zaman da çaresizliklerini izliyoruz. 

Burada hemen Vanessa Kirby'nin performansına değinmeden geçemeyeceğim. Doğum halindeki bir kadının gel gitlerini, ruh halini, korkularını ve aynı zamanda da heyecanlı bekleyişini o kadar güzel yansıtmış ki kadının gerçekten doğum yaptığını bile düşünebilirsiniz. Tabi bu arada ekran başında siz de doğum yapabilirsiniz o ayrı mesele...

Doğum gerçekleşiyor gerçekleşmesine ama maalesef bebeklerini kaybediyorlar. Bunu söylemekte spoiler vermiş olduğumu düşünmüyorum çünkü film bu temelde ilerliyor.

Bebeklerini kaybeden çift değişiyor, kırılıyor, psikolojileri ayrı ayrı dağılıyor ve ilişkileri de çatırdamaya başlıyor. Özetle filmimizin konusu bu....

Her insan acısını farklı şekilde yaşar deriz ya bu film işte bize bunu da gösteriyor aynı zamanda... Bu noktada kendimi irdelemek istiyorum biraz da... Film boyunca Martha'ya gönlüm sahip çıkıp onun her halini koşulsuz kabullenmişken baba Sean'a sürekli kızdım hatta saydırdım. Fakat şimdi yazarken fark ettim de anneyi bu kaybı ile ilgili sarmalarken babayı niye hırpaladım ki gönlümde.. Evlat ikisinin de evladıydı ve ikisi de aynı acıyı yaşadılar... Ne eksik ne fazla... Tepkileri farklıydı sadece... Evet hoş olmayan ve erkeğin kadını yaralayan tavrı beni kızdırsa da o da yaralandı ve yaralı bir hayvan gibi saldırıya geçti belki de... Bu konu üzerinde ben biraz daha düşüneceğim muhtemelen, şimdi başka hissiyatlara yöneleyim en iyisi...

Evet gördüğünüz üzere bir dram filmi... Ama çok ağdalı, yüreğinizi kanatmak için uğraşmayan türden... Çok insani diyebilirim bu film için...

Ve tekrar Vanessa Kirby'e dönüyorum. 30 dakikalık performans en şahanesiydi evet ama tüm film boyunca da tüm duygularını o soğuk davranışlarıyla bile içine düştüğü buhranı çok iyi hissettirdi. Bu sebeple izlerseniz şayet lütfen oyunculuğa gözünüzü dikin mutlaka...

İçimi en acıtan repliği, "elma kokuyordu" dediği sahneydi ve o cümleyle de anlamını oturtamadığım bazı sahneler çok şahane gözüktü gözüme...

Martha elmayla özdeşleşmişken Sean de yapımında çalıştığı köprüyle bağdaştırılmış film boyunca... Bunu ilerleyen sahnelerde fark ediyorsunuz...

Bir de anneanne karakteriyle Ellen Burstyn var ki "canım ve canımın canı" diye bir durum vardır ya onu çok güzel hissettirmiş filmde. Güzel bir ayrıntıydı...

Sonuç olarak anlatımımdan anlayacağınız üzere ben bu filmi ÇOOOOKKKK SEVDİİİMMMM ve evet ben gerçekçi dramları çok seviyorum. Bu sebeple sadece oyunculuk alanında adaylığı bulunsa da bu filmi şiddetle izlemenizi öneriyorum. 

Bir de ufak bir not, çoluk çombalak izleyeceğiniz bir film değil efenim ;)




17 Mart 2021

2021 Oscar Savaşları / Volume 1 ♥ MANK ♥

 


MANK (2020)

(En iyi film, erkek oyuncu, yardımcı kadın oyuncu, yönetmen, sinematografi, kostüm tasarımı, makyaj ve saç tasarımı, özgün müzik, yapım tasarımı ve ses kurgusu dallarında toplamda 10 adaylık)

Hayatının bir bölümü tek kanallı televizyon dönemine denk gelenler ayıla bayıla izlediğimiz eski siyah beyaz filmleri de çok iyi hatırlayacaklardır. İşte böyle bir film var karşımızda. 

Son dönemde birçok siyah beyaz film çekilse de bu film onlardan daha farklı bence. Sebebine gelince günümüz teknik donanımında eskiyi andırmak değil eskiden olduğu gibi yapılmış bir film var karşımızda. Ses yapısından, görüntü kalitesinin değiştirilmesine hatta eskiden film rulolarının bitimine yakın sağ üst köşede beliren o yuvarlak nokta bile uygulanmış filmde. Teknik olarak çok uğraşılmış ve sonuç olarak başarılmış olduğunu da görüyoruz.

Filmimizin konusuna gelince; sinema tarihinin en iyi filmleri arasında nitelendirilen, Orson Welles'in yönettiği ilk uzun metrajlı filmi Citizen Kane (Yurttaş Kane) 'nin yazım aşamasını anlatıyor. Hollywood'un 30 ve 40'lı yılları...

Filmdeki senaristimiz Herman J. Mankiewicz (Gary Oldman) 'in -ki kendisini Mank olarak anacağız film boyunca- filmi yazarken neler yaşadığı anlatılırken hem hayatının bir bölümü anlatılmış hem de o dönem Hollywood'da neler dönmüş olduğunu güzelce yedirmişler diyebilirim. 

Mank aynı zamanda bir alkolik ve kumarbaz. Bu senaryo da aslında onun çöküş dönemine denk geliyor. Filmimiz de geçirdiği bir kazadan sonra hem sağlığının düzelmesi, hem alkolden uzaklaşması ve tabi ki bu senaryoyu yazması amacıyla bir çiftliğe getirilmesi ile başlıyor. Bir yandan senaryoyu yazmasını bir yandan da ustaca oluşturulmuş geri dönüşlerle Mark'ın nasıl bu hale geldiğini o dönemin siyasi ve toplumsal yapısıyla birlikte izliyoruz.

Altta zeminde tabaka tabaka 1. Dünya Savaşının yaratmış olduğu ekonomik buhran, Kaliforniya Valiliği seçimlerinde Sinclair ve Merriam savaşı, sinema tarihinde sesli sinemaya geçiş dönemi, senaryo yazım ekipleri ile patronların çirkin savaşı gibi gibi... 

Evet filmin konusu kısaca böyle... 

Filmin senaryosu yönetmenimiz David Fincher'in  yakın zamanda kaybetmiş olduğu babası Jack Fincher'e ait. Yazdığı dönemde yapım şirketleri senaristin siyah beyaz çekilmesini istemesi sebebiyle çok yanaşmamışlar. 

Amanda Sayfried ünlü aktrist Marion Davies'e hayat veriyor filmde. Film boyunca çok az görünse de oldukça başarılı bir performans sergilemiş ki bunu Yardımcı Kadın Adaylığı ile de perçinlemiş. Heykelciği alması konusunda çok ihtimal vermesem de keyifliydi onu izlemek.

Citizen Kane filminin senaryosu ile Oscar heykelciğini birlikte kucaklayan Herman J. Mankiewicz ve Orson Welles olsa da filmimiz asıl senaryoyu aslında Mank'in yazdığı üzerinde durmuş. Bu arada Mank'in ince espri anlayışını ve öngörülü zekasını çok sevdiğimi de söyleyebilirim film boyunca.

Sonuç olarak ben bu filmi OLLLDDUUKKKÇÇAAAA SEEEVVVDİİİMMM. Fakat bir konuda uyarmadan edemeyeceğim. Film benim için başarılı olsa da siyah beyaz eski filmleri sevmeyenler için çok iyi bir seçenek gibi gözükmüyor. Ancak bu konuda net değil ve çekimserseniz Gary Oldman performansı için bile izlenir bu film. Demedi demeyin ;)


16 Mart 2021

Ve Oscar adayları açıklandı



Eveetttt adaylarımız açıklandı ♥

Mank'ın şaşırtıcı şekilde 10 adaylığı mevcut. Yönetmen adaylarında 2 kadın var ve bu çok sevindirici ♥ Bir de aday listesinde Meryl Streep yok :)))) Son dönemlerde demirbaş olmuştu malumunuz ve kendisini çok sevmeme rağmen sevindim. Belki film seçimlerinde daha özenli olur bundan sonra ;)

En iyi film:

The Father
Judas and the Black Messiah
Mank
Minari
Nomadland
Promising Young Woman
Sound of Metal
The Trial of the Chicago 7




En iyi erkek oyuncu:

Riz Ahmed - Sound of Metal
Chadwick Boseman - Ma Rainey's Black Bottom
Anthony Hopkins - The Father
Gary Oldman - Mank
Steven Yeun - Minari




En iyi kadın oyuncu:

Viola Davis - Ma Rainey's Black Bottom
Andra Day - The United States vs Billie Holiday
Vanessa Kirby - Pieces of a Woman
Frances McDormand - Nomadland
Carey Mulligan - Promising Young Woman




En iyi yardımcı erkek oyuncu:

Sacha Baron Cohen - The Trial of the Chicago 7
Daniel Kaluuya - Judas and the Black Messiah
Leslie Odom Jr - One Night in Miami…
Paul Raci - Sound of Metal
Lakeith Stanfield - Judas and the Black Messiah




En iyi yardımcı kadın oyuncu:

Maria Bakalova - Borat Subsequent Moviefilm
Glenn Close - Hillbilly Elegy
Olivia Colman - The Father
Amanda Seyfried - Mank
Youn Yuh-jung - Minari




En iyi yönetmen:

Thomas Vinterberg - Another Round
David Fincher - Mank
Lee Isaac Chung - Minari
Chloé Zhao - Nomadland
Emerald Fennell - Promising Young Woman




En iyi uyarlama senaryo:

Borat Subsequent Moviefilm
The Father
Nomadland
One Night in Miami…
The White Tiger


En iyi özgün senaryo:

Judas and the Black Messiah
Minari
Promising Young Woman (Yetenekli Genç Kadın)
Sound of Metal
The Trial of the Chicago 7


En iyi animasyon:

Onward
Over the Moon
A Shaun the Sheep Movie: Farmageddon
Soul
Wolfwalkers


En iyi belgesel:

Collective
Crip Camp
The Mole Agent
My Octopus Teacher
Time


Yabancı dilde en iyi film:

Another Round
Better Days
Collective
The Man Who Sold His Skin
Quo Vadis, Aida?


En iyi sinematografi:

Judas and the Black Messiah
Mank
News of the World
Nomadland
The Trial of the Chicago 7


En iyi kostüm tasarımı:

Emma
Ma Rainey's Black Bottom
Mank
Mulan
Pinnochio


En iyi film kurgusu:

The Father
Nomadland
Promising Young Woman
Sound of Metal
The Trial of the Chicago 7


En iyi makyaj ve saç tasarımı:

Emma
Hillbilly Elegy
Ma Rainey's Black Bottom
Mank
Pinocchio


En iyi özgün müzik:

Da 5 Bloods
Mank
Minari
News of the World
Soul


En iyi özgün şarkı:

"Fight for You" - Judas and the Black Messiah
"Hear My Voice" - The Trial of the Chicago 7
"Husavik" - Eurovision Song Contest
"Io Si (Seen)" - The Life Ahead
"Speak Now" - One Night in Miami...


En iyi yapım tasarımı:

The Father
Ma Rainey's Black Bottom
Mank
News of the World
Tenet


En iyi ses kurgusu:

Greyhound
Mank
News of the World
Soul
Sound of Metal


En iyi görsel efekt:

Love and Monsters
The Midnight Sky
Mulan
The One and Only Ivan
Tenet


En iyi kısa animasyon:

Burrow
Genius Loci
If Anything Happens I Love You
Opera
Yes-People


En iyi kısa belgesel:

Colette
A Concerto Is a Conversation
Do Not Split
Hunger Ward
A Love Song for Latasha


En iyi kısa film:

Feeling Through
The Letter Room
The Present
Two Distant Strangers
White Eye



8 Mart 2021

Bir Pezevengin Notları / Giorgio Faletti

 

Kahramanımızın ismi Bravo... Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi kadın pazarlayarak geçimini sağlıyor. Yaptığı işe saygınlık kazandırmaya çalışan bir hali var çoğunlukla, kimseyi zorlamıyor kendi deyimiyle... Alan memnun, alınan memnun anlayacağınız :)

Bravo'nun kendi alanındaki adamlardan bir farkı var, hadım edilmiş zamanında... Neden diye sormayın söyleyemem, Bravo çok kızar :))) Ama şunu söyleyebilirim ki; yaşadığımız kayıplar ne olursa olsun bizi bir yandan da güçlendiriyor sanırım...

Kitap tür olarak bir polisiye... Bir polisiye kurdu değilim ancak iyi bir kurgusu olduğunu kendimce söyleyebilirim. Çok heyecanlı değil ancak merak ve gizem kitabın sonuna kadar peşinizi bırakmıyor.

Kitap benim için oldukça sürükleyiciydi. İlk başlarda bu adam bana ne anlatıyor diye bazı gereksiz bilgi yüklemelerine maruz kaldığımı hissetsem de o bilgilerin çok da gereksiz olmadığını kitabın sonlarına doğru anladım.  

Kitabın bir de yan kahramanı var; Carla... Bravo'yu fetheden bir kadın. Hani Pretty Woman'ın Vivian'ına benzettim bazı yerlerdeki halini.. Ama bazı yerlerinde :) Vivian kadar saf değil yoksa, bu da ufak bir tüyo olsun benden size..

İçinde derin devlet var, mafya var, polis var, bolca üçkağıtçı var, duygusallık var, aşk var, mizah var... Daha ne isteyeyim bir kitaptan 😀

Bu kitabın filmini çekerlerde bir de iyi bir yönetmenin eline düşerse şahane bir film olur. Ki bence çekerler, çeksinler yahu :)) İtalyan yapımcılara olmayan İtalyancamla mail mi atsam acaba :) Ben Türkçe yazayım onlar anlasınlar bence hahahaaa :)) 

Bu kitaba denk gelirseniz sakın ismine aldanıp es geçmeyin derim. Naçizane fikrim budur efenim ♥ 

Kadınlar Günümüz Kutlu Olsun 💙💚💛💜💪 Kendinize iyi davranın 💗


Altıçizililerim;

* Toplumu yöneten kurallar kirli, oldukça düzensiz çizgiler çizer. Bazısı çizgileri aşar, bazısı saygı duyar.

* Belgeseller aslanların ziyafet çektiği sırada etraflarında çember oluşturan sırtlanları gösterir. Aslında çoğunlukla avı yakalayan sırtlanlardır. Aslan sonradan gelir ve krallık kanunları gereği bütün pis işi yapan sırtlana seçenek bırakmadan ava el koyar ve artıkları bırakır. Bu görüntü gerçek dünyanın bir yansımasıdır fakat kimin aslan yada kimin sırtlan olduğunu söylemek kolay değildir.

* Yaşayan her erkeğin hayatında kendisinden başka kimseyi ilgilendirmeyen kutsal sınırları vardır. İşin en zoruysa o sınırların genişliğini tahmin edebilmektir.

* Zirveye giden yol sağlam bir beden ve amansız bir kararlılık gerektirir.

* Ne olursa olsun kimse zamanın hızına yetişemez ve seni çabucak öldürür çünkü yaşanılan her anıyı hatırlayacak bir hafıza yoktur.

* Geleceğe yönelik inanç, özgüveni güçlendirir ve insana güç verir.

* Bazen, yalnızca ahmaklar ve masumlar mazeret üretemezler.

* Farklı ayakkabılar da giysen aynı adımlarla dans edersin.

* Her zaman olmaz ama hayatta bazı kesinlikler vardır ki yüzeye çıktıklarında cehaletin kendisinden daha yıkıcı olurlar.

* Kaçabileceğim tek yer rüyalarım.
   Uyuyorum.

* Yıllar boyu vakit geçirdiğim insanlardan öğrendiğim bir şey vardı o da ölmek üzereyken elinde kalan tek şeyin giderken yanında birilerini de götürmek olduğuydu.

* Gelecek dediğin geçmişin çocuğudur.

* Yaşam boyunca beklediğiniz anlar vardır. Zamanı geldiğinde o anların peşine takılmaktan başka bir şey gelmez elinizden. Bu da öyle zamanlardan biri. Geleceğiniz yalnızca Tanrı'nın elindedir ve hiçbir şeyin garantisi yoktur.

* Küçük otoritesiyle sarhoş olmuş tipik küçük bir insan. Zayıflara karşı güçlü, güçlülere karşı zayıf davranır. Kıçına tekme yer ve o da gidip kendinden daha küçük birinin kıçını tekmeler.

* Ne kadar temiz ve kaliteli çarşaflar arasında uyursanız uyuyun, sandalye ve mobilyalar ne kadar kaliteli olursa olsun, yudumladığınız şampanya ve odanıza davet ettiğiniz kadın ne kadar güzel olursa olsun bir otel odası yine de bir otel odasıdır.

* Güç ruhu aşındırır derler. Doğru değil. Ruhu asıl kemiren şey gücü elinden kaçırma korkusudur.



5 Mart 2021

2 Sevdim, 1 Sevmedim :)


MA RAINEY'S BLACK BOTTOM / MA RAINEY : BLUES'UN ANNESİ (2020)

Blues'un annesi olarak görülen efsane Afro Amerikan şarkıcı Ma Rainey (Viola Davis)' in hayatından kısa bir kesiti filme aktarmışlar. Daha önce August Wilson'un yazıp sahneye koyduğu "Pittsburgh Cycle" tiyatro oyunun sadece bir bölümünden uyarlanmış. Dolayısı ile tiyatral sahneler ve tiyatral performanslar çıkıyor karşımıza filmde...

Film Ma Rainey'in zirveye tırmanışını giriş performansıyla izleyiciye aktarıp ekibiyle albüm kaydı yaptığı 1 güne odaklanıyor. Ve ne anlatmak istiyorsa da o stüdyo sahnesinde vermeye çalışıyor... Tiyatral sahneden kastım buydu işte... Ara ara sokak manzaralarına şahit olsak da filmin tamamına yakın bir kısmı o stüdyoda çekilmiş durumda. 

Ma Rainey'in  performansıyla birlikte filmde dikkat çeken bir performans daha var; trompetçi Levee (Chadwick Boseman). Ma Rainey güç ve gelenekselciliği temsil ederken Levee daha yenilikçi ve daha bencil tavırlarıyla öne çıkıyor. Bu da ikilinin sürekli gerilmesine sebep oluyor filmde.

Film boyunca ırkçılık ve sosyal ayrımcılıkla ilgili tüm detaylar filme yedirilmiş. Ma Rainey gelene kadar ekibinin tuvaleti bile kilitli havasız bodrum katında prova yapmasından tutun da bir şişe kola almaya gittikleri markete kadar bunu gözlemleyebiliyoruz. Tabi ki bu söylemlere karşı sesiyle geldiği yerde üstünlük sağlayan Ma Rainey'in kibirli hali de gözümüze gözümüze sokulmuş. Beyaz menajeri ve beyaz yapımcısını sürekli kibri ve gücüyle zorluyor.

Viola Davis şahane performansıyla bu filmde de göz dolduruyor. Abartılı bir karakteri canlandırmasına rağmen usta oyunculuğunu konuşturuyor. Buna keza Chadwick Boseman da ona eşlik ediyor. Adeta canlandırdıkları karakterlere bürünüyorlar film boyunca. Her ikisi de Altın Küreyi bu sene kucakladı zaten ve Oscar'ın kadın oyuncu ve erkek oyuncu dallarında ağır topları. Geçtiğimiz aylarda Boseman'ın kanserden dolayı vefatından sonra bu ihtimal biraz daha güçleniyor bence...

Diyeceğim o ki ben bu filmi OLDUKÇAAAA SEVVDİİİMMMMMM ve müzik tutkunuysanız , tek mekanlı filmler beni sıkmaz diyorsanız bu filmi izleyin derim. Diğer türlü sıkabilir belki, demedi demeyin ;) Performansların şahane olduğunu unutmayın ama ♥ 
Hatta şuraya mini bir müzik ziyafeti de eklemeden bu filmi anlatmayı bitirmeyeyim :)

Ma Rainey's Black Bottom



LA VITA DAVANTI A SE / ONCA YOKSULLUK VARKEN (2020)

Bu filmi neden izlediğimi filmin afişine bakınca anlamışsınızdır sanırım; Sophia Loren ♥ Ben
Kadının gözlerinin hastası olmakla birlikte ince oyunculuğunu da severim ki bu yaşına rağmen bu filmde de o oyunculuğun keyfini sürdüm.

Filmimizin konusuna gelince ; Momo (Ibrahima Gueye) bir doktorun vesayeti altında yaşayan yetim ve oldukça haşarı bir çocuktur. Basit bir haşarılıktan bahsetmiyorum, o küçük yaşında güç elde edebilmek için hırsızlıktan tutun da uyuşturucu satıcılığına kadar işlere bulaşmaktadır. Diğer yandan Madam Rosa (Sophia Loren) ise Yahudi soykırımından sağ kurtulabilmiş ve hayatlarını fahişelik yaparak kazanan kadınların çocuklarına bakarak geçimini sürdürmektedir. Momo başına gelecekleri bilmeden Madam Rosa'nın pazarda satmak üzere götürdüğü şamdanlarını çalarak yolu kesişmiş olduğu bu kadına emanet edilmek zorunda bırakılmıştır. Ve ikilimiz arasında çatışmayla başlayan duygusal bir bağ oluşmuştur.

Momo karakterine hayat veren Ibrahima Gueye çocuk yaşına rağmen oyunculuğuyla hayran bıraktı tüm film boyunca. Masum gülümsemesi ve Madam Rosa'yla oluşan bağı sırasındaki gözlerindeki o sevgi arayışını o kadar güzel yansıtmış ki... Tabi bir de boyundan büyük işlere kalkıştığı anlardaki o kararlılığını... 

Sevgi tüm yaraları sarıyor, ister 7 yaşında ol ister 70 yaşında... Bu film o kadar güzel anlatmış ki bunu...

Bu filmi Sophia Loren'in oğlu Edoardo Ponti yönetmiş ve annesini tanımasından mı bilmem ama onu o kadar güzel karelerin içine kadrajlamış ki... Bir çok yerde seyretmeye doyamadım...

Sevgi ve bağlılığın haricinde ufak dozlarda o kadar çok konu barındırmış ki film yan karakterleriyle... Bir taraftan fakirlik, kimsesizlik... Diğer tarafta bakkal dükkanına Bay Hami ile sıkıştırılmış güven duygusu, kendini ailesine çocuğuyla kabul ettirmeye çalıştıran trans komşu vefası ve tüm bu insanların birbirlerine güvenle sırtlarını dayamaları... 

Ben bu filmi ÇOOOKKK SEEEVVVDDDİİİİMMMM. Çünkü ben dram severim, filmin içindeki insan ilişkilerini koklamayı severim, iyi oyunculuklar filmin durağanlığına inat dikkatimi çeker.. Sizde benim gibiyseniz bu filmi izleyin efenim 😉



I'M THINKING OF ENDING THINGS / HER ŞEYİ BİTİRMEYİ DÜŞÜNÜYORUM (2020)

Film Lucy (Jessie Buckley) nin içsel monologlarıyla başlıyor. Her şeyi bitirmeyi düşünen bir kadının monologları. Sevgilisi Jake (Jesse Plemons) ile birlikte Jake'in ailesiyle tanışmaya gidiyor gitmesine de o içsel monolog hiç bitmiyor yol boyunca...

Yolculuk-aile ile tanışma-yolculuk kurgusunda kızımızın adı da değişiyor; Lucy, Louisa, Yvonne... Neden böyle bir şeye ihtiyaç duymuşlar hiç anlamadım. 

Oyunculuklara herhangi bir sözüm yok... Ancak bu filmi ben hiç anlamadım desem 🙈 

Kendi hayatını ve ailesini sevgilisine tanıtmaya çalışan bir adam, aile ile ilgili travmalar, her oda değişikliğinde değişen zaman olgusu (bir genç oluyor aile, bir yaşlı), sürekli kızımızın içses monologları ve bir bakmışım ki film bitmiş :)) E şimdi ne oldu modunda ben :))

Bu filmle ilgili çok beğeni dolu yorumlar okumuştum halbuki... Filmle ilgili sevdiğim tek ayrıntı evin dekorlarıydı sanırım :/

Sonuç olarak ben bu filmi HİİİİİİÇÇÇÇ SEVVVMMMEEEDİİİMMM, çünkü hiç anlamadım... Bu filmi anlayanlara saygılarımı bir borç bilirim :))

Mutlu hafta sonları diliyorum herkese ♥

4 Mart 2021

Şubat ve Ben ♥

Bu seriye Ocak ayında başlamak niyetindeyim aslında, olmadı...

Şubat'tan başlamama kim engel ki dedim sonra kendime...  
Şubat baktım Mart'a sarkıyor... Şebocum kendine gel dedim :))

Ezgicim yapardı bunu ve ben ayıla bayıla okurdum, hadi dedim bu sene yazmana bahane olsun... Her ayın son haftasında patlat bir yazı... Bak bakalım hayatında bir şeyler değişiyor mu? Yoksa dolap beygiri gibi aynı şekilde dönüp duruyor musun...

Benimle beraber yazmak isterseniz haydi siz de gelin ♥

Seviyorum;

Pijamalarımla evde gezinmeye bayılıyorum bu aralar ve hatta işimin başına pijamalarla geçmeye:) Çalışmaya başladığımı sanki hissetmiyorum... Öğleden sonra keyfim gelirse eşofmanlarımı geçiriyorum üzerime...

Yiyorum;

Siyah zeytin ♥
Hiç siyah zeytini bu kadar sevmemiştim... Üzerine kekik ve pul biber döküp limonluyorum. Çekirdeklerinden adımı yazabilecek kadar çok yiyorum sanırım :))

İçiyorum;

Çayıma karanfil atıp demliyorum artık. İçimi daha hoş oluyor, içmelere doyamıyorum ♥

Hissediyorum;

Kararsız hissediyorum kendimi... Ofise gitmeye başlamam lazım artık ama öteliyorum... 
Sokağa çıkmaya korkar oldum artık... 
Evimde mutluyum hâlâ... 

Yapıyorum;

Çanta örüyorum bol bol :))




Şebo'nun "Ne İstersen" çantaları diyorum ben bunlara... Ben kitaplarımı çantada taşımak için kullanıyorum çoğunlukla. Annem ilaçlarını koyuyor içine, çantasına atıyor. Bir arkadaşım makyaj malzemelerini koydu, diğeri kalemlerini... Kimin canı ne isterse yani :))

Ama o kadar çoğaldı ki şimdi elimde, birazını satayım diyorum. Ama nasıl yapacağımı da bilmiyorum... Bu konuda önerilerinize açığım. Nasıl bir yol izleyeyim hadi söyleyin bana ♥

Düşünüyorum;

Balıkesir kıpkırmızı risk bölgesi olarak... Bitecek mi bu iş yoksa biz tekrar tekrar aynı döngüye mi gireceğiz? Okullar açıldı ama kapanacak yeniden biliyorum, bu seneyi komple yok saysalar keşke diyorum. Ben aynı yılı tekrar okumasına razıyım ve benim gibi bir çok insanın da aynı şekilde düşündüğünü biliyorum.

Hayal Ediyorum;

Bir kumsalda dostlarımla birlikte oturup sohbet ettiğimi hayal ediyorum çokça. Maskesiz, sarmaş dolaş ♥
Özledim...
Sarılmayı özledim...
Dokunmayı özledim...
Aklıma esti geldim demeyi özledim...

Dinliyorum;

Bağzıları / Zaten Kırılmış Bir Kızsın

Eski bir şarkı aslında... Yeniden keşfettim sanırım :)
Bu aralar asla bu şarkıyı dinlemeden günü bitirmiyorum ;)

Okuyorum;

Bu ay 3 kitap okumuşum; Doktor Ox'un Deneyi, Bir Pezevengin Notları ve Bu İşte Bir Yalnızlık Var.

Hiçbirinin yorumunu henüz yazmadım... Altıçizililerim taslaklarda bekliyor tamamlanıp yayınlanmak için.

İzliyorum;

Televizyondaki tüm dizileri izliyorum :))) Yaklaşık 3 senedir TV açmayan ben, annemin gelmesiyle o hangi diziyi izliyorsa izliyorum :)) O sebeple bu kadar çok çanta ördüm ya zaten... Cumartesi Pazar da çakışanların tekrarlarını izliyoruz hahahaaa :))) Aştım kendimi anlayacağınız...

Bunların dışında What / If diye bir diziye başladım, eh fena değil boyutundayım henüz... Başlarındayım daha... 

Bu ay kaç tane film izledim hatırlamıyorum ama Ocak ve Şubat ayında toplam 17 tane izlemişim. Size anlatacağım çok güzel filmler var anlayacağınız 😉

Hepinize kucak dolusu sevgilerimi yolluyorum, kendinize iyii bakın ♥


2 Mart 2021

Senin bu aralar çok uyuşuk bir annen var oğlum ;)

22 Şubattan bu yana bu yazıyı yazacağımı hatırlatıyorum kendime :)) Ve bugün nihayet oturabildim başına, bir ara yazmasam mı acaba diye düşündüm. Malum büyüdün artık, belki hoşlanmayabilirsin dedim. Sonra yine de yazacağım dedim... Anıları ya fotoğraflarla ölümsüzleştirmek lazım ya da yazılarla.  Yoksa aklımızdan pufff uçuveriyor maalesef...

Geçen sene doğum gününü kutladıktan hemen 20-25 gün sonra covid-19 belası yüzünden okullar kapandı ve bu süreçte evdeyiz birlikte. Hemen hemen 1 sene olmuş eve kapanalı. İlginç bir deneyimdi senin için sanırım. İlk başlarda hiç önemsememiş gibiydin. El yıkama konusunda kaç kere kavga ettik kimbilir :)) Sen yıkadım dedin ben bu kadar süre çok kısa dedim. Bıdı bıdı yapmayı seviyorum ama sen de bıdı bıdı yaptırmayı seviyorsun gibi geliyor bana :)) 

Sonradan sonradan mikrobun varlığını allahtan kabul ettin de biraz daha az tartışma sebebi oldu bizim için.

Bu yaşında malum okullar kapanınca hayatına online eğitim diye bir olay girdi demek isterdim :)) Ama online eğitilemedin çocuğum sen. Hocalar derste sen oyunda kısmını aştık aşmasına da gel bir de bana nasıl aştığımızı sor :/ Not tutmadan, fazla katılım sağlamadan bitiriyorsun şimdilerde dersi... Hala okullarınızın açılmadığını düşünürsek bu seneyi de kapattık diye düşünüyorum. 9 ve 10. sınıfı ben hiç okula gitmeden okudum diye çocuklarına anlatırsın artık :))) Hatta anneannenize LOL diye bir oyunla cinnet geçirttirdim diye de eklemeyi unutma :P

Evet bu sene ki evrimini Pubg den sonra Lol ile tamamlıyorsun oğlum. Allah akıl fikir versin diyorum, bundan sonra inşallah maşallah bu evrimi bununla nihayete erdirirsin.

İkimiz de evde olunca en uzun süreli birbirimizden ayrılmama rekorunu da kırdık oğlum. Bebekken bile bu kadar dip dibe hiç olmamıştık hahahaaa :)) Bunun getirdiği gerginlikler olsa da mutluluk sebeplerimiz de oldu tabi... 

Evdeki iş bölümümüz şahane... Çöpler sende, bulaşık makinesi sende, evi süpürmek sende... Arada başka işlerde sıkıştırıyorum ama bunlar istisnasız sende :D

Bu sene saçların iyice uzadı, arada evde kestim falan ama iş şirazesinden oldukça çıkmıştı ki doğum gününü bahane ederek berberin yolunu tuttun nihayet. İlk sakal - bıyık traşını da hallettin bu arada 😀Vatanımıza milletimize hayırlı olsun çocuğum...

Bu pandemi döneminde en üzüldüğün şeylerden biri Tango kursunu bırakmak oldu sanırım. Hem hocanı çok seviyordun hem de hoşuna gidiyordu dans edebilmek. Bilmiyorum yeniden başlar mısın ama başlamanı gerçekten çok isterim. Vücut dilin biraz hizaya girmişti tango ile beraber...

Diğer üzüldüğün şey ise sanırım sosyalleşememek oldu ama onun haricinde evde olmaktan ve özellikle okulsuz olmaktan çok memnundun.

Odanı değiştirdik bu süreçte, acaba ders çalışmak için ilham gelir mi dedim ama o ilhamı sen kapıdan girse bacadan kovalıyorsun sanırım. Hayatına herhangi bir değişiklik getirmedi :))

Hayatında bu sene çok değişiklik yaşamadın anlayacağın ve 14 Şubat Sevgililer gününe yine yalnız girdin puuuhhahahahaaaa :)) Bu konuya çok takılıyorsun ve seninle acayip eğleniyorum :)) Gelecek seneye de yalnız girersen söz bana çiçek yollamana izin vereceğim :))))


Şimdi gelelim şu resmin perde arkasına... 15 sayısını görünce feci bozuldun. Ben 17 yim dedin, ben de hadi canım dedim. 16 yı yuttun mu diye de dalga geçtim. Biten yaş mı, gelen yaş mı kutlanır diye de bolca geyik yaptık. İlk doğum günün de 1 mumu koyuyorsak biteni kutluyoruz demek ki dedim sen yine kızdın. Berbere bile 17 yaşındayım dedim, bana ne bana ne diye gezindin ama bir allahın kulu da demedi ki Şebo sen neyin kafasını yaşıyorsun :))) 

Geçen sene de 15 i kutlamıştık hahahahaaaa :)) Bu sene de 15 i kutluyoruz .))))

Ve evet ben bu seneyi gerçekten yaşanmamış saymışım :)))) Günler günler sonra buna aymış olmam da ayrı bir komik gerçi ama söz seneye sana hem 16 hem 17 yaş pastası alırım :)))

İyi ki doğdun oğlum...
İyi ki varsın...
Geleceğine yön vereceğin bu yaşlarını daha verimli geçirmeye çalış...
Yeni keşifler yap...
Gerçekten sevdiğin şeyleri ara...
Ve lütfen oyunların aslında sadece zevk için olduğunu, hayatın anlamı olmadığını kavra...
Olur da şu virüs biterse bolca gez, çevreni tanı, kendini tanı...
Kendini tanıdığında inan büyük bir şifreyi de çözmüş olacaksın...

Seni seviyorum güzel oğlum...
Tahmin edemeyeceğin kadar çok hem de...

İyikimsin, bunu hiç unutma lütfen...

Annen ♥




1 Mart 2021

Şubat İnstaları

Bu aralar bu kahvaltılığa feci takıldım...
Takılmasam iyiydi gerçi ama
Oldu bir kere ;)

Zahter baharatçılarda satılıyor... Aroması çok hoş bir baharat ♥
Demedi demeyin :))


Annemin dikiş makinasını getirdik, hafta sonları tadilat tamirat yapıyoruz.
Bu hafta taytlarımı kısalttık mesela...
Karantinada boyun kısalmış sanırım benim hahahaa :))

Ben de çanta örmeye devam ♥
Çok yakında evde koyacak yer bulamayıp satışa çıkartacağım sanırım bu çantaları :))


Oytun'un saçlarını ördüm :)
Pişman değilim ♥
O da değil :))


Bloga yazabiliyorum artık evden :)
Sanırım bilgisayarım halime acıdı da şu hatunu bir sevindireyim dedi ♥


Hem evdeki ip stokunu eritmeye çalışıyorum hem de yeni ip almaya devam ediyorum
😂😂😂😂😂
Deli miyim neyim :)


Eskiden ben kek yapamazdım hiç...
Aynı tarifle annem yapar pufidik pufidik kabarır, ben yaparım kıpırdasam mı kıpırdamasam mı modunda kalıba yapışırdı.
Pandemi sağolsun, deneye deneye elimi de alıştırdım ♥


Bu sene kara doydular sanırım ♥


Ben de manzarasına doydum sanırım ♥


Arada yapmak lazım bence ♥


En keyifli hallerim ♥
Karı seyrederken sıcacık çayımla kitap okumak şahane bence ;)


Evet Oytun'un oyuncaklarından hala vazgeçemedim.
Odasını değiştirdim ama sakladıklarımı yine atamadım 🙈
Torunlarıma kısmet artık 😂😂😂

Mutlu bir hafta diliyorum herkese ♥