29 Aralık 2016

sizler olmasaydınız bu ağacın da anlamı olmazdı




B
u sen
e de blog
yeni yıl ağacı
mı yapmamın zam
anı geldi dostlar. Haydi
başlayalım. Her daim burada
gönlümüzü şenlendiren Handanım,
bu sene istediğin kiloya erişip, tüm listele
rini gerçekleştirerek beni kıskandıracağın, yakışı
klılarınla mutlu, sağlıklı bir yıl geçirmen dileğiyle canım.
Bu sene en sarılmalı, kavuşmalı blog ilan ettiğim Ayşem, yeme
k kitabın en çok satanlara girsin inşallah. Paracıkları koyacak yer bula
ma emi. Bizden kaçıp çok uzaklara giden Sevdam, bu sene Almancan su gibi 
olsun, en güzelinden bir dikiş makinesi kapının önüne konsun, hasretliğin az olsu
n. Merihcim pamuk şeker kıvamında olsun senen, hep tatlı, hep güzel. Güller açsın gülü
şlerin. Gazeteci arkadaşım, bu sene ayağına takılan taş pamuk olsun :) Maviannem huzur, mu
tluluk yakanı hiç bırakmasın bu sene de. Mervecim, oğluşun sağlıkla gelsin, anneliğin keyfini doy
a doy
a çıkar b
u sene. Sevgi
yeni deneyimlerin bol
olsun bu senede. Aslıhanc
ım, yaşam listelerin bol olsun se
nin de bu sene. Gamzecim İtalyanca k
apında köpek olsun senin :) Gönlünün güzel
liği tüm hayatına yansısın. Kadriyem, gönlün hep 
şen olsun bu sene de, vaktin bol, deneyimlerin şahane,
çocuklarınla bereket bolluk olsun hanende. Blogların en ma
visi güzel Kadriyem, bilirim gönlün zengin, sağlık - huzur en müh
imi ama bu sene sadece kendin için dilediğin bir dilek olsun ve gerçek ol
sun en coşkulu mavisinden.  Eserim bu sene çok yorulma sen, ben senin yerine g
eziyim :) Sen ayaklarını uzat sağlıkla dinlen :) Tallinn - İstanbul yeni açılan tünelle zat
en 5 dk ya inecek arkadaşım :) Çok özledim demeden komşu kapın olsun inşallah :) Her daim
yazılarıyla sıcacık yazdan kalma bir gün yaşatan Burcucum, Ata ile huzurlu, sağlıklı bir yıl diliyorum
sana d
a. İlk mah
sulun bol olsu
n bahçenizde. Paz
ar listelerinin prensesi
Şulecim, Mısırda uzak akrab
an çıksın bu sene, bitip tükenmez m
al varlığı da sana kalsın inşallah :) Hiç çal
ışmak zorunda kalma böylece. Mevlüdem, en güze
l delim benim. Bu sene çok yoruldun, o yüzden sana tatlı
cadı burnu diliyorum bu sene. Bir kıpırdat, tüm istediklerin ols
un :) Bücürüğün duyarlı annesi Müjdem, sana da kediciklerine de sağlık
diliyorum bu sene. En çok kediciklerine üzüldün çünkü biliyorum. O peri senary
onun da filmi çıksın diyorum ;) Güzel kuşum Nesrinim, yakışıklı kocanla bir dünya turu 
diliyorum bu sene sana :) Gez, bizi de gezdir emi :)Beyaz geminin güzel kaptanı Şenay, bu sen
e sana da huzur ve güzellikler getirsin. Güzel arkadaşım Saadetcim, yakışıklı 3 adamınla şanslı bir yıl
diliyorum sanada,
emekleriniz hiç ka
rşılıksız kalmasın.
Yurdagülcüm bu s
ene mesleğinde zi
rve diliyorum sana
da. Bize yeni yeni
şeyler öğretmeye d
evam et. Bir de be
yaz atlı prensini ka
rşına çıkarsın tabi k
i :) Minik cadının g
üzel annesi Kerimecim, bu yıl sana en çok huzur diliyorum, karşına hep senin gibi güzel insanlar çıkartsın inşallah :) Güzeller güzeli, komik kadın Deryacım, seni unuturmuyum hiç :) Bizi sensiz bırakmaman için ilk önce bolca zaman diliyorum sana :) Bol zamanın olsun ki bize güzel yazılar yaz hep. Güzelliğine güzellik katılsın bu sene, kahkahaların eşsiz olsun inşallah :)
Sevgili anne kaleminden sana sihirli bir değnekle deniz kenarında muhteşem güzellikte bir yaptım :) İçinde hep 30 unda kalacaksın emin ol :)))  Esracım, sen zaten müthiş kararlarla giriyorsun yeni yıla.
Elifle hazır çay-kahve içip samimileşme  kıvamına girmişken cillop gibi uykular, bol bol bedava Adana uçak biletleri, bol keyifli okumalar diliyorum sana :) Korenin bir numaralı fenomeni,
tatile ihtiyacın var diye duydum, o zaman sana sevdiceğinle uzun bir tatil diliyorum en
şahanesinden :) Nilhanım, bilirim ki sen hep küçük mucizelerinle olmak istersin. Sana çok esnek bir
iş diliyorum bu sene. İstediğinde gidebileceğin ama maaşının hiç kesilmeyeceği :) Bombaları oraya buraya atıp görünmez olan Damlacım, seni en sona bıraktım bu sene :) En hamiş yılın bu yıl senin :) Fasulyeni kucağına sağlıkla al bu sene kucağına,  sevgiyle büyüt iki evladını da :)
Gece uykun bol olsun inşallah, bu sene en çok buna ihtiyacın olacak galiba :)))


Biliyorum, yazamadığım çok arkadaşım var...
Gönül ister ki hepinizi uzun uzun yazıyım, güzel güzel dilekler dileyeyim...
Lütfen kırılmayın bana...
Hepiniz çok özelsiniz ayrı ayrı....
2017 hepimize sağlık, huzur, mutluluk getirsin..
Barışla kucaklaştığımız, kardeşçe el ele tutuştuğumuz bir yıl olsun....

ve

HAYALLERİMİZ HAYATIMIZ OLSUN...

Kucakladım hepinizi....

27 Aralık 2016

Tırtlayan 2016, seni göndermek için çok sabırsızım :))


Efenim malum her yeni sene geldiğinde moda adıyla challenge,  bendeki adıyla hedef konur ve bir tarafımızı zorlayarak bunlar gerçekleştirilmeye çalışılır...
2016 da ben de yapmışım, ahanda burada ....
Hiç kendinizi oraya gitmek için zorlamayın ben madde madde gidip nasıl başarısız olduğumu dünya aleme ilan edeceğim, sizde bana tüüüü rezil diyeceksiniz....

Ama olsun :)))
Ben şimdi size geçerli mazeretler bulurum :)))
Bu konuda ustalık belgem bulunuyor ahahaaaaaa :)))


* 35 kitap okurum demişim; elimdeki kitabı da bitireceğimi ümit ederek 25 kitap okumuşum... 10 eksik nedir ki canım :))) Hep o Azra Kohen yüzünden zaten... Onunla oyalanmasaydım sene başında, ben kesin okurdum...

* Mine Söğüt'ün tüm kitapları okunacak demişim; bu seneye yayılması planlanan 6 kitaptan sadece biri :))) Satış dışı olan kitaplarını bulabilseydim diğerlerine de gayret gösterirdim emin ol ahahahaaaa :)))

* En iyi film dalında Oscar kazanmış 88 filmi izle demişim; bak bu çok komik işte... Sadece 4... Yazıyla da yazıyım isterseniz, zengin dursun... DÖRT... Bu konuya mazeret bulmaya vicdanım el vermedi ahahaaaaa :))) Rezillik diz boyu....

* Diyet falan diye saçmalamışım; bu psikolojiyle değil diyet yapıp kilo vermek, sen benim kilo almadığıma yat kalk şükret ahahahaaaa :)))

* Video ve fotoğraflarını arşivle, düzenle demişim; şükür bunun yarısını hallettim :))) 8 seneden 3 senem kaldı :))))

* Evde bekleyen yarım yamalak işlerinin en azından bir kısmını tamamla demişim; evet 2 işi bitirdim, ama 22 yeni işe başlayarak yarım bıraktım demeyeceğim tabi ama boşlukları fazlasıyla tamamladığımdan eminim :)))

* Oytun'un odasını hallet demişim; yine bu sene de mali engellere takıldım... Yok sa ciddi ciddi niyetlenmiştim :/ Biraz para biriktirmeyi başardım ama :))

* 1 tiyatro oyunu mutlaka demişim; İstanbul/İzmir/Ankara yapsam da denk getiremedim :((( Hep o hain zamandan dolayı....

* Kapadokya demişim; yerine Abant koyabilirim dedim :)))

* Şehrindeki müzeler demişim; DEMİŞİM İŞTEEE :)

* Not demişim, oyun gecesi demişim, fotoğrafçılık demişim; ama bak fotoğraf makinam senenin yarısında yetkili servisteydi...

En azından bir maddeyi çizebilseydim iyiymiş..
Ve final koca bir tırt :))))

Ya da bana 2016 da en iyi tırtlayan kadın jüri özel ödülünü de verebilirsiniz 😅😅😅


Bu arada sanmayın ki vazgeçtim, 2017 hedeflerinde ısıtıp ısıtıp önünüze koyabilirim aynı maddeleri ahahaaaaaaaa :))))

21 Aralık 2016

Sevdim diye mi yaptınız bana bunu....


Jojo Moyes "Senden Önce Ben" yazarın okuduğum ilk kitabıydı ve çok sevmiştim...
Ben bu kadının kitaplarını okurum demiştim...
Kendimi yormadan duygudan duyguya koşarım da demiştim hatta...
Bir de Şebnem Burcuoğlu vardı, bir yaz boyu bizi kıkır kıkır güldüren... Sülale boyu okudukça sahilde birbirimize neye güldün şimdi diye sorduğumuz... Onunla da kafa dağıtırım demiştim....
Sonuç mu?
Sonucu kitap, kitap bildiriyorum efenim...


İki seri kitabın girizgahı niteliğinde bir kitaptı Paris'te Balayı...

İki çift... 1900 lerde ve 2000 lerde yaşanan aşk...
Bir bölüm Liv ve David...
Diğer bölüm Sophie ve Edouard....
Adından belli olduğu üzere Paris'te geçiyor...

Liv ve David'in bölümlerini okurken daha seri olsamda 1900 lerde geçen Sophie ve Edouard'ın aşkı beni pek sarmadı...

Kitap çok kısa zaten, hepi topu 138 sayfa... Kocaman puntolu yazıları normale döndürürsek emin olun 80-90 sayfaya iner...

"Ardında Bıraktığın Kadın" kitabının ön kitabı niteliğini taşıdığı için mi bilinmez çok havada kalan bir kitap. Girişini yapmış ve bırakmış...
Bekle demiş resmen...
Ticari kaygılar bizleri ne hale getiriyor demeden edemedim maalesef...
Bu kitaptaki tüm yazımlar, diğer kitabın başına monte edilebilir ve hepi topu 80-90 sayfa fazla basım yapılabilirdi...
Sonuç olarak çok sevemedim maalesef ben bu kitabı...




Başarısız birinci kitaptan sonra bu devam kitabını elime alsam mı almasam mı kararsızdım. Ama meraklı kedi olan tarafım ağır bastı :)

Kitabın ilk girişini bir türlü oturtamadım bunda da... Ne oldu, nasıl oldu derken kitabın 3 te 1 i ni okudum herhalde... O arada çokça da süründü üstelik elimde....
Konuları oturtabildikten sonra çok daha çabuk ilerledi...

İki kadının da hayatlarında artık ne David vardır, ne de ressam Eduard...
Sophie savaş yıllarında hem ailesini korumaya çalışmakta hem de ablası ile birlikte yoklukla mücadele etmektedir. Eduard savaşa gitmiş nasıl olduğunu bilememektedirler. İşlettikleri otelde Alman subaylarına yemek verirken komutanla da farklı bir ilişki doğuyor aralarında.... Komutanınki belki aşk ama Sophie'nin hala kocasıyla ilgili ümitleri var, savaşı var.... Bir de tablo tabiki... iki kadının ortak noktası bu aslında...

Eduard'ın Sophie'yi çizdiği, ve bir yüzyıl sonra balayılarında Liv'e çok benzediği için David'in hediye aldığı tablo....

Diğer tarafta Liv kocasını kaybetmiştir ve onun yokluğuna alışamamaktadır.  Kocasının kendisine hediye ettiği tablo ile bağı da bu sebeple fazla.... Ama o tabloyu aramaktadırlar... Kim arıyor demeyin o kısım bende karışık ahahaaaa :)))
Çantasını çaldırdığı gün yollarının kesiştiği Paul ile farklı bir yakınlaşma başlamıştır ve Paul tesadüf o ki çalınan eserleri bulmaya çalışan ve asıl sahiplerine iletilmesinde yardımcı olan bir kurum da çalışmaktadır...
Sonrası davalar silsilesi...

Dönemler arası geçişler benim için sancılıydı bu kitapta.... En heyecanlı yerinde bırakıp diğer yüzyıla gitmek çok hoşuma gitmedi... Şimdi diyorum ki keşke atlayarak sadece o dönemi okusaydım daha sürükleyici olur muydu? Emin olamadım...

"Senden Önce Ben" tadında değildi benim için maalesef, ama okunmayacak kadar kötü de değildi... Ortalarda diyelim... Ama ilk kitap için hala gereksiz düşüncemi koruyorum efenim :)))



Yaşadığımız kötü günlerde kafa dağıtmam lazım dediğimde Şebnem Burcuoğlu geldi aklıma... Dedim tamam Kocan Kadar Konuş'un 2 sini alıyım, nasıl olsa sülalece güle güle okumuştuk ilk kitabını...

Aaaa bide ne göreyim, yeni kitap çıkartmış.... Hah dedim ben bunu okuyayım, gündemden uzaklaşıyım, azıcık güleyim, biraz neşe gelsin...

Demez olaydım :(

Yazar evet aynı yazar, anlatım aynı anlatım, ama kasıldım demiş... Sizi güldürmem lazım, parende atsam mı acaba bile demiş....
O öyle dedikçe planlar tutmamış :(

Şükran işten atıldığı bir gün kankisi Meryem akıl veriyor... Sen çok güzel yazıyorsun, bir senaryo çıkartırsın sen, şan- şöhret - para sana gelmezse ben de ne olayım :))) Gaza gelen Şükran'da yazdığı yazıları film şirketlerine göndermeye başlıyor... Sonunda evet senaryo yazmaya başlıyor ama başına gelmeyen de kalmıyor....

Aslında bir nevi  kendine atıfta bulunuyor. Dedim keşke yapmasaydın, kendi ismini kitapta bak o da kitabının filmini çekti, evlendi, yok ününe ün kattı, yok orada karşılaştım gibi bir sürü şeye bence hiç gerek yoktu... Bir nevi kendi reklamını yapmış aslında, kendi kitabında üstelik :)))

Gülmek için aldım, gülebildim mi peki... Tabi ki hayır....
Kendine yaptığı göndermelerde o kadar soğudum ki kitaptan zar zor bitirdim diyebilirim....
Bende ki durumu budur maalesef....




Sonra dedim ki yok gülemedim, ben bildiğim seriye devam ediyim,

Aldım kitabı elime...

Efsun'la Sinan evlenecekler inşallah...

Bu sefer de ilk kitabın filmini izlediğim içine gözümün önünde Ezgi Mola ve Murat Yıldırım.... Bende var bir tuhaflık :)))
Gözümün önünden karakterler gitsin diye uğraştım bir süre....
Baktım olmuyor salıverdim gitti :)))

Birinci kitap bu kitaba göre daha kahkahalı ve daha eğlenceliydi... Üresin ve Türesin'le yeni tanışmıştık mesela...
Bu kitapta babaanne geliyor yeni karakter olarak ama daha çok mikser olarak... Komik bir yanı yok...

Gerçi durumu kurtarmak için Üresin'e  Kertil Çam Kolonyası içirerek  efsaneler geri dönüyor da dedirtmedi değil :))

Yine de okunmayacak bir kitap değil.... Kafa dağıtmak için tercih edilebilir....




Zevk alarak okuduğum iki yazarın da beni okuduğum ilk kitapları kadar etkilememesi herhalde benim anlık psikolojimle alakalı değildir diye düşünüyorum... Yada gerçekten feci dağıtmıştım, kitaplar bile kurtaramadı beni :))
Henüz konuya açıklık getirebilmiş değilim...

Bu kitapları okuyalı çok oldu gerçi ama, buraya da yazıyım istedim....
Kısa kısa fikir olsun, balık hafızama da not olsun :)))




20 Aralık 2016

bu ayın şarkısı...





Siz şarkıyı dinlerken ben de hissiyatımı yazıyım...
Bak hissiyat kelimesi geçince sanki edebi bir yazı olacakmış gibi oldu ama ummaaaa :)

Şimdiki ergenler, ay inanılmaz bir şarkı çıkmış dediklerinde bakıyorum ki benim çocukluğumun şarkıları... Yeniden düzenleyip zamanın hitini yeniden hit yapıyorlar... Bakmayın böyle dediğime, bazılarının yeni hallerini ben de çok seviyorum. Ama bazıları pek ruhsuz oluyor, sevemiyorum...

Bir kaç haftadan beri sabah işe gelirken radyoda denk geliyordum, duygusu mest ediyordu... Bu hafta ise iyice müptelası oldum çıktım... Bu şarkıyı oldum olası sevmişimdir zaten...

Cover mı diyorlar hah işte o bittiyse Esmeray'dan da dinle istersen :))




Eskinin tadı da çok güzel... Severim buğulu sesini Esmeray'ın...
Ama kabul et Can Gox arkadaşımız da güzel söylemiş... Unutamayacağımız güzel insanlarla süslenince klip, selam olsun demeden yapamadım...

Görüşürüz ♥



15 Aralık 2016

Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun / Hatice Meryem



Kitap alışverişlerimde ya tavsiye ile gidiyorum ya da kitap sitelerinde gezinirken ismi, kapağı dikkatimi çeken kitapları alışveriş listeme ekliyiveriyorum.
Aslında alışverişlerimi kitapçıdan yapmaya bayılırım eskiden beri... Dokunarak, bir kaç satır okuyarak, evirip çevirerek seçmeye bayılıyorum kitapları... Ama bir de bu durumun ekonomik boyutu var ki, beni bu durumdan alıkoyuyor...
Mesela bu kitap; internetten 8,40 gibi bir rakama almama rağmen, buradaki kitapçılarda 13-15 aralığında... Çok sık kitap aldığım düşünülürse, hemen her alışverişte bir kitabımı ücretsiz alıyor gibi oluyorum...  Her ne kadar durum böyle olsa da vicdan yapıyorum güzel kitapçılarıma destek olamadığım için :/ Ivır/zıvır alışverişlerim için de onlara yöneliyorum bu sefer...



Bu kitap benim (sanırım) isminden dolayı listeme eklediklerimden... Kapağı da çok hoşuma gitmişti ama.. Onu iyi hatırlıyorum. Uzun uzun incelemiştim çünkü...

Bu resmin orjinal halini bulsam çerçeveletip duvarıma asabilirim aslında... O kadar sevdim bu kapağı...
Adamın bakışlarındaki ve bedenindeki duygusuzluğa inat, kadının sevgi dolu sarılışı.... Yüzü ve bakışları mahçup... Ve arkadaki karga... Neden karga acaba? Gibi gibi işte.... Ben daha çok seyredip hayal kurarım bu kitap kapağıyla...

Çeşitli meslekteki, huydaki, görüntüdeki adamların karısı olmak nasıldır acaba ? Kitap bu seyirde ilerliyor... Kısa kısa hikayeler...
Kimi sayfada tornacının karısı, kimi sayfada yaşlı bir adamın karısı, belki de bir tüccarın karısı... Anlatmış karısı olma hallerini tüm açıklığıyla Hatice Meryem..

Hikaye kitaplarını okumayı çok sevmiyorum ben aslında, ama bu hikayeler de bir bütünlük var... Hep eş olma, kadın olma halleri... Bazısı kelebek gibi özgür bir ruhda, bazısı yedi kat zindana zincirli...

Çoğu o kadar gerçek ki...

Bak ben bunu tanıyorum diyeceğin o kadar çok kadın, o kadar çok erkek var ki...

Bazen usul usul gülümsediğim, bazen kahkaha attığım, bazen tüüü suratına dediğim...

En çok sevdiklerim ince ruhlu adamın karısıyla, marangozun karısı oldu benim... Demiryolcunun karısı çok anlamlıydı mesela...

Kitapta ne sevmedim değil de ne olmasaydı dediğim şeyler ise;
Mesela "Cavit'miş kocamın adı... Cemal'miş kocamın adı..." cümleleri battı... O adamların isme ihtiyacı yoktu aslında... Hadi bir ismi var, ismiyle geçen bir anlatım bana yeterdi mesela...

Fazlaca -mış, -müş kullanımı belli bir süre sonra yoruyor... Yani beni yordu, konuyu genellemiyim... Faraza etkisinden bazen kurtulmak bana da kitaba da daha iyi gelecekti düşüncesindeyim...

Kitabın sonlarında "ben babamın karısı olsaydım eğer..." diye bir bölüm var... Kastettiği şey farklı ama, o başlama cümlesini sevmedim... Yaraladı beni, hikayeyi de eğreti okudum zaten... Anlatılmak istenen keşke farklı bir başlangıçla verilseydi dedim...

Hatice Meryem ne anlatmak istiyorsa çok da güzel anlatıyor yazım diliyle aslında ama çokça da uzun cümle kullanmış bu kitabında... Dili böyle midir hep bilemiyorum, diğer kitaplarını okumadığım için... Birbiri ardına dizilmiş anlamlar, uzun uzun kelimeler bazen yorabiliyor beni... Hatice Meryem'de sanırım bunu çok kullanıyor...

Her  ne olursa olsun tavsiye edebileceğim kitaplar arasına girdi "Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun"...  Kısalı uzunlu hikayeleri sevip özümseyeceğinizi düşünüyorum.

Denk gelirseniz mutlaka okuyun :)


Ve olmazsa olmazım; altı çizili cümlelerim....

* Evliliğinden, kocasını gencecik yaşta yitirip yapayalnız, bir başına kaldığından, kadın kısmının hem yüreğinin hem de yatağının boş kalmasının şeytanı dürteceğinden uzun uzun bahseder, sonunda:
" A kızım, sinek kadar kocan olsun, başında bulunsun; sinek kadar olsun ama olsun," der, nihayet çeker giderdi.

* Yemek pişirirken kadın da ocak başında yemekle beraber pişmelidir.

* Zehrini her defasında çatallı dilinden korkmadan emdiğim bu yılan gencini evde beslediğimi bizi tanıyan, yolda gören herkes bilir, acır ve şöyle söylerlerdi arkamızdan: "Doğaya aykırı bu birliktelik!"

* Ben ince ruhlu bir adamın karısı olsaydım eğer... muhtemelen ben de hali, tavrı, duruşu, oturuşu pek narin, pek ince bir kadın olurdum. Karşılıklı inceliklerle geçen ömrümüzün bir vaktinde onulmaz bir hastalığa tutulurdum ve ömrüm bedbaht bir kadınınkine benzerdi ansızın.

* O, tuvalete yalnızca ellerimi sabunlamak için girdiğimi düşünür, asla ve kat'a büyük abdest yapmayacağım, bu aşağılık faaliyetle katiyen iştigal etmeyeceğim fikrine büyük bir sadakatle bağlı kalırdı. Tabii kabahatin çoğu bende olurdu; karşılaştığımız ve kalbimin kalbine çengelli iğneyle tutturulduğu o ilk günden ta bugüne kadar bir kere bile yanından kalkıp tuvalete gitmeyen, durmadan bağırsaklarını sıkan, gitmek zorunda kalsa bile insan dışkısı değil de ne bileyim bir arının bal yapması gibi tertemiz, mis kokulu bir şey çıkardığıma artık her ikimizde de yer etmiş olan ortak inancı pekiştirmek için camları her daim açık tutarak havalandıran, tüm parfümlerle tuvaleti evin en nezih köşesi haline getiren ben olduğumdan, tabii olarak kabahat bende olurdu.

* Meğer ki hayat, "mavigözlüdev" işçi kocam, ben ve çocuklarım, bir de bütün dünyanın karabahtlı ezilmişleri için sırt sırta oynanan hayatta ve ayakta kalabilme oyunuymuş bir tür; bunu bilir bunu söylerdim, bir işçinin karısı olsaydım eğer.

* İlk evliliğinin yalnızca bir yazgı olduğuna inandırırdım onu; yoksa yaşadıklarına yalnızca kendi aklının sebep olduğunu yüzüne vurarak ezim ezim ezilmesine dayanamazdım.

* Ben bir demiryolcunun karısı olsaydım eğer, rahmetli Atatürk'ün vagon penceresinden el salladığı o güzel, o iyi, o umutveren pozun aynısını çoluk çocuk, tek tek çektirmeyi, çerçeveletip oturma odasının duvarına asmayı isterdim en çok.

* Bir tüccarın karısı olsaydım eğer, hem taşınabilir hem taşınamaz bir sürü dünya malım olsun isterdim. Elbet bir gün beni benden kırk yaş küçük bir kızla aldatacağı gün geldiğinde, şu yeryüzünde sevgisizliğin yerini doldurabilecek tek şey olan param olsun diye.

* Emekli olduğu gün kocamın bedenine atılan sıkıntı tohumu adeta gövdesinde yeşermiş, dal budak salmış yetişkin bir ağaç olurdu zamanla.

*... geçmişteki heybetli günleri üzerine artık kendi aralarında laflayan memelerime, ....

* Neyse, benim şopar, ay gibi iki kızı bi koşu suyoluna gidip işer gibi rahatçacık doğurmamdan öyle bir gönenmiş ki, adeta beni mükafatlandırmak istercesine doğru nüfus müdürlüğüne koşmuş; bizim adette öyle hemen nüfusa koşulmazmış, birkaç ay beklenirmiş, öyle ya bebek yaşar mı ölür mü, boşuna resmi işlerle uğraşmayalım diye;  ama benim şopar beni öyle ormanların aslan anası gibi ağırbaşlı doğum yaparken görünce sevinçten ne yapacağını şaşırıp kendisini nüfus müdürlüğüne atmış işte. Kime söylesem inanmaz; heceleyerek okuduğum isim hanelerinde Zerrinbir Yılmaz, Zerriniki Yılmaz yazan nüfus cüzdanına bakarken kaçırmışım birkaç damlayı küloduma.

* Hayretle anlardım; yaşlılık, insanın etinin yerini öğrenmesiymiş.

12 Aralık 2016

hepi de börtdey, iyi ki de börtdey :))))





Bir Şebo kolay doğmuyor, kıymetini bilmek lazım :))))
Kuzucuğumla ilk doğumgünüm değil ama ete kemiğe bürünmüş ilk resmi kutlamamız :)))
Dile geleydi eminim Şebocum, canım teyzem, bu hayatta en çok seni seviyorum, sen benim bitanemsin gibi binbir laf edecekti ama çocuğum anasına zorla ancak "iyi ki doğdun teyzem" yazdırabilmiş. Tabi anasıda fesatlanmasınmış... Ben gülücüklerinden anlıyorum onun dediğini, acayip bir telepati var aramızda ahahahaaa :))) Hayaller binbeşyüz de gerçekleri göreceğiz ilerleyen yıllarda...

Oğluşum malum ergen :)) Dün en güzelinden bir çiçek almış gelmiş, ha bir de baykuş bir kavanoz :))
En sevdiğim annem dedi bana sıpa sanki başka anası varmış gibi :)))
Kendi paramla aldım diye böbürlene böbürlene :)))
Çiçeğin parasını bilemiyoruz ama kavanozun parasını biliyoruz şükür...
Fişini içine koymuş ahahahaa :)))
Oğlum ben ananım tamam ama mazallah kız arkadaşına hediye alıp da içine fişini koyarsan o aldığın hediye başında paralanır oğlum dedim. Anlamadı muhtemelen, bakışları pek saftı çünkü....
Tabi ki bu kadar da demedim. Canım oğlum, beni çok mutlu ettin, ay ne sevindim bilemedim gibi bir sürü cümle...
Babasına döndü "bak karını çok mutlu ettim ben, sen bana ne hediye alacaksın" dedi edepsiz...
Bir kahkaha tufanının ardından hazır önüme bir top konmuşken kocaya bir gol atıyım dedim.
Böyle fırsat kaçmaz :)))
Oğlumcum baban karısına hediye almamış bugün, senin dediğin şeye bak dedim küstürdüm ahahahaaaa :)) Olsuunnn, pişman değilim :)))

Bizim kızlarla her sene birbirimize sözde doğumgünü sürprizi yaparız. Neden sözde diyorum, bekler dururuz ha ordan çıkacaklar, ha burdan çıkacaklar diye... Sadece saatini ve gününü bilmediğimiz beklenen bir kutlama ahahaaaa :))) Körler, sağırlar birbirini ağırlar misali...
Bu hafta Cumartesi tek tek hemen hemen hepsi büroya uğradı, hah dedim biraz sonra toplanıp gelecekler... Beni kandırmaya çalışıyorlar... Allahım ha bekle de bekle :))) Yoklar ahahahaaaa :)))
Hah dedim bunlar kendilerince kandırdılar beni, Pazartesi gelecekler büroya...
Pazar günü beklemiyordum, allahtan pijama ile yakalamadılar beni :)))
Anam gelecek diye evimi toparlayıp, oturduğumda baskın yedim...
Hahhh dedim bu sene beni şaşırttınız işte, benim doğumgünü kutlamalarım hep büroda oluyor sanırdım 😅😅

Gecenin körüne kadar sağolsun bir sürü eş dost geldi, gitti :)
Kaç mum üfledim, kaç dilek diledim, dilek diledim mi hatırlamıyorum :)))
Ama evde pasta stoğum feci halde...
Hepsini yersem kilo verme eylemine başlayamadan üstüne almaya devam edeceğim...
Neyse buluruz bir çaresini ;)



Sonuç olarak;
İyi ki doğdum, iyi ki beni tanıdınız dimi :))))
Eheheheeee :))
Çok suluyum farkındayım, dünkü şımarıklığım hala geçmedi :))

Şimdi aklımı başıma toplayarak, sanki mum üflüyormuşum gibi dileklerimi yeniden diliyorum efem...

Sağlık, mutluluk, barış, huzur...
Milli piyangonun büyük çekilişi...
Oğluma başarı, anasına akıl fikir...
Hasretler bitsin, kavuşmalar çok olsun...

Şimdi yüksek sesle söylüyoruz hep birlikte :))

Hepi de börtdey Şebo,,,
İyi ki de börtdey  Şebo...
Hepi de, iyi ki de börtdey Şebo :)))))

Tey tey tey......

9 Aralık 2016

Bu bir whatsapp kaydıdır :)

Bitanemmmm: Anne yağğğğ                      
Bitanemmmm: 😤😤😤😤😤                      
Bitanemmmm: Özlem hoca haksızlık yapıto                      
Bitanemmmm: Yapıyo                      
Bitanemmmm: Biz survivor yaptık                      
Anne: Evet                      
Bitanemmmm: Kızlar erkekler yaptı                      
Bitanemmmm: Biz yendik 13 e 10                      
Bitanemmmm: Pasta vardı kazanana iki tanede puan kırdı haksız yere  
Bitanemmmm: Ses Kaydı                                            
Bitanemmmm: 😢😢😢😢😢😭😭😭😭😪😥😪😥😪😫😖😫😖😫😠😡😠😡😠😤😤😤😤                      
Anne: Sonuç olarak pasta mı yiyemediniz                      
Bitanemmmm: Yiycez                      
Anne: Sorun ne o zaman                      
Bitanemmmm: Anne ben geliyom


Yazmaya üşenip ses kaydıyla gönderim yaptığında da diyor ki paşam; pastayı onlara da veriyor üff yaaaaa.... Bize de veriyor ama onlara da veriyor, onlara vermemesi lazımdı, haksızlık bu....

Yanıma geldiğinde de "Biri yer biri bakar, kıyamet bundan kopar Oytun" dediğimde de küstü bana paşa...

Hayat hep haksızlıklarla doluymuş ahahahaaaaa :)))))

Ne sandın paşam diyecektim susma hakkımı kullandım ....

Mutlu hafta sonları herkese ♥


Paşama not:
1-  Yapıyooo, ediyoooo, geliyom ne de güzel konuşma diliyle yazıyorsun sen. Tamam Balıkesir'de doğdun da, hiç mi beni dinlemiyorsun koca Balıkesirlim. Kompozisyondan sınav olsanız hepiniz sınıfta kalırsınız yeminle :)
2- Şimdi o sinir olduğun kızlar var ya iki gün sonra mum olacaksın onlara, bunu unutma.
3- Bir daha bugün cuma lütfen telefonumu etüde götüreyim deme, gördüğün üzere telefonun yanında olunca köpeğimi uyutmuyorsun.
4- Seni her şeye rağmen çok seviyorum ♥


6 Aralık 2016

2017 ye doğru hayaller dilekler hedefler


Daha geçen gün 2016 hedefleri konusunda tırt olduğumu tüm kamuoyuna açıklamama rağmen Handancım beni mimlemiş :))) Yani bana demek istemiş ki bu sene tırtladın tamam ama 2017 ye full gaz bacım demiş ahahaaaa :))) Öperim ben onu ♥

Davete icabet gerek, o zaman haydi başlayalım :)

Soru 1. Kimse mükemmel değildir ama yine de eksikleri düzeltmek mümkün. huylu huyundan geçmez mi dersin? Yoksa şu huyumu değiştirsem hiç fena olmaz mı? Nedir o huyun? 2017 için kendinde değiştirmek istediklerin neler?

Ben ne edersem kendime ederim derler ya işte tam bu lafın adresi benim :)) Kendimle ilgili bir şey söz konusu olduğumda oldukça zayıf karakterli, iradesi rezilin tekiyim :))) Nasıl gömdüm ama kendimi ahahaaaaa :))) Ama öyleyim ne yapıyım...
Bu sene elimde sihirli bir değnek olsa kendimde bunu değiştirirdim :)))
Azıcık kendinle ilgilen Şebo, sağlığını düşün, azıcık iradeli ol kızım...
Spor yap, az endişelen, doktor kontrollerini aksatma, rejim yap, ayağını uzat, aynada kendini sev, omuzlarındaki yüklerden arın...
Bakalım sihirli değneğim işe yarayacak mı? Hep birlikte göreceğiz :)

Soru 2. Meşhur Alaaddin'in Sihirli Lambası oldu ya kucağına düştü. Ve tabiki 3 dilek hakkı verdi. Dikkatli düşün, klavyenden çıkan her cümleyi gerçeği dönüştürebilir. Ne dilerdin?

Oytun böyle sorularda ilk dilek hakkını "bana sonsuz dilek hakkı ver" olarak yanıtlamak istediğini söyler hep :))) Uyanık çocuk, kendini garantiliyor ahahaaa :)) Böylelikle açgözlü bir maymun olduğunu da tescilliyor :)) Fena fikir de değil hani :))

Neyse ciddileşelim ama Alaaddin'cim bu sonsuz dilek hakkını da bir düşün derim :))

İlk önce sağlık diliyorum... Bana, aileme, şifa arayan tüm hastalara... En büyük zenginliğimiz...
Sonra vicdan çokça... Vicdanı olan hiçbir insandan korkmam, bilirim ki vicdanlı bir yürek her zaman sevgi, merhamet, şefkat doludur ve etrafına ışık saçar...
Şu sıralarda insanlık olarak en büyük eksiğimiz :/ Herkese bolca VİCDAN ♥
Ve de mutlu olmayı kim istemez ki? Mutluluk diliyorum son dilek hakkımla :)

Soru 3. Şimdi gerçek hayata dönüyoruz, evin, çocukların, kendin, kedin... için yeni yılda neler yapmak var aklında? Şimdiden düşünelim ki, yeni yıl kapıda hazırlıksız yakalanmayalım :)

Bu sene Oytunumla Ardenimle  sarmaş dolaş sorunsuz bir yıl geçirelim inan yetecek bana :)
Gerisi nasıl olsa gelir... Bu seneyi sevgi yılı seçtim ben ♥

Soru 4. Piyangodan büyük ikramiye çıksa hepimiz dünyayı gezeriz değil mi? Sen neler yapmak isterdin? Bir de şöyle düşün, o istediklerin için çok para şart mı? Belki de değildir.

Oğlumla hayalimiz büyük bahçeli müstakil bir ev :) İlk bunu yapardım herhalde... O mutlu ben mutlu :)
Benim ikinci hayalim ise butik bir otel ve cafe işletmek... Bol sohbet, bol muhabbet, sıcacık bir mekan :) Bir de bunu gerçekleştirirdim...
Ve evet bunlar için maalesef bana piyango çıkması lazım :))))

Soru 5. Para para para. Para harcamadan da gerçekleştirebileceğin hayallerin vardır elbet. Haydi onları da paylaş, bekliyoruz.

Eheheeee :))
O kadar para para para diyince bak adapte olamadım hemen :)))
Kendimden endişelendim bir an parasız hayal kuramıyor muyum ben diye :)))
Şükür kurmuşum, kurabiliyormuşum :))

Fotoğraf makinemle aşk yaşamak istiyorum, çok güzel fotoğraflar çekmek istiyorum... Hepsini dolu dolu hikayelerle bezemek istiyorum :)))

Sorular bitti, şimdi gelelim kimleri mimlediğime... Bir çok kişi yaptı sanırım ama ben bir önceki yazımda yorum yapan arkadaşlarımı mimleyeceğim bu sefer. Yapanlar var aralarında biliyorum ama yine de adlarını yazacağım buraya :)))

Ahahahaaa ilk yorum Handancığımınmış, ama mimleyeni mimleyemem herhalde :)))

Bücürük ve Ben
Günlük Başağrısı
Her Telden
Yazdan Kalan
Ada Deniz
Daha Mutlu Yaşam
Deli Kızın Bohçası
Biz Kimiz Kadınız
Yaşam İzi
Gazeteci N.G.
Hayata Dair Her Şey
Merihin Atmosferinde
Dikiş Sevda'sı
Carpe Diem

Mimlendiniz efem :)))




2 Aralık 2016

insta insta intagram :)))


Bugünler biraz yoğun geçiyor...
Ay sonu, ay başı derken kilitlendim azıcık...
Kasın ayının seçmecelerini yapıp kaçacağım hemen...
En yakın zamanda da sizleri okumaya geleceğim söz...
Öperim çokça...



Sıra geldi çerçeveletmeye 👏👏👏👏

Şebonun işleri...
Yakışıklı küçük prensime...
Kırkyedi santimmiş, şimdi yürüyor bile
Bir yarım iş daha bitti yaşasın...



Heheeeheeee 💞💞💞
Ay çok zevk alıyorum bu işlerden 👏👏

Baykuş aşkına ♥
Bez pasta
Şebonun işleri...
Bu bezden pastayı yapmasaydım içimde ukte kalacaktı...
Yaşasın hamileler...
Biz kıtırlara yeni nesil adetlerden bulaştırıyorlar
Ah ben hamileyken bu adetler olaydı
Suyunu çıkarırdım 😉



Baykuşlu rüyalar aşkına 💞💞💞 
Bu saatte uyumayacağım tabiki :)) 
Baykuşlu kitap keyfi benimki eheheee 😊😊

Şebonun baykuş aşkı...
Kardeşim baykuş yasağı koydu bana
Baykuş içinde yüzüyorsun da dedi
Ben de bu aşk bitmez dedim :))
Bir ara evdeki tüm baykuşlarımı sayıyım ben hakikaten 
Yüzü geçer kesin 😲😲




Bizde de beş çayı böyle 😊😊
Beş kısırı mı deseydim yoksa 😜😜

Ellerime sağlık
Şebo mutfakta
Bol nar ekşili
Cumartesi keyfi şahane
Analı kızlı keyifler
İşler bitmedi daha
Moladan sonra devam...



Günayyyddıınnn...
Bugünlük yine cumartesi çalışmayıp evde oturanlar klübündeyim... 
Çok koşuşturma yok bugün şükür, ufak tefek yapılacaklar var...
O işlerde halledilince özgürüm, bizim evin ergeni ders çalışırken ayağımı uzatıp kitap okuyacağım
 😘😘
Hatta güzellik uykusu bile çekebilirim yaşasın 👏👏👏

Şebo evde
Cumartesi güzelliği
Bugün dinlenme zamanı
Analı oğullu
O ödevler bugün bitecek dedim paşaya
Akşama doğru tepeme huniyi takarsam da şaşırmayın 
Malum bizim ev ergenli ev...



Sabahın ilk ışıklarıyla yola dökülüp aksamın 8 inde ancak giriyoruz ana oğul eve... 
Ve sofrayı toparlayıp ancak oturabildim iyi mi? 
Yarına yemek yapılacak aslında daha, 
Ütü de var iki sepet kadar, evi süpürsem bir de... 
Ama inan bende ne hal kaldı ne de derman... 
Tüm gün masa başında oturunca nasıl yoruluyorsun ki diyenin ağzına kürekle vurasım var bugün 
😡😡😡

Şebo halleri
Sabah fotoyu çekip günaydın diyecektim oysa
Kısmet akşamaymış 
Bakmayın yolun ıssızlığına
Küçücük şehirde trafiğe yakalanmamak için arka yollardan dolanıyorum
Adı büyük şehir kendisi kasaba aslında
İyi geceler dostlar




Bu böreği ilk gören aaaa pilavlı börekmi olur der burun kıvırır, sonra da parmaklarını yer... 
Tatar kökenli olunca KÖBETE bizde aranan, özlenendir., 
Hele de annemin elinden olunca 😘😘😘 
yummmyyyy 💕💕💕

Cumartesi ziyafeti
Köbete / Tatar böreği
İnce ince baklava yufkası gibi açılır her katı
Pilav  / Tavuk 
Yeme de yanında yat




25 Kasım 2016

Oradan, buradan, hayattan...


Merhabalar efenim...
Bu aralarda kitapları anlatmaya daldım, iki hoşbeş yapamadım sizlerle...
Gündelik telaşeler son hızıyla devam ediyor bende...
Koştur koştur, nereye kadar koşturabileceğiz bakalım...
Arada es ver kadın diye kendime söylensem de.... Olmuyor işte...

Bu senenin başında bir sürü hedefler, dilekler, sürüsüne bereket durumlar yapmışım...
Geçenlerde okudum da tırtlamışım resmen ahahahaaaa :)))
En azından 35 kitap hedefimi gerçekleştiriyim bari diye kitaba sarmalarım bundan... Henüz 21 kitap bitmiş, kaldı 1 ay... Gerçekleşir mi? Çok zor be anacım....
Son okuduğum kitaplar farkettiyseniz ince :))) İşte tamamen bundan ötürü ahahahaaa :))
Hileci Şeboooooo :)))

Zayıflama demişim, Oscar demişim... Beni benden alan şeyler yazmışım... Yeni yıl heyecanı işte :)))
2017 de de ben bu hedeflere devam ederim, kendime beceremedi dedirtmem bir kere :)))
Zaman planlamasında yapılan bir yanlışlık diye kayıtlara geçsin lütfen :)

Büroda işler yoğun, bir yardımcı alalım dedik...
Görüşme ihalesi benim üzerime kaldı...
Görüşmelerden birine çıtır, şirin bir kız geldi... Konuşurken birden; "aslında ben plazalarda çalışacak bir kızım" gibi bir cümle çıktı ağzından... Gülmedim vallahi :)) Ama baktım kaldım, hatta bakakaldım... Ben susunca cümleyi "Biliyorum burada plaza yok." diye düzeltmeye kalktı... Demedim artık birşey, diyemedim...
Ahhh dedim çocuğum, sen de büyüyeceksin bir gün...
Ahhh bende plaza kızı olacaktım ama kader :)))
"Plaza Kızı" nedir yahu?  Bu diziler mahvetti bizi...

Dizi demişken Pazartesi günleri İçeride'yi izliyorum... Ütü dizisi ilan ettim kendisini... Ne hızlı ilerliyor bu dizi, şaşkınım... Tuvalete gitmem gerekecek diye ödüm kopuyor... Tam da o anda bombayı patlatıyorlar, anlamıyorum sonra...

Deli gibi kanaviçe işliyorum geceleri, tam komediyim ama....
Gözümde yakın gözlüğü, kasnak gözlüğe yapışmış, normal ışık yetmiyor diye tepeme birde teleskopik lamba kasnağa doğru... Neymiş efendim, Şebo kanaviçe işliyormuş :)))
Kanaviçe kanaviçe olalı böyle eziyetli işlenmedi :)))))

Birkaç haftadır Cumartesi günleri çalışmıyorum... Koşturulacak işlerim yoksa da evde bir şeyler yaratıyorum kendime... Eskiden ayağımı uzatıp deli gibi film izlerdim, artık neden yapamıyorum bilemiyorum... Evde daha düzenliyim ama artık, bu da kesin... Birşeylerin yolunda gitmesi için, bir takım zevklerden fedakarlık yapmak gerekiyor sanırım...
Şimdi hatırladım, bu hafta çalışacağım ama.... Offf işkence....

Yeni Oscar dönemi geliyor, adayları izlerken eski film izleme potansiyelime kavuşurum belki....

Evde tadilat yaptıralım dedik, evdeki hesap çarşıya uymadı... Galiba bu sene de erteledik... Gibi gibi.. Neyse can çıkmayınca umut kesilmezmiş...

Ben tadilat yapamazken Blogger gayet rahat tadilat yapmış. Alışamadım ama hala... Ekranı açar açmaz takip ettiğim blogların yazılarını görmek daha keyifliydi...
Ben kendi yazılarımı biliyorum zaten, ne diye çat diye burnuma sokuyorsun sanki... Ben arkadaşlarımın yazılarıyla açılsın istiyorum sayfam, yorum yapılmış mı bızıklamadan göreyim istiyorum.... Tamam ferahlamışsın sanki görüntü olarak ama bencilleşmişsin... Ne öyle ben, ben....

Neyse efenim bu kadar gevezelik yeter...
En kısa zamanda tekrar görüşelim diyorum ve işlere güçlere kaçıyorum...
♥ ♥ ♥

Bu da günün karikatürü olsun gider ayak :)))


22 Kasım 2016

Şişmanlayamayan Sumocu / Eric Emmanuel Schmitt


Merhaba :)
Hani daha önce size anlatmıştım Bayan Ming'in hikayesini... Çok severek okumuştum. Tık tık..
O kitabı alırken yazarın bu kitabı da dikkatimi çekmişti ama sonraya bırakmıştım...
Anlayacağınız o kitabın kapağına bayılmıştım bunun da ismine :)))
Sumo; bana yakıştırılan spor ahahahaaa :)))

Rahmetlik babam spora çok meraklı bir adamdı. Şahane voleybol oynar, futbol oynar ve yüzerdi... Profesyonel futbol hayatı bile olmuştu tarak kemiğini çatlatana kadar...
Kendisi böyle sporla iç içe olunca, tabi ki kızlarının da sporla haşır neşir olmasını isterdi...
Ben bu konuda çok beceriksizdim, hoş hala öyleyim...
Atsam tutamam, tutsam atamam...
İki koşayım desem dalağım şişer...
Hareket bereketten ziyade yatmak daha berekettir benim için ahahaaaa :)))
Voleybol öğretmek istedi topa elim değemedi, hep ıska :)
Futbol o zamanlar kızlar için değildi zaten...
Atlıyım, zıplıyım, atletik olayın istedi. Topalak ben onu da beceremedim...
Tenis atıp-tutamayan biri için fazlaca iddialı...
Benden sonra kız kardeşime yüklendi, o da maya tutmadı derken...
Canım babam sükut-u hayale uğradı...
Oytun tam ona göreydi aslında ama, onu yetiştirmeye de ömrü vefa etmedi...

İşte öyle bizden ümidini kestiği zamanlarda bana bakar bakar gel seni sumo güreşçisi yapayım bari diye dalga geçerdi benimle :)))
Ay ne bozulurdum ben, kendimce küserdim öyle dediğinde...
Sonra sonra alıştım, spor denilince babam sumo güreşçisi yapacak beni derdim :)))

İşte kitaba sempati duyma sebebim...


Kitabın konusuna gelecek olursak;

Kahramanımız Cun  evini terk etmiş bir ergendir... Babası yok, annesini de yok saymaktadır. Kendince kimsesizdir...

Alırken utanacağı ama satarken bir amacı olduğu için utanmadığı malzemeler satmaktadır köşebaşındaki tezgahında....

Yaşlı, çelimsiz bir adam çıkıyor karşısına  "Sende bir şişman görüyorum." diyor bir gün Cun'a... Her karşılaştıklarında da bunu tekrar ediyor üstelik...
Ergen Cun tersleniyor, kızıyor ve elinden gelse aslında bir kaşık suda boğacak yaşlı Şomintsu'yu.

Şomintsu aslında iyi bir sumo eğitmenidir... Cun istemese de yaşadığı olaylar sebebiyle Şomintsu'nun teklifini kabul etmek zorunda kalmıştır. Yine de bir sorun vardır; Cun şişmanlayamamaktadır...




Eric Emmanuel Schmitt bu kitabında da yine bir felsefeden bahsetmiş aslında; Zen felsefesi.... Cun'u geliştirmiş, benliğini bulmasını sağlamış Zen'le...

Kitap roman olarak çok kısa, hikaye olarak da uzun...
Sıkılmadan bir çırpıda okunuyor...

Yan karakterler daha fazla ete kemiğe bürünseymiş, daha detaylı bir bütün oluşturulsaymış tadından yenmeyecek bir roman olabilirmiş aslında...  Kitabın sonuna sıkılmadan gelmeme rağmen, eksiklik hissimi bir türlü azaltamadım....

Bayan Ming'in hikayesi kadar oturaklı ve doyurucu değildi maalesef... Ama yine de hoşça vakit geçirilecek bir kitap... Hepi topu 64 sayfa zaten :) Kısa bir aranızda bile okuyup Cun'un hikayesine dalabilirsiniz...

Diğer kitap kadar çok altı çizili cümlem yok  ama hoşuma giden birazca uzun paragraflarım var.. Özellikle Cun'un annesi ile ilgili bir paragraf var ki, benim için çokça sevilesi....

Gelsin uzun uzun cümleler o zaman :) Sıkılmazsanız şayet bir göz gezdirin isterim :)

Sevgiler hepinize kucak kucak ♥


* (Not: Cun okuma yazma bilmeyen annesinin mektuplarını açıyor tek tek bu satırlarda..)
   İlkinde beyaz bir kağıt vardı. Evirdim, çevirdim, yakından baktım, uzaktan baktım, gün ışığına tutunca kağıdın yapısını değiştiren ve rengini gölgeleyen yuvarlak lekeyi fark ettim. Bu bir gözyaşıydı: Annem, ben gidince ağlamıştı.
   İkincide kağıt yoktu, zarfın dibinde, yumuşacık, soluk sarı renkte bir yün parçası vardı, bir tutam tiftik, çocukluğumda ördüğü kazaklarda kullandıklarından. Şu demekti: Seni sımsıkı kucaklıyorum.
   Üçüncüde hiçbir şey yoktu. Gözümden kaçan bir ayrıntı yakalamak için zarfı sallayıp durdum. En sonunda zarfı yırtarken, kapağın iç tarafındaki ruj izini buldum. Şöyle fısıldıyordu: "Seni öpüyorum."
   Dördüncü gayet açık ve netti. Zarfın içindeki köşeleri yuvarlak, üçgen şeklinde gri renkli bir çakıl taşı vardı, taşıma ücreti arttığından daha fazla pul yapıştırması gerekmişti. Annem bana şöyle diyordu: "Çok üzgünüm."
   Beşincisi daha fazla soruna neden oldu: İçinde bir tüy vardı. "Yaz bana" anlamına geldiğini sanmıştım, sonra bunun bir güvercin tüyü olduğunu fark ettim, rengindeki geçişlerden belliydi, tam ortası fildişi tonunda, yanlara doğru kül renginde, uç tarafı gökkuşağı renkleriyle bezeli. İşte o anda mesaj  iki yeni anlam kazanıyordu, ya "Neredesin?" ya da "Geri dön", zira gezgin güvercin daima yuvasına geri dönerdi. Dolayısıyla bu durum bir imdat çağrısı mı gizliyordu?
   Altıncısı önce yüreğime su serpti: Zarfın içinde kilit yeri kırılmış eski bir köpek tasması vardı. Annem beni rahatlatmaya çalışıyordu: "Özgürsün." Bu son mesaj olduğu için kaygılanmıştım, şu anlama da gelebilirdi: "Gittin ve benim umurumda değil."


* "Gerektiği gibi düşünmüyorsun, Cun" dedi Somintsu bir gün iç çekerek. "Öncelikle çok düşündüğün için, sonra da yeterince düşünmediğin için."
   "Anlamıyorum: Hem siyah diyorsun hem beyaz."
   "Çok düşünüyorsun, çünkü düşünceyi dünya ile kendi arana koyuyorsun, gözlemden çok gevezelik ediyorsun. Olayları kavramaktan çok önyargıya dayalı fikirler geliştiriyorsun. Gerçeğe karşına çıktığı gibi bakmak yerine burnunun ucuna koyduğun renkli camların ardından bakıyorsun, mavi gözlüklerin ardından bakınca dünya senin için mavi, sarıların ardından bakınca her yer sarı, kırmızı camların ardından bakınca lal kırmızı diğer renkleri kızıla boyuyor... Algını sen kendin fakirleştiriyorsun, çünkü oraya koyduğun şeyden başkasını göremiyorsun: Önyargıların."
   "Yeterince düşünmüyorsun, çünkü düşüncelerin işporta malları gibi, yeterince analiz etmediğin için beylik sözleri, düşünceleri, gerçek sandığın basit görüşleri durmadan yineleyip duruyorsun. Önyargılar kafesine kapatılmış bir papağan gibisin. Çok düşünüyorsun ve yeterince düşünmüyorsun, çünkü kendinden düşünmüyorsun."


*"Cun, eğer söylediklerin sessizlikten daha güzel değilse, sus."   


21 Kasım 2016

Suzan Defter / Ayfer Tunç





Çok uzun zamandır okumak istediklerim arasındaydı bu kitap...
Ayfer Tunç'la tanışmak için çok daha iyi kitapları olduğunu biliyorum ama günlük, aşk, acı gibi tanımlamalar beni nedense bu kitabı seçmeye itti.

Elime aldığım ilk 5-6 sayfa okudum...
Anlam veremedim...
Günümde değilim herhalde dedim, bıraktım..

Bir kaç gün sonra yeniden baştan okumaya başladım, hay bin kunduz aşkına !!!!
Yüzlerce imla hatası....
Hem de can yayınları...
Yok canım olmaz diyorum, yani bu kadarı olmaz...

Mesela düze- diye bitiyor bir sayfa, kelimenin ortasından kesik. Diğer sayfa yeni bir paragrafla başlıyor.
Görmezden gelip okumaya devam etmek istedim olmadı, derken çektim fotoğrafları... Bir sürü hem de...
Yazacağım bir şikayet, ağzım dolu dolu oldu bile düşünce aşamasında...

Can yayınları resmi sayfasını ararken bir kitap yorumu; hem de Suzan Defter...
Okumadan geçemedim ki, iyi ki okumuşum :))

"Kitap 2 günlükten oluşuyor" diye yazmış, heh dedim biliyorum :))
"Kitabın sol sayfaları erkeğe, sağ sayfaları kadına ait" cümlesini okumamla birlikte kitabı hemen aldım elime... Hahayyytttt kitapta yazım hatası yok :))) Yolda para bulsam bu kadar sevinmezdim galiba :))))

Kitabı ben aynı tarihleri peşpeşe ekleyerek okudum.
Dolayısıyla Ekmel Bey ve Derya'nın aynı günlerde neler hissettiğini peşpeşe ekledim... Böylesi bana daha çok uydu...
Oyun gibi geldi birazda, ilerle ve tekrar geri dön...

Ayfer Tunç'un dilini sevdim, Birkaç kitabını daha hemen listeye aldım...

Kitap iki yalnız insanın günlüklerinden oluşuyor. Avukat emeklisi boşanmış Ekmel Bey ve 30 yaşlarındaki kendini yalnızlığa hapsetmiş Derya...

Ekmel Bey'in dışarıyla derdi var, Derya'nın ise geçmişiyle... En çok da abisi ve abisinin sevgilisi Suzan'la... Bir şekilde yolları kesişiyor Derya ve Ekmel'in... Yalnızlıkları çekiyor birbirini belki de...

Ekmel Bey daha çok dinleyen, Derya ise anlatan...

Suzan ve abisinin aşkına o kadar inanmış ki Derya, kendi yaşayamadığı aşka sahip çıkacak kadar hem de... Sızılı, can acıtıcı bir hesaplaşmayı anlatıyor bolca... Abisine o kadar aşık ki, ufalanmış hayatı Suzan'ın aşkı karşısında...

Evlilikler, aileler, aşk, nefret, eşyalar... Ne varsa sorgulanıyor ikisi arasında.... Es vere vere...
Bir solukta okunuyor... Sıkmadan...

Suzan'ın aşkına hayran kala kala bitirdim kitabı...
Ekmel Bey'in kendini hırpalamasını sevdim...
Derya'nın ise hesaplaşmalarda kendini bulmasını....

Bugüne kadar okumadıysanız, okumanızı tavsiye ediyorum bu kitabı... Ben severek okudum...
İç hesaplaşmaları seviyorsanız, bu kitabı da seveceğinizi umuyorum...

Şayet okuyacaksanız unutmayın sayfa ayırımlarını :) Benim gibi dolanıp durmayın kitabın sayfalarında :))

Mutlu haftalar diliyorum hepinize...
Sevgiyle kucaklanacağınız bir hafta olsun ♥

Olmazsa olmaz altı çizili cümleler ;

* Herkesinki gibi, benim hayatım da roman. Hep, ne olduğunu bilmediğim büyük eksiğinin yakında tamamlanacağını umduğum bir roman.

*Ayrılmak bir solucanın ikiye bölünmesi gibidir, her iki parça ayrı ayrı yaşamaya devam eder, bir zamanlar tek parça değilmiş gibi, tanımaz birbirini parçalar.

* Sizi ve kendimi suda yüzen yağ damlasına benzettim. Kendine benzeyen bir damla arayan ve bir türlü suya karışamayan iki yağ damlası. Yüzüyoruz işte suda. Başıboş. Öyle parçalanmışız ki artık daha fazla parçalanmak ölmek demek. Ama yine de varız ve belli oluyoruz suyun üstünde.

* Pazar günleri, hayatın intikam günleri.
   Neşeli başlasın ve öyle geçsin diye  gayret edildikçe insanı koyu bir yalnızlığa, anlaşılmaz bir kedere iten günler.

* Düşündüm, BİR HAYAT NEDİR?
   Başlar ve biter, BİR HAYAT NEDİR?
   Acı ve tatlıdır, unutulur hepsi, BİR HAYAT NEDİR?
   Emin olmasam da "hayat bir iz bırakmaktır" diyebilirim.
   Mezar taşı bir iz sayılır mı, emin değilim.
   Razı olan için mezar taşı bir izdir.
   Ben razı değilim.
   Gerçi elimden ne gelir?

* Doğuda bazı genelevlerde adetmiş, ayak takımından olmayanlar kadınlara önce semaverle çay ısmarlarlarmış. Semaver söyleyen adama daha fazla itibar edermiş kadınlar, arkadaş olunmuş gibi olunurmuş, sanki bir dostluk havası, hatta aşk başlangıcı. Kadınlar kendilerini daha kadın, erkekler daha erkek hissederlermiş böylece.

* Aşk olmayan evde, giderek azalıp yok olan bir parfüm, buharlaşarak uçup giden su gibi eşyanın ruhu da yok oluyor. Maddenin anlamı kalıyor geriye. Tek başına ve aşksız yaşayan bir adamın evinde ise eşya evin efendisi kesiliyor. Musluklar bozuluyor, sandalyeler eklem yerlerinden ayrılıyor, koltuklar ihtiyarladıkça ufalan insanlar gibi küçülüyor sanki. Eşya yalnızlıkta çok ses veriyor.

* Bir kadının gittiği, evden belli olur. Kadın giderken düzeni götürür bir kere. Yaşayan ev sarsılır. Ev dediğiniz şey küçük büyük elementlerden oluşur. Kadın olan evde, erkeğin anlayamayacağı bir denge vardır elementler arasında. Erkek her birine vakıf olduğunu düşünse bile, onların nasıl bir uyumla işlediğini bilemez. Kadın gidince evin dokusu bozulur, susuz kalmış çiçeğe benzer, solar. Küçük şeylerin izi silinir. Eşyaların dili tutulur, ev sağırlaşır.

* Yıllar boyu yanmaktansa için için, boş odalarla dolu bir evde boşluk büyütmektense; ipin üstünde yürümekten başka NEDİR BİR HAYAT?

* Ayrılmak, gidenin, kalanın kucağında bir kucak kor bırakmasıdır, yanar durursunuz kül olana kadar.

* Sevdiğim eski bir söyleyiş, severim. Daha sahici gelir bana, eski zaman aşklarını, eskide kalmış aşkları hatırlatır. Ne kadar unutulmaya çalışılsa da, izi belli bir yara gibi duran aşklar.
   Sevdiğim: dün ve daima. Sevgilim: sadece bugün.
   Sevdiğim: eşsiz, tek. Sevgilim: sığ, çok.
   Sevdiğim: sevdim sahiden. Sevgilim: emin değilim.

* İnsan gençliğini aşka vermezse, gençlik neye yarar?

* "İnsan hayatı bir rahim arayışından ibarettir." dedi Ekmel bey, "ev rahimdir. Bundandır kendimize bir ev aramamız. Evi olan insan ne şanslı."

* Raconlar bu işe yarar işte, layıkıyla uyulduğunda dengeleri değiştirir, galip olan mağlup duruma düşer.

* "Belki de bir türlü yaşamadığımız için bu kadar büyüdü aşk," dedi, "aslında kısa bir şeydi, zamana yayıldı."




16 Kasım 2016

Ahhh Feridun ahhh...


Geçen ay bir kitap paylaşmıştım sizinle; Olduğu Kadar Güzeldik..
İçindeki "Benim Adım Feridun" hikayesini de kitabın favorisi olarak belirlemiştim...
Naif, sıcak bir hikayeydi...
Alıntılarımın çoğu da o hikayedendi hatta...

İşte o postu yazdığımda blogger bir arkadaşımızın yorumuyla öğrendim Çağan Irmak tarafından filminin çekilmeye başlandığını... Ne sevindim anlatamam...
Sevdiğim hikaye ve Çağan Irmak bir arada...
Gitmez miyim, tabi ki hemen giderim :)))

Eee o zaman gelsin bir film yorumu daha :)


BENİM ADIM FERİDUN (2016)

Baş karakter Feridun tam hayalimdeki gibiydi, darmadağın :)) Darmadağın bir adam olarak Halil Sezai Paracıkoğlu'ndan ala bir adam yoktur herhalde... Adam traş olup, saçını başını toparlasa da her daim darmadağın hissiyatı yaratmıyor mu sizde de... Bende şahsen böyle bir hissiyatı var bu adamın...

20 sayfalık bir hikayeden 2 saate yakın bir film çıkartılırsa ilave karakterlerin, olayların girmesi de gayet doğaldır... Yalnızlığın hikayesini sıcak aile özlemiyle buluşturan hikayemizde ilk 15-20 dakikadan sonra olmuş bir cümbüş...

Çağan Irmak'ın tüm filmlerini ayıla bayıla izlemişimdir. Sadece 3 filmi var henüz izlemediğim; Bana Şans Dile, Mustafa Hakkında Herşey ve Karanlıktakiler. Hatta bu sene sonuna kadar bunları da izleyeyim ben...
Neyse efenim gelelim yeniden konuya...

Yavaş yavaş Çağan Irmak filmleri acısızlaşmaya başlıyor galiba gibi bir sonuca ulaşıyorum düşündükçe... Nadide Hayat'da hafif damlamıştı gözyaşlarım... Ve bu film tarihtir benim için...
AĞLAMADIĞIM İLK VE TEK ÇAĞAN IRMAK FİLMİ....

Yine spoiler vermeden filmin konusunu özetleyecek olursam;

Sevgilisi Ayla (Özge Borak) tarafından terkedilen Ersan ana ocağı Erdek'e gider. Demlenmek için bir düğün seçer ve Feridun çığlıkları eşliğinde kendini Feridun olarak adleder. Hayal (Büşra Pekin) ise Feridun'un içindeki Ersan'ı keşfeden yegane kişidir...Aşık mı oluyor ne ????

gibi özetleyebiliriz :)))))

Usta oyuncular eşliğinde düğün serenomisi ilk başlarda eğlenceli olsa da sonlara doğru hafiften suyu çıkartılmış...
Tarık Pabuççuoğlu, Suzan Aksoy ve de özlenen Kantargillerden Döndümüz Defne Yalnız muhteşem :)

Çalgı çengi, bol insan, bol karışıklık döngüsünden sakinliğe filmin son 10-15 dakikasında geçiyoruz şükür.. İşte burada hafif melodram yaparak ağlatma girişiminde bulunulsa da yeterli donanım yok elimde, ağlayamıyorum işte....

Mesajlar yine usturupluca yerleştirilmiş... Es geçilmemiş..

Büşra Pekin / Halil Sezai uyumuna söyleyecek laf bulamıyorum...

Evet yine sıcacık, ara ara babaannenin (Defne Yalnız) çıkışlarıyla kahkaha  attıran, ayrılığın evrelerini cuk oturtan bir film olsa da ne yazık ki beklediğim bir Çağan Irmak imzası yoktu... O yalnızlıktan benim kalbime hançeri saplar bir de etrafında döndürür hesaplamalarındaydım...

Kısmet değilmiş...

Sonuç olarak çok kötü değil, ben yine de SEVVVDİMMMM olarak not ediyorum bu filmi...






14 Kasım 2016

Nejat İşler diyince bende hep akan sular durur....


Seviyorum uleynnnn diye bir başlık atasım gelmişti, vazgeçtim :)
Hafif hayal kırıklıklarım oluştu sanki...
Ama dur şimdi lütfen bu lafımın üzerinde durma, ilk önce filmi anlatayım sonra filmle alakasız hayal kırıklığımı anlatayım...
Bu arada izlemeyen varsa, spoiler vermeden anlatmaya çalışacağım...
Bu da ön notum olsun...


İKİMİZİN YERİNE (2016)

Vizyona ilk girdiğinde gitsem diye kıpırdandığım, sonradan vazgeçtiğim ve dayanamayıp gittiğim bir film kendisi...
Nejat İşler vardı, Zerrin Tekindor vardı evet gitmeliydim ama Serenay Sarıkaya ile Nejat İşler olmuş muydu acaba sorusundan vazgeçip internete düşünce izlerim moduna girmem ve çıkmam... Hikayem bu işte :)))

18 yaşındaki Çiçek (Serenay Sarıkaya) ile 40 yaşındaki Doğan (Nejat İşler) 'ın muhteşem aşkı olarak lanse edilen film aslında içinde aşkı da barındıran bir dram.... Çok da laylaylom bir havası yok anlayacağınız...

Küçük bir kasabada geçiyor... Hangi kasabada geçtiğini film boyunca öğrenemediğim gibi, hala da öğrenebilmiş değilim :)

Filmin yıldızı anne Ülkü rolüyle seyrettiğimiz Zerrin Tekindor... Kadının gözleri yetiyor film boyunca... Ne hissettiğini gözlerinden takip ediyorum... Ve o kadar gerçek gibi ki duyguları, onun gözünden bakıyorum tüm film boyunca...

Yer yer yeşilçamımsı bir hava, yer yer aman tanrım diye bir gerilme hissi, uçuş uçuş aşk hallerinin saçmalamaları ve acı gerçekler...
Evet zannederim bana bu filmi tek cümleyle anlat deseler böyle anlatırdım...

Bazı yerlerde tutarsızlıklar, kurgu hataları yok değil filmde ama çok da batmadı gözüme gözüme... Olay döngüsüne ve ne olacak hissine o kadar kaptırmışım ki kendimi üzerinde çok durmadım...

Gelelim hayal kırıklığıma... Nejat İşler'im yakışıklım yaşlanmış ya artık...  Hahh sen yerinde saydın sanki Şebo demeyin bana vallahi üzüldüm... Kendi kırışıklıklarıma bile bu kadar üzülmüyorum...
Hele ki bir de filmin bazı yerlerinde üzerinde 2 beden bol ceketle  saçlarını yandan ayırıp taramamış mı... Buyur amca geç içeri diyesim geldi :))) Sonlara doğru öğretmen kimliğinden çıktığı için belkide üzerine 2 beden büyük gelen ceketi çıkardı da rahatladım :))

Teras sahneleri biraz klişeydi belki ama orada karşılanan gün doğumlarını sevdim....

18 yaşındaki bir genç kız ve 40 yaşında bir öğretmen birbirine aşık olur mu, onun tartışmasına girmek istemiyorum... Filmin hissiyatı beni daha çok ilgilendiriyor...
İnekler mor olunca reklamlarda, mor inek mi arıyoruz bağda bahçede...

Filmi benim için en özel sahnesi bir şiir sahnesidir... Hayatımın ara dönemeçlerinin birinin tatlı esintisi vurdu yüzüme o şiir okunurken... Sırf o şiir tam da orada olduğu için film berbat bile olsa -ki değil- ben tatlı bir tebessümle ayrılırdım filmden, biliyorum... Hoş tatlı bir tebessümün eşliğinde gözüne fener tutulmuş tavşan gibi çıktım filmden o ayrı mesele :))) Zerrin Tekindor sağolsun :)))
Anlatmayacağım merak etme, sadece izlersen şayet anne Ülkü'nün son görüntüleri derim, izleyince anlarsın beni....

Kısa kısa, karışık oldu bu sefer filmi anlatmam... Hayattaki cümlelerim bazen böyle oluyor işte...
Sonuç olarak SEVVDİMMMM bu filmi...
Konuyu tatlıya bağlayıp, o güzel şiirle bitirelim o zaman bu yazıyı....
Mutlu haftalar ♥




Çocuksun Sen


Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen 
Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu 
Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen 
Kum taneleri var ya onlardan birindeyim 
Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor 
Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte 

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum 

Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun 
Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı 
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman 
Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum 
Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup 
Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için 
Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar 
Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa 
Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun 
Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların 
Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar 
Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa 
Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan 
Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit 
Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse 
Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman 
Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık 
Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık 
Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada 
Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak 
Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin 
Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen 

Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun 
Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada 
Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. 
Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil 


Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm 
Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ 
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı 
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle 
Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar 
Dursam ölürüm paramparça olur dünya 

Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm 

Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir 
Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna 
Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için 
Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak 
(Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu 
Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) 
Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor 
Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri 
Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda 
Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum 
Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım 
Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte 

Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan 

Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer 
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle 
Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum 
Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken 
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde 
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su 

Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç 
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı 
(Soluğunun elma kokması bundandı belki) 
Bir elma kokusuna tutundum düşerken 
Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı 
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle 

Çocuksun sen, çocuğumsun

AHMET TELLİ