29 Nisan 2023

Dracula / Bram Stoker


Yine tarzım dışı olan bir kitapla buradayım 😉
Sağ olsun Blogger Kitap Kulübü / BKK  ve Nisan ayı kitabımızın ev sahibi Su'nun Harikalar Diyarı :)  Bu ay beni yine sınadınız yemin ediyorum :)))

Korku türü hiç bir zaman benim tarzım olmamıştır. Filmini sevmem, korku öğelerinden uzak dururum gibi gibi... Kitap türü olarak hiç denemede bulunmamıştım. Bu kitap bildiğim kült bir karakter üzerine üstelik... Ne olabilirdi ki 🙈  Denemeden bilemezdim, bahane bulmaya gerek yok diyerek okumaya başladım.

Kont Dracula karakterinin ilk ortaya çıkışı ve birçok filme / kitaba konu olmasının sebebi sanırım bu kitap. Bir yorumda öyle olduğunu okudum ancak çok dip bir araştırma da yapmadım üzerinde... Benimsememe hiç gerek yok nihayetinde :/ 

Kitabın oldukça sürükleyici olduğunu söyleyebilirim ve ana karakterlerin sayısının az olması bu kitabı hızlı okumamdaki sebeplerden en belirleyicisi... Kitap bazı mektuplar ve günlükler üzerinde ilerliyor ve bazı olayları günlükler sayesinde farklı bakış açıları ile okumak konuyu daha da güzel hale getiriyor.  Yaşasın diyorum, Kont Dracula'yı bu kadar ayrıntılı bir şekilde ne de güzel hayallerime oturttunuz 😄 Ellerin dert görmesin Bram Stoker :)

Konu olarak çok detaya girmeyeceğim... Kitabımız Avukat Jonathan'ın Dracula'nın şatosuna bir mülk edinimi için hukuki işler sebebiyle gitmesi ve onun o farklı, korku dolu hikayesini keşfetmesiyle başlıyor. Diğer tarafta o dönemde nişanlısı olan Mina ve yakın arkadaşı Lucy 'nin birbirlerine yazdığı günlük tarzı mektupları okuyoruz. Lucy'nin ilginç bir şekilde hastalanmasının ardından Doktor Seward ve profesörü Van Helsing Lucy'nin hastalığını araştırmaya başlarlar ve Van Helsing sayesinde korkunç gerçekle karşılaşırlar... Ve Kont'u yakalamak belki de  hayatlarını, en çok da dünyayı kurtarmak için tek çareleridir. Jonathan, Mina, Doktor Seward,  Van Helsing, Arthur ve Quincey inanılmaz ve zorlayıcı bir maceraya girmişlerdir artık...

Kitap bitince anladım ki ne kadar sürükleyici bir kitap olursa olsun ben korku türünü okuyamıyorum, tırsıyorum... İlk başta geceleri yatmadan önce okuyordum, kabuslar basmaya başladı vazgeçtim... Orda burda farklı zamanlarda okuyordum kitabı. Bir gece Oytun'u beklerken arabada okuyordum, çok da kaptırmışım sanırım kendimi... Tam kulağımın dibinde bir öksürmeyle arabanın tavanına başım çarptı yeminle, öyle zıplamışım :))) Yoldan geçen bir adamın öksürüğünü nasıl algıladıysam artık :))) Uçuk bile çıkardım, siz anlayın gerisini :)) Kitabı bitirdim bitirmesine de işte o bitirme konusunu gelin bir de siz bana sorun... Eeee niye bırakmadın Şebo derseniz merak kediyi öldürürmüş :)))

Son sözüm; tırsmıyorsanız okuyun :))))


Altıçizililerim; 

* Hiç kimse gecenin acısını çekmeden, sabahın yüreğine ve gözüne nasıl da tatlı ve değerli gelebileceğini bilmez.

* Kendilerine ait olduğu sürece, bir tas sıvının deniz olduğuna inanacak insanlar var.

* Duygudaşlık gerçekleri değiştiremese de onları daha dayanılabilir kılmaya yardım edebilir.

* Gerçek Tanrı bir serçenin düşüşünü bile önemser, fakat insan gururundan yaratılan Tanrı, kartalla serçe arasındaki farkı göremez.

* Nedimeler, gelinin gelişini bekleyen gözleri memnun eder; ama gelin yaklaştığında nedimeler, o gözlerde ışıldamazlar.

* Başarılarımızdan değil, başarısızlıklarımızdan ders alırız!

* Doğa iyi ruh hallerinin birinde, ölümün bile kendi neden olduğu dehşetlere çaresi olmasını buyurmuştu.

* Açık fikirliliği yok eden, yaşamın sıradan unsurları değil, tuhaf şeyler, olağandışı şeyler, insanı deli ya da akıllı olduğu konusunda kuşkulandıran şeylerdir.

* Biz kadınlarda, annelik ruhunu çağıran küçük olayların üstesinden gelmemizi sağlayan anaç bir yön var...

* Gözetlenmedikleri sürece, insanlara güvenilememesi çok kötü.







5 Nisan 2023

Blogları Canlandırma Projesi / BCP ♥ MART


Sevgili Deep ve bir grup blogger arkadaşımız uzun süredir bu etkinliği yapıyorlar. Sık sık görüyorum ama temaları nedir, kimler var, nasıl yapıyorlar hiç bilmiyordum. Taaa ki geçen aya kadar. 
Bu ay ben de size katılmak istiyorum deyince sağolsun Deep hemen Mart ayı temasını söyledi ve ben de okumalarımı ve izleyeceğim filmi belirledim. Kolay bir temaya denk gelmişim, bu ayrıca sevindirici bir konuydu kesinlikle 😀

Mart ayı teması "kadın yazarlar ve polisiye" idi. Kitaplarımı okunacaklar arasında bekleyen kadın yazarlardan seçtim, filmi mi de polisiye seçtim. Hoş o konuda biraz tereddüdüm var gerçi ama vallahi filmin içinde polis var :)))

Bu aralar elimden geldiğince gördüğüm etkinliklere katılmaya çalışıyorum. Biraz hayatıma renk gelsin hem de bloga yazmak için bahanem olsun modundayım... Bu sene leyla gibiyim, odaklanmakta güçlük çekiyorum ve sorumluluk almaktan kaçınıyorum. Bu konuyu da bilahare anlatayım hatta size... Bak yazmak için bir sebep daha buldum 😉


Etkinlik için ilk okuduğum kitap Nazlı Eray'a ait Farklı Rüyalar Sokağı oldu. Okuduğum 2. kitabı aslında. Hayal gücünün sonsuzluğunu sevmiştim o kitapta, bu kitapta da yanıltmadı sağ olsun beni... Okuması kolay, çok eğlenceli bir yazım tarzı var.

Bu sefer Eva Peron'un peşinden gidiyoruz... Bir erkek melek her gece istisnasız ziyaretleriyle bir masal gibi anlatıyor her gece... Çocukluğunu, Peron'un nasıl eşi olduğunu, hastalığını... Sonra mumyalanışını ve doktor Pedro Ara'nın ona nasıl aşık olduğunu... Mumyasının nasıl kaybolduğunu...

Diğer tarafta Makbule hanım ve  oğlu Raif... Babasını klonluyorumsu bir şeyler yaptırıyor ünlü bir doktora. Ruhunu yeni bir bedene nakledecekler... Olur mu ki...

Diğer tarafta başka bir kadın... Gözleri görmüyor.. Doktor doktor geziyor...

Rüyalar, gerçekler birbirine karışmış.. Hangisi gerçek hangisi rüya hangisi uydurma farkında olmadan sayfalarca ilerliyorum... 
Bir yandan eğleniyorum...
Bir yandan merak ediyorum...
Zaman mefhumu yok... Oradan oraya savruluyorum...

Nazlı Eray ilk okuduğum Arzu Sapağında İnecek Var kitabında da aynısını yapmıştı bana...  Okuyacaksanız çok edebilik beklemeyin bence...Cafe Retina'nın yumuşak zemininde her an bir göz damlası ile düşmek hissi için tercih edebilirsiniz ama 😀

Altıçizililerim;

* Büyülü gece ise artık yalnızca hiçbir şeyini göstermeyen bir karanlık benim için. Işıklarını seçemediğim, sivriliklerini, köşelerini ve dönemeçlerini göremediğim bir dünya.

* Seni bir genç kızken bırakıp gitmiştim. Şimdi serpilmiş, yüzüklü, bilezikli, kaprisli, nazlı bir kadın gibi olmuştun. Gece olunca takıların ışıl ışıl yanıyordu.  (bu tanımı İstanbul için yazmış yazar)

* Dünya, insanlar beyinlerinde onu nasıl algılarlarsa, öylece gelişip gidiyordu.

* Ölüm böyle bir şey işte. Bir durağanlık, unutulmayı beklemek.

* Gece havası ağır olur zaten. Eski, sararmış fotoğrafların rengi gibi...

* Bir başkasının gözünden dışarı bakmak. Bir başka gözden dünyayı görmek... Tuhaf bir duygu, değil mi?




Olmayan Kuşlar Ansiklopedisi Ece Temelkuran'a yeniden ısınmaya çalışma kitabı benim için... Öyle çok kitabını okumuş değilim ama ısınamadım bir türlü. Belki yanlış bir ana denk gelmiştir diye şans tanımak istedim tekrar. Doğru bir kitap seçimi miydi hala bu konuda kararsızım aslında...

Bu kitabı alırken birbirlerinden farklı birçok kuşa ithaf edilmiş bir öykü kitabı okumayı hayal ediyordum. Ancak Temelkuran hayalinde birbirinden eksantrik kuşlar oluşturmuş ve onlara ait bir şecere çıkartmış... Nerde, ne zaman sorularını yanıtlamış. Cinslerine ait özelliklerini vermiş. Onları en ilginç özellikleriyle tasvir etmiş... İnsanlarla olan ilişkilerini hatta insanların onlara hangi anlamlar yüklediklerini de eklemiş... Aslında inanılmaz bir hayal gücü eseri diyebiliriz bu kitaba...

Dişli bülbül, geçmiş gün leyleği, kulaklı turna, gelgeç gönül kumrusu gibi yaratıcı isimler koymuş her birine.  Bir oturuşta bitirilecek bir kitap gibi dursa da aynı tarz anlatımıyla bazen sıkıldım ve zamana yayarak okumanın daha zevkli olacağına karar verdim. Böylece algılarımı yanılttım bir derece...

Her bir kuş M.K.Perker tarafından da resmedilmiş kitapta. Çizimler anlatımdan bağımsız olarak bakıldığında fevkaladenin fevkinde aslında. Ama anlatımla birleşince bazı benzeşmezlikler özellikle renklerdeki uyumsuzluk göze çarpıyor olsa da bunu göz ardı etmeye çalıştım. Perker çizimleri gönlümde torpillidir çünkü 😉

Her şeye rağmen keyifli ve üzerinde kafa yorulabilecek bir okumaydı... Sanırım beğenip beğenmemek ne beklediğimizle alakalı...

Altıçizililerim;

* Çoğumuzun en güzel çocukluk fotoğrafları onların uçuşuyla, bizim de pırpır eden yüreğimizle güldüğümüz anlarda çekilmiştir. Her kuş her insana bir parça uçmak hediye eder çünkü.

* Bütün varlıklar ancak tek başına kaldığında güzellikler yaratabiliyorlar. İnsan kendine şunu soruyor: Hem başkalarıyla yaşamak hem de yaratmak mümkün mü?



HOLY SPIDER (2022)

Polisiye teması için seçmiştim bu filmi ama çok uygun olmadı sanırım :))  Ama yine de kısmi olarak bir polisiye söz konusu olabilir. Sonuçta bir yakalamaca var hikayemizde...

Bu aralar İran sinemasına yakınlık duymaya başladım. Elimden geldiğince de o yöne doğru kaymaya çalışıyorum. İzledikçe hoşuma da gidiyor. Hatta her ay mutlaka bir tane listeye sokmaya çalışacağım gibi bir karar aldım... Abartmadan, kararınca...

Filmimiz İran'ın kutsal kenti Meşhed'de geçiyor... Daha doğrusu hikaye orada geçiyor da diyebiliriz. İran hükümeti film çekimlerine izin vermediği için Lübnan'da çekilmiş film.  

2000-2001 yılında İran'da gerçek bir seri katilin öldürme hikayesine odaklanıyor. 16 kadını öldürmekten yakalanıyor Saeed ve filmimiz Saeed'in bu cinayetleri işlediği zamanı ve yargılanma sürecini konu alıyor. Gerçek katilin nasıl yakalandığına dair bir fikrim yok ama yönetmen Ali Abbasi tamamen kurgu olarak kadın bir gazeteciyi olayların peşinden sürüklüyor ve onun gözünden olayları takip etmemizi sağlıyor.

Saeed (Mehdi Bajestani) 'e dışarıdan baktığımızda gayet sakin, çocukları ve ailesine düşkün bir baba olarak tanımlayabiliriz aslında. Evin içerisinde kılıbık dersem hiç yanlış olmaz :)) Ancak sokaklardaki hayat kadınlarına karşı aynı sakinlikte değil. Hatta gerçekleştirmiş olduğu cinayetleri inançlarına bağlayarak sokakları temizlediğini düşünüyor. Bir seri katil için öyle çok zeki bir adam olduğunu da söyleyemeyiz aslında. Saeed'in bu durumu film boyunca dini için ve  İmam Rıza  adına işlediğini söylese de bir arkadaşıyla yapmış olduğu sohbetten yakalayabiliyoruz bu kötü ruh halini... Eski bir asker olduğunu anladığımız katil, şehit mertebesine yükselemediği için bu şekilde görünür kılınmaya ve dini inançları gereği yaşadığı yeri temizlemeye çalışıyor olarak yorumlayabilirim çok rahatça...

Bu kadar gerçekliğin yanında kurgusal olarak filme dahil edilen gazeteci Rahimi (Zar Amir-Ebrahimi) cesur ve gözü pek bir kadın olarak çıkıyor karşımıza... Hatta Örümcek Katili olarak anılan katilimizin peşine düşebilecek kadar... Dinin, siyasetin ve hatta toplumdaki kadının yerinin anlatılması için kurgulanmış bir karakter olduğu hissine kapıldım filmi izlerken...

Filmin sonunu tabi ki söylemeyeceğim ama Saeed gibi insanların ve onların düşünce tarzının kökünün kazınamayacak olmasını hissetmek oldukça yaralayıcıydı.

İran sinemasını sevmeye başladım demiştim ya size filmi anlatmaya başlarken, bunun en büyük sebebi oyunculukları aslında... Oldukça doğal tarzları bunun ilk sebebi olmakla birlikte dramı çok boğmadan izleyiciye geçirişleri yansal sebeplerimden...

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEVVVDDİİİMMMMMM ve bu tarzdan hoşlanıyorsanız mutlaka izleyin diyebileceğim filmlerden...

Görüşmek üzere 👋


4 Nisan 2023

Veba Geceleri / Orhan Pamuk



Bu sene zincirlerimi kırıyorum mudur nedir 😍
Bu blogta "OKUDUM SENİ" serisinde Orhan Pamuk'un bir kitabının yer alması gerçekten benim için büyük bir olay. Gerçekten bak 😎 
Okuma manifestomda fosforlu bir ✅
Level atladım yahu :)))))

Bugüne kadar sadece bir deneme yapmıştım bu konuda ve büyük debelenmeler sonucu pes edip bir kenara koymuştum. Bir daha da denememiştim... Bu seneye kısmetmiş diyeceğim ama bana kalsa denemezdim bile... Sağ olsun blogger ve blogger kitap dostları 💙

Evet bu kitap Blogger Kitap Kulübü / BKK 'nün Mart ayı kitabıydı ve kitap seçimi Okuyan Koala bloguna aitti... Kitabı gördüğümde ben Mart ayında kendimi muaf tutayım diye düşünürken baktım ki kitabı galeyana gelip almışım... Orhan'dan korkan Pamuk olsun diyerek de kitabı okumaya başladım sanırım :)))

Veba geceleri Osmanlı'nın çöküş dönemlerinde Abdulhamit döneminde geçiyor... Minger halkının yaşadığı, Mingerce'nin konuşulduğu, Akdeniz'de bir ada hayal edilmiş ve adına da Minger Adası denilmiş... Hatta yazar bu adayı öyle bir hayal etmiş ki kitabın ilk sayfasına da adanın bir haritasını konduruvermiş... Tüm resmi binalar, tekkeler, camiler, kiliseler hatta romanda geçen tüm önemli kişilerin evleri tek tek kondurulmuş harita üzerine... Gerçekmiş gibi... Sanki kızım sana söylüyorum gelinim sen anla der gibi bir ada hayal etmiş ama o dönem tarihini o adaya giydirmiş gibi...

Konusu ise kitabın adından da anlaşılabileceği üzere bir veba salgını... Minger adasında başlayan salgın için Abdulhamit, salgınlar konusunda uzmanlaşmış sağlık başmüfettişi olan Bonkowski Paşa'yı görevlendiriyor. Fakat Paşa tam adayı tanıyıp salgınla ilgili çalışmalara başlıyorken aniden öldürülüyor. Bu sefer de hem Paşa'nın ölümünü araştırmak hem de salgınla ilgili çalışması için Doktor Nuri'yi ve eşi  (aynı zamanda Abdulhamit'in yeğeni) olan Pakize Sultan'ı adaya yönlendiriyor. Yanlarında Pakize Sultan'ın koruması Kolağası Kamil'le... 

Salgının ilk aşaması reddetmeler, konduramamalar yerini korkuya bırakıyor... Ve ardından bilim insanlarının ve dönemin siyasileri arasında çekişmeler, inatlaşmalar... Halkın bir çok yasağa uymaması... Yolsuzlukların, hırsızlıkların artması... Adadan kaçak kaçanlar... Kaçmayanlar ama hiçbir şey olmamış gibi davrananlar... Vebalı ölülerin saklanması... Hatta bazı dönemlerde önemli kişilerin bu hastalığa yakalanmalarının saklanması... Para cezaları... Sokağa çıkma yasakları...

Size bir yerlerden tanıdık geldi mi? Bana çok tanıdık geldi... Hele ki ilk okulların kapatılması mevzuu... Hah dedim Orhan Pamuk tarih tekerrürden ibaret cümlesini doğrulamak istemiş anlaşılan...

Bir taraftan salgınla uğraşadursunlar bir yandan da bağımsızlığını ilan ediyor Menger Adası Kolağası Kamil'le... Adanın ilk Cumhurbaşkanı oluyor Kamil.. Kısa süre içinde vebadan ölünce Pakize Sultan kraliçe bile olur... Bir padişah yeğeni (tamam altta yatan bir çok sebep var) Osmanlı Devletine karşı... Sanki abartmış dediğim kısımlar işte...

Kitapta çok güzel aşklar da var... Doktor Nuri ile Pakize Sultan - Vali Sami Paşa ile gizli aşkı Marika -  Kolağası Kamil ile Zeynep...
Salgının arasına sıkıştırılmış, kitaba muhtemelen renk katacağı düşünülmüş... Farklılıkların getirdiği bir uyumla oluşmuş aşklar... Ama gelgelelim yazarımız öylesine geçiştirmiş ki bu aşkları, üzerine destan yazılabilecek bir sürü kaynak varken elinde sadece ara ara bir kırıntı gibi serpivermiş... 

Anlayacağınız konu muhteşem, sizi oradan oraya zevk ile sürükleyecek bir hayal gücü ama duygu yoksunu anlatımla bir türlü kendini kaptıramama hali... Naçizane fikrim budur bu kitapla ilgili...

Bir de hemen bir şey daha belirtmeden edemeyeceğim... Eğer bu kitabı pandemi gibi bir olayı yaşamadan okumuş olsaydım muhtemelen bu kadar içselleştiremezdim diye düşünüyorum... Okuduğum birçok karantina kuralı çok ütopik gelirdi eminim. Beni bu kitaba bağlayan en büyük sebep salgındı diyebilirim... Hatta gereksiz bazı bilgi aktarımlarına katlanma sebebim de olabilir...

Bu kitap evet Orhan Pamuk ile bir nevi tanışma kitabımızdı ama biraz daha kaynaşmaya ihtiyacımız var kendisiyle ilgili önyargılarımı kırmak için.. İlerleyen günlerde en sevilen kitaplarından birini okumaya girişirim belki ;)

En yakın zamanda görüşmek üzere....


Altıçizililerim;

* Karantina, halka rağmen halkı eğitip, onlara kendi kendini koruma hünerini öğretme işidir.

* Tarihi hikayeler ne kadar "romantik" iseler, o kadar doğru değildirler ve ne kadar "doğruysalar" -ne yazık ki- o kadar da romantik değildirler.

* Eğer adada Rum Ortodokslarla Müslümanlar, devlet ile vatandaş, okumuş zengin ile fakir fukara göçmenler arasındaki öfke ve haset olmasaydı ve ortak bir milli ruh yaratılsaydı, karantina ta baştan tutardı.

* Aslında zengin, okumuş Rumların dışında adanın büyük çoğunluğu kaçmıyordu. Müslümanların çoğu, vebanın ne kadar bulaşıcı olduğunu kavrayan küçük azınlığı bile kalıyordu. Bugün, yüz on altı yıl sonra bunu parasızlık, imkansızlık, alakasızlık, kadercilik, korkusuzluk, din, kültür gibi nedenlerle açıklamak ne kadar doğrudur?

* İnsan felaketin daha büyümeyeceğine, en sonunda bütün salgınlar gibi bunun da sönüp gideceğine, kimsenin görmediği bir köşede, hiç dışarı çıkmadan bir süre oturup beklerse başına bir şey gelmeyeceğine kendini inandırabilirdi. 

* 1900'lerin ilk çeyreği, karşılaştırmalı olarak söylersek, insanoğlunun birbirine en çok kurşun sıkıp yaraladığı vahşi bir dönemdir. Kendi kendini dolduran makineli tüfek ile ona karşı koşmayı göze alan milliyetçi vatanseverliğin aynı dönemde keşfi ve hızla yaygınlaşmasıdır bunun nedeni.

* Bütün hayatını saraylarda geçirmiş Pakize Sultan'a göre aşkın en büyük kanıtı kadınla erkeğin duygularının olumlu ve anlayışlı olması kadar, derinliği ve hakikiliğiydi. 

* Bir tarih kitabındaki kişileri sevmemiz ya da onlardan nefret etmemiz zordur. Ama romanları okurken bu duygulara kapılabilirsiniz.

* Bir milletin kaderinde bu kadar vahim bir dönüm noktasında kendimizden bahsetmek zuldur.

* Sıralarını beklerken aralarında hafiften itişmeye, üç dilde küfürleşmeye başlamışlardı bile. Kimine göre oradaki bazıları kışkırttığı için, kimine göre de ancak birbirleriyle herkesin önünde küfürleşerek dövüşürken toplumun sevgisini kazanabildikleri ve başka bir şey de bilmedikleri için.