20 Şubat 2021

Unutma Beni Apartmanı / Nermin Yıldırım

 

Nermin Yıldırım'ın kitaplarını okumayı seviyorum. Bu okuduğum 3. kitabı ve beni hiç yanıltmadı. Eğer yazarla hala tanışmadıysanız şiddetle tanışmanızı öneririm, dilini seveceğinizden eminim ♥

Şimdi gelelim biz kitaba.... 

Kitaptaki kahramanımızın adı Süreyya... 43 yaşında çıkıyor karşımıza Süreyya... Kendisini daha bebekken terk eden annesi Mesude'nin telefonuyla başlıyoruz hikayesine... Sonrası iki bölüm halinde ilerliyor; Süreyya'nın geçmiş ve şimdisi bir yanda, annesiyle konuşması diğer bir yanda.... Ve için için merak ettiğiniz sorular ise yavaş yavaş yanıtlanıyor bu geçişlerde...

Kitaptaki kahraman dedim ama Süreyya aslında çok görünmez, çok renksiz hatta renklendiremeyeceğiniz kadar şeffaf bir karakter. Deli ediyor beni ilk başlarda o ruhsuzluğuyla ve duyarsızlığıyla... Sonradan sonradan o kendi içinde kendi duvarlarına hapis bir şekilde yaşayan Süreyya'yı anlamaya başladım ve ısındım.

Kitap ilerlerken dönemin siyaseti ve toplumsal yapısı çok güzel aktarılmış, konuların içine yedirilmiş... 60 darbesineden, 28 Şubata, depremlerden, sellere... Gözünüze sokmadan hayatın akışı içinde...

Bir çok alt öyküsü de var; bunlar da yan karakterlerle giriyor hayatımıza... Bir de tabi ki N.Y. adında bir kadının yazarlığını kendi yazdığı romanlarla tescilleyen Süreyya'nın yazma halindeki öyküleri... Bir çok konu ele alınıyor bu sebeple... Bu arada sahte yazarı kendi ismi ve soyisminin baş harfleriyle kodlaması da ayrı bir ironi olmuş bence...

Süreyya'ya en çok babaannesi Çeşminaz Hanım'ın ölümündeki ruhsuzluğunda kızdım sanırım... Sanki geçmişi ile bağlarını tek kalemde silebilecekmiş gibi tüm eşyaları dağıtıp, her şeyi bırakması içime dokundu... Çeşminaz Hanım her şeye rağmen bunu hak etmemişti...

Nermin Yıldırım'ın kitaplarının ortak özelliği ve güzelliği bence mutlaka kendinizle ilgili bir detay yakalayabilmeniz... Bazen bir korkunuz, bazen sevdiğiniz bir şey ya da sadece kendinize has olduğunu düşündüğünüz bir his... 

Süreyya'da benim gibi karın o ayaklarının altında çıkardığı sesi seviyordu... Bana hiç benzemeyen bir kadınla aynı şeyi sevdiğimizi bilmek ortak bir payda yaratmak gibi... 

Depremde can havliyle sabahlığını giymeye çalışıyor, kendini evden atacağına vücudunu örtmeye çalışıyor Süreyya... Geceleri sırf bu sebeple üzerime alacak bir şeyleri başucumda bırakıyorum ben... Yaşadığım acziyeti o da yaşıyor...

Ve bir isim çıkıyor karşıma Mefkure Hanım... Çok sık rastlanan bir isim değil malumunuz... Acaba diyorum Nermin Yıldırım'da benim tanıdığım o çiçekçi kadını tanıyor muydu diye düşündüm... 

İşte tüm bu detaylar  kitaba bağlanmanızı sağlıyor... Bunlar benimkilerdi, belki siz farklı detaylar yakalayacaksınız...

Kitapta beni huzursuz eden şeylerden biri Rıdvan'ın neden ortadan kaybolduğunu bilememekti... Öğrenmek isterdim neden kayboldu ortadan...  Sevmiştim halbuki ben onu ♥ 
Diğeri de kızıydı... Sürekli bir telefon dahi olsa açmasını bekledim... 

Okuyun ♥ Okutun ♥ dediğim kitaplardan anlayacağınız...


Altıçizililerim;

* Acımak, başkalarının çektiği azaba bakıp, onların yasını tutarmış gibi yaparak kendi mutluluğuna şükretmektir çünkü. Acımak, kıl payı yırttığın mutsuzluğun diyetini uğursuz, cüretkar bir sadaka gibi dağıtmaktır. İşte bu sadaka, iki damla gözyaşı ya da kimsenin bir işine yaramayacak anlık bir yürek  burkuntusu kadardır.

* Küçük bir çocuğun tek istediği, diğer çocuklar gibi olmaktır. Herkes nasılsa, öyle olmak. İyi ya da kötü tüm farklılıklar, onu arkadaşlarının gözünde yabancı yapar.

* Gizli şeyler, kimseyle paylaşılmayan sırlar çocuklar için kıymetlidir.

* Tıpkı kıymetli bir taş gibi düşün. Hafifledikçe değeri azalır kadının.

* İnsanın kişisel tarihi başladıklarıyla değil bitirdikleriyle, kazandıklarıyla değil kaybettikleriyle yazılıyor.

* Suskunluğun ne büyük bir kuvvet olduğunu o zaman anladım. Birine saatlerce dil dökerek yaptıramayacağınız şeyleri susarak yaptırmanız mümkündü.

* Bu zaman hep böyledir işte, zora girdiniz mi geçmek bilmez.

* Sevildiğini bilmeyen çocuklar kendilerini de sevmezlermiş çünkü. Sevemezlermiş.

* Yokluğun birilerinin varlığına tesir etmesi gerekir. Etmiyorsa, kimse için önemli olmamışsın, kimsenin hayatında boşluğu hissedilecek bir yer dolduramamışsın demektir bu. Uçsuz bucaksız bir yalnızlığın orta yerinde yaşamışsın demektir.

* Küçükken ölenin kapıya bırakılan ayakkabısının fakir fukaraya, ihtiyaç sahibine verildiğini anlayamazdım. Kimsenin bir ölünün ayakkabısını giymeyeceğini düşünürdüm belki de. Benim inandığım, o ayakkabıların asıl sahibi gelip alsın diye bırakıldığıydı. Gittiği yerde ayakları acımasın, üşümesin, karnı ağrımasın diye.

* İnsanlar sizin suskunluğunuzun üzerine daha iyi olasınız diye gitmezler. Onlarınki kimsenin işine yaramayacak kötücül bir meraktır. O merak, kendilerinin daha iyi durumda olduklarını görüp rahatladıklarında nihayete erer. Bir tecavüzden farksızdır.

* Kadınlar sınırsız arkadaşlıklar kurmayı, kendini sakınmadan açmayı erkeklerden daha iyi becerirler.

* Sahip olduğumuz her şey sırtımıza bir yüktür. Bir çamaşır makinası satın aldığınızda onu banyodaki yerine koymaktansa omuzlarınıza yerleştirirsiniz. Kaçmak istediğinizde sizi tutacak ilk şey o makinanın ağırlığı olur.

* Ne aradığını bilmeyen biri için bir şey bulmak neredeyse mucizedir. Mucizeye eremedim.

* Rahata erebilmek için sorulara cevaplar bulmak, neticeleri vesilelere bağlamak gerekir. Neden sonuç ilişkileri kurmakla uğraşmazsak hayat çok sıkıcı olur. 

* Küçük yalanlar kimseye zarar vermiyordu.

* Birini sevdiğine karar vermek, ona hükmedebilme hakkını da getiriyordu beraberinde.

* Gençlik koca bir sünger gibiydi. Her şeyi kolaylıkla emebiliyor, hemencecik hazmediyordu. Gençlik nankörlük demekti bazen de.

* Kahraman olamayacak kadar korkak, ama korktuğumu söyleyebilecek kadar cesur biriyim ben.

* Aşk sadece aşıklarına büyülü görünür genellikle. Dışarıdan bakanlar, orada çocukça haller içine giren ve yaratmaya çalıştıkları yepyeni evrenle kimi zaman komik bile görünen iki kişiden fazlasını göremezler çoğu kez.

* Her aşık "o"nun herkeslerden başka olduğuna inanır. O güne dek sabırla beklediği tek şeye kavuştuğuna ve bundan sonra onsuz bir hayatı yaşamaya takati olmadığına... Bir sebebe ihtiyaç duymadan peşinen bunları kabul eder her aşık.

* Anladım ki aşk gözlerini kaybetmekti zaten. Sesini kaybetmekti, tümden kaybolmaktı. Başkasının gözünden bakıp, ağzıyla konuşmaktı. Aşk yakalandığım en kişiliksiz hastalıktı.

* Geçmişimiz her zaman geleceğimiz hakkında söz sahibi olmaz mı?

* Bazı kadınlar sevmek, bazıları ise sevilmek için çocuk yapar. Ben ikisini de istemiyordum. Bazı kadınlar hiçbir erkek onları yeterince sevmediği için küçük bir bebekte ak pak, tertemiz sevginin tadına bakmak isterler.

* Yükte ağır, pahada hafif varoluşsal sıkıntılar....

* Yazmak da yaşamak gibiydi. Geçmişe takılıp kalmak, yeni adımlar atmanın önünü kesiyordu.

* Arkadaşlık iki insanın birbirine günlük rapor vermesi, hayatlarının tüm ayrıntılarını paylaşması demek değildi. İki insanın birbirine iyi gelmesi yeterliydi bana kalırsa.

* O kadar hayat doluydu ki hemencecik yoruluyordu!

* Kendiliğinden olan şeyler zorlama olanlara nazaran çok daha gerçekti.

* Meçhulün hikayesi her zaman malumunkinden daha merak uyandırıcı.

* Bilirim ki en olmayacak şeyler, hiç başına gelmeyeceğini sananlara olur.

* Ölülerin yüzlerinin yavaş yavaş fotoğraflardan silinmediğine seviniyordu. Çünkü zamanla en sevdiklerinin yüreklerinde bile azalıyordu izleri.

* Herkesten tek bir şey olması bekleniyor. Oysa insan aynı anda birçok şey...

* Yanlış bir şey yapmak istemiyordum, ama doğrunun ne olduğuna dair en ufak bir fikrim de yoktu.

* Uzun yol şoförlerinin adı olmaz. Bir biçimde diyalog kurmanız gerektiğinde, onların hepsi "kaptan"dır.

* Bu Bilecik var ya, toprağının her bir parçasını başka bir bölgeye bırakmış. Bir parçası Marmara'da, bir parçası İç Anadolu'da, bir parçası Karadeniz'de, bir parçası Ege'de. Dört bölgede birden toprağı olan tek şehir.
   Bir şehir olsam, muhakkak Bilecik olurdum demek ki. O kadar dağınık, o kadar yersiz yurtsuz. Oysa iyi ya da kötü bir yerde olmak, herkes gibi olmak, ne kadar kolaylaştırıyor hayatlarımızı...

* Terk edenler, günahlarını düşünüp yaralarını kaşımayı, arada bir o yaradan konuşmayı severler. Ama terk edilenler daha bir mağrurdur hep, sorularını bir tek kendilerine sormayı tercih ederler. 

* Ben küçükken, bu kadar çok insan ölmezdi mesela. Ama zamanla, yaş aldıkça, yaşlandıkça, tanıyıp bildiğim her şey birer birer göçmeye başlamıştı. Yenileriyle tanışacak kadar bilemediğim için yaşamayı, elimdekiler gittikçe azalıyordu. Kırılmış kumbarasından bozukluklar yitiren minik bir çocuk kederiyle izliyordum elimdekinin, avucumdakinin eriyip bitişini...



18 Şubat 2021

Bir Ömür Nasıl Yaşanır / İlber Ortaylı

 


Tarih sevmem ama İlber Ortaylı'yı severim :) Tarihi hikaye gibi anlatırlarsa dinlerim ama açıp da okumam :) Yaydaşım, gönüldaşım da bu huyumu çok iyi bildiğinden bana tarihi masal gibi hikayelerle anlatır :) O da iyi bir tarihçidir ve aynı zamanda öğretmendir ♥ Velhasılıkelam bu kitabı da doğum günümde o hediye etmişti...

İçinde tarih var mı derseniz aslında yok ama sevgili İlber hoca kendi yaşanmışlıklarından yola çıkarak verdiği nasihatlerde tarihe değinmeden de geçmemiş tabi ki...

Kitabın ne anlattığı ismince malumunuz, aşağıdaki alıntılardan da aşağı yukarı çıkıyor zaten. O sebeple direkt hissiyatıma giriş yapacağım.

İlk hissettiğim, bu kitabı okumakta geç kaldığım... Ama İlber Hoca da geç yazmış :))) Lise, üniversite çağlarımda daha çok işe yarardı... Buradan yola çıkarak diyorum ki gençler mutlaka okusunlar bu kitabı, birebir uygulasınlar diye değil belki ama mutlaka kendi paylarına farklı bir bakış açısı kazanacaklarını düşünüyorum. Lise çağı belki sıkılabilir ama yine de zorlasınlar kendilerini bence... Ben evdeki ergeni zorlamayı düşünüyorum mesela 😀

Peki ben hiçbir şey kapmadım mı kitaptan, tabi ki güzel düşünce dediklerim oldu, yok be hocam bana göre değil dediklerim de... Onaylayıp uygulayabileceklerim de var uygulamaya koymaya geciktiklerim de ve hatta hoşuma gitse de yaş kemale erdi diye bıdı bıdı ettiklerim de :)) Bakacağız artık o kısmına... 

Kitapta en sevdiğim kısım gezip görmek ile ilgili olan kısımdı. Tavsiyelerinin çoğunu uygulayabilmiş olmam mutlu etti beni ♥ Gezdiğin küçük bir köyde olsa tanıyıp içine sindirebilmek için araştırman, okuman, notlar tutman ve fotoğraflarla sabitlemen gerekiyor hafızana... 

Sıkıldığım yerler de oldu tabi ki, isimler, bilmediğim müzeler, kütüphaneler bazen dikkatimi dağıttı, yine de bir sürü not aldım...

Lafı uzatmaya gerek yok, fırsatını bulursanız okuyun, okutun... Eminim kendi hayatınıza indirgeyebileceğiniz detaylar yakalayabilirsiniz bu okumada...

Sevgiyle kalın ♥


Altıçizililerim;

* Herkes kendi talihinin mimarıdır.

* 12-25 yaşları arası öncelikle temel atma dönemidir. Hayatınızı esasen bu dönemde kurarsınız. 25-40 arasında hayata karışır, söz söylemeye başlarsınız. 40-55 arası olgunluktur, otorite olma dönemidir. 55 ve sonrası ise bir dinlenme, demlenme zamanıdır. Bu yaşlarda çok bir şey yapmazsın; yeni şeyler ortaya koymaz; genelde tekrar edersiniz.

* 12-25 yaşları arası aslında her şeydir.

* Eğitim çok uzun... Daha kötüsü bu uzun eğitim hiçbir işe yaramıyor. Eğitimimizle övünüyoruz ama övündüğümüzle de kalıyoruz. "Artık bir ortaokul çocuğu bile Aristo'nun bildiklerini biliyor," diyorlar. Yok canım! O çocuk Aristo'nun bildiğinin çeyreğini bilmediği gibi, onun yaptığını da yapamıyor. Bu eğitim tam aksine, insanların yaratıcı taraflarını öldürüyor.

* En önemli pişmanlığım yanlış yerlerde bulunmak, eğitimim için yeterince isabetli tercihler yapmamaktı.

* Ukalalığa harcanacak emek yok, can yok.

* Gayret, gençlikte çok iyi kullanılır.

* Ne demişler; "Eğer gençler bilse, ihtiyarlar yapabilse."

* 25 yaşına kadar öğrendikleriniz esastır. O yaşlara dek ne okuduysanız, ne dinlediyseniz, ne gördüyseniz, geri kalan hayatınızda temel olarak onları kullanacaksınız.

* Bizim millette, "Sen bu iş yapma," diyen çok bulunmaz.

* Hayatta en önemli şeylerden biri de insanın kendisi için en doğru kararı alabilmesidir, ortada bir sıkıntı var ise sürdürmeyeceksin.

* Lügatsız bazı şeyleri öğrenmek faydalıdır.

* Kendin gayret etmezsen ortada şans da olmaz.

* İllâ aynı hayat görüşünü paylaştığınız insanlarla dost olacaksınız diye bir kural yoktur. Ben her dostumun hayat görüşünü paylaşmam ama görüşlerinden faydalanırım.

* İyi aile çocuğu olmak illâ paşa torunu olmak değildir. 
   Söz konusu ailede bir görgü, bilgi olması da gerekir.

* Adam veya kadın; kendi olamadığı, başaramadığı ne varsa, bunları çocuğundan bekler. Bizde bir çocuğu "çocuk" olarak sevmek diye bir şey yoktur.

* Sevgiyle büyüyen her insan iyi bir insan olur.

* Yaşanmışlıklar erkeğinde yüzüne vurur, kadının da. Bunları yapmayanın yüzünde hiçbir ifade bulunmaz.

* Mesele hayattan ne kadar aldığına bakar. Ne yaşadıysanız yüzünüze yansır. İnsanın yüzü bir kitap gibi okunabilir. İfadeniz bomboşsa da hiçbir şey yaşamadığınız fark edilir. Bundan kurtulmak mümkündür; yaşayın, monotonluktan uzaklaşın, gezin, görün, keşfedin, başkalarıyla ilgilenin, okuyun, sevin. Bunları dolu dolu yapın ki izleri yüzünüze yansısın. Yüzünüz ifadesiz kalmasın.

* Sorumluluk alamayan insanlar boş olur. Bir de hak talep ediyorlar. Sorumluluk duygun yoksa hak talep edemezsin. Çünkü hakkın temelinde sorumluluk vardır.

* Bizde asıl dert, aydın etiketlilerin yarım ve çeyrek bilgili olmasıdır.

* Bilgi yetmez, merak da gerekir.

* Hiddet ve hakaretten çok, zeka ile ısırmak gerekir.

* Hayat böyledir, ancak önündeki modele göre bir insan olursun. Önündeki modeller başka dünyalar kurabilen insanlar olunca, sen de o başka dünyaya adım atabiliyorsun.

* Tarihçi nostaljiye tutkundur ama fazlası zarar.

* Hedef; aydın rolünü üstlenmekse, üstüne vazife olmayan şeylerle de ilgilenmekse, mesleğinin dışında alanlara merak salmaksa, başka dünyalara adım atmaksa, tek dil hiçbir zaman yetmez.

* İnsanlar işini seçebilmeli ve başından o işe aşık olmalı. Bizim ülkemizde insanların çoğu seçtiği işe tesadüfen gelmiştir. O nedenle çalışkan olan dahi zamanla nereye yürüdüğünü bilmez ve zihni uyuşur.

* Okuyup yazarak çalışanlara, sabahları çalışmalarını, bilhassa da notlar alarak çalışmalarını katiyetle öneririm. Sabahların özel havasından faydalanmak gerek.

* Senin kim olduğun, nasıl biri olduğun, kendini nasıl yetiştirdiğin çok mühimdir. İlgin, bilgin dikkat çekerse, kimse seni dışlamaz; çeşitli gruplara girersin.

* Kendi dünyanı yerinden kendin oynatacaksın. Önemlidir bu, yoksa miskinliğe esir olursun. İşte o da bittiğin andır.

* Bizler bugün için, yazarak düşünmeye alışkın insanlarız. Hemen hepimiz gibi ben de yazarak düşünürüm. İşte bunlar değişiyor, yerine de bir şey koyamıyoruz.

* Bir şehri gezmek emek ister. Okuyacaksınız, harita bakacaksınız, notlar alacaksınız, fotoğraf çekeceksiniz ve defter tutacaksınız.

* Doğu'nun şehirlerinin şahsiyeti olanı var, biz ise şahsiyetli şehirleri süratle kaybediyoruz.

* Şimdiki gençlere de söylüyorum, zahmetin böylesinden kaçmayın. Tren mi var atlayın; yol mu var gidin. O yaşlarda yeni yerleri görmenin zevki başkadır. Tecrübeyle görmek de güzeldir ama gençlik enerjisiyle dolaşmak başkadır.

* İnsan kalitesi köklü bir kültürden geçer. "Cultura" demek, bir toplumda insanların zamanları ve mekanları avuçları içinde tutması demektir. İktisadi krizler veya problemler bu avucu hiçbir zaman açamaz, onlar geçici şeylerdir. Bir millet krizle düşmez veya yükselmez; bir millet ancak insanın eğitim niteliği yüksekse yükselir, gelişir, zenginleşir. Bunlar da her zaman iktisadi istatistiklerde yer almaz. Netice, "cultura" ya ne kadar sahip olduğuna bağlıdır. Bu da eğitimden geçer.

 * Özel okullardaki öğretmenler zor durumda... Oraya vasıflı insanlar dayanamaz. Bir defa öğretmenin tepesinde bir müdür duruyor, okul sahibi duruyor. Karşıda da çoğu gayet edepsiz, müdahaleyi kendine iş edinmiş veliler var. İşleri güçleri yok; okula gelip öğretmene, müdüre akıl öğretiyorlar. Neredeyse bütün gün orada çadır kuruyorlar. Bunlar okulların çalışmasını adeta sabote ediyor.

* Öğretmen iyiyse, toplumunu kurtarır. Ama işte model olan bu öğretmen artık ortadan kalktı. Anlattıklarıyla da kalktı.

* Öğretmenler artık rol modeli, kanaat önderi olarak aramızda değil. Acilen ve de bir lider olarak geri dönmeleri gerekiyor.

* Elit olmaktan korkmayın. Bu utanılacak bir şey değildir. Elitist olmayan, elitlerini iyi değerlendiremeyen bir toplum dekadansa (inhilâl) mahkumdur.

* Üniversiteden çıkan her öğrenci bir yere gelecek diye bir kural yoktur. Okul birtakım şanslar verir ama şans ancak onları kullanabilirsen geçerli olur.

* Çocuklar ve gençler ezbere çok yatkındır, her şeyi ezberleyebilirler. Dili bile, kalıplar halinde, ezberleyerek öğrenirler. Ezberden sonra anlamak gelir. Ezber ve tekrar, öğretimin temelidir. Lisan da matematik de coğrafya da ezberleyerek öğrenilir. Gençlere tavsiyem, bunlara kanıp ezberi bırakmamalarıdır. 

* Yenilikçiler sadece ezberi küçümsemekle kalmıyor, başka şeyler de yumurtluyorlar. Örneğin, "aktif metot" diye bir meseleleri var. Bunu da ders yapmamak için geliştirmişler. Ama epey zamandan beridir var. "Aktif metot" deyip dersi çocuğa hazırlatıyor, kendileri de hiçbir şekilde derse çalışmıyorlar. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olmaz.

* Beraber dolaşmak, bir insanı tanımanın en iyi yoludur.

* Bir çocuk illa büyük bir müzisyen olsun diye bir şart yok ama müzik öğrenmelidir. Çünkü müzik sadece kültürün önemli bir unsuru değildir, mantığın da parçasıdır; bir düşünce yöntemidir. Müziğin düşünme ve kavrama yetisi için kazanç olduğu açıktır. 

* Halay bilmeyen köylü de dans bilmeyen şehirli de müreffeh yaşasalar bile hayatın tadını çıkaramıyor demektir.

* İyi şehir; iyi bir kütüphanede çalıştıktan sonra, iyi bir salonda, iyi bir tiyatro oyunu seyredebildiğin ve temsilin ardından güzel bir kafeye gidip sohbet edebildiğin şehirdir.

* Türkiye çalışan ve kalkınan bir ülkedir. Ama aynı zamanda çok da yolsuzluk yaşanan bir yer... Demek ki ancak bazı şeyler düzelirse o zaman çok büyük atılım yapabiliriz. Ama asıl üzerinde durmamız gereken kültürdür. Okuyanların ve öğrenenlerin bir araya gelmesi lazım. Bu da kütüphane, tiyatro, galeri gibi kültür kurumlarıyla olur. Kültür meselesinde her şey birbirine bağlıdır. Hepsini ölçerek biçerek, geliştirerek yürümeliyiz.


17 Şubat 2021

2020 Okumalarım ♥

Geçtiğimiz yıl siz nasıldınız bilmiyorum ama ben evde olmama rağmen okuyamadım... Çok sevdiğim yazarlar bile elimde süründü. Pandemi nedeni ile kafam o kadar allak bullaktı ki okuduklarımı anlamadım, kendimi zorladığım zamanlar aynı sayfayı 3 defa okuduğumu biliyorum mesela... Okumak için sadece zaman lazım değilmiş anlayacağınız....

Aslında okuduğum kitapların çoğunu da yazmışım bloga... O sebeple çokta ayrıntıya girmeden, hemen kısaca toparlayacağım konuyu. En azından öyle ümit ediyorum :))

Bu sene totalde 26 kitap okumuşum. Yıllık hedefime ulaşamamış olsam da ayda ortalama 2 kitap okumuşum en azından... Elimin kitapsız kalmaması güzel ♥

Okuduğum en kalın kitap 536 sayfayla bir kütüktü :))) Diğeri de 52 sayfaya rağmen dolu dolu bir kitap.
Bu arada bunları oturup kendim hesaplamadım; kitaplarımı listelemek için Goodreads uygulamasını kullanıyorum ve sene sonunda böyle bir hesap kitap çıkartıyor önüme, benim de hoşuma gidiyor ;)


Bu sene okuduğum kitaplar arasında en sevdiğim kitap bir Ayfer Tunç romanı. Hayatımda bu kadar kalabalık karakteri olan bir kitap okumamıştım ve bu kitap sayesinde de yeni bir tür öğrenmiş oldum; Karnavalesk... Kütük gibi olmasına rağmen su gibi aktı diyebilirim... Hatta yazmıştım yorumunu, okumak isterseniz burada...

Bundan sonra paylaşacağım kitapları film ve dizilerdeki gibi beğeni dereceme göre sıralamadım. Tamamen karma bir şekilde sıralandı, bilginize...



Bu gruptaki kitapları yalnızca biri hariç yorumlamışım... İncelemek istediğiniz kitabın üzerine tıklamanız yeterli;


Doppler kitabı da sıradışı öyküsüyle sevdiğim kitaplar arasında yerini aldı. Şahsına münhasır Andreas Doppler ve geyik yavrusu Bongo ile ormanda birlikte yaşamasını konu ediyor. Ama bu konu benim şimdi size yazdığım gibi bir sıradanlıkta değil... Saçma diyebileceğim fikirlere sahip olan ve ilk başlarda çok kızdığım Doppler'e sonradan sonradan feci halde kanım ısındı. Bu kitabın devam kitabını da okuyacağım, o zaman uzun uzun anlatırım belki size ♥ 




Kırmızı Bisiklet; sevgili Can Dündar'ın babası ile yaşadıklarını / öğrendiklerini oğluna aktarabilmek için yazmış olduğu bir kitap. Kısa kısa kendi yaşadıklarını anlatarak derlemiş kitabı. Keyifli ancak benim için oldukça hüzünlü bir okumaydı. Ailesinden uzakta olduğunu ve hasretini düşününce iyi ki yazmış dedim...

Bir Anne Dile, Bir Pekin Ördeğinin Tam 15 Yıl 5 Ay Süren Yolculuğu ve Piranalarla Yüzen Çocuk çok keyifli çocuk kitapları. Bu kitapları senenin sonuna doğru okumuştum ve tam yazarken başka bir şeyler girdi araya ve yarım kaldı. Bir gün tamamlayıp yayınlayabilirim inşallah...




İnsan Vücudu Tiyatrosu grafik roman türünde. Yine çocuklara yönelik ve bu kitap da taslaklarda bekleyenler arasında ♥

Çevirim içi M.K. Perker'in karikatürlerinden derleme mini bir kitap. Bir etkinlik için okumuştum... Normal şartlarda almayacağım bir tarz...

Seviyordum Hakim Bey; kadın cinayetlerini anlatan 10 hikayeden oluşuyor. Anlatım tarzından olsa gerek beni çok içine sokamadı, sanki yüzeysel kalmış hissi yarattı... Anlatımı böyle diye olaylar etkisiz değildi tabi ki... 

Aşkın Ömrü Üç Yıldır; bu senenin en bana göre olmayan kitabı buydu sanırım. Aşkın ömrünün 3 yıl olduğunu kanıtlamaya çalışmasına mı ısınamadım, karakter mi zayıf geldi ne oldu bilmiyorum ama ne konusu ne de anlatım tarzı hoşuma gitmedi.


Bu sene bir de challenge işine bulaşmışım ve sevgili Esra'ya ben de varım demişim. Bu liste sayesinde yeni yazarlarla tanıştım ve farklı türlere merhaba dedim. İlk deneyimimdi, son olmayacağının garantisini veririm :)))

Herkese keyifli okumalar dilerim. Hepimiz bu sene şahane kitaplar ve karakterlerle tanışalım ♥


1 Şubat 2021

Ocak İnstaları

Ocak  ayında ben yoğunmuşum sanırım, instagramda da uzun uzun yazıp gönderi paylaşmak yerine hikayelerde fotoğraflarla halletmişim bu işi :) Çek, iki emoji koy, yapıştır gitsin :)) Tam tembel işi :D

Neyse yine de kısa kısa anıları paylaşayım ben burada da ♥

Bazlama tost diye etiketlediğime bakmayın, kendileri lavaştan yapıldı :))

İnternette çok kolay bir tarif görmüştüm onu denedim. Sonuç başarılı ;)


Ara ara Oytun'un telefonuna ve bilgisayarına el koyuyorum. 
Yoksa hiç iletişim kuramaz hale geliyoruz çünkü...

Yine bir internetsiz yaşam denememizde çocuklukta kullandığı takma bıyıkları bulmuş. 

Bize de eğlenmek düştü :D

Mandalinalı kek ♥

Bir kaç defa daha deneyeyim, tarifi de paylaşırım sizinle. Biraz daha ustalaşmam ve bir şeyleri ekleyip azaltmam lazım ;)

Bir yarım işi daha tamamlamanın bahtiyarlığındayım  efenim ♥



Annem bizde ♥
O bir taraftan ben diğer taraftan feci halde hamur işlerine dalmış durumdayız.
Allah sonumuzu hayır etsin :))


Evdeki çalışma ortamımız :)
Oytun da ben de bu masayı kullanıyoruz.
Kahve molası hali bu da ;)


Elmalı turtayı güzel yaparım yapmasına...
Ama şu üst çubukları hiç tutturamam...
Dün de böyleydi, bugün de böyle :/
Bundan sonra çubuklarla savaşmamaya karar verdim, rendeleyip geçeceğim...
Ama yine de erenlerin sağı solu belli olmaz tabi ki ;)


İki güneş açtı diye çiçeklenmeye başladı bizimkiler...
Sonra kar geldi, büktüler boyunlarını...
Baharda ne yapacaklar bakalım


Derdin büyüklüğüne gel baccııımmmm :)))
Danteli kullanırken iyi, ütülürken mi kötü derler adama :))


Nadir anlardan birisi :))
Birkaç parça iş verip saldım sokağa...
Serseme dönmüştü geldiğinde :D


2020 ye 22 okunmamış kitapla girmişim...
2021 e ise 33 okunmamış kitapla giriyorum 🙈
Bu sene 26 kitap okuduğuma göre kitap alım hızım okuma hızıma denk değil sonucunu çıkartıyorum ki bu sonucu bebeler bile çıkartır 😂😂😂

Bol okumalı bir yıl olsun hepimize ve lütfen lütfen okuma hızım kitap alım hızımı aşsın artık 😜



O derste, ben işte...
Tatlı tatlı güldüğüne göre ders ya beden ya müzik hahahaa :))
Diğer türlü çatıyor kaşlarını, dinliyormuş gibi yapıyor :)))


Yılın ilk kahvesi annemleydi bu sene de...
Muhabbetimiz bol olsun dedik yine ;)