29 Haziran 2015

bilindik bir hikaye...


Bazı anlar vardır ki sevilen bir hissi canlandırır insanın yüreğinde....

Eski zamanlarda, internetin olmadığı hatta...
Sevdiğim hikayeleri, şiirleri, yazıları bir ajandaya not ederdim...
Kimin olduğunu bilmeden çoğunlukla....

Gazete küpürlerinden kestiklerimi de yapıştırırdım...

Sebepsiz açıp okumayı severdim çoğunlukla...
Bir de çilingir sofralarında sık sık çıkardı o defter...
O sofrada vardır çünkü bir yürek yangını olan...
Ama merhem, ama tuz olurdu kelimeler....

Akıllısından değil hiç yoktu o zamanlarda telefonlarımız...
Bolca kelimelerimiz, bolca sohbetimiz, bolca gülümsememiz vardı "an"a dair...

İşte böyle bir akşamda şimdi nerede olduğunu bilmediğim bir yürek anlatmıştı bu hikayeyi....
Hafızama kazımalıyım diye diye dinlemiştim...
Sonra da defterime not etmiştim, aklımda kalan şekliyle...
Deniz yıldızı hikayesini....

Bu hafta sonu yaşadığım "an"lar hafızama geri getirdi deniz yıldızı hikayesini...



Bir zamanlar, yazmaya başlamadan önce sürekli okyanus sahilinde yürüyüşe çıkan bir bilge adam varmış...

Yine böyle bir gün, kıyı boyunca ilerlerken yaşlı adamın gözüne kumsalda dans eden bir insan silüeti çarpmış... Adam meraklanmış ve dans eden kişiyi görmek için adımlarını hızlandırmış...



Yaklaştıkça bu kişinin genç bir adam olduğunu ve aslında dans etmediğini fark etmiş.
Sahildeki genç adam birkaç adım koşuyor, yerdenbirşey alıp okyanusa fırlatıyormuş...

Adam biraz daha yaklaşınca merakla sormuş genç adama;

- Günaydın, ne yapıyorsun böyle?

Genç adam durmuş, başını kaldırmış ve yanıt vermiş...

- Okyanusa deniz yıldızı atıyorum.

- Sanırım şöyle sormalıydım demiş adam.. Neden okyanusa deniz yıldızı atıyorsun?

- Güneş çoktan yükseldi ve deniz çekiliyor. Eğer onları suya atmazsam  ölecekler demiş genç adam...

- Ama delikanlı görmüyor musun ki kilometrelerce sahil var ve baştan aşağıya deniz yıldızlarıyla dolu. Hiçbir şey fark ettirmeyecek yaptığın şey...



Genç adam kibarca dinlemiş, eğilerek yerden bir deniz yıldızı daha almış ve dalgalanan okyanusa doğru fırlatmış.

- Bunun için fark etti....

Bu cevap adamı şaşırtmış, ne söyleyeceğini bilememiş. Geriye dönmüş, yazısının başına geçmek üzere kulübesine gitmiş. Gün boyu bir şeyler yazmaya çalışırken genç adamın görüntüsü önünden gitmemiş..
Aklından çıkarmaya çalışmış, bir türlü olmamış. Nihayet akşama doğru fark etmiş ki, o koca bilim adamı, o büyük şair, bu gencin davranışının özünü kavrayamamış. Çünkü bu gencin aslında yaptığının evrende bir gözlemci olmayı ve bir fark yaratmayı seçmek olduğunu anlamış.
Utanmış...
O gece sıkıntı içerisinde yatmış.
Sabah olduğunda birşey yapması gerektiğini düşünerek uyanmış.
Yataktan kalkmış, giyinmiş, sahile inmiş ve o genç adamı bulmuş..
Ve bütün sabahı onunla okyanusa deniz yıldızı atarak geçirmiş....



Lafın özü; fark yaratabileceğimiz güzel bir hafta olsun hepimiz için....






Kısa not:
Bu öykünün Loren Eiseley tarafından yazıldığı söylenmiş birkaç kaynakta ama tam olarak emin değilim bu bilginin doğruluğu konusunda. Yine de buraya not etmek istedim...






26 Haziran 2015

Blog yazmaya nasıl başladım ? / Mim


Caanımmmm maimmm Kadriye mimlemiş beni...
Demiş ki anlat bakalım Şebo bu işe nasıl giriştin sen :))
Mimsever biri olarak hemen yanıtlıyım dedim bende...

Ben blog yazmaya başladığımda bloglardan bihaber bir ana kişisiydim...
Kendime göre sosyaldim de ama realite sosyallikten bahsediyorum...
Bir facebook hesabım bile yoktu anacım :)))
Tek internet gerçeğim sonunda mynet ve yahoo olan mail adreslerimdi....

Şimdi düşününce bak komik geldi....

Kardeşimi Amerika'ya göndereli 3 sene olmuştu...
Oğlum 3,5 yaşındaydı...
Msn den görüştüğümüz kadarıyla birbirimize yaşadıklarımızı anlatıyorduk...
Yada telefonda bikaç lakırtı...
Bir gün ne oldu bilmiyorum ama, "abla beee ben bu çocuğun büyüdüğü anları kaçırıyorum" dedi...
Haklıydı...
Bizim anlattığımız kadarıyla ya da geldiğinde 3-5 sayılı günde gördükleriyle biliyordu çok sevdiği paşasını...
Fotoğraf göndermekle olmuyordu bu iş...

Bazı blogları okur takip edermiş kendince...
Bak dedi birkaç link mail attı bana...
Eski bloglardan Tanya, Tuğba ve Defnenin, şimdi ismini hatırlamadığım birkaç blog vardı içlerinde...
Uzun uzun okudum onları...
Sevdim yazdıklarını...
Şimdilerde sadece Tanya yazıyor aralarında...
Gitti birçoğu çeşitli sebeplerle yada sebepsiz....
Sen de yazabilirsin diye kardeşcağızım şevklendirdi beni...
Olurdu olmazdı derken ilk blog yazımı "oytunca" olarak yazdım :)

Çok amatörce (hoş hala öyleyim) oraya yazıp dökmeye başladım...
Kardeşim okusundu ilk amacımız...

O zamanlar aneymmmm o kadar çok kişiye söylemişimki ben blog yazmaya başladım diye, sanırsın dünyanın en önemli işini yapıyorum :)
Baktım bazı şeyleri rahat yazamıyorum...
Yavaştan, sessiz sedasız "Oytunla Hayat" a transfer ettim kendimi...
Ve başladı kendi kendime takılmacalarım...

Sonra sonra çok sevdiğim insanlar tanıdım burda...
Yazamadığım zamanlarda özlemeye başladım buraları...
Amaç oğlum ve kardeşimdi ilk önceleri...
Sonra sevgi yumağı oldum bu mecrayla :)

İşte benim blog hikayem böyle...
Bir kaç ay sonra dolu dolu 7 yıl bitecek...
Daha ne kadar yazarım bilmiyorum ama bana sanki ömrümün sonuna kadar yazarmışım gibi geliyor şu anda...
Şimdilerde nasıl oğlumu çekiştiriyorum burda, daha torunlarımı anlatacağım inşallah size :)))
Bu neyin kafası Şebo demeyin hiç bana...
Ben sevdim mi böyle seviyorum işte :))))
Pazara kadar değil anacım mezara kadar ahahahaaaa :))))

Şimdi gelelim kimleri mimlediğime;

Yaşam İzi Gamze , Mavi Anne, Seyhandan Hayata Dair Güzellikler, Saadet, Handan, Sertaç,  Mevlüde

Yapmak isterseniz bizde zevkle okuruz ;)



Sihirli bir hafta sonu diliyorum hepiciğinize :)
Ben oğluşumla barışacağım inşallah, maşallah bu hafta sonu :)))
Öperim hepinizi....

24 Haziran 2015

küsme eylemi nasıl bir eylemdir bilen var mı?





Tüm yaz boyu hafta sonu annesiyim malum...

Tüm hafta özleşip özleşip koklaşıyoruz diyemiycem :)
En azından ilk hafta sonu itibariyle böyle değil..

Benim isyankar, asi erken ergenusum en sivri dilli anındaydı bu hafta...

Bir memnuniyetsizlikler, bir şikayetler, bir surat asmalar.... Kilometrelerce uzağa kaçarsın suratını görünce durum bu kadar vahim...

Haaa bir de bu aksi ruh haline ben anne kişisi biraz da kitap oku, hep tablet-TV olmaz ki diyince yine dünyanın en kötü annesi ilan edildim....

Sabır taşı olsa çatlar yemin ederim... Dolayısıyla ben de çatladım :)) Sabır taşından biraz erken olabilir ama olsun bu kadar dayandığıma şükrediyorum :)





Aldım karşıma güzel bir nutuk çekiyim diye....
Yemezler ifadesi ile aneymmmmm dil bir karış kurbağa gibi bizim ergenus... Çençençennnn ötüyor....

Ne mi ötüyor ?

- Efendim hep benim istediklerim oluyormuşmuşmuş... Oda bir insanmışmışmış... Yetermiş artık....
- Bizim hiç bir dediğimiz şeyi yapmak zorunda değilmişmişmiş...
- Bundan sonra çöpleri de atmayacakmışmışmışşşş....

Burda anneanne devreye girdi bende yemek yapmıyım o zaman diye... Ama ona da cevabımız vardı :)

- O yemeklerin yerini biliyormuşmuşmuş.... Kendi alırmışmışmış... Bize ihtiyacı yokmuşmuşmuş kiii....
- O tatildeymişmişmiş... Seneye etüde de gitmeyecekmişmişmiş üstelik....

Anne kişisi olaraktan dinledim dinledim dinledim...
Sonra da ne halin varsa gör diyiverdim...
Haaa bir de üstüne annelikten istifa ediyorum da dedim :)))

Kendime hayret ederekten hatta... İçses avazı çıkana kadar bağırmak istiyorken hem de :)
Hadi kalayla, kalayla, kalayla diyordu üstelik bir de içses...
Uymadım şeytan iç sese :))

Bu arada benim tepkisizliğime şaşıran erken ergenus yalvarıyordu... Tamam affet beni diye....
Hiç oralı bile olmadım ki bu çok zevkliydi emin ol :)
Sonra da bu hafta düşüneceğim dedim sadece...

Şimdi durum ne mi?
Pazartesi sabah hiç hoşçakal demeden, onu uyandırmadan çekip geldim...
Telefonda annemle konuşuyorum,ona laf bile atmıyorum...
O uzaktan uzaktan laf atıyor telefona oralı olmuyorum...
O olmadığı zamanlarda annemden tüm havadisleri topluyorum tabi ki :)
Pişmanmı hakikaten diye de soruyorum tabi ki :)
Pişmanmış, hatta pişmaniyeye dönmüş bir rivayete göre :)

Neyse efenim küsüm tamam da acayip de mıncık mıncık sevme hallerindeyim içten içe...
Hani genç sevgililer kavga eder, kız kapris yapar ama içten içe sevgilisine içi kaynayan ruh hali besler ya işte aynı o haldeyim...
Hadi cuma gelsin artık :)
Bu küslükte bitsin...
Hiç anne kişisi küser mi demeyin :)
Erken ergenus annesi hafif huniliyse küser vallahi :)
Sonra da sevgi pıtırcığı modunda hafta sonunu iple çeker :))))

Hunili anne kişisi hepiciğinizi öper ve işine döner :))
Mucksssssss ♥




22 Haziran 2015

Galiba değil durum bu...


Anlatacak şeyler birikiyor farkındayım...
Ama benim canım izlediklerimi yazmak istiyor...
Hafızama kazıyorum galiba yazdıkça hislerimi...

İzlerken hissediyorum, yazarken kazıyorum hislerimi...
Galiba durum bu...
Ve bu durum benim hoşuma gidiyor...
Galiba değil kesin hoşuma gidiyor...
Durum bu...



YARIM KALAN ŞARKI (2012)

İzlemek için çok geç kaldığım bir film(miş).

Mükemmel bir senaryo değil belki, başından sonunu da tahmin edebilme olasılığı yüksek hatta ...
Ama içten, sıcak, hüzünlü, yer yerde komik ...
Umut dolu ...

Ama baştan uyarmalıyım; eğer kanser gibi illet bir hastalıktan kaybettiğiniz  yakınınız varsa oldukça acıtıcı olabilir ... O zaman çokça ağlayabilir, yüreğiniz ezik bitirebilirsiniz filmi ...



Bu şarkıyı hatırladınız mı tevellüdü eski ama hala ruhu genç olanlar :))
Hani şu rengarenk saçlı, Cyndi Lauper 'ı ...
Onun en sevdiğim şarkısıydı True Colors....
Bu filmde daha anlamlıydı sanki ...

Aksi huysuz ihtiyar Arthur (Terence Stamp) ile başetme yolları gülümseten cinsten Marion (Vanessa Redgrave)'un....
Bu huysuz ihtiyarın sevgi kabuğunu kırması ise bambaşka huzur verici...

SEVDİMMMM ben bu filmin bende uyandırdığı hissi...
Yumuşak, çıtır film severler de eminim sevecekler bu filmi ;)
İzleyiverin, enerji doluverin :)









,
LUCY (2014)

Şebo'nun yeniliklere açık olduğunu göstermek için izlediği bir filmdir bu :))
Şaka bir yana farklı türde filmlere de arada bir göz atıyorum...
Hep dram, çıtır çerez, oto biyografi ve Türk filmleriyle dönmüyor hayat Şebo dedim ve bilim kurgu filmler çok dikkatimi çekmese de bir arkadaşımın kesin tavsiyesi üzerine bu filmi izleyiverdim...

İlk önce ben neden bilimkurgu izlemiyorum diye kendimi sorguladım...
Hayalperest ruhum coşuyormuş ben bunu anladım...
Hayal/gerçek boyutundan uzaklaşıp manyakça dürtülere sahip olabiliyormuşum...
Yani tek tük izlenebilir ama süreklilik arz ederse Şebo kesin uçar :)
Kesin kanaatim bu doğrultuda...

Filme gelecek olursak, ki asıl beni cezbeden konu budur...
"Acaba beynimizin %100 ünü kullanırsak ne olur?"

Filmde her ne kadar sadece beynimizin % 10 unu kullandığımız söylense de bunun yanlış olduğu söylenmekte günümüzde... Şu anda ne kadar kullandığımızı bilmesem de %100 kullanabilirlik durumu gerçekte mümkün olur mu acaba bir gün meraktayım şahsen...

Yasadışı bir çetenin karnına yerleştirilen kimyasal maddenin bir darbe sonucu patlaması ve kana karışması sonucu  Lucy (Scarlett Johansson) 'ye değişimler yaşatmaya başlar. Bunu farkeden Lucy beyin kullanım oranını yükselmesinin sonuçlarını yaşamaya karar verir....
Profesör Norman (Morgan Freeman) ile bağlantı kurarak olan değişimleri aktarmaya karar verir....

Aklımı zorlayan bir film oldu benim... Her doz beyin kullanım oranının artmasıyla bu sefer ne olacak acaba diye tırnaklarımı yiyerek izledim....

Diyorum ya beni aşan durumlar bunlar :)
Ruh halim ve aklım bu gerginliği kaldırmıyor benim...
Ama sonuç olarak SEVDİMMMM ben bu filmi...
Morgan Freeman'ı zaten severim, bu filmde de sevdim... Scarlett Johansson bana göre aşk filmlerinin kadını olsa da bu filmde de fena durmamış ;)
Bilim kurgu filmlerini sevenler bu filmi severek izleyeceklerdir....





ÖTEKİ KADIN (2014)

Çıtır çerez bir film bu sefer..
Eğlenceli de....
Testosteron hormonu fazla salgılayan çapkın bir erkek karısını aldatırsa, öteki kadın kendini asıl kadın zannederken aslında figüran olduğunu ilginç bir şekilde öğrenirse, asıl kadın - öteki kadın arasında bir dayanışma başlarsa veeeeeee 3. bir öteki kadın da işin içine girerse....
Neler olur ?
Haaa gerçek hayatta katliam olur da film olunca cümbüş çıkmış ortaya...

Cameron Diaz yaşlanmış mı ne :)) Hoş ben yaşlanmışım o yaşlanmasın mı :)
Kate Upton'da bildiğin taş :)

Çok eğlenerek izledim ben bu filmi...
Öyle ahım şahım bir konu değil ama eğlenceli...
Boş vaktiniz de izleyiverin...
Sonuç olarak ne diyoruzzzz, SEVDİMMMM diyoruz....




ULAK (2007)

Çağan Irmak filmleri izlemeye devam...
4 tane kaldı tüm filmlerini bitirmek için...
Bu sene sonuna kadar bitecek inşallah...

Beni şaşırtan bir Çağan Irmak filmi... Şu ana kadar izlediklerimden farklı....
Tam bir masal....
Prensesin uykusu masalımsıydı mesela ama Ulak tam bir masal...
Eflatun masallarına benzettim en çok...

Kadro yine tanıdık, ama şahane...
Hümeyra bir kez daha hayran bıraktı beni kendine mesela...
Bu filmde her rolün kadını dedirtti mi dedirtti...
Çağan Irmak filmlerini bitirdikten sonra Hümeyra'nın tüm filmlerini izlemek gibi bir hedefe koyulabilirim mesela....

Çetin Tekindor masalcı Zekeriya rolüne nasıl da güzel oturmuş...
Bir masal ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi...
Ses tonu, vurgulaması beni benden aldı...

Çocukları da unutmamak lazım bu filmde...
Çocuk deyip geçmeyin, hepsi birbirinden şahane oyunculuk çıkartmış...
Ba-yıl-dım her birine ayrı ayrı...

"Dinleyen kişi sayısı kadar cevabı olan bir sorusu olan bu masalı....." sizde izlemeli ve kendi yanıtınızı vermelisiniz bence....

Farklı, masal anlatımıyla...
Görsel güzellikleriyle...
Çocukların gözleriyle, ağızlarıyla, burunlarıyla...
Yalanıyla, gerçeğiyle...
Ulağıyla...

ÇOKKKKK SEVDİMMMMMM ben bu filmi...

Ama kısa bir uyarı hemen... Çocuğunuzla evet izleyebilirsiniz ama kötü adam Yetkin Dikinciler pek küfürbaz bilginiz olsun... Ben dikkat dağıtırım, arada kaynatırım diyorsanız çocuğunuzla da bu masalı izleyebilirsiniz...


Mutlu haftalarrrrrrrr ♥





16 Haziran 2015

Ayyyyyyyyy :)


Hafta sonu anneliğine geçiş dönemim bu hafta itibariyle merasimlerle başlamıştır efem...
Öyle çok laylaylom sanmayın bu işi vallahi zor :))

Çocuksuz hayat, düzensiz hayat benim için...
Her yaz;  aman bunu yapıyım, şunu boyayayım, şurayı düzenleyeyim diye yaptığım planları gerçekleştirmemekle beraber ev çingene çadırına döner...
Oytun gelir benim düzenim yerine gelir...
Bunu kanıksadım artık, plan yapmaktan vazgeçtim :)
10 sene sonra erken bir ayıkma hali değil mi?

Neyse efendim konumuz bu değil....
Oytun'un son beğenilerinden bir demeti not etmem lazım buraya...
Blog Oytun'a açıldı ama son zamanlarda gördüğünüz üzere eserekli annenin ne ararsan var bloguna döndü malum...
Arada öze dönmek lazım :)

Bugünlerde bir şarkı söyleme, ezberleme, dinleme hevesinde bizim erken ergenus...
Kıyamam ezber konusunda anası kılıklı olarak hiç iyi değil...
Hatta benden de beter...
Ben en azından ezgisini tuttururdum sözlerini uydursam bile... Ama paşam söz konusunda özürlü olduğu gibi ezgi konusunda da beter...
Hatta bir ara videosunu çekiyim de ne demek istediğimi anlayın :)))
2 gün sonra kaldırılmak üzere tabi ki :)))

Çenem açıldı yine :)

Konunun özü olarak şimdi size bir sorum olacak...

Çıktınız yola... Keyifli bir seyahat.. Tatil modu... 1,5 saatlik bir yol....
Aynı şarkıyı dinleme potansiyeliniz nedir?
Kaç kere bir şarkıyı tekrar dinleyebilirsiniz...
Üç ? Beş ? Yedi? Onyedi ?
Hadi yaaaaa çok zor değil kaç kere söyleyiverin bana :)



Kısa bir matematiksel hesapla ortalama 23-25 kez.....
Ayyyyy.... ayyyyyy.... ayyyyyy....
Bir annenin "ayyyy" la imtihanı sonucunda ne halde olduğunu seçenekler arasında bulunuz.

a) Arabadan indiğinde annenin kafasından ateşler çıkmaktadır.

b) Kabuslarında bir grup adam anneyi kaynar kazana atıp etrafında "ayyyyy" diye şarkı söyleyerek afrikalı dansı yapmaktadır.

c) Anne hala şoku atlatamamıştır, durup durup ezgili bir şekilde "ayyy" çekmektedir...

d) "ayyyy" hepsi


Mutlu haftalarınız olsun efemmmmm ♥









12 Haziran 2015

Bugün karne günü...


Bugün karnelerimizi alıyoruz...
Tatil başlıyor bebelere :) Çalışan anneler için zor bir durum...
Ben bu konuda şanslılardanım, sağolsun annemle yazlıkta kalıyorlar bütün yaz...
Bende hafta sonu anneliği yapıyorum...
O doya doya tatil yapıyor ya, gerisi çok da mühim değil aslında...

İlk 4 yıllık eğitimden mezun olan oğluşun karnesini birlikte almak, sonra gidip bir fotoğrafçıya emanet bulduğum bir kep ve cüppeyle fotoğraflarını çektirmek gibi asli görevlerim var bugün benim...

Tabi ki beni bu koşturmaya mecbur bıraktıkları için okul yönetimine ve pek sevgili çok bilmiş veli arkadaşlarıma da saygılarımı gönderiyorum...
Gözünün feri kaçmış insandan korkacaksın arkadaş... Bu 2 kere 2 eşittir 4...
Hiçbir işe heyecanları olmaz hep bıtbıtbıtttt ederlerken seni de bıtbıtlarlar...

Neyse uzun mevzu bu konu...
Sakin kalmayı başarabildiğim bir zaman diliminde yazarım belki...

Hadi ben kaçar...
Filmlere göz atmak isterseniz severek izleyeceğiniz bikaç film önerisi yaptım size yine...

Tüm çocuklarımızı ve sizi kocaman öpüyorum....



TOPRAĞIN ÇOCUKLARI (2012)

Bu film ilk gösterime girdiği zaman gitmeyi çok istemiştim. Ama benim gişe filmlerinden başka film getirmeyen tek sinemalı memleketime gelmemişti ve gidememiştim... İzlerken dedim ki iyi ki gelmemiş :)

1940-1954 yıları arasında uygulanan bir eğitim metodu olan "Köy Enstitüleri" her zaman ilgimi çekmiş ve o zamanki eğitim koşullarında farklılığıyla içten içe bir hayranlığım söz konusu olmuştur. Bu sebepten dolayı bir köy enstitüsü hikayesi olduğunu bildiğim bu film ile ilgili beklentim fazlaydı....

Filmde evet  az çok köy enstitüsü modeli hatırlatılmış, o zamanki siyasi mücadeleleri üzerinden şöyle bir geçilmiş ama o ruhu ne yazık ki tam olarak verememiş... İçine üçlü bir aşk sıkıştırılınca film ortalamanın oldukça altında kalmış ne yazık ki....

Halbuki verdikleri mücadeleler, kapatılması sırasında oluşan siyasi etkenler üzerinde durulan belgesel nitelikte bir film yapsalardı on numara beş yıldız olurdu düşüncesindeyim...

Ancak herşeye rağmen boş bir vaktiniz olduğunda en azından "Köy Enstitüleri" ni hatırlamak ve o dönem şartlarında ne kadar güzel şeyler başardıklarını görmek için MUTLAKA İZLENMELİ diyorum...

Mutlaka izlenmeli ki nerden nerelere gelebilecekken ne halde olduğumuz hakkında bir farkındalığımız olsun...




BABIES (2010)

4 ülke; Namibia, Japonya, Moğolistan ve Amerika...
4 kadın ve 4 bebek...
Belgesel doğumdan başlıyor, bebekler 16 aylık olunca sonlanıyor...

Her annenin, anne adayının mutlaka izlemesi gereken bir film diye düşünüyorum. Seneler önce sevgili deli anne de görmüştüm, ve izlemeyi çok istemiştim... Biraz ihmalkarlık, biraz vakitsizlik bugünlere kısmetmiş...

4 farklı ortam, 4 farklı kültür...
Çocukların büyüdükleri ortama göre şekillendiklerini eş zamanlı olarak görüyoruz...
Birı yalınayak dağ bayır yürürken, diğeri ayağa kalkmaya üşeniyor yumuşak halısının üzerinde...
Biri annesi iş yaparken emmeye çabalarken diğeri özenli, sevgi dolu emziriliyor...
Biri masallar eşliğinde büyürken, diğeri ancak kendinden biraz yaşça büyüklerin kavgaları ve köpeklerin yalamalarıyla büyüyor...

Ben en çok moğolistanda büyüyen Bayar'ı sevdim... Nasıl şirin geldi anlatamam... Kıyamam bir ara yatağa bile bağladılar dışarı çıkmasın diye... O ise gayet halinden memnundu :)

Namibia'da doğan çocuk Ponijao'nun şaşırtıcı bir büyüme hikayesi vardı... O pislikte o çocuk hastalanmadı ya, hayrete düştüm... Hele bir mısır koçanı meselesi var ki dillere destan :)))) İzlediğinizde hak vereceksiniz bana... En çok da gülümseten Panijao oldu beni...

Çocukların mutlu olması için illaki hijyenik ortamlar, çeşit çeşit oyuncaklar gerekmiyor ki bu belgesel bunu çok güzel anlatıyor...

Şebo kişisi olarak ben bu filmi ÇOKKKKK SEVDİMMMM diyorum ve mutlaka ama mutlaka İZLEYİN diyorum :))





PK (2014)

Hint filmlerini sevmeyen ben Aamir Khan sayesinde sever oldum...
Bir kere çok eğlenceli, kıpır kıpır...
Çok güzel mesajlar veriyorlar....
Ve kızları çok güzel :)

Bu filmde ise Aamir Khan uzaydan gelen gezegenliyi oynuyor...
Uzay muzay bu nasıl konu Şebo demeyin bana... Bu uzaylı güzel uzaylı :)
Gelir gelmez uzay gemisinin kumandasını çaldırıyor ve geri dönmek için bu kumandayı ararken hep "Tanrı bilir" yanıtını alıyor... Macerada böyle başlıyor... PK Tanrı'yı arıyor...

Din istismarını sorgulayan, gayet yerinde ve güzel eleştirileri olan bir film...
Araya bir de gazeteci kızımız Jaggu (Anushka Sharma) 'nun aşkını sıkıştırıp filmin konusunu çeşitlendirseler de ana temadan uzaklaşmadan çok başarılı bir film çıkarmışlar...

Ben bu filmi Oytun'la çok keyif alarak izledim... Oda keyif aldı ancak her dinin Tanrı'sının neden farklı istekleri olması konusunda kafası karıştı biraz.... Filmin sonlarına doğru azıcık toparladı ama hala durup durup bu konuyla ilgili sorular soruyor...

Sorgulaması sevindirici tabi ki, ama ben yanıt vermekte zorlanabiliyorum :)

Din istismarı seviyesinin arttığı şu günlerde izlenecek doğru filmlerden biri diye düşünüyorum...

Sonuç olarak ben bu filmi ÇOKKKKK SEVDİM ve mutlaka İZLEYİNNNN diyorum....








10 Haziran 2015

Ben Küçükken....




Sevgili Deep mimlemiş sağolsun...
Çok da güzel bir konuda özellikle...
Anlat çocukluğunu demiş :))

40'larının ortasına gelen bir kadına çocukluğunu anlattırmak bir erkeğin askerlik anılarını anlatmasından beterdir :)))

O kadar çok özlediği vardır ki anlata anlata bitiremez... Bakalım özet geçebilecek mi geveze ruhum ;)

İki sülalenin de ilkiyim...
El bebek gül bebek durumları anlayacağınız...
Parmağımda oynatmışım bizimkileri...

Televizyonun ilk çıktığı dönemlere gelir çocukluğum... O zamanlardan kalma lakabım "akşam gölgesi"... Ne zaman TV karşısına geçip dizi izlemeye kalksalar bizimkiler geçer önüne oynarmışım :)) O zamanlar TV karşısına çekirdek aile modunda geçilmiyormuş tabi ki... Teyzeler, dayılar, arkadaşlar.... Veeee hop akşam gölgesi sahnede :))))

Kandırıp aldılar mı ekran önünden beni başlarmışım saç baş taramaya... Teyzemlerin kıyamam oldum olası iki tel olan seyrek saçlarını çok yolmuşluğum vardır :)))

Bide bir arabozucuymuşum ki sormayın gitsin :))) Anneannemi babaanneme şikayet edermişim, babaannemi anneanneme... Annemle babam kıyamam ortalığı yatıştırana kadar canları çıkarmış :)))

Birde annemi sürekli rahmetlik anneanneme gammazlarmışım :))
Kadıncağız hergün beni yıkarmış, kahvaltı ettirmeden anneanneme bırakmazmış işe giderken...
Ben obur anneanneme gelir gelmez karnım aç diye bağrınırmışım...
Tabi anneannem de anneme :))) Bir çocuğa bakıp karnını doyuramıyorsunuz diye ahahaaaaa :)))

Akşam annem beni aldığında anneannem sıkı sıkı tembih edermiş çocuğu erken yatırın uykusunu alsın diye... Eeeee bizimkilerde genç gezmek istiyorlar tabi ki... Evimiz aynı sokağın uzantısındaymış o zamanlar... Anneannem görmesin diye bizimkiler yolu uzatıp arkalardan dolanarak giderlermiş gezmeye... Ama Şebo durur mu, sabah hepsini teker teker hatta abartarak bir güzel dedikodu yaparmışım :))) Annemle babam kıyamam çok çekmiş bu yüzden benden...

Öyle yakantop, istop, ip atlamaca falan oynayamazdım ben küçükken....
Sokağa çıkmadığımdan değil, kıçımı kaldırıp oynamayı beceremediğimden :)))
İlk ben ebelenirdim, ilk ben yanardım her seferinde....
Sonra oyun bitsin de ben de giriyim yeniden diye kuzu kuzu beklerdim :))

Babamın görevi için gittiğimiz Malatya'da evimizin bahçesinde kocaman bir dut ağacı vardı... Bütün arkadaşlarım ağacın tepesine çıkar hapur hupur dutları götürür, bana da acıyıp bir kaç tane yere atarlarsa öyle dut yerdim :))) Çıkamazdım ki ağaca...

Hayatım boyunca hep kiloluydum ben....
İlkokul 5 e giderken önlüğümden  o kadar utanırdım ki, hep tenha sokaklardan gidip gelirdim okula, kimse beni önlükle görmesin diye :))) Benim ebatımdaki çocuklar ortaokula gidiyorlardı hep... Ben saklanmıyım da kim saklansın :)))

Taaaaaa ilkokul çağlarında rejim yapmaya başladım ben :)))
Sabah aç, öğlen aç, akşam aç.... Herkes uyudu Şebo buzdolabı başında :)))) Sanki anlamayacaklar yemek yediğimi ahahahaaa....
Tabi ki toramanlığa devam dolayısı ile...

Babama hep daha düşkündüm....
Bir keresinde hiç unutmuyorum tutturmuştum, annemi boşa bana Filiz Akın'ı anne al diye babama :)))
Ne üzmüşüm kadını :))

Tam beter böcek haller...

Mutlu bir çocuktum... Sevgi pıtırcığı... Sevgi manyağı hatta :)
Hey gidi günler beeeeee :))

Efendim şimdi kimleri mimliyim meselesine... Bir çok kişi yaptı galiba bu mimi...

Sezer'cim sanki sen yapmadın henüz.. O yüzden mimledim gitti seni :)

Kadriye sen de bu mimi çok mavi yaparsın be arkadaşım. Seni de mimledim...


Şimdi ben işe kaçar ;) Bu kadar gevezelik yeter...



9 Haziran 2015

madem yağmur var....


Dışarıda kapalı bir hava...
Çayırlara, dağlara hatta denizlere açılmak isterken ruhumuz, ne işin var otur oturduğun yerde diyor...
Bu havalarda ya kitap okumaya atıyorum kendimi, ya da film seyretmeye...
Eğer sizde benim gibiyseniz bikaç film önerisi yine size...



GERGEDAN MEVSİMİ (2012)

Bu film uzun süredir seyredilecek filmler listemde durmaktaydı...
Ön yargılarımdan ve okuduklarımın etkisinden kurtulmak için bir süre beklemem gerekiyordu...
Uzun bir bekleyiş oldu sanırım :)

Filmin yönetmeni Bahman Ghobadi'nin Kaplumbağalarda Uçar filminden başlamam lazımdı aslında İran sinemasını tanımak için ama bir türlü izleyemedim.... Hala bekliyor...

Gelelim filmimize...
Öyle çok uzun uzun anlatmaya gerek yok aslında...

Film Humeyni devrimi zamanında başlıyor... İranlı şair Sahel Farzan (Behrouz Vossoughi) 'ın 30 yıllık mahkumiyeti sonrasında kendisi gibi tutuklu olan eşi Mina (Monica Bellucci)' yı aramak için İstanbul'a gelmesiyle devam ediyor...

Konu bir şairin hayatı olunca şiirsel bir anlatım var tabi ki...
İç ses / dış ses...
Ters köşeler... Filmin en çok da bu tarafını sevdim zaten... Ters köşelerin içsel savaşlarını... İzleyenler ne dediğimi anlayacaklardır mutlaka ama izlemeyenlere saygısızlık yapmıyım anlatarak...

Farzan'ın gençliğini canlandıran Caner Cindoruk oldukça başarılı... Birde sapkın aşık Akbar rolünde Yılmaz Erdoğan... Özellikle bir ruj sahnesi var ki Erdoğan'ın ordaki oyunculuğuna hayran kaldım...

Mina'nın kızlarını canlandıran Beren Saat ve Belçim Bilgin 'in hayat kadını olduklarını gözümüze gözümüze sokmaya çalışırken oyunculukları da vasatın altında... Olmasalardı da olurdu cinsinden...

Filmde en çok kullanılan anlatım göz ifadesiydi galiba...
Ne kadar gözünün içine bakarsan bir insanın o kadar etkilenirsin ya... Gözleri çözmeye çalışırken girdim ben bu filmin içine...

Yine psikolojik bir film anlayacağınız....

Görsellerini çok sevdim birde filmin...

Psikolojik film sevenlerin mutlaka izlemesi gereken bir film diye de not düşüyüm hemen...

Sonuç olarak ben bu filmi SEVDİMMMMM...





MAVİ GÖZLÜ DEV (2007)

Nazım Hikmet 'in şiirlerini kim sevmez ki...
Hele de Yetkin Dikinciler'in sesinden dinlemek....

Geç kaldığım bir film...

Nazım'ın şiirleri kadar aşkları da ünlüdür malum...
Özellikle Piraye 'ye olan aşkı....

"İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkart sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına...
Hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nazım Hikmet'in kadını...."

Bursa hapishanesinde yattığı yılları anlatıyor bu film Nazım Hikmet'in... Piraye ve arkasından Münevver'e aşık olduğu yılları...

Şiir gibi bir film...

Sonuç olarak bu filmde SEVDİMMMMMM notuyla izlenen filmlerin arasında yer aldı...

Bu arada Nazım'ın aşklarını anlatan bir kitap biliyorsanız ismini yazar mısınız? Bu filmden sonra hepsini merak ettim... Okumak eminim zevkli olacak :)








UNUTURSAM FISILDA (2014)

İlk gösterime girdiği zaman izlemeyeni dövüyorlardı :)))
İşte ben o dövülmüş kısımdayım...
Çok istesemde gidemedim, sonrada sanki gitmemeliymişim gibi bir his uyandı bende... Nedenini inan bilmiyorum...
Dolayısıyla herkesin izlediğini düşünerek aklıma geleni esirgemiyorum bu film hakkında... Spoiler içerebilir DİKKAT !!!!!

Işıl Yücesoy ve Gözde Çığacı.... İlk önce onlardan bahsediyim... Evimizin büyük kızı Hanife'nin gençliği ve yaşlılığı... Ne kadar çok birbirlerine benziyorlarmış da ben farkına varmamışım hiç... (içses diyor ki çatlak farketmezsin tabi, başka bir yerde onların gençlik/yaşlılık kavramlarını izlemedin ki)

Işıl Yücesoy bu filmde oyunculuğuyla devleşen ve filmi kurtaran en büyük etken... Sağolsun hönküre hönküre ağlamama sebeptir...

Yine gençlik yaşlılık bağlantısından gidecek olursak Erhan'ın gençliğini oynayan şimdiki genç kızlarımızın ilahı Kerem Bursin hakikaten  yaşlandığında Köksal Engür gibi babacan bir ihtiyara dönüşürmü ki diye bir merak da oluşmadı değil hani :) Acaba kendisi bu konuda ne hissetmiştir merak ettim....

Hümeyra.... Oyunculuğuna aşık olduğum kadın... Bu filmde yine iyi bir iş çıkartmış tabi ama Işıl Yücesoy kadar değil... Birde sanki sesini daha çok duymak beklentimden dolayı da bana da öyle gelmiş olabilir tabi ki....

Mehmet Günsür yani Tarık için söyleyecek bi lafım yok... Bir adam her role bu kadar mı yakışır... Bu cümleden beğenimi anlamışsınızdır herhalde... Bu filmde sanki daha sönük gibiydi... Ölümü bile sanki sessiz sakindi... Beklentim dışındaydı bu sessizliği...

70'li yıllarda doğmuş biri olarak eski fotoğraflarımızdaki o eşyaları, kıyafetleri görmek hoşuma gitti... Kıpır kıpır halleriyle Ayperi / Hatice (Farah Zeynep Abdullah) enerjisini çok da güzel yansıttı bana göre....

Ve gelelim en son olarak kardeşlik mevzuuna... İki zıt kızkardeşin yaşamını anlatarak başlayan bu filmimiz kardeşlik konusunda tüm sıcak duygularımızı perçinleyen bir film olmuş...

Babam ve oğlum kadar derin izler bırakmasa da bende bu filmi de her zamanki ağlak duygularımla ÇOKKKK SEVDİMMMM... Keyifli keyifli çıtır bir tatda rahatlıkla izleyebilirsiniz...




PRENSESİN UYKUSU (2010)

Bu sene Çağan Irmak'ın tüm filmlerini izleyip bitireceğim demiştim...
Yavaş yavaş gerilere doğru gidiyorum. Bu filmde onlardan biri...

Masalsı, animasyonlarla desteklenmiş bir film...

Sürekli gülümseyen Aziz (Çağlar Çorumlu) yeni nesil kahramanımız... Dostluk, iyilik ve sevgiyi temsil etmiş... Küçük prensesimiz Gizem (Şevval Başpınar) 'le çok güzel bir dostluk kuruyor yeni nesil apartman sarayımızda :)

Genco Erkal eski rejisör rolüyle karşımıza gayet komik üslubu ile çıkmış. Sevinç Erbulak ise annemiz Seçil; korkuları olan, güvenemeyen, hayat savaşında bir kadın...

Şu ana kadar izlediğim Çağan Irmak filmlerinden farklı bir kadro ve alışık olmadığım kadar ağlamalı değil... Çağan Irmak = Hönkürmek denklemi kurduğumdan dolayı şaşırtıcı oldu benim için... Evet birkaç sahne hafif burnunuzun sızlayarak gözlerin hafif buğulanmasını sağlıyor ama sadece o kadar..
En azından benim için öyle oldu...

Müziklerini de sevdim... Tam da masalsı anlatıma uygun...

Bu filmle ilgili ne sevdim diyebilirim nede yok sevmedim... Sanki benim için eksik birşeyler vardı ama ne olduğunu tam olarak belirleyemedim... Sırf ağlamadığım için eksik hissine kapılmış olamam değil mi? Olamam, olamam yani, bence, bilmiyorum :)

Bu filmi de EHHHHHHHHH bölümüne kaydediverdik o zaman... İzleyip izlememe kararını size bırakarak....

Hoşça ve dostça kalın efem...




5 Haziran 2015

Mayıs ayı seçmeceleri bunlar....



Çok tutarsız bir kadınım kabul ediyorum.
Bazen peşpeşe yazılar girip, bazen de suspus kesilebiliyorum...
Son zamanlardaki en ciddi kararlarımdan biri blogumu başıboş bırakmamak...
İnsan sevdiği şeyleri yapmalı, uzak durmamalı...


Eeee gelsin o zaman aylık rutin instagram seçmeceleri yazımız ;)

Musmutlu hafta sonları şimdiden....

Bu arada Pazar günü oy vermeyi unutmuyoruz değil mi ?




Kömür ateşinde kahve isteyen el kadırsın...
Kahve keyfi, kömürde hem de...
Sefamız olsun....
Açık hava bol gıda :)





İyi geceler der kötü kedi Şerafettin size...
Mutlu musmutlu ve de sıcak bir hafta sonu bekliyor olsun inşallah maşallah...
İyi geceler...
Kocaman kocaman kalpler hatta...
En güzel rüyalar...



Analı oğullu aynı kuaföre saç kestirdiğimiz külliyen doğrudur :))) 
Uzun saçı üzgünüm ama erkek berberleri kesemiyor... 
Hüseyin iyi ki varsın diyoruz her seferinde...
16 yıllık kuaförüm neşeyle vedalaştık şimdi yaşasın Hüseyin :)


Balık ben seni yemeyecektim, ama üzgünüm çok güzel koktun...
İvrindi / Değirmen Alabalık
Allahım sen Şebo kulunun gözünü doyur...
Son yudumu yemeyeydim iyiydi :)




An itibariyle deniz sezonu açılmıştır efeeeemmm ...
Karpuz kabuğu denize düştü :)
Yuppiiiii...


Tüm arkadaşlarımın anneler gününü kutluyorum...
Bugün yeni makinamla kavuşmamızın şerefine gezmelere çıktım...
Kendisine de bir isim düşünmekteyim ayrıca...
Bu anneler günüm şahane dolayısıyla...
Hayaldi gerçek oldu...
Anne olmanın ganimetleri bunlar :)

Bu arada hemen dip not geçeyim... Sibobekimin önerisiyle adını kıvırcık koyduk makinamın :))
İsim annesi sibobektir :))




Size söylemedim değil mi ?

BEN TEYZEEEEE OLUYORUUUUMMM :)))
Böylelikle 7 cihana da duyurmuş oldum :))))

Bir oğlak daha geliyor, Oytunum abi oluyor :)
Kardeşim bu duyurudan sonra beni vuracak...
Ama umurumda değil :)
Artık ben 1,5 anneyim...
Teyze anne yarısıdır ;)



O mavi gözlü bir devdi

Minnacık bir kadın sevdi...
Kadının hayali minnacık bi evdi
Bahçesinde ebruli hanımeli açan bir ev...

Nazım Hikmet

Film zamanı...
Ruhum zenginleşsin azıcık da...
Analı kızlı pazar keyfi...