27 Ağustos 2018

Bu hafta #34



Bugün işimin başında olmam gerekiyordu ama ben 2 günlük bir uzatma yaptım. Evet planlar dahilinde değildi ama plansız yaşamak bazen çok iyi geliyor. Söz konusu tatilse tabi ki 🤪🤪

Neyse efenim bayramda yedik içtik gezdik ama telefondan yazamıyorum uzun uzun ....  Önümüzdeki   günlerde kardeşim ve minik kuşum da gidecek. O yüzden bu hafta benim yazmam çok zor... Haftaya artık 😉

Kendinize iyi bakın ❤️
Görüşürüz 👋

20 Ağustos 2018

İyi Bayramlar & Bu hafta #33


Hayaller

Şu anda muhtemelen bu yazı yayınlandığında ben bir elimde kahve bir elimde kitap yazlığın balkonunda ayağımı uzatmış keyif yapıyor olacağım... İnandınız mı :)))

Tabi ki şaka yapıyorum. Muhtemelen sabah erkenden kahvaltımı yapmış ve bir taraflarıma motor takarak temizlik yapıyorumdur şu an... Ve bu yazıyı Cumartesi Cumartesi çalışırken yazıyorum, bittiğinde programlayacağım Pazartesi yayımlanması için.... Gözünü sevdiğimin icatları işte :)))

Hayatlar

Yoğun bir bayram trafiği beni bekliyor... Gelenler, gidenler bir taraftan haftaya kardeşim gidecek haftaya... Ufaklığımıza kendisi gibi minnak bir erken doğum günü partisi planlar dahilinde...

Tabi tüm bunlara hazırlık yapmam gerekiyordu bu hafta ama ben ne yaptım ergenler gibi elime telefonumu alıp tüm gece şeker patlattım... Oytun'a diyorum ama benim de bazen ondan farkım yok... Sınırsız can hakkı her zaman gelmiyor ama ne yapayım 😂😂😂

Oytun okul temposuna iyice alıştı... Evde test falan çözüyor... Gözlerimi yaşartıyor benim...
Bu ne kadar daha sürer bilmiyorum ama ahanda şuraya yazıyorum Eylül sonu cıvıtır kesin...


Bu hafta film yok, kitap yok... Yerine şeker var işte neyime yetmiyor değil mi :P

Haftaya görüşürüz o zaman... İnşallah dolu dolu, keyifli bir bayram geçiririz hepimiz...


Büyüklerimin ellerinden öptüm, küçüklerime de kocaman sarıldım...
Mutlulukla geçsin bayramınız ♥

17 Ağustos 2018

YALANLAR BÜYÜCÜSÜ - L.T.F.M. #7





THE WIZARD OF LIES / YALANLAR BÜYÜCÜSÜ (2017)

Evet bir Robert De Niro filmiyle Limonata Tadında Film Maratonunu taçlandırıyoruz. Filme başlarken konusu ile ilgili hiçbir fikrim yoktu... Karşıma gerçek bir yaşam öyküsü çıktı... Hem de öyle böyle değil :)

Zamanın en büyük dolandırıcılarından Bernie Madoff (Robert De Niro) 'un hayat hikayesinin sadece tutuklandığı dönemden sonraki dönemini anlatıyor. Ailesinin nasıl etkilendiğini, sebeplerini sonuçlarını gayet net bir şekilde aktarmış... Karısı Ruth 'u da Michelle Pfeiffer oynamış ve aslında gayet de güzel bir cast çalışması olmuş bence...


Bu fotoğraf  da düşündüklerimi doğrular nitelikte... Olmuş değil mi  sizce de 😉

Yazımın bundan sonraki bölümünde  ufak SPOILER kırıntıları bulabilirsiniz.... Gerçek yaşam hikayesinden birebir uyarlama olması sebebi ile çok da kasmama gerek yok sanırım... Ama yine de aramızda bu durumdan hoşlanmayanlar var, baştan yazmak istedim...

Adam eski bir yatırımcı, borsacı ve hatta bu işin en güvenilirlerinden... Devasa bir şirket söz konusu... İki oğlu var ama çok bulaştırmamış bu şirket işlerine onları... Şirkette çalışmalarına rağmen olanlardan bir haberler.... Nasıl olur demeyin... Babaları bir deha olunca oluyor işte 😂😂

Bu saadet zinciri olayı 1-2 senelik bir süreçte değil aslında yanılmıyorsam 10 yılı aşkın bir zamandır devam ediyor... Kendisi ve kara kutusu bir adamı haricinde kimse hissetmemiş bu işi, bırak hissetmeyi şüphelenmemişler bile.... Adam açıklamasa öğrenecekleri de yok zaten... Evet yanlış duymadınız adam kendisi açıklıyor ailesine... Hepsi şok tabi ki... Adam o gece de yine bir ihbarla tutuklanıyor... İhbar eden kim bilin bakalım... Tabi ki söylemeyeceğim bunu :))) Spoiler kırıntısı dedik, dibine vuracağız demedik di mi ;)

Madoff tutuklanıyor, saadet zinciri çöküyor, aile darmadağın oluyor... Yaşanan onca şeye karşın Madoff'un sakinliği baş döndürücü şekilde asabımı bozuyor... Ruth çocuklarıyla eşi arasında kalıyor... Ve en çok da o kadına üzüldüm ben işin açıkçası... Sinir krizi sürecinden geçtikten sonra elinden geldiğince eşine destek de olmaya çalışıyor aslında... Ama onun da bir sınırı var tabiki.... Onu da filmi izleyince anlayacaksınız...

Bir ara Ruth kendini sorguluyor hatta... Belki de hayatında ilk defa kendine ihtiyacı var ama hiç kendi benliğini ve kimliğini ortaya koymamış ki... Eş olmuş, anne olmuş, belki başka şeyler de olmuş ama hep kendi hayatını yok saymış... Ve bir gün sahip oldukları elinden kayıp gidiyor... Yok olanlarla birlikte kendini de kaybediyor aslında... Bu kısım filmin sevdiğim yerlerindendi... Güzel bir sahneydi..

Çocuklar belli bir zaman geçtikten sonra aradaki bağı kaybediyorlar... Belki de birbirlerine ağır geliyorlar... İkinci üzüldüğüm konu da buydu işte... Ama bizdeki aile bağı anlayışları ile onların yaşam şekilleri çok farklı tabi ki... Keşke birbirlerinin yarlarını sarmaya çalışsalardı...

Filmi izlerken elimde olmadan bizde gelişen olaylar geldi aklıma.... Madoff'un yapmış olduğu iş ortaya çıkınca Amerika'da yer yerinden oynamış... Hatta adam suçunu direkt kabul ederek yargılanmamak bile istemiş... Fakat bu suçu işlediysen halka açık olarak yargılanacaksın demişler ve adamı en ağır cezaya çarptırmışlar... Bir de kalkmış bunun filmini çekmişler.... Biz de sosyal medya köşelerinde yapılan haksızlıkları, hilekarları konuşmaya çalıştıkça suçlanalım... Bırak yargılamayı biz suçlayamıyoruz bile... Neyse efenim bu konuya çok girmeyeyim ben ama insan düşünmeden de edemiyor işte...

Ülke trajedisinin sonuçlarından çok aile trajedisini işleyen bu film evet bir sinema harikası değil belki... Hatta bazı yerlerde sıkıldım da açıkçası ama yine de seyredilmeye değer bir film olduğunu düşünüyorum... Adalet sisteminin ne olduğunu hatırlamak için en azından....

Sonuç olarak benim için EEEEEEHHHHHHHHHH İİİŞŞŞTTEEEEEE kategorisinde olsa da izlemenizi tavsiye ediyorum efenim....

Mutlu hafta sonları diliyorum herkese... Hatta bayram tatiline hafta sonunu da ekleyenlere de şimdiden iyi bayramlar... Yolllarda aman dikkatli olun ♥




16 Ağustos 2018

93' YAZI / L.T.F.M. #6





SUMMER 1993 / 93 YAZI (2017)

Kayıplarımızla başa çıkma yöntemlerimiz farklıdır... Kimimiz içine kapanır, kimimiz deliliğe vurur, kimimiz anılarında dolaşır, kimimiz sessizce ağlar günlerce, kimimiz ağıtlar yakar... Bir sürü farklı duygu içinde harmanlanırız... Bu film işte böyle bir hikaye... Ancak 6 yaşındaki bir çocuğun gözüyle bu sefer... Sessiz ama sarsıcı bir hikaye...

Yönetmen Carla Simon kendi hayatının o yazını Frida (Laia Artigas) üzerinden anlatmış... Babasıyla annesini AIDS'ten kaybettiğinde dayısıyla yengesinin yanına yerleştiriliyor. Bir nevi evlat ediniliyor.... Dayı ve yenge inanılmaz güzel bir şekilde sarmalıyorlar Frida'yı... Evin küçük kızı 4-5 yaşlarındaki Anna (Paula Robles) 'da böylelikle bir abla kazanıyor. O 93 yazı hepsi için yeni bir uyum süreci... En fazla Frida için... Bir yanda anneye ve babaya duyulan özlem... Bir yandan yeni evine yeni ailesine alışma süreci...

Oldukça duygusal bir hikaye... Fazla acitasyona kaçılmadan sade bir dille anlatılmış... Ama bazı sahnelerde yerime çaktı beni...

Evleri kırsalda bir kasabada... Bildiğin köy hayatı... Bu sebeple film  inanılmaz güzel görseller barındırıyor...

Frida kendini sarmalayan yengeye yapmadığını bırakmıyor aslında. Bundan Anna'da haylice payını alıyor. Ama kızamıyorum Frida'ya... Onun her yapmış olduğu sinsi hareketinde ya da kıskançlığında  daha fazla sarmalanıyor aslında yengesi tarafından. Kadın tam bir sabır örneği... Bir ara o da isyan ediyor ama ona da kızamıyorum... Onun da haklı yanları o kadar fazlaki...

Küçük Anna'ya bayıldım resmen. O kadar tatlı ve o kadar masumdu ki... Sarıp sarmalayasım geldi. Aslında iki çocuk oyuncu da harikaydı. Çok güzel bir iş çıkartmışlar.

Beni en çok sarsan Frida'nın annesine Meryem Ana ikonu aracılığıyla hediyeler göndermesiydi... İlk başta algılayamadım, sonra sonra içimi içimi ezdi o sahneler...

Kesinlikle çok iyi kotarılmış bir film...

Ölümün kabullenilişini bir çocuk gözüyle izlemek isterseniz kesinlikle bu film doğru bir seçenek... Ahhh güzel Fridacım ♥

Bu film hakkında ne yazsam az gelir aslında... Çok yavaş ilerleyen ama hayatın akışında hiç abartmadan olduğu gibi anlatılmış bir hikaye olduğu için hiç sıkılmadan izledim. Bazen gülümsetti, bazen hüzünlendirdi, bazen sinirlendirdi, bazen de içimi ezdi.. Karakterler tam yerindeydi, olması gerektiği gibi...

Sonuç olarak ben bu filmi OLLLDUKKÇAAAA SEEEEVVVDDDİİİMMMM... Fırsatınız olduğunda kesinlikle izlemenizi tavsiye ederim. İnanın pişman olmazsınız. Sakin kafayla izleyin ama... Frida'nın hikayesini sizde seveceksiniz.


14 Ağustos 2018

Bu hafta #32


Selam ♥

Ben ne kadar istikrarsız bir kadınım :))) Pazartesi yazılacak bu yazıyı Salı gününe kaydırıyorum son zamanlarda. Tabi yazarsam ... Neyse az kaldı, bayramın bitişiyle biraz daha düzene gireriz...Umarım yani ;)

Oytun'un okulda ilk haftası bitti. Beni de bitirir sanıyordum ki şükür sakin ve atarsız geçirdik... Serbest kıyafetle gidince okula gidiyor gibi olmuyormuş hahahahaaa :) Açıklama bu :))

Hafta sonu yine yazlık kaçamağı yaptık... Deniz eski soğukluğuna kavuşmuş titreyerek girdik, titreyerek çıktık... Bir ara dişlerimin birbirine vurmasından yüzemedim... Akçay denizi demişler buna....  Sıcak olmasına şaşırmıştık zaten...

Annemin evini depo gibi kullanmaya başladım ben sanırım. Hafta sonu gidince önüme bir kutu eski kaset koydu, ne yapacaksan yap bunları diye... Yine atamadım tabi ki :)) Sevdim sevdim koydum kutusuna. Annemden veto yediğim için kendi evime getirdim ama :))

Neler neler çıktı içinden, Burhan Çaçan'dan tut da Mehter Marşlarına kadar 😂😂😂 Onları neden saklamışım hiç anlamadım...

Fakat bir kaset vardı ki beni benden aldı...



Asım Can Gündüz kasetinin içi çok eğlenceliydi. Kasetini nasıl dinlenmesi gerektiğini bir güzel maddelemiş :)))  Ne kadar renkli karakterler barındırıyoruz içimizde... Ruhu şad olsun ♥


Bak hatta bugün bir de şarkı hediye edeyim ben size :))

"Hepimizin unutamadığı o eski şeytan sevgili için" Gönlümdeki Acın Silinmedi geliyor efenim 😉


Şimdi ben bu eski kasetleri doldurup getirdim getirmesine eve de bir yerlerden kasetçalar buluyum en iyisi... Doldurma kasteler var içlerinde, bir eleyeyim. Hatta kardeşim birine kendi sesim yazmış. Onu kesin dinlemem lazım 😂😂😂 Ne kaydettiyse artık :))

İşte bizde böyleydi bu hafta da...
Öpüldünüz kocamanından ♥

10 Ağustos 2018

THE MIDWIFE - L.T.F.M. #6




THE MIDWIFE / İKİ KADIN (2017)

Limonata Tadında Film Maratonuna film seçerken birden bu afişi gördüm. Ve bunu izlemeliyim dedim. Sebebini benim tevellütümde olanlar mutlaka anlamıştır; Catherine Deneuve tabi ki...

Seneler oldu bu kadını görmüyordum. Bizim zamanımızın ateş parçası hatunlarından. Hatta ben orta yaş sonlarına denk geldim sanıyorum.  Fakat yaşlanmayan hatunlardan olduğu kesin. Fransız genlerine sahip olmak isterdim sanırım sırf bu sebepten 😉

Şimdi baktım da 1943 doğumluymuş yani 75 yaşında.... Biraz kilo almış ama alım, çalım gayet yerinde. Estetik olmuş mudur çok emin değilim ama boyun yapısı hâlâ o kadar düzgün ki sanki estetik yokmuş hissiyatına soktu beni. Uleyn Şebo ne diyorsun sen demeyin filmin birçok yerinde yakın çekim durdurdum ve inceledim anacım 😂😂😂

Bu kadar gıybet yeter biz filme dönelim ;)

Claire (Catherine Frot) bir klinikte ebe olarak çalışmaktadır. Sakin, sade hatta rutin bir yaşamı vardır. Tıpta okuyan oğluyla birlikte yaşıyor sözde ama kadının genelde yalnız bir yaşamı olduğunu söyleyebilirim. Hayatındaki tek farklılığı hobi bahçesi var ve orayla ilgileniyor.
Bir gün telefonuna mesaj düşüyor, Beatrice adında bir kadın ısrarla onunla görüşmek istrediğini söylüyor. Beatrice de kim anlamışsınızdır; bizim şu yıllanmış şarabımız Catherine Deneuve...

Claire arayıp aramamakta tereddüt etse de bir gün arayıp randevulaşıyorlar. Beatrice 'in babasının eski sevgilisi hatta yuva yıkan cinsinden olanı olduğunu anlıyoruz. Çekişmeler, çatışmalar, gitmeler, gelmeler derken iki kadın arasında yeniden oluşan dostluğu izliyoruz işte biz bu filmde...
Filmin sonlarına doğru duygusallık seviyesi doz doz arttırılıyor hatta...

Karakter olarak Beatrice çok evlere şenlik bir karakterdi. Çok eğlendim bazı sahnelerinde. Kadın bildiğin kumarbaz ve hayatı bir sürü sevgiliyle doluymuş zamanında. Onların sefasını sürmüş hep. Hatuna elini veriyorsun kolunu kaptırıyorsun :)))

Catherine Frot'un da oyunculuğunu çok sevdim. Sıradan bir kadını çok iyi yansıtmış. Hele bir ruj sürme sahnesi var ki allah kadın seni ne yapsın dedim hahahaaa :)) İzlerseniz ne demek istediğimi anlayacaksınızdır.

Orta yaş kıtır ergenleri için daha sempatik bir konu diyebilirim film için...

Yalnız şu Claire 'in hobi bahçesine ben bayıldım. Bahçesinin içinde ufak bir kulübe de var ve tam da Sen Nehri kıyısında. Yeme de yanında yat değil mi...

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEEEVVVVVVDİİİİİİMMMMM efenim. Durağan ilerleyen bir film olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Bu tarz filmleri sevmeyenler de var çünkü. Ama benim için dediğim gibi Catherine Deneuve detayı bu seyirin bonusuydu ve keyifli olma sebebiydı...

Çokça öpüldünüz... Dileklerinizde benim için bir hobi bahçesi dileyin ara ara  olur mu ♥ Sen Nehri kenarında olursa şahane olur 😂😂

9 Ağustos 2018

CENTER OF MY WORLD - L.T.M.F. #5





CENTER OF MY WORLD / DÜNYAMIN MERKEZİ (2016)

Afişe aldanmayın, o kadar itici bir film değil... İlk başta bunu söylemek istedim :))
Bloga yüklemek için diğer daha sempatik olan afişi yüksek çözünürlükte bulamadım ben de bu ikincil afişi ekledim... Hemen irite olmayın yani :)))

Filmimiz Phil (Louis Hofmann) in aile hayatı, ilişkileri ve arayışları çerçevesinde ilerliyor.
Anne Glass (Sabine Timoteo) biraz hippi, biraz çılgın yaşantısı ve ikiz çocukları Phil ve Dianne ile ufak bir kasabaya yerleşir. Çocuklar babalarını bilmeden büyürken Glass'ın bir çok erkek arkadaşı ile aile yaşamı kurmaya çalışırlar.

Phil tatilde gittiği bir yaz kampından dönüşünde kız kardeşi ve annesi arasında bir gerginliğin içine düşer. Bu arada kendi cinsel kimliğini de belirlemeye başlamıştır. Okul dönüşünde sınıflarına yeni gelen Nicholas ile hayatında bazı taşlar da yerine oturmaya başlar Phil 'in...

Zaman zaman çocukluklarına dönüp sebep-sonuç ilişkisi yaratan film ara ara tekrara düşse de belli bir seviyeden sonra kendini toparladı. Özellikle ikinci yarısının daha keyifli olduğunu söyleyebilirim.

Film yemyeşil bir kasabada geçtiği için görselleri renk katmıştı filme.

Afişinden de anlayacağınız üzere tek başınıza izlemekte fayda var bu filmi, öyle çoluk çocuk izlenebilecek bir film değil.

Filmde neleri en çok sevdin derseniz;

Phil'in kız arkadaşı ile ilişkisini çok sevdim, çok eğlencelilerdi.....
Ailenin ve çevresinin marjinal ilişkilerini izlemek keyifliydi. Özellikle yakın dostları olan lezbiyen çiftin Phil 'in hayata duruşunu yönlendirişleri etkileyiciydi....
Aile ilişkilerinde arada saçmalasalar da birbirlerine bağlarını hissetmek güzeldi...

Sonuç olarak ben bu film için AZZZZZ SEVDİİİİMMMMM diyebilirim... Çok şey beklemeden, genç bir delikanlının yol ayrımlarını izlemek isterseniz sıkılmadan izleyeceğinizi düşünüyorum...

Keyifli günleriniz olsun efenim :)





8 Ağustos 2018

Temmuz instaları ☺


Temmuza genel bir bakış atmanın zamanı geldi de geçiyor bile....
O zaman işte dans 🎉🎉💃



Taş baskı, taş baskı derim ama yapıldığı aleti hiç görmemiştim. 
Bu çiçek şeklinde olan döküm, eskiden kumaşa taş baskı yaptıkları aletmiş işte 😍😍 

Bugünkü görsel bilgimizde Çamlıbel Köyü Antika Pazarından ✌️ 

Ruhum eskici benim
Hiçbir şey almasam bile eskiler arasında gezmeyi seviyorum
Her Pazar Çamlıbel Köyüne antika pazarı açılıyormuş
Demedi demeyin

Dumanı üstünde sıcak ot ... 
Bu taraflara yolunuz düşerse sakın yememezlik etmeyin. 
Aman haaaa 😉

Asos
Bu sefer dağ koruğu yiyemedik
Mevsimi geçmiş
Ama bu ot var ya bu ot
Tam yemelik
Üzerinde azıcık yoğurt
Bol tereyağında kavrulmuş 
Enfesti 
Analı kızlı kardeşli haller bunlar





Denize geldiysek yağmur çamur dinlemeyiz biz ✌️✌️ 

Yağmurda deniz Asos'ta masal gibi
Sanki gazozun içinde yüzermiş gibi
Şebo bunu çok sevdi
Yağmur suyu denizden daha soğuktu yalnız
Oytun bir gün milleti bombalamadan atlayacak inşallah


Evdeki minik şapşiğe, şapşik bir kahvaltı kim hazırlar ? 
Tabi ki şapşik teyze 😉😉

Şebo tatilde
Bu kahvaltıları ben çok ararım haftaya
Bol sarılmacalı günler
Tarihe not
Bugün ilk defa benim kucağımda uyumak istedi
Anneye postayı koyduk
Yaşasın


Yaşları eşitlemede ısrarcı bir oğlum var benim :)))


Tak kapıyı, önüne de sandalyeleri koy, misss missss ✌️✌️ 
Ama bu eve deniz manzarası lazım... 
Net... .

Antika pazarında hayaller/ hayatlar yapmak şahane oluyor, tavsiye ederim 😉

Ayvalık Antika Pazarı

Bu hafta çok kalabalık değildi ama keyifliydi yine de 
Günün hasılatı minik bir cam ördek
Seviyorum ne yapayım


Günlerden yeşilmiş bugün 💚


Yeşilgiller ofiste buluşursa

Şahaneyiz
Enerji maksimum
Hoş şu anda elbisem bir anda laciverte döndü
Sebepsiz hediye almak şahane


Günlerden pazarsa...


Teyze çocuklaşırsa

Önce Oytunla sonra Ardenle
Saç çıkıyor diye çığlıklar attık
Mavi saçlı çocuk seni sevdik biz



Sabah şekerlerimle günaydınlar 👋👋👋

Sevdiceklerim

Sabah sabah enerjilerine hastayım
Hem didişirler hem sevişirler


Savaş boyalarıyla bizim çocuklar ♥


Mutlu günlerimiz olsun hep birlikte 


6 Ağustos 2018

Bu hafta #31




Selam millet ✋

Bizde hafta sonu anneliği bitip, Oytun'un gelmesiyle rutin günler başladı.  Oytun zorlu bir sene için bugün okulda start verdi... Sabah oflamaca poflamacayla çok sevimsizdi kendileri ama haklı çocuk ne diyeyim şimdi... Bayram tatilini saymazsak 1 ay önce okula başlamak oldukça depresif yaptı onu. Sisteme bindirip allayıp pullamayacağım hiç. Sabır diyorum sadece...

Bu hafta tapuda bazı işlerim vardı, foto istediler. Tam da işlemler bitecek derken üstelik. Allahtan hemen arka tarafta bir fotoğrafçı varmış, koştura koştura gittim. Dedim hemen bir vesikalık en acilinden. Neyse odaya geçtim hemen, oturacağım tam. Ya da ben öyle planlıyorum diyeyim. Tabure tekerlekliymiş ve ben oturma eylemine geçtiğim sırada kendisi kaydı gitti altımdan. 2.80 yere serildim tabi. Allahım bir taraftan canım yanıyor, bir taraftan karşımdaki hatun anlamsızca bana bakıyor. Muhtemelen kalkacağım sanıyor ama ben öyle düştüğüm zamanlarda hemen kalkamam ki 😔 Bel fıtığı var bende, kendimi dengelemem lazım, aniden kalkarsam daha kötü olurum.

Neyse konumuz bu değil, fotoğrafçı hatunun sakinliği...  Ani gelişen olaylar karşısında sakin durabilen insanları severim, ama bunun ki sanki iki tık daha fazlaydı. Uleyn bi ayy de, bi aman de, ne bileyim en azından fotoğraf makinanı elinden bırak da bir şey yapacağını sanayım 😂😂😂 Kalktım, geçmiş olsun dedi, saçımı düzeltti ve gülümse dedi hahahahaaa :))) Şaka gibi...

Fotoğrafımı görseniz yarılırsınız, öyle zoraki gülümsemişim ki 32 dişim gözüküyor ama yüzüm gerginlikten yamulmuş...

Şu anda Tie Ning'in Yıkanan Kadınlar kitabını okuyorum... Bitirdikten sonra anlatırım yine uzun uzun ama çeviri tam evlere şenlik. Bazen anlam öyle bir yok oluyor ki, seçmece yapıyorum bunu demek istedi herhalde diye :/

Limonata Tadında Film Maratonunda bu hafta çok iyiydim. Kendimle gurur duyuyorum.
Kalp Atışı Dakikada 120, İki Kadın, Yalanlar Büyücüsü, Center of My World, Ben senin Bildiğin Erkeklerden Değilim ve Mucize filmlerini izledim. 6 film, süper 👏👏👏 Fırsat bulunca yazacağım uzun uzun ;)

Bunun dışında bende başka bir havadis yok...
Hepinize mutlu haftalar diliyorum ♥


2 Ağustos 2018

Son Nefes Havaya Karışmadan / Paul Kalanithi




Size bu kitabı anlatmaya başlamadan önce Paul Kalanithi kimdir kısaca, aynı kitapta yazdığı gibi paylaşmak istiyorum;

"Paul Kalanithi (1977–2015) beyin cerrahı ve yazardı. Çocukluğu Kingman-Arizona’da geçen Kalanithi, Stanford Üniversitesi’nde çift lisans yaparak İngiliz Dili ve Biyoloji okudu ve yine aynı üniversitenin İngiliz Edebiyatı Bölümü’nden yüksek lisans derecesi aldı. Daha sonra Cambridge Üniversitesi’nde Bilim Tarihi ve Felsefesi okuyan Kalanithi, buradaki yüksek lisans programını tamamladıktan sonra, Yale Üniversitesi’nde tıp okuyarak yüksek onur derecesiyle mezun oldu ve tıp alanında dünyanın en saygın akademik cemiyeti olarak bilinen Alpha Omega Alpha Ulusal Tıp Onur Cemiyeti’ne kabul edildi. Yale’den sonra, beyin cerrahı olarak yüksek ihtisasını tamamlamak üzere Stanford Üniversitesi’ne geri dönen Kalanithi, nörobilim üzerine yaptığı doktora sonrası çalışmasıyla Amerikan Ulusal Tıp Akademisi’nin Nörolojik Cerrahi alanında verdiği en yüksek ödüle layık görüldü. Mart 2015’te hayata veda eden Paul Kalanithi, geriye eşi Lucy ve kızı Elizabeth Arcadia’nın da dahil olduğu sevgi dolu kocaman bir aile bıraktı."

Yazarımız ve kendi hikayesini yazdığına göre kitaptaki kahramanımızın kısaca yaşam öyküsü bu... Ne kadar da dolu dolu değil mi? Başarılı ve bir o kadar da çok yönlü bir adam olduğunu anlıyoruz aslında buradaki bilgilerden... Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki kitaptaki Paul'da bulduklarınız tüm bu kariyer basamaklarından bambaşka...

Paul Kalanithi hayatının kariyer planlamasının bir kısmını gayet başarılı bir şekilde gerçekleştirmiş ve kalan hayatı için farklı planlamalar peşindeyken 4. evre akciğer kanseri tanısıyla karşılaşıyor. Başarılı bir beyin cerrahı iken başına gelenler ilk etapta onu şaşalatsa da geride kalan ömrü ve tabi ki kabullendiği ölümünden sonra arkasındaki sevenleri için kendince bazı planlamalar yaparken buluyor kendini... Neden doktorluğu seçtiğini, hayata hangi gözlerle baktığını, ailesini, hastalarıyla olan ilişkilerini kısaca anlattığı bu kitap hem yaşamının bu son döneminde gerçekleştirdiği bir hayali, hem de onunla birlikte bu yolda yürüyenlere armağan gibi...

Kitabı zannedersem tüm yaz-sillerden sonra ancak böyle özetleyebilirim...

Ölümün adı soğuk, rengi soğuk... Hiç kimseye yakıştıramadığımız bir şey... Ki kendimize asla... Ama nasıl doğuyorsak öleceğiz de bir gün... Yaşamın döngüsü bu...  Vakti zamanı belli değil, planlaması yok...

Babamı kaybettikten sonra çok düşünmüşümdür beklenen bir son mu daha kolay, yoksa ani bir son mu diye... Ama bunun cevabı yok... En azından benim için... Her hali kötü ve hazırlanmanın imkanı yok gibi...

Paul'u okurken en şaşırdığım şey buydu sanırım, ölüme hazırlanması ve bu yolu çok güçlü adımlarla kat etmesi... Kendini zorlaması...  Umudunu ve kararlılığını hiç kaybetmemesi...

Bu kitabı ilk görüp özetini okuduğumda ben bu kitabı okuyamam demiştim. İçinde kanserden bir kayıp olması ve bunun üzerine kişinin kendi duygularını anlattığı bir kitap olması çokça acitasyon barındıracağını düşünmüştüm. Yaraya tuz basmanın anlamı yoktu... Ta ki sevgili Gülşah'ın yorumlarını okuyuncaya kadar...  Ben bu kitabı okuyabilirim dedim ve okudum ♥

Paul kitabını tamamlayamadan yaşamını yitirmiş maalesef... Dolayısıyla kitabın son sözü eşi Lucy'e ait.. Ve kitabın yine en etkilendiğim kısımlarından bu son söz... Paul ile geçirdikleri son dakikalarını, sevgisini anlatmış Lucy ve tüm bu hastalık aşamalarında ne hissettiğini...

Ara ara beni ağlatsa da kitabın mücadele ruhunu, insani ilişkilerini, sevgisini ve sadakatini çok sevdim... Ve evet yaşadığımız hayatı anlamlı kılmak gibi güzel bir duyguyu hatırlamak ve bunu hiç bir zaman unutmamak gerektiğini çokça aklıma kazıdım...

Okunası güzel bir kitap, kesinlikle okumayanlara tavsiye ederim....



Altı çizililerim;

* Ne çocuk aklına inanırım ne de yaşlıların bilgeliğine. Hayat tecrübemizin tamamı, hayatı anlamlı kılan ayrıntılardan ibarettir. En tecrübeli olduğumuz an, içinde yaşadığımız andır.

* Rakamsal istatistikler akademik araştırmalar içindir, hastane odaları için değil!

* "Var gücümüzle savaşıp bu hastalığı yeneceğiz, doktor." Cephaneliklerindeki silahlar duadan başlar, para, şifalı bitkiler ve kök hücre tedavisine kadar uzanır. Ama bu dik duruş bana hep kırılgan görünür, çünkü yıkıcı bir umutsuzluk kadar kötü olan tek şey gerçekdışı bir iyimserliktir.

* İnsan ilişkilerine açık olmak demek, olağanüstü gerçekleri yüksek bir dağın zirvesinden bir çırpıda haykırmak demek değildi. Hastayı dağın eteklerinden alıp yol boyunca eşlik ederek onu alabildiğine yukarıya taşımak demekti.

* Siz ne kadar mükemmel ya da hatasız olsanız da, hayat değildir. Ama önemli olan, kartların hileli olduğunu ve kaybedeceğinizi bile bile oynamaya devam etmektir.

* Kusursuzluğa ne kadar yaklaşırsanız yaklaşın asla ulaşamazsınız, ama yaklaşmak için hiç durmadan çabalayacağınız sonsuz bir hedefe pekâlâ inanabilirsiniz.

* "Öğrenmenin azı tehlikeli bir iştir; ilham pınarından içeceksen, ya kana kana iç ya da tadına bile bakma hiç." / Alexander Pope

* Ölümün yükü hafiflemiyorsa, acaba en azından alışmak mümkün olamaz mıydı?

* Yıllar önce fark etmiştim ki, Darwin'le Nietzsche'nin belki de aynı görüşte olduğu tek bir konu vardı: Onlara göre canlı bir organizmanın en belirleyici özelliği mücadele etmekti. Yaşamı aksi yönde tasvir etmek, bir kaplanı çizgileri olmadan çizmeye benziyordu. Yıllar boyunca ölümle iç içe yaşadıktan sonra öğrendiğim şey şuydu: En kolay ölümün ille de en iyi ölüm olması gerekmiyordu.

* Ölümü göçebe davetsiz bir misafir gibi görerek; ama ölmek üzere olsam bile, gerçekten ölene kadar hâlâ yaşadığımı unutmadan!

* İnsan bilgisinin tamamı hiçbir zaman tek bir kişide toplanamaz. Çünkü sahip olduğumuz bilgi birbirimizle ve çevremizle kurduğumuz ilişkinin ürünüdür ve hiçbir zaman tamama ermez.










1 Ağustos 2018

MUTLU SON - L.T.F.M. #4


Limonata Tadında Film Maratonundan yakında sınıfta kalacağım gibi bir his var içimde :)) Ağustosa geldik, bu 5. filmim. 25 film daha var izlenecek 😌 Ama ne yapıyoruz, ümidimizi kaybetmiyoruz.

Aslında 1 haftalık tatilimde bir sürü film izledim ama cümbür cemaat olunca genelde Türk filmlerinden tercih ettik. Bizim liste yaya kaldı anlayacağınız.

Haydi biz filme geçelim 😉



HAPPY END / MUTLU SON (2017)

Yine bir İsabelle Huppert filmi :))) Takıldım bu kadına bu aralar sanırım. İzlemediğim bir sürü filmi daha var aslında, bir ara geri dönüp onları da izlemek niyetindeyim.

Bugün size nasıl anlatacağımı bilemediğim, izlediğime göre anlatabilirim düşüncesinin hakimiyetiyle bolca saçmalayabileceğim bir filmle geldim.  Acayip bir cümle kurdum farkındayim :) Ama filmi izleyen varsa ne demek istediğimi çok iyi anlayacaktır. Umuyorum yani 😉

Filmin başlangıcında bir telefon ekranı görüyoruz.Telefon ekranında saçma görüntüler, bir arkadaşla yazışmalar geçiyor altında da... Bir ara film değil bu, yanlış şey izliyorum diye filmi ileriye bile sardım. Evet doğruymuş, filmi izlemeye başlamışım. Hadi tekrar sar başa...

Eve (Fantine Harduin) 13 yaşında annesi ile babası boşanmış bir kız çocuğu ve annesi ile yaşıyor. Tam aman düşman başına dediğimiz türden bile olabilir hatta. O telefon ekranıyla yapılan çekim ona ait ve filmin ilerleyen sahnelerinde yine ara ara çıkıyor karşımıza. Neden düşman başına dediğimi şöyle özetleyebilirim hatta; evdeki hamsterine annesinin depresyon haplarını içirerek çekim yapıyor, bir yandan da dertleşiyor... Ve akabinde annesi aşırı ilaç alımından hastahaneye kaldırılıyor... Sonuç kurtulamıyor... Dolayısı ile ikisi arasında bağlantı kuruyor beynim ve amaninnnnnn ruhuna giriveriyorum hemen.

Akabinde Eve, babası Thomas (Mathieu Kassovitz) ın ailesi ile yaşadığı eve getiriliyor. Evde kimler mi var; İş kolik inşaatçı hala Anne (Isabelle Huppert), onun sorunlu oğlu, hasta ve intihar eğilimi çokça olan bir dede, yeni çocuğu olmuş gayet aklı başında sevgi dolu bir üvey anne ve evin hizmetlileri... Her karakter mevcut gördüğünüz üzere... Seç beğen al... Aynı zamanda oldukça burjuva bir yaşam tarzı da hakim evde... Eve, bir nevi yaşam standartlarını yükseltirken  aynı zamanda gözlemsel ve cinlik fışkıran ruhuna malzeme bulmakta güçlük çekmeyeceği bir yaşama giriş yapmış oluyor.

Film her ne kadar Eve etrafında dönüyor gibi gözükse de odaklanacak çok karakter ve ilişki var aslında. Sevgili halamız Anne ve oğlu arasında farklı bir savaş var. Soğuk bir iktidar savaşı gibi gibi... Anne oğluna sahip olduğu inşaat firmasını devretmeye hazırlanırken oğul sosyal ve sınıf farklılıklarından doğan savaşın içinde ve ailesinin bulunmuş olduğu sınıfa savaş açmış gibi... Tabi bu konuyu üstünden yalayıp geçmiş..

Diğer yanda baba ve yeni eşi var. Sevgi dolu, sorumlu bir yeni eşin yanında sadakatsiz ve seks düşkünü bir baba karakteri var. Babanın durumunu en iyi fark eden ise yine Eve. Babasının bilgisayardaki yazışmalarını bulup bir güzel kayıt altına alıyor.

Dede intihara meyilli hatta beni öldür sana çıkar sağlayayım boyutunda. Eve ve dede arasında psikopatsal bir bağ oluşuyor sanki...

İşte tüm bu ana karakterler, yansal karakterler ve odaklanacak olay çokluğunda geçen deli bir film "Mutlu Son"... Ne, neden, niçin, kiminle sorularıyla gayet ağır bir seyirle izlediğim ama sonuç olarak çoğunlukla soru işaretleri ile kalakaldığım da diyebiliriz... Bunda yönetmen Michael Heneke'nin katkısı büyük tabi ki.... Ama bu sefer sanki karakter ve ilişkiler konusunda çokluğa girdiği için daha bir karmaşa yaratmış... 3 bilinmeyenli denklem olmuş 13 bilinmeyenli denklem... En azından bendeki hissiyatı budur...

Isabelle Huppert her zamanki gibi aynı tarzıyla ilgi çekici ama yetmiyor filmi kurtarmaya...
Eve karakteri ile karşımıza çıkan Fantine Harduin 'i ilerleyen dönemlerde oldukça sık karşımıza çıkacağını düşünüyorum. Donukluk ve ruhsuzluk konusunda beni bu kadar irite edebildiyse oyunculuk kabiliyeti ile daha nice işlere imza atacaktır diye düşünüyorum.

Bir de son sahne var... Anlatmayacağım tabi ki... Adı üstünde son sahne....
Sadece şunu söyleyebilirim, tam da şu sıralardaki sosyal ağlarla olan bağımızı anlatır gibi... Ya da ben ona adletmek istedim...

İzlemesi zor bir film.. Sevgisiz bir film... Sıkıcı olmayan ama yine de o çizgiye ara ara yanaşan bir film.... Anlayacağınız bu sefer görüş bildiremeyeceğim, tavsiye edemeyeceğim bir film. Meraklısı varsa oturur izler ki Heneke'nin ciddi müptelaları var.. Karar sizin...

Sonuç olarak kendimi zorladığım ama SEVMEEEDİİİĞİMMMM bir film oldu kendisi...