17 Aralık 2020

Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar / Stefan Zweig


Bu kitabı sevgili Esra'nın düzenlediği Lokum Okuma Challenge 'ın "okumaktan korktuğunuz bir kitap" kategorisi için seçmiştim. Zira Zweig'in tüm eserlerini incelerken hem kitabın kalınlığı hem de içeriği ürkütmüştü beni. Ürktüğüm kadar da varmış ;)

Bu kitap bir serinin üçüncü cildiymiş; Üç Büyük Usta ve Kendileriyle Savaşanlar kitaplarından sonra yazılmış. Tersten başlamış olmama rağmen konunun tamamen bağımsız olması sebebiyle herhangi bir sıkıntı yaratmadı.

Bu kitap ne anlatıyor derseniz Zweig kitabın bir yerinde kendisi şöyle açıklamış; " Kendisiyle meşgul, öznel sanatçı tipini ve onun seçtiği sanat biçimi olan otobiyografiyi üç sanatçıda, Casanova, Stendhal ve Tolstoy'da göstermek bu üçüncü cildin amacı ve sorunsalıdır."

Okumak benim için zorlayıcıydı. Biyografi tarzını severim aslında ama bu kitap beni hiç cezbetmedi. Kendi içindeki tekrarlardan inanılmaz sıkıldım. Kitabı fıydırıp bir köşeye atmadıysam tamamen Zweig hatırınadır...

Aslında betimlemeleri yine çok iyiydi, sanki her anını onlarla geçirmiş gibiydi. Bu kısmı aslında şaşırdığım ayrıntılardandı... Ben en yakınımdaki insanlar için bile bu kadar kati fikirler sunamam mesela... 

Kitapta beni en şaşırtan kişi Casanova idi. Çapkın olarak bilirdim kendisini ki öyleymiş de aslında ama ilaveleri varmış çokça. Üçkağıtçılıkta ve kumarbazlıkta sınır tanımaması gibi. Adam oturmuş birlikte olduğu kadınların şeceresini yazmış, tam 4800 kadın!!! 

Tolstoy'un ise düşünce tarzı şaşırttı beni... Varlık içinde kendini yokluğa itmeye çalışması garipti... Ailesi ile karmaşası beni düşündüren yerlerdendi...

Stendhal hakkında zaten hiçbir fikrim yoktu ki bu kitapla tanıştım kendisiyle...

Sonuç olarak ne kadar Stefan Zweig seversem seveyim bu kitabı bana göre değildi maalesef...


Altıçizililerim;

* Tüm sanat biçimleri içinde en çok sorumluluk isteyeni olduğu için başarı oranının da en düşük olduğu türdür otobiyografi.

* Tarih bize şunu göstermiştir, sıradan bir otobiyograf rastlantıların kendisine sunduğu gerçekleri kaydetmenin ötesine gidemez; ancak iç dünyanın resmini içinden çıkarıp dışına yansıtmak tecrübeli, bakma ve görme yeteneği olan bir sanatçının işidir.

* Doğuştan insanın içinde var olan kendini ölümsüzleştirme arzusu. Her şeyin kaygan olduğu, geçiciliğin gölgelediği, değişime ve dönüşüme mahkûm, zamanın karşı konulmaz akışı içinde, milyarlarca molekül arasında bir molekül olan her insan gayriihtiyari (ölümsüzlük içgüdüsü sayesinde), bir kere dünyaya gelmiş olan varlığını unutturmayacak bir iz bırakmak ister. Üretmek ve yaşadığını kanıtlamak, her ikisi de tek ve aynı amaca hizmet eder; insanlığın durmadan büyüyen ağacına en azından küçük bir çentik atabilmek...

* Utanç duygusu her gerçek otobiyografinin ezeli muhalifidir, çünkü utanç yılışarak bizi kandırmaya çalışır, gerçekten olduğumuz gibi değil, arzu ettiğimiz gibi görünmemizi ister.

* Gerçeği kaba saba bir şekilde dile getiren insanın yalanları da kaba saba olur ve yalan olduğu anlaşılır. Ancak zeki, bilgili insanlar söylediğinde incelir bu yalanlar, sadece bilgili insanlar tarafından fark edilir, çünkü en karışık, en cüretkâr biçimlere bürünürler; onların en tehlikeli maskeleri de samimiymiş gibi görünmeleridir.

* Gerçekten de bir insanın otobiyografisinde (ya da genelde) mutlak gerçeği söylemesini beklemek, yeryüzünde mutlak adaleti, özgürlüğü ve mükemmelliği beklemek kadar saçma olur.

* İnsanın iç dünyasında olanları dinleyebilmesi için öncelikle kendi varlığının bilincinde olması gerekir.

CASANOVA;

* Yeteneğin sadece oyun oynadığı yerde büyük deha tümüyle ciddidir, kısa rollerle yetinmez, aksine yaratıcı olarak tüm dünyanın sahnesinde yalnız kendi oynamak ister.

* Casanova asla bir maceracı olduğunu yadsımamıştır, aksine Romalıların dediği gibi aldatılmaktan hoşlanan bir dünyada delirtilmiş biri olmaktansa delirten biri, kırpılan biri olmaktansa kırpan biri olmayı tercih edeceğini övünerek söylemiştir.

* Ama ne yetenek! Bu yetenekle hangi yöne eğilirse eğilsin, - bilime, sanata, diplomasiye, işadamlığına - olağanüstü şeyler elde etmesi işten bile değildir. Fakat Casanova bilinçli olarak yeteneğini anlık şeyler için harcamıştır ve her şey olabilecek bu insan, hiçbir şey olmamayı tercih etmiştir; hiçbir şey, fakat özgür.

* Öbür dünyaya inanmayan, sadece bu dünyanın sıcak, ateşli yaşamına inanan birinin dine ihtiyacı olabilir mi?

* Onur, zevk alınacak, elle tutulacak bir şey değildir, aksine yüklediği görevler ve sorumluluklarla zevk almayı bile engeller, bu nedenle lüzumsuz görür onuru. Çünkü Casanova yeryüzünde hiçbir şeyden görev ve sorumluluktan nefret ettiği kadar nefret etmemiştir.

* Aptal bir insanı kandırarak akıldan intikamınızı alabilirsiniz.

* Sadece aptallar ve hırslılar rulette bir sistem keşfetmeye çalışıp oyunun heyecanını bozar;gerçek oyuncular ise -dünya oyununda da- özellikle bu tahmin edilemez şeyleri eşsiz ve bitmek tükenmez bir çekicilik olarak hisseder.

* İnsanlık her zaman ömrü bir gün olan milyonlarca larvadan ölümsüz bir şey yaratmak, genel bir olayı tek bir insanda göstermeye çalışmak zorundadır, bu nedenle Venedikli bir oyuncunun oğlu olan Casanova, bütün zamanların bedene bürünmüş aşk kahramanının tezahürü olma onurunu kazanmıştır.

* Çoğu kez anlatılan palavralar ve yalanlar insanın beyninde yavaş yavaş gerçek haline gelir ve gerçek bir hikayeci sonunda anlattıklarının hangisinin gerçek, hangisinin uydurma olduğunu ayırt edemez.

STENDHAL;

* Standhal'in her iddiasına dikkatli parmaklarla dokunmak gerekir, özellikle de polis korkusuyla yanlış tarih attığı ve her defasında bir başka takma adla imzaladığı mektuplardan iyice kuşkulanmak gerekir.

* Gerçek ismi Beyle'dir.

* Yalanların bacakları kısadır, yolda kalır ve zamanı aşamazlar.

* Yetenek güzelliğin yerini doldurabilir.

* Sokak ortasında ölmenin gülünç bir şey olduğunu düşünmüyorum, yeter ki insan bunu kasıtlı yapmasın.

* Hiçbir şey normalin dışındakinden daha ilginç değildir. O halde özel olalım, içimizdeki garipliğin tohumunu güçlendirmek için biraz ısrar edelim! Hiçbir Hollandalı lale delisi, en değerli lale türünü yetiştirmek için Stendhal'in karşıtlık ve özgünlüğünü geliştirmek için gösterdiği çabayı göstermemiştir. Stendhal bunları kendi ruhsal özü içinde saklar; "Beylizm" adını verdiği bu felsefenin Henri Beyle'i Henri Beyle içinde hiç değiştirmeden koruma sanatından başka bir anlamı yoktur.

* Bencillik, başkalarına ait olan şeyleri saygısızca, kaba bir şekilde kendisine çekmek ister, bencilliğin hırslı elleri ve kıskançlıktan kırışmış bir yüzü vardır. Kötüdür, cimridir, doyumsuzdur ve hatta düşünsel faaliyetlerin katkısı bile onun hayalden yoksun duygularının kabalığından kurtaramaz. Stendhal'in Ben'ciliğine gelince, o insanlardan bir şey almaya çalışmaz, aristokrat bir mağrurlukla parayı para hırsı olanlara, mevkii makam hırsı olanlara, nişan ve madalyaları onları kazanmak için çabalayanlara, sabun köpüğü gibi geçici şöhretide edebiyatçılara bırakır -bırakır ki, onlarla mutlu olsunlar!Standhal onlara tepeden ve küçümseyerek bakar, altın tasmayı boyunlarına geçirenleri, yaltaklanarak bellerini bükenleri, kendilerini unvan ve payelerle süsleyenleri, dünyayı yönetmek için büyük küçük gruplar kuranları küçümser- Habenat! Habeant! der ve alay ederek gülümser onlara, hiçbir kıskançlık hiçbir haset duymadan; Ceplerini şişirenler, karınlarını doyursun! Stendhal'in Ben'ciliği tutkulu bir savunmadır yalnızca, hiç kimsenin alanına girmez, fakat hiç kimseyi de eşiğinden içeri bırakmaz.

* Ruh anlaşılmaktan çok, hissedilir.

* Kendini tanımak insanı tanımaya yeter; İnsanları tanımak için kendini onların yerine koymak gerekir.

* Yalnızlık insanı kendisine ve başkalarına karşı daima daha uyanık, daha dikkatli yapar.

* Stendhal'in böylesine kusursuz bir biyografi ortaya koyabilmesinin sırrı, onun kendini beğenmişliğinden, teşhirciliğinden ya da karşı konulmaz bir şekilde her şeyi itiraf etme tutkusundan değil, aksine kendisiyle ilgili bir daha yaşaması mümkün olmayan çok özel şeylerin tek bir ayrıntısının bile zayıf hafızasında kaybolup gideceği bencil korkusundadır. 

TOLSTOY;

* Ölümle ilgilenmem, çünkü ben yaşadığım sürece onun var olması imkânsız.

* Gerçek sanat bencildir, kendisinden ve kendi mükemmelliğinden başka hiçbir şeyi düşünmez ve gerçek bir sanatçı da sadece eserini düşünmelidir, eserini adadığı insanlığı değil, işte Tolstoy da en çok hiç etki altında kalmayan, tarafsız gözleriyle duyular dünyasını tarattığı zamanlarda o kadar uzun süre sanatçılığını korumuştur. Acımaya başladığında, eserleriyle yardım etmeye, düzeltmeye, yol göstermeye ve öğretmeye başladığında ise sanatı o etkileyici gücünü kaybetmeye başlamış, kendisi de, yazgıları nedeniyle sarsılan roman kahramanlarından çok daha fazla sarsılmıştır.

* Gerçekten de sanatçılar içinde en samimisi, soylu ve örnek bir ahlakçı olan Tolstoy, bu büyük ve neredeyse kutsal adam kuramcı bir düşünür olarak kötü ve hileli bir oyun oynuyor. Ruhun sonsuz dünyasının tümünü felsefi çuvalının içine koyabilmek için kaba bir hokkabaz sanatına başlıyor ve önce tüm sorunları iskambil kâğıtları gibi ince ve ele gelebilecek kadar basitleştiriyor. Önce en basit biçimde "İnsan" kavramını belirliyor, sonra üzerine "iyi", "kötü", "günah", "şehvet", "kardeşlik", "inanç" kavramlarını koyuyor. Onsan sonra kartları çevik bir şekilde karıştırıp "sevgi"yi koz olarak çekiyor ve bir bakıyor ki kazanmış.



30 Kasım 2020

Simyacı / Paulo Coelho


 

Bu kitabı daha önce ne zaman okuduğumu hiç hatırlamıyorum... Muhtemelen lise yıllarımdı ya da üniversite ve dönemin popüler kitaplarındandı. Okumayanı dövüyorlar cinsinden bir popülerlik... Tabi ki o dönemlerde sosyal platformlar yok, gerçek sosyallik söz konusu... Sohbet ederken, şimdiki nesle çok sıradan gelen o cümle mutlaka konurdu sohbetin bir yerine; "hangi kitapları okudun"... Yeni içerikleri, yeni bilgileri, yeni üretimleri sohbet ortamından ya da büyüklerimizden öğrendiğimiz dönemdi o yıllar... Simyacı okuduysa oooo çok konuşacak şey var :))

Şimdi güleceksiniz bana ama hani şimdi ayıla bayıla takip ettiğimiz elişi fenomenlerinin yaptıkları işler var ya, o dönemde hmmm el işi mi diye burun büktüğümüz, elimiz kırılsın yani yatkınlaşsın diye tatillerde elimize tutuşturulan bir işti bizim için. Bu cümlelerimden sakın yanlış anlaşılma kurbanı olmayayım, o fenomenleri ben de hayranlıkla takip ediyorum ;) Ama bizim zamanımızda moda değildi işte, aksine modası geçmişti :)))

Neyse konu farklı yerlere varmadan ben kitaba geri döneyim, zira feci dağıtmaktayım 😀

Endülüslü çoban Santiago'nun gördüğü bir düşten etkilenerek çıktığı hayatının yolculuğunu anlatıyor kitap. İspanya'dan Mısır piramitlerine kadar süren bir yolculuk...

Hayatın karşımıza çıkardığı simgeleri / işaretleri görebilmemiz ve yüreğimizin sesini takip etmemiz gerektiğiyle ilgili çokça öğüt içeren bu yolculuk o yaşta beni nasıl etkilemişti hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım sadece bir yolculuk hali idi. Bu yaşımda, bu aklımla ise bolca üzerine düşündüğüm ve kendimle ilgili çıkartımlar yaptığım bir okuma oldu benim için.

Okumayanlar için kitapla ilgili çokça bilgi vermek istemiyorum ancak baba ve oğulun konuşması en sevdiğim kısım oldu sanırım. "Git, kendine bir sürü al ve en iyisinin bizim şatomuz en güzel kadınların da bizim kadınlarımız olduğunu öğreninceye kadar dünyayı dolaş." diyerek oğlunun önünü açması en çok sarıldığım kısımlardandı sanırım...

Başucuma koydum kitabı, gece yatmadan önce arada bir doz almak için... Hani herhangi bir sayfasını açıp kendimce o ana dair yeni çıkarımlar yapmak için...

Çocuklarınıza okutun mutlaka... Sanırım lise yıllarında olanlar için daha uygun olacaktır, içlerine sindirmeleri için destek atmak bence daha hoş olur... Belki düşlerini, hayallerini doğru yorumlamalarını sağlar, ufuklarını açar... Bu nesil için biraz ütopik ve masalımsı kaçması da muhtemel ama dağarcıklarında ne kalırsa kârdır aslında...

Mutlu ve düşlerinizin peşinden koştuğunuz bir hafta diliyorum hepinize ♥


Altıçizililerim;

* "Günün birinde bir canavara dönüşsem ve tek tek hepsini öldürsem, sürünün hepsini boğazladıktan sonra ancak işin farkına varırlardı," diye düşündü delikanlı. "Çünkü bana inanıyorlar ve artık kendi içgüdülerine güvenmiyorlar. Bu böyle, çünkü onları otlağa ben götürüyorum."

* Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor...

* Basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir...

* "İnsanlar yaşama nedenlerini pek çabuk öğreniyorlar," dedi yaşlı adam, gözlerinde beliren acıyla. "Belki de gene aynı nedenle hemen pes ediyorlar. Ama, dünyanın hali böyle işte."

* Bütün günler birbirinin aynıydı ve bütün günler birbirine benzediği zaman da  insanlar, güneş gökyüzünde hareket ettikçe, hayatlarında karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar.

* Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.

* Sözcüklerin ötesinde bir dil var...

* Herkes kendi düşlerini aynı şekilde göremez; kendince görür.

* Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez.

* Bir şeye karar vermek, başlangıçtan başka bir şey değildir. İnsan bir şeye karar verdiği zaman, karar verdiği sırada hiç öngörmediği, düşünde bile aklına gelmeyen bir yöne doğru, şiddetli bir akıntıya kapılıp gidiyordu.

* Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir.

* Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun.

* Aşk, sevilen nesnenin  yanında bulunmayı zorunlu kılıyordu.

* "Kötülük,"  dedi Simyacı, "insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır."

* İnsanlar gitmekten çok geri dönüşü hayal ediyorlar.

* "Bulduğun şey, saf maddeden yapılmışsa hiçbir zaman çürümeyecektir. Ve oraya bir gün geri döneceksin. Bir yıldız patlaması gibi bir anlık ışıktan başka bir şey değilse o zaman geri dönüşünde hiçbir şey bulamayacaksın. Gene de en azından bir ışık patlaması görmüş olacaksın. Yalnızca bu bile, yaşamış olmanın zahmetine değer."

* "İhanet, senin beklemediğin bir darbedir. Ama sen yüreğini tanıyacak olursan, sana baskın yapmayı hiçbir zaman başaramayacaktır. Çünkü onun düşlerini ve arzularını tanıyacaksın ve onları hesaba katacaksın. Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz. Bu nedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemek. Böylece, kendisinden beklemediğin bir darbe indirmeyecektir kesinlikle sana."

* Yüreğine, acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez.


18 Kasım 2020

Şemsi Pasa Paşazı / Şebnem Aybar

 

Yazarla ilk tanışma kitabım tamamen kitabın ismiyle alakalıydı... Dikkatimi çekmişti... Burada yazmışım hatta uzun uzun... Eğlenmiştim okurken ve neden diğer kitaplarını da okumayayım ki demiştim... Aradan 2 yıl geçmiş... Bu kasvetli günlerimde iyi gelir düşüncesiyle yazarın 2. kitabını elime alıp başladım okumaya...

Uçuş uçuş bir genç kızla tanıştım sonra adı Leyla... Üniversiteden yeni mezun olmuş, hayalleri tazecik... Dert ortağı Nadin var, bir Ermeni kızı... Evlere şenlik bir dostluk... 

Adada geçen hikayelere karşı hep bir yumuşak karnım vardır zaten hangi ada olduğu hiç önemli değil...

Ve ilk aşk geliyor bağıra bağıra... Liman... Ne de güzel bir ismi var adamın... Yakışıklıymış da, Leyla öyle anlatıyor... Tutulacak bir dalı yok boş ver diyorum Leyla'ya dinlemiyor... İlk aşkıyla birlikte hayatının da ağzına sıçıyor işte Leyla...

Uçuş uçuş Leyla ve hayatı kendine zehir etmeyi başarmış Leyla arasında gidip geliyor kitap. Bölüm bölüm. Bir oradan bir buradan. Genç kızlıktan kadınlığa doğru pişirmiş yazar baş kahramanı Leyla'yı... Ve hayatının bölümlerindeki duygu geçisini de kitabın bölümlerine yedirmiş... 

Sonradan öğreniyorum ki yazar bir yemekte tesadüfen tanıştığı bir kadının hikayesinden yola çıkarak yazmış bu kitabı... Vay be dedim bunu duyduğumda... Kurgu olarak algıladığım ve dönem dönem bak burasını abartmış biraz dediğim hayatın gerçekte yaşanması, allak bullak ediyor biraz... 

Kolay okunan bir kitap anlayacağınız... Belki okumak istersiniz..


Altıçizililerim;

* Artık iyice büzüşmüş, heybetli kabuğunun içine hiç de yakışmayan bir kurumuşlukla kalakalmış, fındık kadar küçülen yüreğime o kadar bol ki bu ev.

* İntihar etmeyi hayal bile edebilmenin mükemmel bir kişilik tekâmülü olduğu kanısındayım.

* Bilmiyorduk. Bilgi değil, mâlûmat sahibiydik.

* Ben adam sevmişim meğerse. Damağımda saatlerce yapışıp kalacak bir adam. Dişimi kıracak, tabakta öksüz bırakılmış bir beyaz leblebiyi istemişim.

* Kadın erkeği, erkek de kadını sever diye biliyordum. Bu kadar basitti denklem. Birbirlerini severler. "Bana sonucu değil, gidişat lazım, sadece sonucu yazana puan yok," diyen matematik hocam, haklıymışsın.

* Kınadığın her şeyi günün birinde yaşamadan ölmeyeceksin düsturundan nasipleniyorum.

* Adamın dolu dolu manasına yanaşmayan erkekler, kadınlığın su gibiliğine inat bulanıklıktaki dişiler. Her biri birbirinden kopya.

* Bir tek devrimci ve âşık kadınlar ölür. Devrimciler savaşarak, âşıklar ağlayarak ölür. O çıkmaz sokakların duvarlarına yapışıp orada çürürler. Direnerek ve âşık...

* Hayat her zaman yazıldığı gibi okunmuyor.

* Otladığım coğrafyada, korkmadan, bulaşmadan, yıpranmadan var olabilmenin, benim mutsuzluğumdan haz duyacak tıklım tıkış insanların arasında erimeden durabilmenin tek şartı, onların takdir ettiği alkış tuttuğu hayatı yaşamamdı.

* Ben ona âşıktım. Ben ona güveniyordum. Aşk böyle bir şeydi. O çocukluğundan beri sayfalarına yazılan kodları, manalı cümlelere dönüştüren biri çıkıyordu karşına. Demek buymuş dedirtiyor insana.

* Hayat karşıma yürüyen merdiven çıkartıyor âdeta. Basamaklarda, çıkana kadar o son adımı nasıl atacağım endişesiyle düşünüp duruyorum epeydir. Alfabeyi öğrenmeden devrik cümleler kurdurtuyor bana bu yolculuk.

* İnsan hatırlar, unutur. Tekrar hatırlar ve tekrar unutur. Hatırlamak için unutur, unutmak için hatırlar.

* Tanrı sizi korumak için bazı insanları hayatınızdan çıkarır.
   Peşinden koşmayın...




16 Kasım 2020

Sarıyaz / Mahir Ünsal Eriş

 


Mahir Ünsal Eriş'in dilini seviyorum... Yaşam hallerini o kadar güzel ve doğal aktarıyor ki, içinde mutlaka kendime ait ayrıntılar yakalıyorum, bu da inanılmaz hoşuma gidiyor...

Sarıyaz hikayelerden oluşuyor. 8 tane güzel hikaye...

Bütün hikayeler aynı zamanda, aynı coğrafyada; etkisi on iki gün süren o Sarıyaz'da geçiyor.... Her hikaye farklı gibi ama aynı zamanda birbirine bağlı hissiyatında... Hepsi bir şekilde birbirine selam çakıyor. En çok da bu selamlama kısımları beni kitaba bağladı...

En sevdiğim hikayeler; Gül Özlem Gül ve Sevgi Çağının Sonu oldu ama Dedemin Turnası gönlümü ayrı yerden fethetti ♥

Bugüne kadar tanışmadıysanız yazarla, bir fırsatını yakaladığınızda tanışmanınızı öneririm. Sarıp sarmalayacağına emin olabilirsiniz...

Bu kitabı okurken yazarın dilinin Yekta Kopan'a çok yakın olduğunu hissettim... Daha önce okuduğum kitaplarda bunu hissetmemiştim. İkisi de sıcacık yazıyorlar ve galiba yalın dilleri sebebi ile böyle bir benzerlik hissetmiş olabilirim.

Görüşmek üzere ♥


Altıçizililerim;


* Ölüme o kadar içerlemiyordum o yaşımdayken. Ölenlerin bir gün dönecekleri bir yere gittiklerini, ama geride bıraktıklarına kırgınlıkları geçmediği için bir türlü dönmeye yanaşmadıklarını sanırdım.

* Ne de tatlıdır felaket beklemek. Çok gülündü mü başa bir iş gelecek diye endişe etmek ne serin, ne leziz bir korkudur. Çünkü insan, neşeli bir pikniğin dönüşünde mahallede yangın görmeyi sever; bir yandan evsiz kalan komşuları paylaşmaya uğraşırken içten içe başına gelmediğine sevinir öbür yandan. Kendi başına gelmeyen felaket ne güzeldir. Can çekişen birini izlerken insan yaşadığı korkunç üzüntüyü büyütür büyüttükçe, ölenin kendisi olmadığından duyduğu sevinç görünmesin diye. Başkasının helaki, hayatta olmaya kıymet katar, anlatılacak ömürlük bir tecrübe katar, şükür katar.

* İnsanın karanlığı çağıran bir yanı vardır. Bu yan, başkasının felaketinden şükür çıkaran zalimliğin hemen komşusudur.

* Dünya hali böyledir, insan koyun koyuna yattığıyla bile aynı rüyayı görmez. Herkes kendi hesabına uyanır, herkes kendi kâbusuna uyur.

* "Bak, bu dergiler, 'Eşinizi nasıl mutlu edersiniz,' diyenler ve, 'Partnerinizi nasıl mutlu edersiniz,' diyenler olarak ikiye ayrılırlar. Yarısı evli, yarısı da bekâr kadınları aptallaştırmak için uydurulmuş reklam tuzaklarından başka şey değiller." Olsun. Dergi haksız mı? "İşten gelince kıçını devirip televizyon seyreden bu öküzler size hediye falan almaz, siz kendi hediyenizi kendiniz alın da mutlu olun," diyor işte. Fena mı?

* Şüphe; sulayıp sakınmak, budayıp ilgilenmek gereken bir çiçek değil, istenmeyen bir ayrık otu. Kendi kendine büyür de büyür, yayılır da yayılır.

* Ergenlik denen hastalığın en ileri evresinde, insan olmanın bu aşağılayıcı defosunun en çaresiz zamanlarındaydık.

* Serserilik ettiğimiz her günü bizi koynuna alıp öğütmeyi bekleyen büyük değirmenden çalınmış küçük ama ferah zaferler hanesine katıyorduk.

* İnsan kabahatin kendinde olduğunu bilince, hakikatin zehri kendine sıçramasın diye suçu, başının üstünden geçen kuşa bile atabilir.

* İster mağara duvarına hayvan resimleri çiziyor olsun ister sonsuz katlı gökdelenlerden trilyonluk işleri yönetsin, insanları gütmek, anlamadığı gizemleri kurcalayarak onları şaşkına çevirip peşine takmak, ne kolaydı.



Yazarın daha önce okuduğum kitapları;

Öbürküler burada 
Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde burada
Olduğu Kadar Güzeldik burada


12 Kasım 2020

Bugünlerde;


"Dertler derya olmuş ben de bir sandal" diye bir şarkı var bilir misiniz bilmem... İsmini bile zikretmek istemediğim, hiç sevmediğim bir adam söyler. O şarkı misali ruh halim inanılmaz bir acitasyonda... Çocuğum yapma diyorum ama yok dinlemiyor beni...

Bu aralar her şeye takıntılıyım... "Coğrafya kaderdir" lafı mesela... Coğrafyadan daha çok cahilliğin, açgözlülüğün ve vicdansızlığın kaderini yaşıyoruz milletçe.. Yaşın yanında kuru da yanmıyor üstelik, sadece kurular yanıyor maalesef :( Ve çabuk unutuyoruz...

Covid desen aldı başını gitti... Henüz bu kadar vaka sayısına ulaşmamışken ciddi önlemler alınıyorken şu ara maske-mesafe-tedbir üçlüsünün koruyuculuğu sağlanmaya çalışılıyor. Kendimce önlemlerime devam edip kendimi ve çevremi korumaya çalışıyorum. Hala marketten aldıklarımı yıkıyorum, hala eve kendimi atar atmaz kıyafetler kirliye kendim banyoya diyorum. Kalabalık ortamlara girmemeye çalışıyorum gibi gibi... Ama usandım artık, yoruldum...

Oytun'u okula göndermeme kararı almıştım kendimce.... Ama büyük konuşmuşum... Geçen hafta itibari ile sınavları başladı ve her gün 2 dersten sınava girmek için okula gidiyor. Maske ve siperlik okula bıraktığım ergenim siperlik çantada çıkıyor okuldan... Malum ergenliğin ilk kuralı "bana bişey olmaz" ruhunu maksimumda yaşamak... Allahtan maske konusunda aynı vurdumduymazlığı taşımıyor...

Online eğitim uzun süredir hayatımızda malum... Bu yöntemden fayda sağlayabilen çocuk da var sağlayamayan çocuk da... Bizimki negatif grupta... Ama bu konunun eğitimin şekliyle alakası yok tamamen kendisi ile ilgili... Tek bir not tutmuyor, dinlediğini zannediyor ama o arada bir sürü şeyle uğraştığı için bilgiler bir kulağından girip beyne uğramadan  diğer kulağından çıkıyor. Sınav tarihleri açıklandığında özgüven tavan malum, "hallederim yeaaee" diye gezindi ortalıkta. Hallediyor mu evet hallediyor aslında; sadece sınava girmek eylemini gerçekleştirerek 😒 Sonuçlar açıklandığında    "eli maşalı anne" moduna geçmekte hiç zorlanmayacağım...

Kurban bayramından sonra düzenli olarak yürüyüşe başlamıştım. Yediklerime de dikkat ederek 12 kilo gibi mucize bir eksi gördüm tartıda... 3 haneli rakamlardan 2 hanelilere geçeceğim yaşasın modunda iken takıldım kaldım. Yaklaşık 3 haftadır gram oynamıyorum. Geçen haftadan bu yana yürüyemiyorum da... Evde Lesly hanıma takılıyorum ara ara (tıktık)  , ama hala tık yok gramda... Sabah akşam tartıya çıkmaktan da yoruldum 😃

"Ne istersen çantası" örmeye devam ediyorum evde yavaş yavaş... Bir ara o kadar çok ip istiflemişim ki eve, onları tüketmeye çalışıyorum... Abartmıyorum örme işini ama kolumdan tık tık diye ses gelmeye başladı örerken, doktora da gidemiyorum bu aralar... Sanırım elimdeki bitince örgü işine ara vereceğim biraz...

Boş kaldıkça internetten bir yandan arsa fiyatlarına bir yandan da çelik konstrüksiyon hazır ev maliyetlerine bakıyorum. Kafamda alıyorum veriyorum, bahçesine çiçekler ekiyorum, kışın şöminede yakmak için odun istifliyorum... Kendime geldiğimde atalarımdan Mısır'da kimse var mı diye eşeliyorum ama tabiki yok 😂 Piyango hayaline sığınıyorum ardından, ilk önce bir 500 çıksa diyorum sonra yetmeyeceğine karar kılıp daha fazlasının hayalini kuruyorum... Sonra kafamdaki düşünceleri bir güzel kovalayıp buzdolabından 1 bardak soğuk su içiyorum üzerine... Eldeki şartlarla çok mümkün gözükmüyor :/

Bu aralar bir şey de izleyemiyorum Masumlar Apartmanı haricinde... Azıcık Safiye'nin çokça Gülben'in hayranıyım... İçimi acıtsa da bazen halleri, oyunculuklarını ağzım bir karış açık izliyorum...

Bizdeki durumlar özetle böyle...
Rutinden ve kafamda dolaşan tilkilerden kurtulmak için elbet bir çözüm bulacağım...
Biraz daha sabır...
Kucak dolusu sevgilerimi gönderdim herkese...






28 Ekim 2020

Kendime not;

Bu aralar yatağa uzandığımda hemen uyuyamıyorum. Kafamın içinde bir sürü şey dönüyor bilinçsizce. Alt beyin dedikleri şey sanırım... O an sorsanız bana ne geçiyor aklından diye hem çok şey söylerim hem hiçbir şey söyleyemem... 

Dün akşam uyku öncesi biraz kitap okuyayım istedim. Ancak sayfaları çevirdiğimi, okuduğum hiçbir cümleyi bırak anlamayı herhangi bir kelimesini bile hatırlamadığımı fark ettim. Alt beyin yine çalışmaya başlamış, kendi kendine dedikodu yapıyordu yine ve ben bunun farkında bile değildim. Başladım kendimi sorgulamaya... Beynimi kemiren o fare nereye saklanmıştı acaba? Tabi ki bulamadım :) Ama bu kendimi sorgulama süresince kendimce bir sonuç çıkarttım sanırım... 

Hayatımın en karışık yıllarını yaşadım sanırım son birkaç yıl içinde... Kaygılar, belirsizlikler, sonlar, yeni başlangıçlar, maddi manevi sıkıntılar gibi gibi... Altından iyi kalktım galiba dedim ve bu esnada kendime aferin demediğimi fark ettim, hemen bir kendimi sevdim ♥ Peki bitmiş miydi? Hayat sürüyorsa telaşesi de bitmiyor tabi ki....

Önüme yığsam dağ boyutunda halledilecek, yapılacak işler, alınacak kararlar, gidilecek yollar var daha... Ama zamanla, sabırla çözülecek işler... Eksildikçe üzerine yeniler de eklenecek tabi ki... Hayat gailesi diyoruz buna... Tüm bunlara rağmen içimde güzel bir huzur yakaladım... Hani biraz da köy yanarken saçını tarayan deli misali... 

Lafı fazla uzatmayayım; fareye bir kapan, kendime bir öpücük ve kazı çalışmasına koca bir tik 😉

Kendinize iyi bakın ♥




 

22 Ekim 2020

Kuyucaklı Yusuf / Sabahattin Ali

 


Kuyucaklı Yusuf hakkında yazacaklarım var elbet, içim cız ederek okuduğum bu kitap hakkında hissettiklerim benim için önemli. Ama ilk önce kendimi kınamak istiyorum izninizle...

Ben daha önce hiç Sabahattin Ali kitabı okumadım. Tamamen nedensiz, denk gelmedi sanırım... Kitap okumayı seviyorum, kendi kendime bak ne güzel kitaplar okuyorum düşüncesinde iken bu kitabı okuyup bitirdiğimde aslında önemli bir çok yazarı atladığımı, okumalarımı yeterince çeşitlendiremediğimi fark ettim. Ve buna üzüldüm kendimce... Kendimi çeşitlendiremedikçe ne kadar çok güzel kitabı kaçırıyorum kim bilir... 

Bu konuda kendimi terbiye etmem lazım ve en kısa zamanda özellikle Türk Edebiyatının önemli yazarlarından okumadıklarımı tespit edip en azından en sevilen romanlarından okumaya çalışmam lazım... Bunu koca harflerle bir kenara not ettim hemen... Zararın neresinden dönersem kâr ne de olsa...

Gelelim Kuyucaklı Yusuf'a...

Bildiğim, hayal edebildiğim bir coğrafyaya ait bu kitabı okurken öyle keyiflendim ki... Yusuf dört nala sürerken atını o zeytin ağaçlarının arasından belki de o ağaçlara dokunduğumu düşledim... Ya da diklenerek yürüdüğü o taş yollardan aslında benim de geçtiğimi, su içtiği çeşmenin hâlâ orada olup olmadığını bilmek bile ayrı bir hazdı tüm okuma serüvenim boyunca... O sebeple hem ne olacak diye merak edip kitabın sayfalarında ilerlemek isterken, bir yandan da bitmesin diye sayfalar arası geçişleri ağırdan aldım... 

Selahattin Bey, Şahinde Hanım, kızları güzeller güzeli Muazzez ve Yusuf... O günlerin aile yapısını o kadar güzel resmetmiş ki karakterleri üzerinden. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki taşra hayatına ışık tutmuş bir nevi... 

Canım Muazzez ve canım Yusuf ♥ Eski Türk filmlerinin naifliğinde bir aşk ancak Sebahattin Ali'nin o güzel betimlemeleri ve kurgusuyla bir o kadar gerçekçi... 

Yusuf'un baba Selahattin bey öldükten sonra evi geçindirmekle ilgili aczinden o kadar çok etkilendim ki... O erzak sandığının boşalması ve onu eskisi gibi değil hiç dolduramamanın ezikliğini içim cız ederek okudum...  Ve insanların bu çaresizliği kendi lehlerine çevirme çabaları.... 

Kuyucaklı Yusuf, güzel ancak bir o kadar da hüzünlü bir hikayeydi benim için...  


Altıçizililerim;

* Kumarbazın kumarbaza senede beş kuruşu bile geçmezmiş...

* Parası olanın ırzı da tamam, namusu da !

* Bastığı yerin ayaklarının altında sıkı durduğunu hissedememek, hemen yola çıkılacakmış kadar eğreti bir hayat yaşamak ne azaplı şeydi?

* Hayattan fazla şeyler bekleme. Dünyada her felaketin içinden en az zararla sıyrılmanın yolu hayata uymak, muhite uymak, hiç sivrilmemektir. 

* Hayat, birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu.




13 Ekim 2020

Eylül instaları geldi hanım :)))

Ekim'i yarılamış olmamız, benim tembelliğimin had safhada olması, bir sürü şeyin yan batması çamura batması Eylül insta seçmecelerini yapmama engel olmaz dimi :)) Beni de tüüüüüü şuna bak diye ayıplamazsınız da zaten 😂😂😂

Eğlenmeden yürüyüş yapacağımızı düşünmediniz değil mi 😉

100 happy days / volume 61 
İçimdeki çocuğu seviyorum 
En son ne zaman binmiştim hatırlamıyorum ama rahat 10 yılı var
Bacak kaslarını da çalıştırıyor yalnız 
Bu da sportif notum olsun


Çocukların gün yüzü görmesi şerefine bir fotoğraf çekilelim dedik. 
Çok uzun zaman olmuş böyle bir foto çekmeyeli üstelik ;)
Sonrasında hamburger yediğimizi kayıtlara almadık tabi ki 😂😂😂

100 happy days / volume 59 
Eskiden ne gezerdik yahu
Bir de bugünkü hamburger yediğim en iyi hamburgerlerdendi diyebilirim 
Belki de uzun süredir dışarıda yemek yemediğimdendir
Sonuçta güzeldi ama ;)


İşinizi sevin çünkü sevgi başarır ❤️ 


Saçını kestirmesi için bizim ergeni nihayet kandırdığımın kanıtıdır efenim :)
Hala uzun merak etmeyin ama en azından etrafa çokça saç dökmesinden kurtuldum ;)


Bir Cumartesi gününden günaydın efenim ♥


Ayağa çorap, kucaklamaya Boby sezonu açılmıştır bizim evde 😂😂😂

100 happy days / volume 52
Oytun'un Boby'si benim sarılma yastığım olur kışın 
Hem yumuşacık hem sıcacık 
Ne demiş atalarımız
Ayağını sıcak tut başını serin 
Özlemişim bu havaları ♥


Pişmiş kellegillerden selamlar efenim ♥ 
33 yıl dile kolay 😉 
Mesafeleri dinlemeden her sene buluşabiliyoruz şükür ❤️ 
Tabi bu konuda Murat'ın katkıları büyük, o zaten bizden yaşlı 😂😂😂😂 
Olsun o kadar yani 😎

100 happy days / volume 43
Eski dostlar 
İlk tanıştığımızda Oytun'dan bile küçüktük
Hey gidi yıllar hey


Gün sonu raporu veriyorum;
* Çok çok çok çalışıldı.
* Eve karın ağrılarıyla dönüp kısa bir kestirme yapıldı.
* Yürüyüş yapıldı.
* Duş alındı.
* Yoğurt mayalandı.
* Yarına zeytinyağlı taze fasulye pişirildi.
* Üzüm pestili kaynatılıp tepsilere serildi.
Bu kadar işten sonra yatağıma kavuşmak ❤️ ben

100 happy days / volume 40 
Çok yoruldum instacım 
Yoğurt için alarm kurdum 
Hemen uyumak istiyorum zira 
İyi geceler


Yürüyüş sonrası kahve güzeldi de o baklava dilimi yanında olmasaydı iyiydi 🙈

100 happy days / volume 39 
Şimdi evde koşturmaca devam ediyor 
Gün 48 saat olsa yine yetişemeyeceğim ben galiba


Eve gelmem itibariyle minnak minnak uğraşmış olabilirim, yorulmuş da olabilirim :/

100 happy days / volume 38 
Kış gecelerinde mutluluk olacak bize 
Yorgunluğu işte o zaman unutacağım 
Erik pestili 
Şeftali ve üzüm de yarına artık
Öpüldünüz 
En mutlu geceler size


En kötü günümüz böyle olsun ♥


Cuma mutluluğu olabilir mi ;) 
Tabi ki olabilebülür 😂😂😂 
Ama senin odanda kahve içelim, benim odamda kahve içelim kavgasının inadım inat, gerisi ...... sözü de bu kahkahaya sebep olabilebülür 😉



5 Ekim 2020

Bu kitaplar çocuklara #6

Alt sınırı 7-8. sınıf olan bu kitabın aslında tüm yaşlara hitap ettiğini söyleyebilirim.

MEB 100 temel eseri arasında olan "Fareler ve İnsanlar", bir ara yasaklanan ya da sansürlenen kitaplar arasına girecekken kıl payı kurtuldu. Daha doğrusu ben orada kaldım, sonradan konuyla ilgili herhangi bir değişim olduğunu duymadım. Kitap hâlâ satılıyor nihayetinde...


Bu kitabı daha önce okuduğumu tamamen unutmuşum, kitabın sonlarına doğru ancak anımsayabildim zaten... Muhtemelen lise ya da üniversite dönemlerinde okudum ki bu kadar hafızamdan silinmiş. Eskiden not etmezdim ki bir yerlere, balık hafızam işte... Tekrar okuduğum için mutluyum ama ♥

Kitaptaki kahramanlarımız Lennie ve George birbirlerinden çok farklı olmalarına rağmen iyi arkadaşlar. George vücut olarak ufak tefek ama zeki bir adam. Lennie ise iri yarı, güçlü bir adam olmasına rağmen akli dengesi bozuk. Bu rahatsız edici boyutlarda değil ama... Daha çok bir çocuk saflığında...  George Lennie'nin hamisi rolünde daha çok...

Bu iki arkadaşı birbirlerine bağlayan bir etken de hayalleri. Yıllarca başkalarının çiftliklerinde çalıştıktan sonra sahip olabilecekleri ufacık bir toprak parçasının hayali... O küçücük toprak parçasına o kadar anlam yüklüyorlar ki insanın içinin ezilmemesi imkansız.

Çalışmaya yeni başladıkları çiftlikte diğer işçilerin de aslında onlardan çok da farkı yok... Hepsinin tutunacak bir dala ihtiyacı var...

John Steinbeck kısacık bir kitaba o günün şartlarını o kadar güzel yüklemiş ki; dostluk, cehalet, önyargı, ırkçılık, cinsiyetçilik, umut, hayal kırıklığı.... Birbirinin içinde karakterlerle çok güzel yoğurulmuş konular... Ve en önemlisi insanların hayalleriyle var olabildiklerini anlatan bir kitap... 

Okuyun, okutun mutlaka... 
Ben de Oytun'a okutacağım, evet çok tarzı değil ama maceraysa bu da macera... Hüzünlü olmasına biraz bozulacak sadece ama bu konuyla ilgili de yapabileceğim bir şey yok :/

Kendinize iyi bakın ♥


Altıçizililerim;

* İnsanın iyi olmak için akla ihtiyacı yoktur.

* İnsan çok yalnız kalırsa tozutur, hasta olur sonunda!



18 Eylül 2020

Bu ayın şarkısı ♥ #9

 

Ayça Özefe / Yıkılmam Asla

Önüme rastgele düşen şarkılara tutunuyorum bazen ve çıkamıyorum bir süre
İşte o şarkılardan biri daha

Mutlu hafta sonları diliyorum herkese ♥


10 Eylül 2020

Mürebbiye / Stefan Zweig


İş Bankası Kültür Yayınlarının Modern Klasikler serisini seviyorum... Çevirileri, kapak dizaynları oldukça güzel... Şimdiye kadar kaç tanesini okuduğumu bilmiyorum ama bitirmeye daha çok var... Seçmece olarak kolay ve sevdiğim yazarları alıyorum öncelikli olarak... Kendime böylece daha çok gaz veriyorum 😉

Mürebbiye kitabı 4 novalledan oluşuyor... Her biri şahsına münhasır tatda...

1- Mürebbiye

2- Yaz Novellası

3- Geç Ödenen Borç

4- Kadın ve Yeryüzü

En sevdiklerim Mürebbiye ve Geç Ödenen Borç oldu...  

Kadın ve Yeryüzü ise en sevmediğimdi... İlk defa Zweig'in tasvirlerini bu novellada tarzından uzak buldum ve çok sıkıldım okurken... Sonuncu bölüm hariç oldukça keyifli bir okumaydı diyebilirim...

Zweig'in sevdiğim hikayelerini okuyup bitirdikten sonra keşke daha uzun, roman tarzında yazsaymış diye düşünüyorum ama belki de kısa ve öz olması insanın zihninde daha şahane bir iz bırakıyor... O sebeple belki de seviyorum kitaplarını...

Keyifli okumalar diliyorum herkese ♥


Altıçizililerim;

* Güzelliği teşekkürle karşılayan yalnızca gençliktir.

* Yürek her zaman kendini kandırmaya eğilimli olduğundan.....

* İnsana mutluluk kadar sağlık katan bir şey yoktur ve en büyük mutluluk da bir başka insanı mutlu etmektir.



4 Eylül 2020

Ağustos bitti bile...

Günler, haftalar hatta aylar çok hızlı geçiyor... Bırak bu ayı ben yazın bile nasıl geçtiğini anlamadım... Çok meşgalem olduğu da yok aslında... Zamanın işlerle bir ilişkisi olmadığı böylece kanıtlanmış oldu 😉

Bu ay mutlu mutlu paylaşımların peşindeydim ben sevgili Özlem sayesinde... 100 mutlu gün için... Yapar mıyım yapamaz mıyım derken 1/3 ü bitti bile.... O zaman haydi insta seçmecelerine :)



Uzaktan eğitim için hazırmış 😂😂😂 
Anlaşmamızı imzaladık, kurallarımızı koyduk, inşallah kavga gürültü çıkmayacak 
Hadi hayırlısı 🙈

Bu dönemi tüm çocuklarımız en hayırlı şekilde atlatır inşallah, her şeyden önce sağlık ❤️

Geçen dönem uzaktan uzaktan Oytun'a işlememişti
Çünkü izlemek istememişti
Bu sefer istek arttı mı tabiki hayır
Sorumluluklarını yerine getirmesi konusunda uzlaştık sadece
Sanırım yani


“Teyzeeeee nasılsın, Şakir’i çağırsanaaa” diye başladık 😂😂 
Amaç Şakir olabilir ama olsun bıcır bıcır sesini duydum ya 😍

Evde bir baykuş kuklam var, ismi Şakir. 
Arden’in ilgisini çekmek için çıkmıştı ortaya, şimdi baki oldu 😂😂 
Şakir’le konuşunca çocuğumun gülleri açıyor. 
Teyzesinin evde baykuş beslediğini inanmıştı, bu yaz kukla olduğunu ortaya çıkartacaktık ama kısmet olmadı. 
O da hafiften çakıyor artık ama bozmuyor eğlenceyi. 
Geçenlerde bir ağaçta baykuş görmüşler, Şakir’in arkadaşı Şakira demişler. 
Onu anlattı bıcır bıcır. Bizde selam söyledik Şakira’ya 😂😂😂

Arden seni çoookkk seviyorum paşam 😍😍

Mutluluğun en güzeli hasret gidermek sevdiklerimizle 
100 happy days / volume 27 
Şakir de seni çok seviyor Arden


Bir pestil işine sardım ki sormayın :)))
Elime yüzüme de bulaştırmadım üstelik ♥


Bu biiirrr göz hakkı 😂
Bu biiirrrr yürüyüş ganimeti 😉
Bu biirrr vergi dönüşümü 🤪
Bu biirrrr mutluluk sebebi 🥰

100 happy days / volume 26
Yürüdüğümüz parkta gözümüzü dikmiştik
Bugün nihayete erdik
Biz bu ağaçtan daha çok göz hakkı alırız
Kızaranlar itina ile toplanır


Uzun süre sonra cağnımm blogları okudum, ne iyi geldi.. 
Yine notlar aldım, yine kıkırdadım, azıcık hüzünlendim... 
İyi ki varsınız ve iyi ki paylaşıyorsunuz dedim yine çokça 
❤️ Biz birlikte çok güzeliz 💪🏻

100 happy days volume 25
Bloglar candır
Kitaplar, filmler, yaşanmışlıklar
Deneyimlerine güvendiğim ne kadar çok insan var ♥


Olmuş incirin reçelini daha çok seviyorum ben. 
Şekeri karamelize edip tarçın kabuğuyla kaynatıyorum. 
Sonuç missss 😋

100 happy days / volume 23 
İncir reçeli mutluluğu 
Filmi de ne güzeldir
Aklıma geldi birden


Mutluluk için bazen bir patlıcanlı börek, bazen kuşlu bir tabak, bazen de çekme beni çekmeeee diye bağırmak lazım gelebilir. 
Ya da hepsiiii bir arada o anı süsleyebilir  
İyi ki 😍😍

100 happy days / volume 22 
En kötü günümüz böyle olsun


King mutluluğu, hele bir de 1,5 porsiyon çıkmışsan misss vallahi 😂😂😂

100 happy days  / volume 
21
Aman sinek ikiye dikkat 
Maça da katıldı aramıza
Güldürme güldürme 😂😂


Bir dilim mutluluk 🙈

100 happy days / volume 12 
Yemek yemek aşktır 
Bir de kilo yapmasa
Lop lop et olsun demiyoruz asla
Yerine ne diyoruz bilmiyorum ama 
Aklım sütlü baklavada şu an


Huzur ❤️

100 happy days / volume 8 
Yorgun ve bitkin vücuduma ne iyi geldi bu sakinlik
Gerçi aşağıdaki balkonda bir baklava tepsisi mevzuu vardı sakız gibi uzatılan 
Bir süre sonra kulaklarım sağırlaştı şükür onlara 
Neymiş, balkonlarda son ses konuşmamak gerekiyormuş
Herkese iyi geceler


Kahve ❤️ Mozaik Pasta
Mutluluk sebebi değildir de nedir 😉

100 happy days  / volume 4
Bayram boyunca kahve içmeyi unuttuk desem 
Bayram kahvesi son güne kaldı
Mozaik pasta şahane olmuş yalnız
Ellerime sağlık


Bugünün misss kokulusu olur kendisi 😋 
Bıyık altından gülen arkadaşın konumuzla alakası yok 😂😂😂

100 happy days / volume 3 
Kokusu ruhuma şifa, tadı damağıma 
Mide de bayram


Elma görünümlü armuta da eyvallah ♥


Tadı enfes mi enfesti ♥


Herkese mutlu hafta sonları ♥

25 Ağustos 2020

hamarat Şebo bildiriyor :))

Kirpi yavrusunu pamuğum diye severmiş ya benimki de o hesap :)) 
İki dürttüm diye kendimi hamarat yaptım :))) 
Yarım işler kraliçesi olarak elimdeki işi bitirince kendimi çok mutlu hissediyorum ne yapayım ♥


Öncelikle battaniyemi göstereyim size... Mini bir bebe battaniyesi ördüm... 
Ege'mizin haberini alır almaz başlamıştım, iyi ki hemen başlamışım ancak bitirdim... 
Çoccuğumun doğumuna yetiştirdim... 
Hoş bu yaz sıcaklarında kullanılmaz ama olsun, içim rahat en azından.



Bu dalga motifini çok seviyorum ben. 
Hem yapımı çok kolay hem de renklerin birbirine geçişini seviyorum. 
Genelde bu tarz işlerde soft renkler daha güzel duruyor. 


İkinci işim ne istersen kılıfları :)))



Ne istersen kılıfı neden dedim peki :))
Ben genelde bu kılıfları kitap kılıfı olarak kullanıyorum. Ceplerine kalemimi, post-it lerimi koyuyorum. Çantamda kitaplar yıpranmıyor böylelikle
Ama pekala makyaj çantası olabilir, ıvırzıvır koyulabilir.


Aslında dikeli çok olmuştu... Amerikan bezini bu tarz işlerde çok seviyorum ben...
Fakat çok sade olunca kullanmak içimden gelmemişti, bir kenarda öylece bekliyordu.
Birkaç motif birleştirerek üzerine diktim.
Bu hali daha sevimli oldu.


Hele ayıcıklı olan...
Şimdi yine bu tarzda çantalar örüyorum... Küçük küçük bitirmesi kolay...
Hediye için elimin altında olması da ayrıca güzel oluyor....

Kucak dolusu sevgiler herkese ♥


17 Ağustos 2020

Haw / Kemal Varol

 

Bu kitabı çok uzun zamandır görüp merak ediyordum,  Lokum Okuma Listesinde anlatıcısı bir hayvan olan kitap denince ilk aklıma bu kitap geldi... Hooop hemen attım sepete 😉

Ne okuyacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu... Bir çok yerde görmeme rağmen konusu ile ilgili bir şey ya okumamışım ya da hatırlamıyorum. Sadece anlatıcısının bir köpek olduğunu biliyordum ki Mikasa ile tanıştırdı beni...

"Dedem, rüzgarın bir masaldan kopmuş gibi uğuldadığı, yağmurun olanca hızıyla boşaldığı bir sonbahar gecesi barınağa kan revan içinde getirilmiş."

 diyerek başladığı kitaba kâh torunu Mikasa'nın barınaktaki hikayesini anlatıyor... Kâh Mikasa geçmişe dönüp anılarına yolculuk yaptırıyor... Aslında hep barınakta geçen hikaye bizi hatıralarla dışarıda gezdiriyor.

Hayali bir kasaba Arkanya bilmediğimiz bir coğrafyada... Kuzeylilerin ve Güneylilerin savaşı... Aşk.. Özlem... Acı... Umut... Bu şekilde kurgulamış Kemal Varol... Ne kadar farklı semboller kurgulasa da tanıdığımız bir coğrafya da bildiğimiz bir savaşı anlatıyor aslında... Eğer buraya takılırsam hoşuma gitmeyecek bir takım kavramlar da çıkıyor karşıma... Takılmamaya çalışıyorum ve Mikasa'ya odaklanıyorum... 

Yalın anlatımıyla Mikasa'ya sarılıyorum bolca kitap boyunca... Hayata tutunma çabası içimi burkuyor... Neden öyle kan revan içinde barınağa getirildiğini çok çok önceden anlıyorum aslında ama yine de içime çeke çeke yutuyorum sayfaları... Melsa'ya olan aşkı evet güzel ama ondan büyük dertleri var Mikasa'nın...

Benim için en vurucu yer barınaktaki platonik ve vefalı aşık Adıgüzel'in hayalleriydi... Kitabın kahramanları adına en güzel hayali kurar aslında tek başına... Şahane bir gelecek hayalidir bu...

Sonuç olarak ben Mikasa'nın hikayesini sevdim... Hoşlanmadığım bazı siyasi anlatımları geri plana attım ve takılmamaya çalıştım. Anlatımı hoş bir kitaptı... Farklı bir deneyim yaşamak isteyenlere tavsiye edebileceğim kitaplardan...


Gelelim altıçizililerime ;


* Barınakta bütün tehlikeler gündüze aitmiş. Gece uyku demekmiş barınakta. Uzun uzun esneyip zamanı dinlemek demekmiş. Eğer iki köpeğin kavgası geceye de taşmamışsa güvenlik demekmiş. Hatıralara sarılmak ve beklemek demekmiş gece.

* Zaman çok garip bir şeydir. Geriye doğru saydığında başka, ileriye doğru sardığında başka geçer.

* Aşk istediğini istediğine benzetmekten başka bir şey değildi belki de.

* Zaten aşk, bir öçmür geçtiğini sanırken olduğu yerde kalakalmaktı belki de.

* Aç susuz kalma, dayak yeme korkusundan özgürlüğün nasıl bir şey olduğunu unuttum.

* İt de yaza çıkardı ama yediği ayazı Allah bilirdi.

* Çünkü ağlarken, gözyaşı değil, aslında hatıra döker herkes!

* Savaş, onlara dokunmadığı sürece ehemmiyetsiz bir şeymiş, hatta hiç yaşanmamış bile sayılabilirmiş.

* Eğer bir yeriniz acıyorsa, onu dindirmenin yegâne yolu o acıyı başka bir acıyla değiştirmekti belki de.

* Savaşın en kötü tarafı, bir zaman sonra kimin haklı olduğunu unutturmasıydı.

* Hayat, her âşığa ayrıldıktan yıllar sonra bir kez daha karşılaşma imkânı vermezmiş her zaman.