24 Aralık 2021

Lilith / Esra Pekin

Sene bitiyor ama ben hala okuduğum birçok kitabı yazmamışım. Daha doğrusu çoğuna başlamışım yazmak için ama taslaklarda kalmış, bit(e)memiş... Bu sene doğru düzgün yazmadım, bari kitaplarım geçsin kayıtlara diyerek başlıyorum tamamlamaya... Çok da okumamışım zaten geriye baktığımda. Bu da ayrı bir üzüntü sebebi :/
Neyse önümüze bakalım, daha daha nice güzel hikayelere diyelim ♥


Yazarla ilk tanışmamız, ve sanırım aynı zamanda ilk kitabı...  Bazen tesadüfi tanışmalar beklenmedik güzellikte olabiliyor, o sebeple heyecanla başladım okumaya... Üstelik ismi de oldukça cezbediciydi.
Lilith; Adem'in ilk karısı... Aynı şartlarda yaratıldığı için Adem'in bir türlü baş edemediği asi dişi...

Ve tahmin ettiğim gibi bu döngüde başlıyor kitap ama günümüzle benzeştiriliyor... 
Lilith....
Lamia...
Habil ve Kabil...
Kuzey ve Güney...

Bir fi tarihindeki geçmişe, bir fi tarihindeki geleceğe odaklanıyor hikaye...

Zorlandım açıkçası okurken, belki de formülünü tutturamadım. Sadece Lilith olsaydı ya da sadece Lamia dedim kitabı okurken. 
Gidip gelmeler arasındaki uyumsuzluk okumamı bozdu... Hele bolca kullanılan o eski kelimeler okuma hızımı iyice düşürdü. Gerek var mıydı bu kadar bilemedim.

Sonuç olarak kitap kötü değil ama bana göre kopukluklar vardı bölümler arasında. Ya da dediğim gibi ben formülünü oturtamadım... 

Bu tarz kitapları sevenler, daha iyi değerlendirebilecektir sanırım. o sebeple siz karar vermeden önce başka yorumlara da bir göz atın derim naçizane ♥



Altıçizililerim;


* Yerin altında çürümekte olan bir iskeletin, yerin üstünde kendisi için inşa edilen gösterişli mezarının boyutlarıyla ilgilenmeyeceğini kestiremeyen ademoğlu gösterişe olan marazi bağımlılığından burada da kurtaramamış kendisini.

* Ne büyük başarı diye düşünüyorum: Kendinin kim olduğunu bilmeden, üzerine bir beden büyük gelen bir kostümle tüm bir hayatı sürdürmek.

* Dün olmasaydı, bugün olmazdı. Bugün dünün devamı, bugün düne bağımlı, oysa dün bugüne kayıtsızdı.

* Aşk varlıktan değil yokluktan zuhur eder, aşk sevilenin sevende sebep olduğu bir yoksunluk duygusundan peydahlanır.

* Kahvaltıyı kendinle, öğle yemeğini dostunla, akşam yemeğini düşmanınla yemelisin. Ne kadar az konuşursan o kadar çok yer, ne kadar çok konuşursan o kadar az yersin. 

* Demek ki acı ile hafıza aynı yolun yolcusuydu. Bize en çok acı verenleri asla unutamamamızın nedeni buydu; ya hafızamızdan vazgeçip, bizi sadece tek tip güdük bir mutluluğun içine hapseden bir yaşamı seçecektik ya da ona sarılıp acılarımızın çeşnilendirdiği bir geleceğe doğru pupa yelken ilerleyecektik özgürce.

* Acının kaynağıyla aramızdaki mesafe kısaldıkça şiddeti artıyordu.





21 Aralık 2021

Doppler - Volvo Kamyonlar - Bildiğimiz Dünyanın Sonu / Erlend Loe

Ailesiyle birlikte refah seviyesi oldukça yüksek bir ülke olan Norveç'te yaşayan Andreas Doppler'in her şeyden sıkılıp ormana yerleşmesiyle başlıyor üçlememiz.... Deli mi dedim ilk anda ama gayet akıllı bir adam vardı karşımda...

Bir de Bongo'yu ekledi hayatına (ki kendisi en yakın arkadaşı geyik olur) ve bu yaşam daha da ilginç bir hal aldı... Kapitalizmle, sistemle ince ince dalgasını geçerek aldı beni sürükledi...

Yapı Kredi Yayınları 2. kitap olarak Bildiğimiz Dünyanın Sonu'nu bastığında koşa koşa aldım ve okumaya başladım ama bir yerlerde bir kopukluk vardı. Bıraktığım yerde değildi... Ve 3. kitabın çıkmasıyla birlikte anladım ki aslında Volvo Kamyonlar serinin 2. kitabıydı ve YKY'nın nasıl böyle bir hata yaptığına anlam veremedim.

Serinin 2. ve 3. kitapları beni ilki kadar etkilemese de Doppler üslubuyla benim gönlümü kaptı...

Eğer kitaplarıNI hala okumadıysanız serinin 2. kitabı Volvo Kamyonlar'ı okurken oğlunun babasına ilişkileri ile ilgili bir anlatımı var ki mutlaka sizin de ilginizi çekecektir. Beni benden aldı diyebilirim tespitleri. Bu dünyayı çocuklar güzelleştirecek dedirtiyor insana...

Lafı fazla uzatmayıp altı çizililerime geçeyim en iyisi ben... 
Zira konuyu anlatmaya başlarsam korkarım ki toparlayamayacağım.

Fırsatını bulduğunuzda okumanızı öneririm...

Sevgiyle kalın ♥


* Hayat bana, doğruyu gizlersem başıma kötü şeyler geleceğini öğretti.

* Artık böyle. İnsanlar çevrelerine duvar örüp birbirlerinden korkar hale geldi.

* Kafa karıştıran sinyaller konusunda insanların üstüne yoktur, kimse onları alt edemez; istersen bin yıl aran dur, insanların yolladığı sinyallerden daha fazla kafa karıştırıcı bir şey bulamazsın.

* Sorunun kendinde olduğunu itiraf etmek kolay iş değil. Özellikle de etrafında suçu üstüne almaya hazır başka insanlar varsa.

* İyi günde, kötü günde, demiştik evlendiğimizde. Sorun, aynı günün, biri için iyi, diğeri içinse kötü olabilmesinde elbette.

* Çok şey bildiğimize inanıyoruz ama aslında neyin gezegen olduğundan, hatta ve hatta babamızın kim olduğundan bile haberimiz yok.

* Doğru ya da yanlış diye bir şey yok. Mesele kim olduğun  ve ne zaman olduğun.

* Yalan, nadiren kullanılan muhteşem bir araç aslında. İnsanın söylediğiyle kast ettiği şey bambaşka. Fevkalade.


* Aileler olabilecek en karmaşık şeyler, insanoğlunun en gelişmiş örgütlenme modeli.

* İnsan hep olduğu yerdedir ve saniyeler tik tak geçer; insan başkası olacaksa çok büyük fedakarlıklar ve değişimler gereklidir.

* Sözcüklerin tınısının, iyileştirici bir etkisi olduğunu hatırlıyordu; anlamlarının değil, sadece tınılarının.

* İnternetteki bilgi miktarı devasaydı. Dünyayı çok geniş bir elektronik ağla birbirine bağlamanın hastalıklı bir fikir olduğunu düşündü.

* İnsan yalanın ayrıntılarını iyice bir gözden geçirdiğinde, yalan söylemek hiç zor değil. Bize yalanın aptalca ve tehlikeli olduğu, kesinlikle doğru bir şey olmadığı öğretiliyor. Ancak yalan bir dizi sorunu halledebilir.

* Düşüncelerimizle bedenimizin aynı yerde olmasını sağlamalıyız.


* Aristokrat anne babalar aristokrat çocuklarına bunu öğretir: Yenilenebilir kaynaklar satılabilir. Yani kütükler, balıklar, geyikler ve tahıl. Ama toprağın kendisi satılmaz. Ne yaparsan yap, toprağı asla satma diye belletirler. Sahip olmak soylu, satmak utanç verici bir şeydir.

* İyice ölçülüp biçilmiş bir yetiştirme tarzından daha etkilisi yoktur.
                                                                                                                                                                                                       

8 Aralık 2021

Kasım İnstaları

Hani Kasım'da aşk başkaydı arkadaşlar... Kandırıldım, incitildim hahahaaa :)

Öyle bir Kasım geçirdim ki tam evlere şenlik, bir şeyler yetişmedi, depresyona giresim vardı giremedim, param pul oldu, bir sürü bir sürü şey işte... Ama yine de arada keyifli anları da yakalamışım azıcık 😉


Pinokyo cevap vermedi tabi ki
Elektriksiz 3 saat ilaç gibi geldi
Devamını bekliyorum dedim ama gelmedi henüz :))


Şu toplanmaları ne kadar özledik ♥
Bir Cumartesi kaçamağı olarak kayıtlara aldık kendisini :)


Ergen bekleme dönemi başladı bizim evde...
Böyle sessiz sessiz bir köşede ben kitap okurken nefesimi ensesinde hissediyor muhtemelen :)
Kıpraşamıyor :))


Öğle kahvesi rutinim ve ben ♥


Seneleeerrrr sonra nihayet sağlık ocağımızda kan tahlillerimizi yaptırdık.
Pandemi korkusuna gidemiyorduk
B12 lerimiz, demirlerimiz yine sürünmeye başlamış yerlerde
Takviyeye başladık bakalım :)


Manzaranın gece hali enfes olsa da biz gündüz halini de seviyoruz :)
Pazar kahvaltısı hazırlayan arkadaş candır bu arada ♥


Kulüp izlemek ayrı bir keyifti ♥
Yeni sezonu da Ocak ayında geliyormuş bu arada 😉


tbt yapayım ama hatıralı bir fotoğrafla yapayım 😉

Sene 2014 Mayıs
Dubai
Nasıl mutlu, enerjik ve keyifli gözüküyorum değil mi 🤗 Evet öyleyim aslında ama deli gibi de yorgunum aynı zamanda 😜
Tüm gün zaten ayaklarımız şişene kadar gezmişiz, final Dubai kanalında tekne turu ancak teknelerle pazarlık yapmamız lazım. Niyet ettim 1 kişi fiyatına 3 kişi fiyatı almaya 😂😂😂 Nasıl olur diye sormayın orda böyle işliyor pazarlık kuralları 🙈 Ama bunlar çetin ceviz çıktı 😂😂😂 
Tüm tekneleri geziyoruz, ben diyeyim 15 siz diyin 25 😇 
Annem perişan, kardeşim yok binemeyeceğiz bu kızın inadından diye telaşlı. 
Ve sürpriiiizzzz 🎉 
Son tekneyle anlaşıyorum ve biniyoruz. 
Tekne kalkmak üzere ama bizi alt kata alıyorlar hahaaa :))) 
Tekrar bir cıngar, üst kat demiştik biz diye 😭 
İniyoruz tamam diyorum 🤣 
Bizimkiler artık çöktü çökecekler ama blöfümü yiyor adamlar 😉
Üst kata kuruluyoruz, yemeklerimizi alıyoruz 🥰

Az önce kimseyi delirtmemiş gibi çek pampa modunda poz veriyorum işte 😂😂😂😂

Bazen içimden bir canavar çıktığı doğrudur
Yay kadınıyım ne de olsa


Lucifer'la vedalaştım, öptüm kokladım, arşivin tozlu raflarına kaldırdım ♥


Ve bir blog gecesi düzenledim kendime
Herkesin evine gidip çene çaldım
Pek keyifliydi ♥


2 Aralık 2021

Rüyalar Anlatılmaz / Nermin Yıldırım


Rüyalar anlatılmaz mıydı gerçekten?

Bu kitabı elime ilk aldığımda kendime bunu sordum sanırım... Rüyalar tabi ki anlatılırdı ama gündüz niyetine anlatılırdı bizde... Gece rüya anlatılmazdı mesela... 
Neden? 
Hâlâ bunun yanıtı yok bende...
Ama ben gece rüya anlatırım :) Aklıma ne zaman gelirse o zaman anlatırım daha doğrusu...
Sabah ilk kalktığımda tüm ayrıntıları gözümde film gibi canlıyken anlatmadıysam bölük bölük, çoğu parçası birbirinden kopmuş, yorumlanacak hali kalmamış halini anlatırım ben... O haliyle anlamı kaldıysa tabi ki...

Kitabımızın kahramanı Eyüp'e de  annesi yıllarca rüyalar anlatılmaz demiş, öyle öğretmiş... Uykusuz gecelerinin, sıkıntılarının, kabuslarının çözümü için yardım aldığı psikoloğu ise yaz rüyalarını demiş, yaz ki çözümleyebilelim... 

Eyüp kaybolduğunda eşi Pilar'ın elinde de bu rüyaları yazdığı defteri ve hiç tanımadığı bilmediği bir ülkenin kenti; Eyüp'ün İstanbul'u...  Ve bir de Eyüp'ün İstanbul'daki ailesinin yardım etmesini umarak kapılarını çaldığı Bahriyeli ailesi...

Aslında kitabın kahramanı tek başına Eyüp değil.... Bir arayış kitabı olmakla birlikte aslında Bahriyeli ailesinin çözülme hikayesi diyebiliriz... Her bir aile ferdinin ince ince nakış gibi işlendiği bir hikaye... Abla Müesser'den kardeş Veysel'e, evin gelini Perihan'dan oğlu Bülent'e...

Pilar'la birlikte Eyüp'ü ararken hikayede geçen her karaktere bir kalp bırakmamı sağladı Nermin Yıldırım. Ama ufacık bir anda sahneye giren Vehbi'ye gönlümü kaptırdım tek hareketiyle... Bir delikanlıya kullanılmış bir kurşunkalem hediye edip "istersen yazarsın" dediği anın hemen arkasından da "istersen sonra silersin" diyerek silgi hediye etmedi mi... Bu naif hareketiyle kendisine kral tacını taktım gönlümde. Seviyorum böyle nevi şahsına münhasır karakterleri 💗

Nermin Yıldırım dilini seviyorum, karakterleri yaratış şeklini, ajitasyon yapmadan hayatın acılarını karakterlerine yedirişini... Dokunmadan ile başlayan tanışmam Misafir ve Unutma Beni Apartmanı ile devam etti. Ve her romanında daha çok kendine bağladı beni. Ama keşke dedim ilk kitabından başlayarak okusaydım da eski romanlarından yeni romanlarına taşıdığı mini karakterlere sırayla öpücük bıraksaydım. 

Sözün özü ben gönlümü kaptırdım bu romanına da ve hâlâ okumadıysanız siz de okuyup gönlünüzü bırakmanız naçizane tavsiyemdir efenim.


Altıçizililerim;

* Gece ve gündüz birbirine mesafeli durmalıydı, karıştılar mı bir kere, artık sadece gece vardı.

* Aşka başka bir gezegene taşıyordu insanı, iki kişiden ibaret küçük bir gezegene. Hava diye birbirlerinin nefesini soludukları yepyeni bir evrene.

* İnsan söyledikleri kadar değil, söylemedikleri kadardı.

* Geride kalanlar, sadece kendilerinden vazgeçildiğini düşünmektense, gidenin koca bir hayata tümden boş verdiğine inanmayı yeğlerdi.

* İnsanın gücünü kendinden güçsüzlerle sınamaya kalkması yahut kırıp dökerek kendince terbiye vermeye soyunması ne mertliğe ne hakkaniyete sığıyordu. Bir başkasında yaralar açmaya cüret etmek günahların en fenasıydı.

* Ya o şanslıydı ya da hayat adaletsiz...

* Evlat olmaktan memnun kalmamış olanlar, babalıktan medet umarlardı.

* Suspus edilmişler, suspus etmeyi severlerdi.

* Onun için pek çok şey yapabilirim, hatta belki ölebilirim bile. Ne var ki biri için ölmek, onun için yaşamaktan daha kolaydır zaten. Kimse kabul etmese de bu böyledir. İşte bu nedenle uğruna yaşamaya mecbur kalacağım bir bebek istemiyorum hayatımda.

* Bu mutluluk takıntısına ifrit oluyorum ben. Herhalde insanları yakınlaştıranın, mutluluklardan çok mutsuzluklar olduğunu düşündüğümden... Sevinci paylaşmak kolay ama kederi öyle mi?

* Paylaşmanın güzelliğinden dem vuranlar, onu bir mecburiyet değil, erdem olarak yaşayanlardı. Bollukta paylaşmak iyiydi, güzeldi ama yoklukta paylaşmak zorunda kalmak hiç de insanları yakınlaştıran, bağlarını güçlendiren bir şey değildi.

* Yemeği verenle lafı söyleyen, hayattaki sırasını kolay kolay kaybetmezdi.

* Öfkeli kadınların, hava kaçıran balonlar gibi tizleşiveren seslerine inat, çok tumturaklı laflar ettiklerine defalarca tanık olmuşumdur.

* Tecrübe, aptalların utanç duvarıymış...

* Acaba bazen hiç sevilmemek, borçlu kalacak kadar çok sevilmekten evla olabilir miydi?

* İnsanlardan az şey beklemek hayal kırıklığı riskini azaltıyordu.

* Büyükler herkesi budayıp kendilerine benzetmek isterdi ama çocuklar kahramanları oldukları gibi sevecek cesaretteydi.

* Oysa ben, birlikte badireler atlatmayı, sinir bozacak kadar mutlu ve yapış yapış bir romantizme defalarca tercih ederim.

* Aile gibi olmanın aile olmaktan daha keyifli bir şey olduğunu düşünüyorum hâlâ.
.....
.....
   Bir yeri iyi ya da kötü yapan içeride sürdürülen hayattan ziyade, orada sıkışıp sıkışmama hadisesidir bana kalırsa. İnsanın kendini içine hapsedilmiş hissettiği, dışarı çıkmakta güçlük çektiği her yer kötüdür.

* Ölen çoktan alıp başını bambaşka bir âleme gitmişti, mesele kalanların onsuz yaşayacağı hayattı. Ölü evinde pek çokları gözleri kan çanağına dönene dek ağlar, paralanırdı; ne var ki pek az gözyaşı ölünün bizzat kendisi için akıtılırdı.

* İnsan kendi izlerini silmeye çalışırken, başkalarının hayatında derin kesikler, büyük lekeler bırakabiliyordu demek bazen.

* Keder her zaman mutluluktan daha çok saygı görüyor, başkalarının acısı, kendi şansıyla avunmak isteyenlere için için iyi geliyordu.

* Yaşarken herkes birbirinin önündekine saldırır, gırtlağına basardı da ölüye karşı herkes pek bir cömertti.

* Küçükken insanın kalbi geniş, sevgisi cömert oluyordu. Ama büyüdükçe artık kimse kimseyi sevmekle uğraşmak istemiyordu.

* İnsan rüyasında çocukluğunu görüyorsa, büyürken bir şeyleri yanlış yapmış demektir bence. 

* Mutluluk öyle bir şeydi ki herkese yakışıyor, gülümserken pek az kişi kötü olabiliyordu.

* Söylenmemiş sözcükler tıpkı tutulmamış yaslar gibi acıtırdı.


25 Kasım 2021

Türk filmlerinden seçmeler, seçmeler, seçmeler :))

Türk filmi izlemeyi sevenlerdenim ben. 

Saçmalamışlar derim, ya niye yaptınız ama bunu şimdi derim, offf hiç beğenmedim derim... Derim ama izlerim... Arada beni tam 12 den vuranı da bulurum ama... Kimi zaman bir karaktere bağlanırım, kimi zaman bir melodiye, kimi zaman da tanıdık bir hissiyata... 

Film şayet suskun değilse (ki bu filmlere sanat filmi diyollaa biliyorsunuz) elime iş alıp dürtüklerim de... Bazen ütü filmi yaparım onları... Bazen de ağlama duvarı 😉 

Sanat için olanları alt yazılı izliyormuşum gibi pür dikkat izlerim, konudan muhtemelen bir şey çıkartamayacağımı düşünerek oyunculuklara dalarım çünkü... Bir kaş kaldırışa sevdalanırım, bir el hareketine kafa göz girerim, bir yandan yandan gülüşe tav olurum... Sonunda genellikle eeee ne oldu şimdi derim 😏

Bu sene izlediklerimden kısa kısa bir seçme yapayım derken amma girizgah yaptım konuya hahahaaa(((: 

Belki içinden seçer izlersiniz, belki uzak duracaklarınızı mıhlarsınız... İzlediklerinize ses verirsiniz hem... Bir de bana mutlaka bunu da izle Şebo diye tavsiye edersiniz... Haydi başlayalım o zaman 😉


AZİZLER (2021)

Kadroyu gördüğümde çok heyecanlandığım bir film olur kendileri... Pandemi döneminde evde sıkışmışlığın verdiği hisle kendisine kucak açmıştım.

Baş kahramanımız Aziz (Engin Günaydın) yaşadığı hayattan memnun olmayan bir özel sektör çalışanı olarak çıkıyor karşımıza... Evi ablası ve ailesi tarafından kuşatılmış, şirkette saçma sapan patronu Alp (Öner Erkan) tarafından kendisine özel alan bırakılmayan bir karakter. Yalnızlığa, kendine ait bir alana ihtiyacı var belli. Aynı şirkette beraber çalıştığı Erbil (Haluk Bilginer) ona biraz daha yakın ama o da kaybettiği eşi Kamuran (Binnur Kaya) 'a takıntılı... Bir de sevgilisi var Burcu (İrem Sak)... Onun da hediye ettiği kolyeyi kaybetmiş zaten... 

Durum komedisi desem değil, kara mizah yönleri olsa da tam olarak bu sınıfa da girmeyen ortaya karışık bir film diyebilirim... Aslında biraz günümüzün suya sabuna dokunmayan yalnız profillerini resmetmiş ama onu da tam ayarında yapamamış hissiyatındayım. Çok anlam aramamak lazım bazen...

Filmde en sevdiğim sahne Erbil'in kaybettiği eşinin buzdolabına yapıştırdığı fotoğrafla (ki o da cenazesinde yakaya takılan fotoğrafı) konuştuğu anlar. Şirkette çalışan bir hatuna gönül verdiğini anlattığı anda Kamuran'ın fotoğraf konuşmaları şahane. Tek kahkaha attığım an orasıydı sanırım :)))

Sevgilisi Burcu'nun hapsolduğu "hiç çıkarmayacağım demiştin, eee kolyen nerde" anlarında sinirden gülsem de yemin ediyorum o evde yaşayan çok bilmiş ve arsız yeğen Caner'i bir kaşık suda boğup tüm hıncımı ondan alabilirdim.

Tek çırpıda konusunu anlatmayı bile beceremediğim filmi karakterleri kullanarak izah edebilme şansımı bu filmde kullanabilirdim ancak ve kullandım :)) Mesudum o sebeple ♥

Sonuç olarak bir sonuca ulaşamadım, karakterlerin dibine dibine gömüldüm, Erbil'in evindeki her ayrıntıya bir kalp bıraktım ve Aziz'in yalnızlığını paylaştım... En son olarak da kendisini EEEEEHHHHHH İŞTEEEEEEE kategorisine attım 😎 İzleyip izlememe kararı tamamen sizde efenim ;)


CEP HERKÜLÜ NAİM SÜLEYMANOĞLU (2019)

Mehmet Uslu yapımcılığında yeni bir biyografi daha... Ayla filminde inanılmaz bir gişe hasılatı yapınca bu iş tuttu diyerek Müslüm, Çiçero, Türk İşi Dondurma gibi filmlerle gerçek yaşam hikayelerine feci halde tutunduğunu söyleyebilirim. Hatta söylentilere göre Eren Bülbül ve Neşet Ertaş'ın yaşam hikayelerini konu alacak filmler de yoldaymış. İnşallah suyunu çıkarmaz bu işin :/

Naim Süleymanoğlu'nun Türkiye'ye getirildiği dönemleri hatırlıyorum. O zamanlar bu kadar çok kanallı, internetli, sosyal mecralı bir dönemde değildik ama o kadar önemli bir olaydı ki, sağır sultan bile duymuştu sanırım Türkiye'ye getirildiğini. Başarılı bir sporcuydu sonuçta...

Cast işini mükemmel hallettiklerini söyleyebilirim bu filmle ilgili. Naim'in çocukluk dönemini Batuhan Davutoğlu, ilk gençlik yıllarını Deniz Ali Cankorur ve ileriki dönem hallerini de Hayat Van Eck canlandırmış. Ve her 3 oyuncunun da inanılmaz güzel bir oyunculuk sergilediklerini söyleyebilirim. Hazır oyunculuk demişken Naim'in annesi Hatice'ye hayat veren Selen Öztürk'ten bahsetmemek olmaz. İçimi cız ettiren tüm sahnelerde katkısı büyük... Baba Süleyman olarak da Yetkin Dikinciler'i görüyoruz.

Naim'in hayatını anlatırken film tabi ki Bulgar hükümetinin Türk asıllı vatandaşlarına uyguladığı ağır zulmü de bize resmediyor. Dolayısı ile film Naim'in hayatıyla birlikte milliyetçilik ruhunu kullanarak izleyiciyi filme daha çok bağlama gayretine girmiş ve ne yazık ki bazı sahnelerde ajitasyon duygusunu abartarak ne söylemeye çalıştığını unutup yalpalamasına sebep olmuş. 

Özellikle Türkiye'ye kaçtığı dönem sanki daha bir politik figür olarak haline getirilmiş. Bazen olduğu gibi anlatmak, abartıdan kaçmak en doğrusu oluyor ancak galeyana gelmek kadar iyi yaptığımız bir şey yok milletçe maalesef. 

Tüm bunlardan dolayı kötü olmuş demiyorum tabi ki sonuçta yine keyifle izledim. Ama bağrıma da ahhh canım, balım, kaymaklım diye basamadım.  

Sonuç olarak ben bu bu filmi SEVDİİİMMMMM AMA BİR DE BANA SOR NASIL SEVDİM kategorisine attım efenim. Bana çok takılmayarak izleyin derim, naçizane fikrim budur...


KAĞITTAN HAYATLAR (2021)

Ve bir dramla karşınızdayım şimdi de...

Çağatay Ulusoy kağıt toplayıcısı Mehmet olarak çıkıyor karşımıza. O bölgenin bir nevi abisi aynı zamanda. Seviliyor etrafında. Sırdaşı, can yoldaşı Gonzi (Ersin Arıcı) ile birlikte hayat gailelerine devam ederken Gonzi'nin çuvalından küçük Ali (Emir Ali Doğrul)'nin çıkmasıyla hayat döngüleri de değişiyor. O ana kadar böbrek ameliyatı için para biriktirmeye çalışan Mehmet'in tüm amacı küçük Ali'yi annesine kavuşturmak oluyor. Kurtaramadığı kendi çocukluğunu Ali'nin de kaybetmesini istemiyor bir anlamda.

Filmi spoiler vermeden ancak bu kadar özetleyebilirdim 😉

Yakışıklı çocuk tiplemeleriyle izlemeye alıştığımız Çağatay Ulusoy bambaşka bir halde çıkıyor filmde karşımıza ve bence üstesinden de en şahanesinden gelmiş. Bundan sonra oyunculuk kariyerinde bambaşka bir sayfa açtı bence...

Küçük Ali ile şahane iş çıkartmışlar.

Filme dram dedik ama ara ara eğlendirdiği de oldu. Hamam sahnesi mesela :) Kadınların eğlenceli hamam sahnelerini izlemeye alışkındık ama erkeklerin de hatunlardan altta kalır tarafı yokmuş hahahaa  😆

Ağlamak isteyenler için kaliteli bir kaftan misali tam kararında bir kurgu hazırlamışlar. Yan karakterler transından, balicisine tam yerli yerinde kullanılmış. Dar bir alanda çekilmesine rağmen renkli bir sokak hayatıyla keyifli bir görsel sunulmuş. Keyifli görsel deyince o sokakta hazırlanan yemek sahnesi de şahaneydi. O sofrada olmanın tadı ekrandan  tam yansımıştı ♥ Bence tabi ki 😎

Filmi klasik bir dram kıvamında izlerken beni ters köşe yaptığını söylemeden de edemeyeceğim. 

Sonuç olarak son dönemlerde izlediğim Türk filmleri arasında en kıvamında olanıydı bu film. Dolayısıyla ÇOOOKKKKK SEVDDİİİİİMMMMM kategorisinde yer aldı bende. İzlemediyseniz mutlaka izlemenizi tavsiye ederim....


SEN HİÇ ATEŞ BÖCEĞİ GÖRDÜN MÜ? (2021)

Yıllar önce aslını bir tiyatro sahnesinden izleyemesem de internet şukellası sayesinde ekrandan izlemiştim tiyatrosunu ve Demet Akbağ'ın efsane oyunculuğunu... Acaba yerini tutar mı endişesiyle ekranın başına kuruldum açıkçası.

Tiyatro orijinal metnine sadık kalınarak hayata geçirilmiş film. Hatta birebir olduğunu bile söyleyebiliriz... Ev sahneleri tiyatro sahnesi olarak kullanılmış sanki de bir kaç sokak sahnesi ilave edilmiş gibi...

Özellikle Gülseren karakterine hayat veren Ecem Erkek'i biraz garipsesem de sonradan alıştığımı itiraf edeyim. Evet kesinlikle bir Demet Akbağ değil, ara ara bir sunilik de hissedilmiyor değildi ama yine de elinden geleni yaptığını düşünüyorum. 

Filmimiz Gülseren'in doğumuyla başlayıp yaşlılığına değin  sadece onun hayatına odaklanmayıp onun ve ailesinin etrafında geçen olaylarla da bir dönemi anlatıyor dili döndüğünce... Bir albümün sayfaları eşliğinde, hayat anılarla anlatılıyor...

Darbeler, ilk gençlik hareketleri, tarikatlar, sağ-sol çatışmaları ve daha neler neler... Arka planda geçen bir dönem... İzlediğimiz sinema filmi olmasına rağmen dışarda bu olayların akışını yine teatral bir düzende anlıyoruz. Dışarı çıksaydık, biraz bu olayları görsele taşısaydık diye düşünüyor insan... Hazım (Ushan Çakır)'ın cezaevine girip çıkışlarından ya da duvarlara yazılan sloganlardan anlamamalıydık o dönemi... Hele o kitapların yakıldığı sahne... İçim cız etti cızzzz....

Neyse efenim olsaydılarla yormayalım kendimizi, olmuş sonuçta deyip biraz oyunculuklardan bahsedelim. Evin annesi İclal karakterine hayat veren Devrim Yakut ışıl ışıldı. Onun o hoş kaprisleri, serzenişleri, bana şeker deme Nazif mırıldanmaları ve tabi ki Gülseren'le atışmalarındaki doğallığı şahaneydi. Evin halası İzzet karakterinin de Merve Dizdar olduğunu düşünürsek güzelliği siz düşünün...

Oyunculuklar yerli yerinde olsa da yine eleştireceğim bir konu var. Gülseren'in yaşlılığı 😕 Arkadaş makyajda ne çığırlar açıyoruz, daha iyi yapılabilirdi ya da bırakın makyajı aynı kişiyi oynatmak zorunda değildiniz. Yok muydu muzip yumuş yumuş ileri yaşlarda bir oyuncumuz. 

Konu engin bir deniz ama film anlamında yapılacaklar neden bu kadar sınırlandırılmış hiç anlamadım.

Sonuç olarak zevk alarak izledim, izlemedim değil ama hissiyatta yarım kalmışlık duygusuyla... Dolayısıyla ilk seyir başımızın tacı olarak yerinden sürüklenmedi ve film SEEEEVEEEYYYİMMMM BARİİİİİİİ kategorisine baş tacımızın hürmetine atıldı efenim 😀 

Bu günlük 4 film yetsin, kısa kısa dedim ama yine uzattım yazıyı... Bir başka film yazısına kalsın diğerleri de....

16 Kasım 2021

puf böreği sadece börek midir ???

Biraz saçmalamaya geldim zira içim şişti.

Çeyrek olmuş 1000, dolar olmuş 10 ama maaşımı bu ölçülerde almıyorum beni ilgilendirmez gibi bir geyikle başlasam mesela bu yazıya... Okumaktan vazgeçebilirsin değil mi? Ruh sağlığımız için gündemden uzak durmaya çalışıyoruz hepimiz çünkü 😒 Bu aralar ben duramıyorum ama :/

Geziden bu yana twitter kullanmayan ben, günde 3 kez hap alır misali gündemi takip etmeye çalışıyorum. Ne kadar çabuk gündemin değiştiğine inanamıyor gözlerim yeminle 😵 Okuduğum iğrenç ötesi bir haberin şokundan kurtulamamışken ve insanların vahim öngörülerini daha içime sindirememişken pat başka bir gündem çıkıveriyor ve ben her seferinde yok girmeyeceğim diye kapattığım sayfayı endişelerime söz geçiremeyerek maksimum 2 saat sonra tekrar açıyorum...

İnstagramda çiçekli böcekli sayfalarda gezinirken birden kendimi market indirim haberlerinde gezinirken buluyorum. 10 lira alışverişten sonra kağıt havlu 14 liraya düşmüş vaaaayyyy derken ayçiçek yağını en ucuz nerde satıyorlar acaba diye alışveriş sitelerinde gezinmeye başlıyorum. Kendimi kaybettiğim yetmiyormuş gibi sağa sola da haber ediyorum şok şok şok indirimden haberiniz var mı diye...

Eskiden kitap, film, yapılacaklar listesi yapardım. Şimdi hangi tarihte nerede indirim var listelerim var benim. 3 lira ucuza ıslak mendil aldım diye sevinç nidaları atabiliyorum vallahi 💪 

Geçenlerde evden kahvaltı yapamadan çıktık, ergeni okula bırakırken simit poğaça aldırdım fırından ikimize de. Kesene bereket desene anne diye başımın etini yedi. Dur oğlum yemedim daha, yedikten sonra söyleyeceğim diye hafif bir gıcıklık yapayım dedim. Yapmaz olaydım 😑 Param kalmıyor işte diye bir başladı ağlanmaya offfff offff offfff... Anladım ki endişe hali sadece bende değil ona da epey yerleşmiş...

Cüzdanımın haline mi yanayım, ülkemin haline mi yanayım bilemediğim günlerdeyim...

Puftan sadece börek olmuyormuş, yürekte oluyormuş anlayacağınız... 




5 Kasım 2021

Hafta sonuna film önerisi istersiniz diye düşündüm ;)

Selamlar herkese...

Cuma mutluluğu sardı mı her yanınızı :)) Ben pek bir gaza geldim nedense 🙈
Bunun uzun süredir Cumartesi günleri çalışmamakla alakası olabilir tabi ki ;)

Ben bu hafta sonuna planlarımı yaptım ve planlarım arasında ayaklarımı uzatıp film izlemek de var. Hayaller / hayatlar olmazsa tabi :)) 

Benim gibi hafta sonunu evde geçirmek isteyenlere birkaç film önerisinde bulunmak istedim o sebeple... Belki birilerine fikir verir...

Şimdiden iyi hafta sonları diliyorum herkese ♥



MY OCTOPUS TEACHER / AHTAPOTTAN ÖĞRENDİKLERİM (2020)

Belgesel izlemeyi severim, zamanında Oytun'la bir sürü hayvanlar üzerine belgesel izlemişliğim var ancak itiraf etmeliyim ki hiçbiri beni bu belgesel kadar etkilemedi.

Craig Foster bir belgesel yönetmeni ve kendi çocukluğunun geçtiği Cape Town sahillerinde o anda bulunmuş olduğu sıkıntılı ruh halini atlatabilmek için su altı dünyasına yönelir. Ve bu dalışları sırasında bir ahtapotla karşılaşır. Bir süre onu takip eder ve sonuçta bu belgesel ortaya çıkar.

Sanırım yaklaşık 8-10 sene gibi bir süreçte çekilmiş videolardan oluşturulmuş bir belgesel. Birbirlerine alışma süreçleri garip ama bir dostluk olarak bile algılayabiliriz bunu. Birbirlerine temas ettikleri süreçler çok keyifliydi.

Dönem dönem bazı tehlikeli dönemlerden de geçiyorlar. Hatta güzel bakışlı ahtapotumuz bir kolunu köpekbalığına kaptırıyor. Onun o ölüm-kalım mücadelesi çok iyi yansıtılmış. Oturup ağlayabilirdim :/

Yaşam ve ölüm arasındaki döngü... Minik bebekler... Ve öğrenilenler...

İnanılmaz bir duygusal deneyim ♥

Ben bu belgeseli ÇOOOKKKK SEVVVDDDİİİMMM kategorisine atalı çok oldu ve size de kesinlikle izlemenizi öneririm. Mutlaka size katacağı bir şeyler olduğunu düşünüyorum, demedi demeyin 😎



THE INVISIBLE MAN / GÖRÜNMEZ ADAM (2020)

Gerilimdir, korkudur çok sevdiğim bir tarz değildir, beni uzun süredir takip edenler bilir. Ben bir dram kraliçesiyimdir hahahaaaa :)) Adliye koridorlarında avukatların birbirine düşüp gerçeği kanıtlamaya çalıştıkları filmlere bile gerilim deme potansiyeline sahibim. Dolayısı ile izlediğim tüm gerilim / korku filmleri cebren ve hile ile bana izlettirilmiş olan filmlerdir; bu filmde olduğu gibi :))

3-4 kişi bir araya gelince ve içlerinde benim ergen misali birileri de olunca önerdikleri filmler hep bu tarzda oluyor ve benim mis kokulu dramlarımın yüzüne bile bakmıyorlar maalesef. Bu filmde öyle bir gecenin mahsulü ancak iyi ki dediğim bir mahsul 😉

Elisabeth Moss karşımıza Cecilia karakteri ile çıkıyor; sevgilisi Adrian (Oliver Jackson-Cohen) tarafından fiziksel ve ruhsal şiddete maruz kalmış bir kadın. Bir gece yapmış olduğu planla evden kaçmayı başarmasıyla başlıyor zaten filmimiz.  

Sonrasında Adrian'ın ölüm haberi ve kendisine bıraktığı milyon dolarcıklar... Fakat Cecilia bu durumdan inanılmaz rahatsızdır ve kendisinin takip edildiğini düşünmektedir. Yanında kaldığı James (Aldis Hodge) ve kardeşine sürekli bu konudaki tedirginliğini ve korkusunu anlatıp durmaktadır. Evet ortada bir görünmez adam gerçekten vardır 😵

Tabi ki uzun uzun filmi anlatıp izlemeyenlerin keyfini kaçırmayacağım. Ancak birkaç sahne var ki beni benden almıştır. Özellikle buhar sahnesi...Cecilia'nın evin önünde etrafına bakındığı sırada arkasında beliren nefesin buharlarının gözükmesi benim favori sahnemdir ♥


Film boyunca Elisabeth Moss şahane bir oyunculuk sergilemiş. Yaşadığı gerilimi iliklerime kadar hissettim ve kucağımdaki yastığı parçalama seviyesine getirdim :) Sanırım mimikleri ve soğuk bakışlarıyla gerilim tarzı film/dizilerin aranılan bir oyuncusu haline geldi kendisi. Bundan sonra sanırım bu kadın nerde oynasa izlerim, tabi gündüz ve yanımda bir grup kişinin olması şartıyla :))

Sonuç olarak ben bu filmi OLDUKÇAAAAA SEEEVVVDDDİİİMMMM der, bu hafta sonu hem gerileyim hem de düzgün bir şey izleyeyim diyenlere tavsiye ederim efenim....



YES DAY / HER ŞEYE EVET (2021)

Allison (Jennifer Garner) anne olmadan önce hiçbir konuda kendine sınır koymayan gayet cesaretli ve eğlenceli bir karakterdir. Anne olduğunda ise içgüdüleriyle kendisini ve 3 çocuğunu bir sürü kurallar zincirinin içine sokar. Aslında koyduğu kurallara baktığımda çok da sinir bozucu değil. Hayır demesini bilen bir anne diyorum ben buna hahahaaaa :))

Özellikle ergen olan kızı Jenna (Katie Torres) ile ilişkisi yavaş yavaş bozulmaya başlayınca çocuklarına aslında eğlenceli biri olduğunu ispat etmek istercesine 24 saat sürecek bir "evet günü" oynamaya karar verir. Ve işin eğlenceli kısmı başlar.

Film orta ölçekli çıtır çerez bir film. Fikir çok güzel ama ben çocuklardan daha yaratıcı istekler beklerdim hahahaaa :)) Sınırsız dondurma, anneyi süsleyip giydirme, lunapark gibi istekler bana çok yaratıcı gelmese de komik sonuçları var tabi ki...

Kontrolsüzlüğün getirdiği kaoslar eğlenceli bir tarzda ekrana yansıtılmış diyebiliriz film için... Bana böyle bir gün ilan etseler neler isterdim çok hayal edemesem de Oytun'un şu an için sadece oyunla geçirmekten başka bir isteği olmayacağına bir anne olarak eminim :)))

Sonuç olarak evet eğlendim, yer yer çok güldüm... 

Ailecek hoşça vakit geçirilecek bu filmi EVEEETTTT SEVİLEBİLİİRRRR kategorisine soktum gitti. Hafta sonu belki izlemek istersiniz...






3 Kasım 2021

Ekim ♥ Ben


Seviyorum;

Boş boş oturmayı seviyorum desem 😂😂😂
Eve geliyorum, yemek ye, toparla derken ardından mutfak masasının başına oturup öylece kalıyorum... Hiç bir şey yapmadan, amaçsızca... 3-5 dakika da değil, baya uzun bir süre... Bazen akabinde cuppa yatak yaptığım bile oluyor...

Tembellik yapmayı ciddi ciddi seviyorum anlayacağınız bu aralar 🙈




Yiyorum;

Üzüm 😍

Yaş aldıkça insanın huyu suyu da değişiyor sanırım. Ben üzüm sevmezdim, yersem de çekirdeksiz minik üzümlerden tercih ederdim o da bir kaç tane... Ama şimdilerde pembe iri üzüme bayılıyorum. Hafif tatlı oluşu, çekirdeklerinin çıtır çıtır hissi, kokusu derken aklımı başımdan alıyor diyebilirim :))
Öyle bir aşk var ki aramızda sezonu bitiyor diye hafiften stok bile yaptım bu hafta.... 

Dengesizim kabul ediyorum :)))





İçiyorum;



Döndüm dolaştım kahve takıntıma geri döndüm...
Bir ara günde bir defaya düşürdüğüm kahve yeniden günde 3 postaya çıktı... Geceleri uykumu da kaçırmıyor artık. Ya da psikolojik bir şartlanımdı, geçti, bilemiyorum ;)


Hissediyorum;

Boş, bomboş...
Garip bir sükunet içerisindeyim. 
Hayırlısı diyorum şimdilik :)

Yapıyorum;

Şimdi buna da hiçbir şey yazarsam garip olacak ama yapmıyorum anacım 🙈

Bebe battaniyesi örüyordum hediyelik, bebek doğdu ben bitiremedim hala ve elime aldığımda yok işin kötü tarafı.

İnşallah önümüzdeki aylarda makus kaderimi yeneceğim hahahaaaa :)) Söyleyince ben de inanmadım ama siz inanmış gibi yapın :)))


Düşünüyorum;

Bu yazıyı yazarken fark ettim; ne kadar da boş bir ay geçirmişim...

Tamam ufak tefek aksiyonlar yaptım ama genele vurduğunda çok fazla yer teşkil etmiyor... Silkelenmem lazım, kendimi disipline etmem lazım ve yeniden kendimi bir rutine sokmam lazım...
Yoksa günler ayları, aylar da beni kovalayacak vallahi...

Anlık bir aydınlanmaydı, hadi hayırlısı hahahaaa :)))

Hayal Ediyorum;

Ay nasıl bitkin bir ruh hali, kendimden yeminle tiksindim :))
Eve gidip yatsam, bana günlerce dokunmasalar hayali mi olur yahu...
Ama uzun süredir bu moddayım...
Offff offfffff 😕


Dinliyorum;



Can Bonomo - Demet Evgar / Rüyamda Buluttum

Avaz avaz bağırarak söylediğim bir şarkı bu aralar...
Sabah akşam, mekan fark etmeden...
Can Bonomo'yu yeniden sevmeme sebeptir bu şarkı 😉




Melek Mosso / Hayatım Kaymış

Evet hayatım kaymış gördüğünüz üzere hahahaaaa :))

Okuyorum;

Cevap vermesem :))) Hiç anlamadınız zaten bu ay kitap okumadığımı di mi ;)


İzliyorum;

Sadece You dizisinin son sezonunu izleyip bitirdim. Allah bereket versin :))


Kasım'da bomba gibi geleceğim dermişim ;)

1 Kasım 2021

İnsta Seçmecelerinden Ekim

 

Ateş topu Ardenim cadılar bayramında tabi ki Power Rangers olmayı tercih edecekti 😉
Aksini düşünmeniz üzerdi bizi 😂😂😂


Armağan Çağlayan 29 Ekim' e özel olarak Zülfü Livaneli ile bir röportaj yapmış kanalında.
Tesadüfen gördüğümde ne kadar sevindiğimi anlatamam size ♥
Çok keyifle izledim, bir vakit bulduğunuzda bence sizde izleyin 😍


Önce ben diyebildiğim anlardan biri işte... 
Bunu o kadar az yapabiliyorum ki...
Ama söz verdim kendime, keyfim ve kahyasını daha sık dinleyeceğim 😉

Hayata cancağzım ♥️



Havalar hazır iyi giderken kendimi dışarı attım...
Amaçsız...
Koşuşturmacasız...
Kâh o köşede pinekleyerek, kâh bu köşede gülümseyerek...
Ruhuma ne kadar iyi geldiğini anlatamam ♥


Bilgisayarımı karıştırırken bu fotoğraf çıktı karşıma 😍 
Teyzemin nikahı. Sanırım sene 74 ya da 75...

Ben şu oturmak üzere olan miniğim. O zaman da dizlerimden destek alarak oturuyormuşum şimdi ki gibi 😂😂😂 Hani diyorlar ya 7 sinde neysen 70 inde de osun. Bir nevi ispat niteliğinde 🙈

Hemen benim üstümde Zülfiye anneannem ♥️ Emeği ne çoktur üzerimde, ruhu şad olsun 🙏
Onun yanında Ali dedem ve Osman dedem...

Benim her iki yanımda ikiz teyzelerim. 
Aynı desen elbiseden giymişler 🤗 
Sonradan o elbiselerden biri bana elbise yapıldı. 
Devir atma devri değil yeniden hayata döndürme devriydi çünkü 👏
Hey gidi günler heeyyy !!!

#tbt nin dibine vurduysam ben kaçarım artık 👋😉


Bazen sessiz sokaklarda sessizce yürümek ne iyi geliyor insana ♥


Bu aralar unutkanlık had safhada bende...
İsim unutmaya, yapacağım işi unutmaya, kendimi unutmaya alıştım alışmasına da
böyle bir unutkanlığı ilk defa yapıyorum :(
Şimdilerde her şeyi çift kontrol yapıp biraz psikopatlaşmaktayım :)))


Bu bir ifşa #tbt sidir 🙈
Hem de kendi kendimi ifşa ediyorum 😂😂😂
Amaç ne diyecek olursanız eksantrik işlerimizden biri işte; neymiş su altında yoga pozu verecekmişim 😂😂😂 
Ellerimin garip hali o yüzden 😉 
98446543769 tane çekilen pozdan bir tane bile elle tutuluru yok tabi ki.
 En masumu buydu düşünün gerisini siz 🙈
Ama itiraf ediyorum çok eğlendik😂😂 Çok güldük 😂😂 
Kahkaha atarken litrelerce su yuttuk 😆
İşte tüm bunlardan ötürü bir kenarda beklememeli, anımsatıcı olarak eklenmeliydi buraya...
Şşştttt bizim aile, bak elimde sizin de fotolarınız var, kızdırmayın beni vallahi ifşa ederim 😂😂😂

Gemi batarken beni kurtarmanıza gerek yok 
Çünkü ben batmıyorum 
Kesin bilgi 
Yaymayalım lütfen


Tüm tembellere benden bol köpüklü bir kahve ♥

Mutlu haftalar ♥


27 Eylül 2021

Cruella

Zincirlerimi kırmaya çalışıyorum ama zorlanıyorum... 
Sanki bu bloga senelerdir yazan ben değilim :/
Bu yazamama hallerimin dönemlik bir heyhey durumu olduğunu varsaymak istiyorum...
İzlediğim filmler hakkında yazmayı severdim mesela...
Taze, sıcak izlenmiş bir filmle alıştırma yapmaya başlayalım o zaman 😏
 


CRUELLA (2021)

101 Dalmaçyalı çizgi filmini ya da filmini izlemeyen yoktur sanırım aramızda ve haliyle kötü kadın Cruella karakterini de... İşte o kötü Cruella gitmiş yerine taş gibi bir Cruella De Vil (Emma Stone) gelmiş filmimizde...

Hollywood'da Disney'in kötü karakterlerinin hikayelerini anlatma işi tuttu sanırım... Uyuyan Güzel'in Mallefiz'i, Batman'in Joker'i ve şimdi de 101 Dalmaçyalı'nın Cruella'sı... Tüm bu kötü karakterler dile gelip "bi sor bakalım ben neden kötü oldum" diyor bu filmlerde... Dolayısıyla bir anlamda da nefret ettiğimiz bu karakterleri anlamaya çalışıp ah canım benim "seni hayat böyle yapmış, kıyamam" diyerek  bağrımıza basıyoruz... En azından ben öyle yaptım...

Gelelim filmimizin konusuna;
Saçları ve aykırı yapısıyla ilk doğduğu günden bu yana akranlarından farklı olan Estella'nın okuldan atılmasıyla birlikte annesi kızının hayallerini gerçekleştirmek için Londra'ya taşınmaya karar veriyor. Londra'ya gitmeden önce de bir arkadaşına uğraması gerektiğini söylüyor ve orada Estella annesinin ölümüne tanık oluyor istemeden. Kimsesiz bir halde kendini Londra sokaklarında bulduğunda hem yaşadığı vicdan azabı ile hem de çaresizlik sebebiyle karşılaştığı iki ufak sokak hırsızını aile olarak benimsiyor. 

Sokaklarda hırsızlık yaparak büyüyen Estella, hayali olan moda tasarımcılığına yakınlaştığında ise hayatına Barones (Emma Thompson) giriyor. Bu noktada da Estella'nın yavaş yavaş Cruella'ya dönüşmesini izliyoruz zaten....


Barones-Cruella çatışması filmde çok zekice hamlelerle oluşturulmuş ki en sevdiğim sahnelerden birisi de bu. Görsel keyif derecesi oldukça yüksek....

Cruella olur da hiç dalmaçya cinsi köpek olmaz mı peki filmde, tabi ki var. Ve hatta bu üç köpekle hem geçmişteki köpek düşmanı haline selam çakıp hem de bu film tutarsa ikincisini de çekeriz mesajı verilmiş...

Her iki hatun da rollerinin hakkını gerçekten vermişler. Muhteşem desem çok abartı olur sanırım ama oldukça iyi diyebilirim...

Sonuç olarak benim için SEEEEVVVVVDİİİİİMMMM kategorisine girmiş bu filmi oturup maaile izleyebilirsiniz efenim... Eski zaman aile filmlerini anımsatan bir yapım olmuş....

En yakın zamanda tekrar görüşmek dileğiyle....



2 Eylül 2021

Yaz ♥ Ben

En son Nisan ayında yapmışım bu seriyi. Sonrasında saldım. Sadece bu seriyi değil üstelik, bloga da doğru düzgün yazı yazmadım. Uğramadım bile diyebilirim hatta 🙈

Böyle uzun süre ara verince geri dönüşüm de zor oluyor benim. Nereden başlayacağımı bilemiyorum... Sıcağı sıcağına yazmak daha zevkli, hissiyatın en canlı olduğu anları harflere yüklemek daha kolay gibi sanki...

Bir yerlerden başlamam gerekiyordu ve ben de yaz aylarını kısaca bu seriyle anlatarak başlamanın en iyi fikir olduğuna karar verdim. İnşallah devamı gelir ♥

Seviyorum;

Ailemle vakit geçirmeyi seviyorum. 2 sene ardından kardeşimin gelmesi bana ilaç gibi geldi. Çok bilmiş bızdığıma kavuştum şükür bu yaz. 

Daha rahat hareket edebilmek için bu yaz daha tenha konumda olan bir ev kiraladık. Karantina düzenimizi çok rahat koruyabildik bu evde. Hem rahat rahat denizimize girdik, hem çocuklar evin bahçesinde vakit geçirdiler, ben ara ara işe giderek çoğunlukla onların yanında kaldım derken şahane bir tatil yaptık.  Mavi ve yeşilin huzuruyla çalışmayı çok sevdim... İş ve tatil bir arada olunca tadından yenmiyormuş onu fark ettim ♥




 

Yiyorum;

Bu yaz bebek kabak ile tanıştım, diğer adı ile Girit kabağı. Kabak severim ama bebek kabak başka bir şeymiş arkadaş :) Pazarcı en şahanesinden çok kolay bir tarif de verdi, başka çeşidini aramadım bile... 
Haşla, ortadan ikiye böl, üzerine zeytinyağı-limon-sarımsak-dereotu... Ne zaman istersen ye en güzelinden...



Bir de deniz fasulyesi olayı var ki bu yaz dibine vurduğumuzu söyleyebilirim. Daha önce bir kaç kez yemiştim ama hiç yapmamıştım. 

Ayvalık pazarı tam bir ot cenneti olduğu için bu konuda da biraz abarttık her zamanki gibi. Hatta buzluğa bile attım kışın yemek için :))) Yapımı çok basit; ayıkla, kaynamış suya at çok az kaynat, sonra soğuk suda şokla ve üzerine zeytinyağı limon sarımsak üçlüsünü ekle ve afiyetle ye ♥


Bu yaz tüm otların içine içine düştüm anlayacağınız ♥ Darısı gelecek seneye inşallah maşallah....



İçiyorum;


Kardeşimin elinden en âlâ kahveleri içtim bu yaz. Normalde günde 1 kez kahve içerken 2-3 e çıkarttım bu sayıyı. Ne yapayım hem kahve yapanım çok güzeldi hem de sohbeti şahaneydi ♥


El yapımı şarabımız kuzendendi sağ olsun. Hem de öyle içine alkol katarak falan değil bekleterek, süzerek, çok da emek vererek yapmış. Portakal şarabı özellikle şahaneydi. Gün batımlarımıza en şahanesinden eşlik etti ♥


Evet alkolün dibine vurdum doğru 🙈
Ama bir neden diye sorun bana 😂😂😂
Eşlikçilerim şahaneydi de ondan 😉
Ve ben o Ayvalık otlarından şahane mezeler yapıyordum :)))) Öksüz yetim mi kalsınlardı di mi ama 😏


Tamam bu kısım tamamiyle şımarıklıktı kabul ediyorum. Ama sıcak yaz akşamlarıma buz gibi şahane eşlik ediyordu...

Üstelik denize batan bir güneşe karşı içilmez de ne yapılır yahu 🙈

Hissediyorum;

Evin içindeki koşuşturmacalarımı saymazsam şukella bir huzur içindeydim. Arden kuşuma doydum diyemem ama sanırım çocuğumun doğumundan bu yana en fazla birlikte zaman geçirebildiğimiz bir yazdı. Binlerce şükür... 

Evet gezi planları yapmadık belki ama bu sakin evi kiralama fikri için kardeşime binlerce kez teşekkür ettim sanırım. Ve anladım ki ben doğanın kucağında olmayı çok seviyormuşum...

Normalde rutinlikten sıkılan ben aslında nasıl bir rutinin içinde olmam gerektiğini bilmiyormuşum... Bunu öğrendiğim için kendimi mutlu hissediyorum ♥

Yapıyorum;

Bak bu kısım karışık işte :)))

Hem hiçbir şey yapmadım hem çok şey yaptım....

İki haftada bir birkaç günlüğüne işe gelme zorunluluğum olduğundan araba tepesinde sabah akşam yol kat ettim. Ve bu yolculuk halleri benim için nedenini tam belirleyemediğim sebeplerle çok keyifliydi... 


Bol bol meyve kuruttum fırsattan istifade... Elma, armutla birlikte bu sene çilek ve kiraz da denedim... Sonuç şahane oldu... Pestil yaptım bol bol. Benim minik kuşum kışın teyzesinin elinden tatlı tatlı yesin istedim...


Gece denize girdim bu yaz birkaç kez... Çocukluğumda annem ve babamla girdiğimi hatırlıyorum ama bu kadar keyifli olabileceği hiç hatıralarımda yer etmemiş. İlk başlarda biraz tırssam da alışınca çok keyifliydi... Bunda cümbür cemaat girmemizin de etkisi büyük tabi ♥


Çalıştım, yedim, içtim, uyudum ve bol bol sohbet ettim... 

Ayyy bir de ayaklarımı uzatıp telefonu elime alıp salaklandım 😂😂😂 

Daha ne olsun değil mi 😉


Düşünüyorum;

Bu mikrop hastalıktan nefret etsem de beni sakinleştirdiğini fark ettim. Normal şartlar altında bu kadar evde vakit geçir(e)meyen ben sanırım tam bir ev kuşu oldum. Eskiden işten arta kalan vakitlerimde eve girmek istemeyen ben günlerce evden çıkmadan yaşayabiliyorum. Bunun deniz kenarında bir evde olmamla alakası yok, genel olarak bu hale büründüm. Şu anda da eve gitmek için can atıyorum...

Değiştim, daha kabuğuma döndüm... Bunu şu anda değiştiremeyeceğimi biliyorum ancak şu beladan kurtulduğumuzda değiştirmek ister miyim acaba diye sorgularken buluyorum kendimi...

Henüz bu duruma yanıtım yok....


Hayal Ediyorum;

Şimdi yazarken fark ettim ki Nisan yazımda hayal ettiğim her şeyi yapmışım... Ne mutlu bana ♥

Bu yaz bana öğretti ki ben artık kalabalık yerlerde yaşamayı sevmiyorum. Henüz insanlardan bıkmadım tabi hahahaaaa :))) Sadece kendim istediğim zaman kalabalığa karışabilmekten yana bir tercih hakkım doğmasını hayal ediyorum. Ve evet her zaman müstakil bir ev hayali kurardım ama hiç yaşamadığım için bunun sadece bir şekilcilikten öte gitmediğini fark ettim. Özgür bir alan, ufacık bir bahçe, az eşya (bunu başarabilmem çok zor hala ama hayal edebilirim bence) benim yaşam şekli mutluluğum buymuş ♥ Dolayısıyla şimdilerde hayallerimi süsleyen böyle bir ev. Bir ucu denize değerse tabi ultra lüksü bulmuş kabul edeceğim kendimi ♥


Dinliyorum;


Buray / Alaz Alaz

İstisnasız bu yazıma damga vuran şarkı Alaz Alazdı. Her gün 3-5 kez dinlemeden günü bitirmedim sanırım ♥


Demet Evgar / Nanay 

Bu kadın ne yaparsa ben dinlerim / izlerim sanırım ♥
Rengarenk bir klip ve eğlenceli bir şarkı :)
Klibinde bazı filmlerinin bazı sahnelerine de atıfta bulunmuş 😉

Okuyorum;

Koskoca yaz sezonu için maalesef oldukça az kitap okudum. Hiç verimli değildim ve uzun süredir elime kitap alamadım. Belki Eylül bana iyi gelir....

Okuduğum kitaplar;

Erkek Doğmak Adam Olmak / Esin Acıman

Lilith / Esra Pekin

Hafif Bir Akıl Tutulması / Mitch Cullin

Bildiğimiz Dünyanın Sonu / Erlend Loe 

Volvo Kamyonler / Erlend Loe

Doğa Tarihi / Hakan Bıçakcı


İzliyorum;

My Brilliant Friend, Fatma, 50m2 dizilerini bitirdim. Atiye'nin son sezonunu da tamamına erdirdim :)
İyi dizi izlemişim ♥

9 tane de film izlemişim koskoca yaz boyunca... Türk filmi ağırlıklı gittiğime göre kesin ya ütü yaparken ya da mutfakta bir iş yaparken izlemişimdir ben çoğunu. Sanatsal filmlere girişmemişim çünkü :))) Buna da şükür diyelim :))

Nasipse Adayız
Kovan
Kapı
Gelincik
Kaybedenler Kulübü
Bu İşte Bir Yalnızlık Var
Güzel Günler Göreceğiz
Her Şey Aşktan
Kızıl Gökler

En kısa zamanda yeniden görüşmek dileğiyle ♥