28 Eylül 2018

Bayılmışım... Kendime Geldiğimde 40 Yaşındaydım / Şebnem Aybar



Şimdi siz kitabın kapağına baktınız değil mi, aynen benim gibi...  Televizyonun pembe dizilerine eşdeğer beyaz dizi kitapları vardı eskiden... Aşk, intikam, ihtiras, entrika... İşte kapak tamamiyle bana o tarzı çağrıştırdı... Çok ayılıp bayılmıyorum tabi o kitaplara ama bunun ismi başka arkadaş...

Evet aynen bendeki hissiyat...
18 yaşıma gün saydığımı hatırlıyorum, bir ara kendimi 23-24 lerde biraz fark ediyor gibi oldum sonra... 40 dedim, 41 kere maşallah dedim...  Ayıldım, kendime geldim ve ben sanki bu yaşa ışınlanmışım hissine kapıldım... Kadın benim hissiyatımı almış kitabına isim yapmış işte...

Bu kitabı almayayım da ne yapayım değil mi? Hoş aslında kitap çok eskiden çıkmış ama benim 40 ı çoktaaaannnn aşmış olduğum bir zamanda fark etmiş olmamı da kendime bir işaret saymış olabilirim...

Allahım kapaktan girdim nereden çıktım... Sonuç olarak kitabı alma sebebim aynen böyle. Sizde Şebo bu kitabı niye aldı acaba diye çok merak etmiştiniz değil mi 😊😊😊

Kitaptaki kahramanımız Şehnaz'da bir gün fark ediyor ki artık 40 yaşında... Yaptıkları var, yapmadıkları var, doğruları var, yanlışları var... Kendince güçlü azıcık da feminist bir karakter... Hah işte kapak burada devreye giriyor... Böyle bir kadının anlatıldığı kitaba böyle bir kapak... Kitabın karakterine aykırı... Bu konuda bendeki hissiyat budur...

Gelelim kitapla ilgili düşüncelerime; öyle bir ayılma, kendine gelme kitabı değildi tabi ki benim için... Yaşantı şekillerimiz aynı olmasa da sadece benzer hisler yaşadığım bir kadının öyküsünü okumak hoştu... İnce esprileri hoştu... Ara ara kendiyle hesaplaşmalarında aman hadi canım söyle gerçeği artık kendine desem de onun sancılarını hissetmek de hoştu...

Eğlenceli bir kitap...

"İnsan 40'ında kırkayak oluyor, neresinden kesilirse kesilsin yürümeye devam ediyor" diyor ya işte beni benden alıyor bu betimlemesiyle ♥

Şehnaz'ın doğallığını sevdim bu kitapta ben... Yorulmadan çıtır çıtır okunuyor kitap... Bu dile aşinayız aslında... Neden mi aşinayız... Bazen böyle iç dökümlerini biz de yazıyoruz bu mecrada... Sonradan öğreniyorum ki Şebnem Aybar'da eski bir bloggermış.. Ben hiç bilmiyordum, sanırım blogunun adı da Nikitanın Makasıymış... Biraz bakınayım dedim, kapatmış olduğunu fark ettim... Ya da farklı bir isimle devam ediyordur bilemiyorum...

Sadece kitabın sonunu beğenmedim, hafif bir yeşilçamsı bir bitiş olmuş sanki... Hayal ettiğimiz o emeklilikteki sahil kasabası nevi şeye ulaşmış gibi olmasını da kıskanmış olabilirim... Okuyanlar varsa aranızda benim çekememezlik seviyemi kesinleştirsin efenim, ya da Şebo haklısın desin lütfen 😂 Ben senelerdir olmayan Mısırlı bir dedemden miras bekliyorum, kıskanma kızım seninde bir Kohen amcan olacak desin :)))) Burda hemen bir not düşeyim vallahi spoiler vermedim hahahahaaaa :)) Kitapta Mısırlı dede yok :) Kohen amca olabilir ama....

Eğlenmek için çıtır çerez bir kitap beklentisindeyseniz bu kitap sizin için bir seçenek olabilir der altıçizililerime geçerim ;)



* Dünyaya gelmesi öyle büyük bir coşkuyla beklenmeyen, kaza sonucu doğan ya da aslında hiç mi hiç istenmeyen çocukların yazısıdır belki "çelişki". Annemin karnında seni besleyen üç ince damardan geçenler sadece vitaminler, nikotin ya da suçiçeği mikrobu değildir. Kararsızlık, zamansızlık, çelişki, belki doğmadan içimize siniyordur.

* Kusmak güzel. Ağlamak da. Ruhunun bedenine ağır geldiği zamanlarda bir kanal açman ve o kanaldan dışarı selin çıkmasına izin vermen lazım.

* Bu yaşı kemale ermek üzere olan ya da ermiş olduğu halde hala tüylü oyuncak seven kadınları, param olduğu zaman bir araştırma şirketine özel olarak inceleteceğim.

* Allah, yağ mumu yakana yağ mumu, balmumu yakana balmumu verir, derler ya. Müge ve ekibinin kozmik lisanında buna, evrenden iste, akıt, kokut, pozitif enerji yay, sana geri gelsin falan derler. Kozmikçe konuşunca daha bir afili ve çok bir bok biliyormuşsun gibi durur, hesapta.

* Bizden daha iyi bildiklerini zanneden kişiler, olaylara müdahale ettikleri zaman böyle oluyor galiba... Yapmacık, zorlama...

* Galiba insanlar altmış yaşına gelince, birden bire "hop dedik" düğmelerine basıveriyorlar. Neden kendi kendimle mücadele ediyorum ki? Annem, onca yılın üzerine basmış kasvetini ve bulantısını misal, birden bire, bir gecede nane limon içerek kesiveriyor.

* Üzerime giydiğim, herkesin gözünü kamaştıran -sözüm ona- özgüvenimin altında, kirli don ve ve askıları sararmış destekli sutyen misali bir sır sakladığımı, önce kendime sonra herkese itiraf etmek istiyorum.
   Ama dinleyicim yok. Ben bile korkuyorum duymaktan kendi ağzımdan çıkacakları, içim sıkılıyor yüksek sesle söylemeye gelince iş. Başkaları neden dinlesin?
   Değiştirmek değil yıkamak istiyorum iyice onları. Çıkarıp atmayacağım artık. Kararlıyım. Kimse görmesin diye, hatta ben bile görmek istemediğim için onları iyice yumak haline getirip siyah kalın bir çöp poşetine tıkmaktan ve çöp bidonunun en derinlerine yollamaktan sıkıldım. Attıktan sonra da, kirlilerimin çöpü karıştıran birinin eline geçeceği korkusuyla yaşlanmak istemiyorum.
   Bahar kokulu çamaşır sularına yatırmalıyım içimi. İlk günkünden de temiz olması için. Bir gece öncesinden basmalıyım suya ve ertesi sabah ağardıklarını görmeliyim. Yıpranmamalılar sonra. En iyi malzemeleri kullanmalıyım. Özenle yıkadığım kirlilerimi, beyaz saf sabunla yıkadığım vücuduma giymeliyim sonra da.Onlar benim. Ne bir beden bol ne bir beden küçük. Ama ağır geliyor artık, içlerine sinen yılların ifrazatı ile ağırlaşıp sıkıyorlar bedenimi. Yıkamalıyım. Atmamalıyım.

* Demlenmek, sıradan bir yerde, sıradan insanlarla içki içmek anlamının çok dışında bir şey ifade ediyor bana. Aldığın içkiyle beraber dünyevilikten uzaklaşmak, beraberinde en fazla bir kişi ile birlikte ya da bana kalırsa tek başına yapılan bir ayin gibi. Bir yerlere dalmak, daldığın yerden bir avuç kum çıkarmak gibi bir şey işte. Evet şu anda ihtiyacım olan tek başıma "demlenmek". Alkolün kanımda dolaşırken beni derinlerde bir yerlere götürmesini ve karşıma bir avuç kum çıkarmasını istiyorum. Sonra o kumun içinden bir deniz kabuğu çıksın istiyorum.

* Keşkelere ayıracak vaktim kalmamıştı. Aynı hataları ısıtıp ısıtıp önüme ekşi bir yemek gibi koymaktan vazgeçmem gerektiğine kanaat getirebilmem için çok geç kalmıştım.

* Ruh dörtnala atlı ama beden, çöle çoktan çadırını kurmuş, önündeki gölgelikte nargile dinginliği istiyor.

* Anneler ve kızları arasındaki bu nesil farkı gittikçe büyüyor, acaba dünya gerçekten bu kadar ürkütücü bir süratle mi değişime uğruyor? Eğer bu başkalaşım bu süratle giderse, Formula pistlerinde direksiyon hakimiyetini kaybedip saha kenarlarındaki saman yığınlarının içinde omuriliklerini bırakan sürücülerin sedyeyle yarış alanından çıkarılmaları gibi sona erecek, torunlarımızla olan ilişkilerimizin kalitesi.

* Hepimiz ardımızdan öyle bir turuncu valiz sürüklüyoruz galiba. Rengi hoşumuza gitse de ilk başlarda, içindeki yük ağır gelmeye başladığında çıkan o tekerlek sesleri. Yükümüzle izimizi belli ediyoruz. Peşimizden sürüklediğimiz yük ne kadar büyükse, çevremizdekiler de o denli bizden rahatsız oluyor.

* O kadar basit ki aslında hayat denilen havuz problemi. Havuzu dolduran muslukla, boşaltan arasındaki dengeyi tutturman için önce taşmasını beklemek gerek diyor, belki de... Başlarda kontrolsüz umursamazlıkla sonuna kadar açtığın dolum vanasının hızına, ne zamanki küçük gider deliğinin yetişemediğini anlıyorsun o vakit aklın başına geliyor. Denge, seviye sana bağlı tabii ki. Aklını başına devşirmeye başladığında, elinin ayarı da yerine geliyor belki. Ama şimdi havuzun neden taştığına bakmak lazım. Bundan sonraki ayarı tutturmak için bugüne kadar önce doldurduğun miktarı gözden geçirmen lazım.

* Veren almak istiyor, alan da bu yükün altında ezilmemek için vermek istiyor aslında geri. Ama almanın acizliği o kadar baskındır ki ve aldığın kişiye karşı o denli seni suçlu ve ezik hissettirir ki, doğal olarak sen de başka birine vermek istersin her zaman, aldığına değil de. Herkes, içinde karşılıksız vermeyi bir erdem olarak büyüttüğü için belki de.

* İtiraf ediyorum, Tanrı akıl dağıtırken, ben masanın altında, kaybettiğim terliğimin tekini arıyordum, belki de aslan ayaklı masanın oymaları arasındaki örümcek ağlarını temizliyordum.





25 Eylül 2018

Bu hafta #38


Başlığı atarken 2018 i de yiyoruz dedim.. 38 hafta geçmiş  gitmiş...
Çocukken ya da genç kızlığımda "sıkıldım" lafını çok kurardım.. Farkında mısınız artık sıkılmaya bile vaktimiz yok :/


Geçen sene bir nevi mecburiyetten özel okula kaymıştık...  Hatta kendime uleyn Şebo amma önyargılıymışsın demiştim... Kimse alınmasın ama özel okulların çok da bi halt olmadığını düşünmekteydim... Geçen sene bu düşüncelerimden dolayı utandığımı bile itiraf edeyim... Meğer olumlu düşüncelere geçişimdeki sebep tamamen idareciler ve onların doğru yönetiminden kaynaklanıyormuş... İdareciler değişti güpgüzel düzen bozuldu.... "Ben geldim, ben buranın yöneticisiyim, benim düzenim, hmmm, şşşttt, ben en iyisini yaparım.." diyen insana hangi derdinizi anlatabilirsiniz ki... Çocuklar saçma sapan şekilde okula erken başladılar, anladık bu özel okulların geleneksel göz boyama taktikleri... İşe yarasaydı hiç olmazsa... Onu geçtim okulların 2. haftası biz hala saçma sapan konularla uğraşıyoruz... Oldum olası şu WhatsApp gruplarına karşıydım karşı olmasına da, sessize alır kurtulurdum ama sonuçta bazen işe de yarardı bir şey sormak istediğimde... Bu sene grupta velilerin yorum yapmasını kısıtlamışlar, soru bile soramıyorsun 😂😂😂 Onlar söyleyecekler biz dinleyeceğiz sadece... Pehhh...

Egosu yüksek ve çok bilmiş insanlarla uğraşmak zor... İsyanlardayım arkadaş....
Ne yapacaksın Şebo peki, kafayı kırmadan sabırla çocuklar için uğraşmaya devam edeceksin.....


Geçen hafta Akçay kaçamağı yapsam demiştim ya, şükür yapabildim... Ahanda işte böyle pek güzel yüzdüm 😉 Aman deniz bir güzeldi, bir güzeldi... Hatta dedim ki "Şebo sen şimdi burada pek keyifli yüzüyorsun ya Pazartesi de seni işyerinde yüzdürecekler..." Şom ağızlıyım arkadaş...  Pazartesi alttan-üstten fenaydım... Ya zehirlendim, ya da bilmiyorum işte.... Bir yandan da işyerinde yalnızım, gelen-giden tam bir cümbüş...Bugün biraz daha iyiyim ama dayak yemişlik hissi hâlâ devam...


Ev toparlamaca işleri şükür bitti... Salondaki yığın kaldırıldı, verildi, atıldı... Bu toparlanmacada tam 42 parça eşyadan kurtulmuşum.... Bir o kadar da satılacak eşya çıkarttım, tabi satılırsa :)))
El atmadığım sadece mutfak dolapları var, hoş bu yaz temizlemiştim güzelce içlerini ama yine karıştı... Sadece düzenleyeceğim, o kadar...
Bu hafta mola artık, zaten keyfim yok... İyice kaçırmayayım keçileri...


Bizim ergendeki okul enerjisi maksimumda... Okul gevşek ya pek mutlu...
Uzun uzun tenefüslerde bol bol top peşinde koşup leşe dönüyor sadece...
Bir de bir müzik dinleme sevdası başladı... Ders çalışırken, uyurken, banyoda, tuvalette, kısacası her yerde... Ya takıyor kulaklığı ya da ses bombası diye aldığı mini bir hoparlörle bangır bangır...
Evde sürekli bir cıstak cıstak.... Ben de onu yakında bir cıstak yapacağım ama henüz sabır Şebo modundayım...
Bizim tarafımızdan bir ciyaklama duyarsanız bilin ki Oytun cıstak oldu 😂😂

Nermin Yıldırım / Dokunmadan kitabını bitirdim... Ballandıra ballandıra anlatacağım size inşallah... Bu sene okuduğum kitaplar arasında kesinlikle en sevdiğim diyebilirim...
Şimdi de Ergun Hiçyılmaz / Çabuk Büyüme Çocuk kitabını okuyorum. Zeki Müren'in hayatını anlatan bir otobiyografi. Kendisiyle çok ısınamadık henüz ama bu çok sevdiğim bir kitabın ardından geldiği için de olabilir. Henüz başındayım, ilerleyen sayfalarda duygum hâlâ aynı olur mu bakacağız artık...

Bu hafta yine film yok, izleyemedim :/  Ama bir konuda tebrik edin beni, İstanbullu Gelin haricinde hiçbir dizi izlememeyi de başardım... Yalnız diziye Ülfet Hala rolüyle Meral Çetinkaya dahil olmuş... Offf dedim resmen... Nasıl bir tarz yanlız, ağzım açık kaldı vallahi... Bu sene Esmaratorla Ülfetişkonun çekişmesinden bana çok malzeme çıkar 😃

Bu kadar her telden çaldığım yeter di mi 😉
Listemi de yapayım ben kaçayım artık...
Öpüldünüz ♥


* Banka işleri hala tamamlanmadı...

* Bu hafta bir doğumgünü ziyareti yapman lazım...

* Oytun'un eşofman altına bir çözüm bul, bulamazsan alacaksın mecburen...

* Kargonu vermeyi unutma

* Bu hafta bu kitap bitsin...

* Cuma gecesine film gecesi organize et oğluşla... Sinemada gidecek film bulamazsan evde yap... (Karaoke gecesi daha eğlenceliydi bence Oytun ♥)

* Annemin evine ustalar hala girmedi, onları hale yola koy

21 Eylül 2018

Kırmızı Zaman / Mine Söğüt ve tüm kitapları üzerine ♥

Sene 2015 ilk defa Mine Söğüt kitabıyla tanışmışım....
Ve tanıştığıma o kadar hoşnut olmuşum ki 2016 senesinde tüm kitaplarını okuyacağıma dair bir hedef koymuşum... Tabi ki gerçekleştirememişim 😏
Ama yine de azmetmişim geçen senelerde ve evet bu kitapla birlikte sabreden derviş misali emelime kavuşmuşum değil kavuştum... Çıkalım artık geçmiş zaman kipinden 😉

Basılı kitaplarından tamamını okumuş durumdayım anlayacağınız. Sadece "Sevgili Doğan Kardeş" kitabı kaldı  okumadığım, onunda baskısı yok şu an... Şimdiye kadar da bakındığım yerlerde bulamadım... Bulursam onu da eklerim buraya...

Tüm kitaplarını şöyle bir toparlama niyetindeyim ama ilk önce bir Kırmızı Zaman'ı anlatayım size...




"Bu romandaki İstanbul, efsaneler, insanlar, balıklar, kayıklar, iskeleler, saraylar, dehlizler, kesik başlar, mezarlar, hastaneler, morglar, denizkızları, cinayetler, katiller, cellatlar, deliler, yani her şey uydurmadır.
Efsanelerin yalanı abartılmış, insanların hayatına olmadık benekler atılmış, şehir baştan yaratılmıştır. Yok eğer, "Bunların hepsi gerçek, Haliç'te kırmızı bir kayık durur ve içinde Zaman Dayı yaşar, eski mezarlarda kesik cellat kafaları yatar, küçük kızlar mezar taşlarına dünyanın en güzel şiirlerini yazar, genç bir adam paramparça bir baba arar, her şeyi gören bir kambur hep susar ve İstanbul'un altında sır dolu dehlizler var," diyen bir çıkar da beni yalanlarsa, ne mutlu bana."

Bu cümlelerle başlıyor kitap, haliyle bu cümleleri okuyunca da bir masalın içine gireceğim belliydi...

Birbirinden farklı yerlerde yaşayan ve birbirinden bambaşka karakterlerin kısa kısa anlatımıyla başladı ilk önce... Biraz Zaman Dayı, biraz Halat Niyazi, biraz Deligavur Leon, biraz Hüsran, biraz Botan, biraz Kambur derken ilk önce kendimi kara bir çarşafa dolanmış gibi hissettim... Karakterler arası uyumsuzluğun vermiş olduğu karmaşıklık kitaba ısınmamı engelledi...

Ama öyle bir çizgi vardı ki kitapta...  İnce bir çizgi... Olaylar birbiriyle bağlanmaya, karakterler birbirlerine göz kırpmaya başladı... Şebo dedim işte bunu arıyordun... Sonrası masalsı bir örgü işte...

Kaptırdım ve bitti..

Kitapta kimi en çok sevdin diyecek olursanız hepsini parça parça sevdim...
Küçük Hüsran beni en fazla hüzünlendirendi... Hüzünlendiren ama okuma sevgisi yönünden en çok da imrendiren...
Botan'ı sevesim geldi mesela, alıp başını kucağıma koyup saçlarını okşayasım...
Zaman Dayı ve Halat Niyazi arasındaki sessiz anlaşmayı sevdim mesela...
Leon'un babaanesiyle sevgi dolu sarılışını sevdim...
Kambur'un dualarını bir de...

İstanbul'un sokaklarında, dehlizlerinde, iskelelerinde, evlerinde sakin çırpınışlarını sevdim her birinin...

Mine Söğüt kitaplarıyla yaraya tuz basar derim ya ben hep, bu sefer ince ince kanatmayı seçmiş masalsı bir dille...

Eğer bir Mine Söğüt severseniz bu kitabı zaten okumuşsunuz ya da okuyacaksanızdır. Eğer tanışmak isterseniz de ilk 3 seçenekten biridir derim ben bu kitap için...

♥.............................................................♥

Gelelim tüm kitaplarından bahsetmeye...

Her kitap ayrı ayrı çok şey kattı bana diyebilirim... En sıkıldığım bile...
Sahi sevmediğim ya da en okumakta zorlandığım kitabı hangisiydi ki? Sanırım "Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979" kitabıydı...

En sevdiklerim ise;
1- Beş Sevim Apartmanı
2- Deli Kadın Hikayeleri
3- Kırmızı Zaman diyebilirim....

"Dolapdere Kürt Kediler Çingene Kelebekler" İstanbul semtleriyle ilgili bir serinin Mine Söğüt'ün payına düşen semt kitabıydı.. Hiç tanımadığım, gezmediğim bir semtin hayalini kurdurdu bana...

Otobiyografi tarzında kitaplar da hiç ilgimi çekmezdi mesela benim... Oturur filmini izlerim, belgeselini izlerim, hem de çok keyifle izlerim ama kitabını okumak kısmında çok da hevesli olamadım hiçbir zaman... Mine Söğüt karşıma iki kadın çıkardı birbirinden farklı, birbirinden öncü, birbirinden idol... Bazen sayfaları kemirircesine hızla çevirdim bazen sallandım da sallandım... Cesaret ve farklı bakış açısı kazandırdı bu kitaplarda...

Diyeceğim o ki; bazen başka insanların gözünden farklı pencerelerden bakmak iyi geliyor her şekilde insana...  Mine Söğüt ile ben bunu becerdim sanırım...

Şimdilerde kendime yeni bir yazar, yeni bir pencere belirlemem lâzım... Ön yargısız yeni türlere geçişi böyle daha rahat tamamlıyorum, ona karar verdim...  Bunu sizin de denemenizi tavsiye ederim ayrıca. Tüm külliyatı tamamlamak da ayrı bir hoşluk yaratıyor insanın ruhunda...

Ayrı ayrı tüm kitapların hissiyatına detaylı göz gezdirmek isterseniz kitaplara tıklamanız yeterli...
Akabinde de "Kırmızı Zaman" altıçizililerim gelecek zaten....

Kendinize iyi bakın, çokça bakın, güzel bakın ♥

Dolapdere Kürt Kediler Çingene Kelebekler
Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979
Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür ile Hayat ve Edebiyat
Madam Arthur Bey ve Hakkındaki Her Şey
Deli Kadın Hikayeleri
Beş Sevim Apartmanı
Adalet Cimcöz - Bir Yaşamöyküsü Denemesi



* Hayata halatla bağlanmak her zaman yaşamı çok sevmek anlamına gelmez; halatın bir ucu bazen ölüme de bağlı olabilir.

* Kırmızı manada tehlikeyi işaret eder. Cazip ve cinaidir.

* Hayatı, baştan sona "ölüme yolculuk" olduğunu bildiğimiz halde, hevesle sürdürmemizin sırrı şeytani cazibesinde gizlidir.

* İnsanoğlu gerçeklerden kaçar, çünkü efsanelere inanmaya meyyal doğar.

* Babalar bir yerde bir çocukları olduğunu hiç bilmeyebilir; işte sırf bu yüzden bile, bu tuhaf olasılığın yüklediği özgürlük duygusuna inanıp, varolan çocuklarını da isterlerse gözlerini kırpmadan terk edebilirler.

* Yalan, hayatı katlanılır kılandır.

* Ölüm ve süreklilik paralel olarak yaşamı belirler. İnsan bu paradoks yüzünden deliliğe bu kadar yakın yaşar.

* Kader, insanın kendi hayatına hiçbir zaman gerçekten sahip olamayacağının açık tehdididir.

* Merak, çekici olduğu kadar tehlikelidir de.

* Takvim, canlıların celladı olan zamanı kavrayabilmenin yegâne aracıdır. Aynı zamanda bütünüyle tanrısal düzeni işaret eder.

* Delilere sır konusunda güvenilmeyeceğini sananlar çok yanılırlar. Bir deli değer görürse tüm sırları saklayabilir, çünkü deli, kara kutunun içini, onu hiç açmadan da görebilir.

* İnsanlar, mezara giren ölülerin, onlar çok sevdikleri yakınları olsa bile, tekrar dirilmelerini istemez, dilemez; buna tahammül edemezler.

* Gerçekle gerçeküstü tıpkı yin ile yang gibi iç içe geçerek birbirini tamamlayan bir bütündü. Gerçeğin içinde gerçeküstü, gerçeküstünün içinde de gerçek vardı ve birbirlerini sarıp sarmalamışlardı. O yüzden gerçeküstünün peşinden giderken gerçeğe takılıyordu insanların ayakları ve gerçeğin peşinden giderken de gerçeküstüne. Tıpkı ölümün peşinde giderken hayata, hayatın peşinden giderken ölüme takılması gibi ayakların...aklın...kaderin...

* Cesaret insanın hayatta kalmasını sağlayan kadim genlerden biridir.

* İnsanlar delilerden uzak dururlar çünkü kendi içlerindeki delinin uyanmasından korkarlar.

* Işık vurduğu yeri aydınlatır ama her zaman görmeyi kolaylaştırmaz; bazen gözleri kamaştırır; akla olmadık hayaller sızdırır.

* Heves, içinde tehlike olduğu hep unutulan bir lunaparktır.

* Şiddet vahşetin en yakın arkadaşıdır.

* Yaşamanın ilk şartı bir gün mutlaka ölmektir.

* Cinayet işlemekle cinnet geçirmek arasında dilbilimsel bir bağ yoktur. Her iki kelimede de bambaşka köklerden, ancak benzer seslerden gelir ve tuhaf bir şekilde aynı yere varır.

* İnsanoğlu bazen masalla gerçek arasında yolunu yitirir.

* Suç her zaman cezalandırılmaz; bazen de ödüllendirilir. Suçun tarifi de hayattaki her şey ama her şey gibi görecedir.

* Anlamlar bazen kayabilir, karışabilir, kaybolabilir; insanı şaşırtabilir.




19 Eylül 2018

Adalet Cimcöz - Bir Yaşamöyküsü Denemesi / Mine Söğüt


Mine Söğüt külliyatını anlatmaya devam...

2016 senesinde ben bu kadının tüm kitaplarını okuyacağım dediğimde baskısı tükenmiş bir kitaptı... Ama bu sene YKY yeniden bir basım yaptı ve beni bu kitabı aramaktan kurtardı...





Mine Söğüt'ün hayatının detaylarını çok bilmiyorum ama marjinal bir kadın olduğu hepimizin bildiği şey malum...  Bugüne kadar 2 kadın hakkında kitap yazmış, ikisi de birbirinden renkli, dominant ve bulunmuş oldukları alana öncülük yapmış kadınlardı... Pınar Kür ve Adalet Cimcöz... Kesinlikle etkileyici kadınlar...

Bu kitabı listeye ekleyene kadar Adalet Cimcöz'ün kim olduğunu bırakın adını bile duymamıştım... Adını duymadığım ama sesine aşina olduğum bir kadınmış meğerse....






Zamanın ünlü dublaj sanatçılarından Adalet Cimcöz ya da yakınlarının Ada'sı... Türkan Şoray, Belgin Doruk, Fatma Girik, Filiz Akın, Muhterem Nur, Neriman Köksal gibi bir çok sanatçının o dönemdeki filmlerinin seslendirmelerini hep Ada yapmış... Şu anda hafızanızı yoklamaya çalışıyorsunuz değil mi sesi hatırlamak için...


Bu filmde mesela Türkan Şoray'ı seslendiren Adalet Cimcöz...

Kadının maharetleri bu kadar da değil... Aynı zamanda iyi bir çevirmen de... Özellikle Alman Edebiyatının bir çok klasik eserinin çevirisinde katkısı var...

Türkiye 'de ilk özel sanat galerisini açan kişi; Maya Sanat Galerisi... Ancak 5 sene ayakta kalabilmiş sanat galerisi ama eşi Avukat Mehmet Ali Cimcöz'le çok büyük savaşlar vermişler bu dönemde...

Çeşitli dergilerde, gazetelerde yazıyor Adalet, dönemin ilk dedikodu yazarlarından... "Fitne Fücur" adlı bir köşesi var çeşitli dergilerde... İlk zamanlar kimliğini saklasa da sonradan kimliğinin bilinmesinde bir sakınca görmüyor...

Mine Söğüt sahaflardan Adalet'in fotoğraflarını toplayarak, hala yaşayan tanıdıklarına ulaşarak ve Ada hakkında yazılan yazıları toparlayarak bu kitabı oluşturuyor...  Şahsen bu kitabı hazırlamak için kendini neyin çektiğini tüm detaylarıyla dinlemek isterdim kendisinden...

Kitabın bir yerinde  Ada'dan

"Hastalandığı döneme yani 60 yaşına kadar her güne o özel deftere göz atarak başlıyor. Kimlerin evlenme yıldönümü? Bugün kim doğmuş? Kime hangi çiçeği göndermeli? Kim neden hoşlanır, hangi renge zaafı vardır? Hepsi bu deftere yazılı. Yeni dostlar edindikçe defterdeki sevindirme listesi de uzuyor. Bu listede yaşıtları, kendinden yaşlılar, ama en çok da genç tanışlar var. Herkes onun için sevindirilmeye layık bir dost."

bu şekilde bahsediliyor... Renkli kişiliği, yakınlarına verdiği destekler ve naif kişiliği ile nadir bulunabilecek dostlardan hakikaten... Tüm kitap boyunca bunu hissettim... Ve bu bölümler kitabın en sevdiğim bölümleriydi... Her güzelin bir de dikeni olurmuş misali çok da dobra bir kadın... Dilinin kemiği yok türünden... Evinde en güzel partiler verip, tamam herkes evine parti bitti diyecek kadar hem de... Kitabın sonunda yazdığı bazı dedikodu yazılarından da anlaşılıyor bu...

Ada ile ilgili her detay benim için keyifliydi ancak bazen o kadar yineledi ki kendini bazı yerlerde sıkıldım maalesef... Belki o tekrarlar farklı yerlerden farklı şekillerde geliyordu kitaba ama benim okuma hızımı kesti...

Benim normal şartlarda okumayacağım bir kitaptı belki ama Adalet Cimcöz'ü tanıdığıma çok mutlu olarak kapattım kitabın son sayfasını... Sonuç olarak renkli ve marjinal bir kadının yaşamöyküsünü okumak isterseniz bu kitap sizin için gayet uygun derim...


Altı çizililerime gelecek olursak da;

* Kadınların evlendikten sonra soyadlarının değişmesi ve hayatlarına bambaşka bir insan olarak, yepyeni bir kimlikle devam etmeleri insanı nasıl da çıkmaza sokuyor.

* Karizmatik olmanın getirdiği kaçınılmaz diktatörlük... Hayat her zaman pembe değil.

* ... zaman, insanların duygularını pozitif bir süzgeçten geçirmekte usta. 

* Sanata gönül veren bir insanın mutlaka parasız yaşaması gerekmediği gibi, mutlaka parası olması da şart değildir.

* En mühimi şu, diyor, karı koca sevgiyi bedava verebilmeli ve alabilmeli, her türlü menfaatten azade bir arkadaşlık...

* "Bir sevdiğimizi ölüm alıp götürdü mü, avunmak için tek çaremiz onu içimizde yaşatmaktır. Ama ne demek yaşatmak ve nasıl yaşatılır bir ölü?Onu durmadan düşünmek, anmak, gözümüzün önünde canlandırmakla mı? Değil. Bizi karanlık bir çıkmaza götürür bu yol. Sevdiğimiz insan bizden ayrılırken içimize taptaze bir kaynak koyar da öyle gider. Göğüsümüzde hep kaynayan bir şeydir bu, basamak basamak yükselir, gelip boğazımızın bir yerinde tıkanıp sıkışıverir, sonra gözlerimizden aşağı sıcacık yaşlarla akar da akar. Durmadan devinen bu kaynak kendi kendini besler sanki, taştıkça boşalır, boşaldıkça yeni baştan dolar. İlk günler acımızdan yalnızca o temizler bizi, zehrimize bir tat, bir tatlılık katar, boşluğumuzun dondurucu soğuğuna biraz sıcaklık serper. Ama o çeşmenin suyu gün geçtikçe azalır ve bakarsınız ki kuruyuvermiştir günün birinde. Yıkamaz, ıslatmaz olmuştur içimizde kavrulmuş bir kütük gibi dikilen yasımızı. İşte o gün boş laftır artık düşünmek, anmak, göz önüne getirmek. Atmaktan, unutmaktan başka bir çare kalmaz insana, çıkmazın karanlığında yitirmek istemiyorsa kendini. O değildir yaşatmak. Bir ölüyü yaşatmak, onun varlığını kendi varlığınıza eklemek, onun huyunu suyunu kendi huyumuza suyumuza katmak, hayat gezimize onu da ortak etmek demektir. Bu nasıl olur, diyeceksiniz. Olur işte, pekala olur ve sevdiğimiz insandan ayrılmamanın, onu ölümün hiçliğine bırakmayıp, yaşamasını sürdürmenin tek yolu budur. Üstelik olumlu, yapıcı, yaratıcı bir yoldur, Çünkü giden yok olmaz, Kalan da kendi benliğine benlik kattığı için olgunlaşır, zenginleşir, bir insanın değil de iki insanın gözleriyle görmeye, içinde hep canlı bir alışverişler düşünmeye alışır, tek insan olarak yapamadığı birçok şeyleri iki, varlığın birleşmesinden artan gücüyle başarır...

Dostça ve hoşça kalın ♥

17 Eylül 2018

Bu hafta #37


Merhaba ♥

Yeni eğitim-öğretim yılı başladı... Tüm öğrencilerimize ve öğretmenlerimize başarılar diliyorum...
Oytun okula başlayalı yaklaşık 1 ay oldu gerçi ama bugün yine ilk gün modundaydı...  Yakında oflamalar puflamalar başlar gerçi ama şimdilik iyi... Tahtalara vurayım da nazar değmesin 😂😂



Bendeki temizlik modu hala bitmedi... Kodlanmış gibiyim :)))

Bu hafta irili ufaklı tam 29 parçadan vazgeçmişim... Bizim burada belediye eşya kumbaraları yaptı. Verecek kimse bulamadığımdan dolayı kumbaralar çok işime yaradı. İnşallah yerine ulaşıyordur...

Bazı eşyalarımızı da satmaya karar verdim. Ev eşyası konusunda letgo işime yarıyor ancak kıyafet konusunda çok da işime yaramıyordu... Dolap iyi bu konuda  dediler sağolsun İG arkadaşlarım, denemeye başladık bakalım... Satamazsam onlar da belediyenin kumbarasına gidecek artık...


Oytun'un odası ve dolapları bitti bu hafta... Ekstra bonus olarak da odaların ve mutfağın stor perdelerini yıkadım... Bir tek salon kaldı, bakalım onlara ne zaman sıra gelecek...

Ben bu işleri yaparken anacım bizdeydi, sağolsun kavanoz kavanoz menemenlik hazırladı... Domates rendelerimi de o yapmıştı zaten... Birkaç kavanozda taze fasulye yaptı... Kışlıklar hazır anlayacağınız...
Şimdi bu durumda ben mutlu olmayayım da kim mutlu olsun :)



Bunca iş arasında tabi ki film izlemedim... Ama kitabım çok güzel, fırsat buldukça 1 sayfa da olsa okuyorum... Nermin Yıldırım'ın Dokunmadan kitabı var elimde şu an... Bu hafta bitiririm artık sanırım...

Bizdeki haberler şimdilik bu kadar.... Listemi de yapayım hemen şuraya, işlem tamamlansın...

Herkese mutlu haftalar diliyorum ♥



* Faturaların son günü geçmek üzere; doğalgaz, elektrik, kredi kartları ve kredi... Aman ha unutma... Geçen hafta kulağının üzerine yattın ama bu hafta erteleyemezsin...

* Eczane / Madecassol unuttun geçen hafta...

* Salona yığdığın eşyalara yer bul, aralarından vazgeçebileceklerin mutlaka vardır...

* Hafta sonu Akçay kaçamağı...

* Çarşamba Oytun'un dersi var...

* Çanta ve terlik tamire verilecek....

* Kitabını bitir bu hafta artık...

* İşyerinde düzenleme yapman lazım iki haftada ancak bitirirsin, başla bu hafta...


13 Eylül 2018

Ben hâlâ Ağustos'u göndermemişim ya :/


"Günler günleri kovalamaya devam ediyordu....
Ama Şebo 'nun dalağı şişmiş gibi yarı yolda tıkanıyordu....
Dur bi nefes alayım derken de kaplumbağa onu geçiyordu...."

gibi bir masal anlatmaya başlayacaktım ki oyalanma Şebo, yoksa yazıyı bitiremeyeceksin dedi iç sesim...  Arada dinleyeceğim tutuyor işte...

Buyurun Ağustos instalarına o zaman ;)
Ben yine kaçar ♥



Tekrar koklaşmak için tam bir sene beklemek için geri sayım başlıyor 😢😢 

Teyzesinin kuzusu 
Son dakikalar, son koklaşmalar
Hasretlik zor şey
Yine ekrandan öpüşüp koklaşmalarla yetineceğiz



Sıkılmışlardııııııı 😥😥😥😥

Arden Mert üfler, Oytun çeker
Can sıkıntısından
Bugün evde oturmak iyi bir fikir gibi gelmişti
Yanılmışız



Bazı ağaçlara süslenmek çok mu yakışıyor ne ❤️❤️❤️ 

Şarlak / Çamlıbel Köyü
Nazar değmesin dedikçe taş oluyor buralar
İki durun da nefes alalım 
Taş taş nereye kadar
Neyse
Ben kahvemi içeyim, sinirlenmeyeyim şimdi...


Lunapark şapşikleri ♥



Bayram kahvemi içmeye taaaa Aydın’a gelmiş olabilir miyim 😪😪😪 

Aydın
Kahve bahane Arden kokusu şahane
Uleyn Arden senin uğruna dağları aştım da geldim
Abine yaradı bu yolculuk
Tablet - telefon allah ne verdiyse artık


Sözde yol arkadaşı olacaktı, pehhhhh!!!!!


Günün Bilgisi ;)


Baktım bu sene okuma hedeflerimi 🎯 tutturamıyorum 
çocuk kitaplarıyla adedi tutturayım dedim 😂😂😂 
Şaka şaka üçkağıtçılıkta henüz bu noktaya ulaşmadım 😆😆 
Arden şapşiğimin kitapları📚 ile eğleniyorum işte 😊😊

Arden'in kitapları
Çok seviyor kitapları
Bunların içinde sanırım en sevdiği zürafalı olacak
Bu çocuk kitaplarının çizimlerine bayılıyorum
Yaşasın kitap seven çocuklar



Yakışıklılar günümüymüş bugün ❤️❤️❤️

İyikim, hayatımın anlamı, nefesim, ergenim
Cinlerimi tepeme çıkarmadığında ne güzel oluyor bir bilsen
Foto iki hafta önce Cunda'dan
Böyle günler nereden çıkıyor bilmiyorum
Bize eğlence çıkıyor işte

11 Eylül 2018

MR. & MRS. ADELMAN - L.T.F.M. #SON


Evet bir maratonun daha sonuna geldik... Keyifliydi...
Hem izlemek hem de takip etmek ♥
Yeni yeni filmlerde aklımın kalmasını sağladıkları için sevgili maraton arkadaşlarıma teşekkürü borç bilirim 😉

Sonuç olarak 30 filmden sadece 13 tane izleyebildim... Ama bugün yazacağım filmle birlikte hepsini kayıt altına alabildim... Diğer listedekileri de bir ara izlerim muhtemelen...  En azından yarıya ulaşabildiysem gerçi daha iyi olacaktı ama adım Hıdır olmasa da elimden gelen budur der size kocaman öpücükler gönderirim :)

İnşallah bir başka etkinlikte yeniden buluşuruz ♥



MR. & MRS. ADELMAN (2017)

Biraz komik, biraz duygusal, biraz şaşırtıcı bir film... Sarah (Doria Tillier) ve Victor (Nicholas Bedos) çiftinin tanışmalarından, Victor'un ölümüne kadar geçen zamanda ilişkilerini anlatıyor filmimiz....

Victor Adelman ünlü bir yazar... Cenazesinde bir gazeteci eşi Sarah'a sorular yöneltince Sarah ilişkilerini en başından bölüm bölüm anlatıyor ve biz de izliyoruz... Tanışmalarını, Victor'un yazarlığa başlamasını, evlenmelerini, çocuklarını kısacası hayatlarını bölüm bölüm anlatıyor... Bu anlatımla dönemin yaşam tarzını da görüyoruz tabi ki...

Oldukça çapkın ve maymun iştahlı bir ilişki anlayışı olan Victor'un  psikolog sahneleri çok eğlenceliydi... Tabi bu adamı kah abisinin sevgilisi, kah en yakın arkadaşının sevgilisi olarak karşısına çıkıp baştan çıkarmaya çalışan Sarah'da çok eğlenceliydi...

Filmde geri dönüşler çok başarılıydı ama sanki yaşlanan her insan çirkinleşecek mutlaka algısı ile yapılan yaşlı makyajları hiç sevmedim. Keşke daha sempatik kılabilselermiş yaşlı makyajını...

Filmde bir sahne var... Biraz SPOILER olacak ama bunu buraya yazmazsam çatlarım ben... Oldukça etkilendiğim bir sahneydi çünkü... Çiftin özürlü bir çocukları oluyor ve bu yaşamlarını oldukça fazla etkiliyor... Ve oğullarını kaybediyorlar ve cenazede Sarah oğlu için "Ölümüne hiç üzülmediğim için ağlıyorum" gibi bir cümle kullanıyor.... O sahne oldukça etkileyiciydi benim için...

Bu arada Doria Tillier' e film boyunca bayıldım... O ruhsal gidiş gelişlerini çok iyi yansıtmış... Filmin lokomotifiydi...



Filmin sonunu tabi ki anlatmayacağım ama beni şaşırtmayı başardı diye buraya bir not alayım... Aslında yer yer şüphelenmiştim ama yine de çok ihtimal dışıydı benim için... Bunu da buraya not edeyim dedim...

Sonuç olarak keyifli bir filmdi ancak ben de yine de EEEHHHHHH İŞŞŞŞTTTEEEEENİN BİR TIK ÜSTÜ olarak yerini aldı... Fransız filmlerini seviyorsanız doğru bir seçenek olabilir...

Görüşürüz ♥


10 Eylül 2018

Bu hafta #36




Selam 🙋

Yoğun bir haftadan çıkmanın yorgunluğuyla baş etmeye çalışıyorum... İki kahve arası bir ağrı kesici attım ama bana mısın demedim :/

Şebo neden yoğundun bu kadar demeyin, tamamen spontone vallahi... Tek planım bütün hafta yavaş yavaş temizlik yapıp evimi hale yola sokmaktı... Ama malum planlamalarımı ben uygulamamak için yapıyorum 😂😂



Evdeki fazlalıklardan çekmece çekmece arınalım hadi diyen Handan'a  çekmece çekmece uyamasam da şimdilik evden 18 parça vermiş ya da atmışım... Benim için güzel başarı...

Atmak konusunda kendi evimde çok başarılı olamasam da, başkasına "aman at gitsin" demekte çok başarılıyırm ama... Tülüşüm ev değiştirdi, yardıma gittim... Her açtığı kolinin yarısına at gitsin dedim 😂😂😂 Anlayacağınız kendimi arındıramadım ama onu haylice arındırdım :)))


Limonata Tadında Film Maratonu dün itibarı ile tamamlandı. 13 film izlemişim maalesef :/ Hatta bir tanesini de daha yazmadım, onu da yarın yazarım artık...

Hafta içi doğum günüydü, kahve günüydü gezdiğim için pazar günü resmen motor taktım... Tüm perdelerimi yıkadım, ütüledim... Mutfak dolaplarımı düzenledim derken o kadar çok yorulmuşum ki bugün ellerim şişmiş, kapatmakta güçlük çekiyorum... Ayak tabanlarımı söylemiyorum bile... Hala zonkluyorlar... Bünye alışık olmayınca tabi...

Listeleme işlerine başlasam iyi olacak yeniden... Her ne kadar program dışına çıkmayı çokça başarsamda, buraya yazdığım için kendime baskı yapmış oluyorum...

İyi haftalar diliyorum herkese.... Listemi yapar kaçarım ben ;)



* Annemin evi için usta bulunacak...

* Doğalgaz- elektrik-su faturalarını hallet... Bir de kredi var...

* Oytun'un dolap içlerini hallet bu hafta...

* Letgo da başarılı olamadın, alternatif bir satış sitesi bul... Eşyaları bir de orada satışa çıkart...

* Çamaşır ve ütü hafta içi bitsin...

* Eczane /madecassol

* Okullar açılmadan çocuklarla bir okuma gecesi planla...


7 Eylül 2018

Maratondan İki Film Daha - L.T.F.M. #9





I AM NOT AN EASY MAN / BEN SENİN BİLDİĞİN ERKEKLERDEN DEĞİLİM (2018)

Hakkında hiç bir fikrim olmadan listeye aldığım bir filmdi... Hafif bir komedi beklerken kara mizah tarzında bir film çıktı karşıma 😊

Damien (Vincent Elbaz) oldukça zampara bir karakter olarak çıkıyor karşımıza... Yakışıklı adam, yakışmış da :))) (Uleyn Şebo yine yakışıklı zamparaya prim verdin ya diyor şu anda içsesim) Bir gün arkadaşıyla yolda yürürken  kızlara laf atma derdine tabelaya feci bir şekilde kafasını çarpıyor ve dıdıdııımmmmm kadın egemen bir hayata gözlerini açıyor...  Kadınlar erkek gibi, erkekler kadın gibi bir yaşam sürüyor... Oh ne güzel :) Bu arada aynı kendisi gibi zampara bir yazar olan Alexandra (Marie-Sophie Ferdane) ile flört etmeye çalışırken başına gelmedik şey kalmıyor. Bir nevi kendi silahıyla vuruluyor...

Konu çok tanıdık değil mi? Konu ortaklığı yaşadığı filmlerden tek ayrıldığı şey sanırım genel olarak o bildiğimiz Fransız sinemasında olan sakinlik ve abartısızlık...

Çok keyif aldığım sahneler vardı bu kadın egemen dünyada... Bir sahnede babası oğluna ne zaman evleneceksin, evlen artık, evde kaldın diye baskı yapıyor mesela... Alışık olmadığımız bir durum tüm doğallığıyla ev kızı moduna düşen bir erkek olunca garipsiyor insan...

Bir sahne daha var mesela... Adam yemek yapıyor, hamile karısı kızı ile maç izlerken birden suyu geliyor ve tamam panik yapmayın arabanın anahtarları nerede ben halleder gelirim hemen edasıyla çıkıyor evden ve ayakta doğum yapıyor... Garip bir şekilde bu sahne de en eğlendiklerimdendi..

Erkekler mini mini şortlar, ağdalı bacaklar, bakımlı hallerle işe gidince taciz kaçınılmaz oluyor mesela... Tamam burası azıcık abartılmış gibi gözüküyor anlatılınca ama filmde çok da ütopik durmuyor...

Ha bir de pokerde kız papazdan daha güçlü mesela... Güzel ayrıntılarla renklendirmişler filmi...

Filmde sadece benim gözüme batan, erkeklere kadın sorumluluğu verirken kadınları fazlaca erkekleştirmişler... Erkek sorumluluğundan çok erkeksileştirmekten bahsediyorum. O denge sanki biraz şaşmış...

Sonunda ne mi oluyor, hiç ısrar etmeyin anlatmam :))

Şimdi ben bu filmi allandıra ballandıra anlattım farkındayım ama sonuç olarak bu film benim için EHHHHHHHHHHHH İŞŞŞTEEEEEEEE kategorisinde yerini aldı. Tavsiye noktasında ütü yaparken izleyebilirsiniz mesela diyebilirim





WONDER / MUCİZE (2017)

Nihayet izledim... Kitabını okuduktan sonra Oytun'un da kitabı bitirmesini bekliyordum izlemek için ama o annesini yarı yolda bırakıp okulda izlemiş :)) Ben izledim anne filmi deyip gelince benim de hevesim kaçmıştı azıcık. Ama maratona film seçerken bunu da ekleyivermiştim listenin içine...

İyi ki de sıcağı sıcağına izlememişim dedim filmi izlerken de... İsabetli bir zamanlama olmuş...

Auggie karakterine hayat veren Jacob Tremblay'e yeniden hayran kaldım... Room filminde de hayran kalmıştım zaten çocuğa... Yine şahane bir oyunculuk çıkartmış... Makyajda tam dozunda yapılmış; kitabı okurken hayalimde daha kötü canlandırmışım ben sanırım. Daha iyi geldi bu şekildeki makyaj izlerken...

Anne karakteri ile Julia Roberts tam hayalimdeki gibiydi... Fakat baba karakterine Owen Wilson'u hiç oturtamadım. Daha uçarı karakterlere yakışıyor sanki Wilson... Ya da benim hüsnü kuruntum 😉

Filmin konusuna çok fazla girmiyorum, çoğunuz izledi ya da okudu Auggie'nin hikayesini zaten.... Kitabı anlatırken de konusundan bahsetmiştim zaten. Merak edenler buraya bakabilir...

Kitaptan uyarlanan filmlerde genelde kitapta bulduklarımızı filmde bulamayız. Bu hemen hemen hepimizin ortak sorunu... Bu filmde de bunu hissettim ama rahatsız edici bir boyutta değildi. Kitabın tamamını karakter karakter 1 saat 50 dk lık bir filme sığdırmaları imkansız sonuçta...

Kitapta yoğun olarak hissettiğim sevginin gücünü filmde de hissetmek şahaneydi ama... Ve filmin ikinci kahramanı Via karakterini de Izabela Vidovic şahane kotarmış. Hatta abla kardeş olarak Jacob ile şahane uyumları içimi ısıttı. Enerjileri birbirlerine çok uymuş...

Sonuç olarak tabi ki ben bu filmi SEEEEVVVVDİİİİMMMMM ve hâlâ izlemediyseniz çoluk çocuk toparlanıp keyifli bir sinema saati yaratın kendinize derim... Çocuklara güzel mesajları olan sevgi dolu bir film olduğunu söyleyebilirim. Güzel bir farkındalık yaratabilirsiniz bu filmle onlara...

Bugünlük bu kadar, keyifli günler diliyorum herkese ♥





6 Eylül 2018

3 mü oldun sen bugün minik böceğim ♥




Büyümek için sabırsızlanan küçük böceğim benim... Abi oldun bugün nihayet :)
Kutlamalarını erken erken yapmış olabiliriz ama asıl bugün senin günün...
Bugün yanımda olmadığım için istediğin her şeyi yapamam ama o kardeşim olan anana kök söktürebilisin bebeğim 😉 Dile bugün ne istersen, önüne sersin hemen :))) Teyzem öyle söyledi dersin :)))

Uzaktan uzaktan teyzeliği en keyifli haliyle yaşatan miniğim benim, bu sene yine yaklaşık olarak 3,5 ay beraberdik seninle... Dolu dolu bir sürü şey yaşadık... Kocamaaannn güzel güzel şeyler hem de :)))

Gel yine hava alanından itibaren sayıp dökmeye başlayalım... Bu anılar çok kıymetli benim için, hiç unutmadan burada saklayalım seninle ♥

Bu sene demiştim ki ilk sene ağladı, ikinci sene kaçtı saklandı, bu sene ne üretecek acaba diye merakla bekliyordum... Ama sen bu sene hepimizi inanılmaz şaşırttın ve ilk önce avuna sonra da bana kocaman sarıldın... Seni doya doya koklamamıza izin verdin. Anneannene seni özledim dedin. Daha ne isteyelim artık, bizi yılbaşı büyük ikramiyesi çıkmış gibi sevindirdin... Sen de hep sevin bizim gibi bu yaşında paşam ♥

Evet seninle bol bol konuştuk ekrandan ama geçen sene seni ti, futti, dit le bırakmıştım nihayetinde... Canlı kanlı karşımda kendinden büyük cümlelerinle çıkınca şaşırdım be paşam. Abinin 4 yaşına kadar bı-bi-bıt üçlemiyle gittiğini düşünürsek bu benim için ne kadar şaşırtıcıydı anla beni... Baya baya cümleler kuruyordun bu sene.. Hem de öyle böyle değil... "Sanırım bugün yağmur yağacak" kıvamında... Ben senden yağmur yağdı - yağacak demeni bekleyebilirdim en fazla... Ama senin gibi bir aristokrata bu cümle yakışır di mi paşam 😂😂😂

Annen olacak gaddar kadın sana hala şeker ve şekerli ürünler yedirmiyor. Dondurma dahi 😒 İlerleyen yıllarda bu yazımı okuyunca kızar mısın, ah ne iyi yapmış mı dersin bilmiyorum ama ben onun kurallarını yıkmak için elimden geleni yaptım emin olabilirsin. Gizli gizli dondurmalar mı vermeye çalışmadım, çikolataları burnuna mı dayamadım... Ama sen ne yaptın biliyor musun? "Bunlar bana göre değil" dedin... Bak abartmıyorum, ciddi ciddi kelimesi kelimesine bunu söyledin her seferinde... Teyzen anneni çıldırtacaktı, sen teyzeni çıldırttın işte 😅😅😅

Ama ben ne yaptım, kıyamadım sana yoğurttan meyveli dondurma yaptım... Yine bana göre değil diyordun ki bu sana özel dedim :) Sen de annenin gözünün içine baktın, gizli onayı da alınca aldın eline... Ama kıyamam dondurma yalamasını bilmiyordun ki... Dudaklarını dokundurdun, "teyze bana bunu ısıt, çok soğuk" dedin ahahahaaa :))) Allah seni demeyeyimde ben ne diyeyim  :))) Sana dondurma yemesini öğrettik... Ve evet tüm bu uğraşların sonundaki cümlen ; "Teyze ben deneyimlediğime göre bu güzelmiş, biyaz daha verir misin? " oldu... Ay dedim bu çocuğun içine ne kaçmış elin Amerikalarında :))) Deneyimlemek nedir oğlum, bunu hem neden sen kullanırsın bu yaşında... Pek bir eğlendirdin beni ama :)) Bu yaz ben de her şeye deneyimlediğime göre demeye başladım senin yüzünden ♥

Aaaa ama lorlu kurabiye yapmıştım en az şekerlisinden... Onu anne onayına gerek duymadan tam da annenin ayak seslerini işitmişken ağzına tıkıverdin 😂😂😂 Öyle komiktin ki minik böceğim annen bile sana Arden dese bile inan o da kızamadı, emin ol buna :)))

Bu sene bizim yanımızdayken en sevdiğin yemek makarkaydı... Ne yemek istersin diye sorduğumuzda hiç sektirmedin makarka dedin :)) Anneannende sana elinden geldiğince anneni kızdırmadan pişirdi emin ol... Ben de afiyetle yedirdim sana ♥
Aaa unuttum bir de mantı eklendi makarkanın yanına Türkiye'de...


Bu yılın en büyük olayı bezi bırakmandı... Poponda bir sivilce çıkıp aaa bez yara yapmış deyince hiç ikiletmemişsin annenle anneanneni... Ben de hafta sonu geldiğimde alkış yaptım sana... Ama kaka meselesi azıcık sorun olmuş anneyle aranızda... Sen beze yapacağım demişsin, annen tuvalete... İnatçı keçim benim günlerce direnmişsin kıyamam... Abinden deneyimliyim ya, o da senin gibi yapardı... Bez derdi bağlardık, yapardı rahatlardı... Sonra bitti der çıkartırdık... Usulca kulağına bez bağlayalım mı dedim ve sen koştura koştura gittin benimle odaya... Bağladık, hep birlikte rahatladık :)) Her sana bez bağladığımda çişimi de beze yapabiliy miyim diye sordun ve ben her seferinde yapabilirsin dediğimde sen sevindin...  Ben yokken de anneanneye devrettik bez bağlama işini... Aslında annen de kıyamadı sana ama otoritesini sarsmak istemedi paşam, yoksa o izin vermese biz gizli saklı yapamazdık bu işi emin ol... Gideceğini duyunca bezimi kim bağlayacak evde diye bir endişelenip gezdin ama :) Bu hafta öğrendik ki bir günlük krizin ardından bu olayı da tuvalete bağlamışsınız ♥

Avunla yine sarmaş dolaştın... O ne yapsa sen de yapmak istedin... Su içtiği şişe, bardağı, oturduğu koltuk hepsi kıymetliydi senin için. Benim benim diye atladın durdun 😂😂

İşine geldiği zaman sesini incelterek tiyzecim dedin işine gelmediği zaman kıçını kıvırtıp gittin... Ama çokça sarıldın, göbeğimi mıncıkladın, balımı yedin, tatlım, cicim, aşkım oynadın... 

Bu sene suya karşı zaafın maksimumdaydı yine... Nerde su görsen içine düştün... Çimleri sulamayı hiç aksatmadın her sabah...

Buzdolabının içine oyuncak telefonunu yerleştirerek teyzenin yüreğini hoplattın... Düşünsene bebeğim buzdolabını açıyorum ve içeriden bir erkek sesi geliyor efendim, efendim diye... Başka şeylerde söylüyor... Zıpladım yeminle, ruhumu teslim ediyordum 😂😂

Birkaç kere annen tam kızacakken koş kaç bana dedim diye her zıtlaştığınızda bana koştun... Anneni azıcık kızdırsak da benim yüreğimin yağları eridi... Hele bir keresinde beni teyzem uyutsun diye ağlamadın mı... Offf var ya nasıl keyiflendiğimi anlatamam 😅😅😂😂 Annen her seferinde haklıydı sana kızmak için, bunu ben yapmamalıydım ama 3 aylık teyzelik kontenjanından faydalandım haberin ola ;)

Bol bol yüzdük, bol bol kıkırdaştık, arada kızıştık ama şahane zamanlar geçirdik seninle minik paşam...

Ayrılık bizim için çok zordu, sense evini özlemiştin ve heyecanlıydın... Çok ağlayacağım Arden, bizi bırakıp gitme dediğimde bana bıyık altından gülerek ağla dedin... Sen de ağla ama dediğimde ben ağlamayacağım dedin... Ama giderken o kadar heyecanına rağmen yine de mahsundun farkındayım...
Sana sakın büyüme, yine büyümeden gel emi dedim... Tamam dedin... Ama dün telefonda ben büyüdüm diyip beni gıcık etmeye çalıştın sıpa ♥

Şakir'i bu yaz tatilinde sen gelince tatile gönderdim, şimdi yine ortalığa çıkartırım... Onun bir kukla baykuş olduğunu anlamanı istemedim... Konuşmak istemediğinde Şakir'e bayılıp koşuyorsun telefona çünkü :) Bunu anladığında ne yapacaksın bilmiyorum :)

Evet paşacım, kısaca yazımızın özeti böyle...
Henüz 6 gün oldu ayrılalı ama teyzen seni çok özledi emin ol ♥

Nice mutlu yaşlara güzel oğlum benim.... Çok uzaklarda olabiliriz ama seni çok seviyoruz emin ol... Dilimizden her an düşmüyorsun hasretle... Kokunu içine çektim sen giderken... Sen gelinceye kadar yetmez ama olsun işte...

Kocaman öpücükler gönderiyorum teyzem sana hasretle... Çabuk büyüme sen yine de olur mu?

Teyzen....



Kardişe;

Senin de analık günün kutlu olsun karındaşım... Bu hasretliklerimiz bitmez bizim ama uzakları yakın ettiğin ve Ardenimize bizi kavuşturduğun için binlerce kez teşekkürler... Teyzelik şahane bir duyguymuş... Sen ablana kıyamaz ikinci kez bu duyguyu yaşatırsın belki bana 😂😂😂 Aklının köşesinde dursun azıcık ;)





5 Eylül 2018

KALP ATIŞI DAKİKADA 120 - L.T.F.M. #8





120 BATTEMENTS PAR MINUTE / KALP ATIŞI DAKİKADA 120 (2017)

Uzun süredir izlemek istediğim bir filmdi ve bu maraton daha fazla ertelemememe sebep oldu sanırım bu filmi... Çok da iyi oldu ♥

Filmimiz ilk defa 1987 yılında Newyork'ta kurulan ACT-UP örgütünün 90 lı yıllardaki Paris oluşumunun etkinliklerini anlatıyor. Filmin ilk yarısında karakterlere odaklanmaktansa AIDS hastalığı  odak noktasında...  İlaç sektörünün çıkarcılığı, politik çıkarlar, bir avuç insanın can hıraş ölümle mücadelesi... Bu kötü hastalığa ve yaşattıklarına merkezden, çarpıcı şekilde göz atıyor da diyebilirim...
İkinci yarısından sonra da Sean (Nahuel Perez Biscayart) ve Nathan (Arnaud Valois) arasında yaşanan ilişki ile karakterlere odaklanmaya başlıyor... Genelden özele geçerken de yumru yumru boğazına bir şeyler takıyor insanın...

İlk AIDS hastalığını duyduğumda sanırım ortaokullu yaşlardaydım. Rock Hudson vardı, inanılmaz yakışıklı ve popülerdi o yıllarda... Benim için de tabi ki... Adamın filmlerinin repliklerini ezbere bilirdim, hesap edin artık ne kadar çok izlediğimi...  Onun bu hastalığa yakalanması sebebiyle öğrenmiştim ben de ne kadar kötü bir hastalık olduğunu....  Sanırım Hudson'un bu hastalıktan ölmesinin ardından daha çok dikkat çekmişti AIDS hastalığı....

Filmde bir sahne var, ACT-UP üyelerinin okullarda yaptıkları bir eylem... Sınıflara giriyorlar ve gençleri bilinçlendirebilmek adına bir bildiri okuyup broşür dağıtıyorlar.... Bir öğretmen eylemcileri sınıfın dışına atmaya çalışırken başka bir sınıfta diğer öğretmen konuşmalarına izin veriyor... İki öğretmenin davranışı arasındaki keskin fark etkileyiciydi ve sevdiğim sahnelerdendi... Hoş gençler cinsellik yönünden bakıyor konuya o ayrı mesele ama grubun verdiği mücadele bambaşka.... Farkındalık yaratmaya çalışıyorlar...

Diğer başka etkilendiğim sahne ise bu hastalıktan ölmek üzere olan Saen'ın annesi ve erkek arkadaşı Nathan'ın arasındaki ilişkiydi... Sessiz bir anlaşma yapmış gibiydiler... İzlediğinizde eminim o son sahnelerden sizde etkileneceksiniz... Oldukça çarpıcıydı....

Film bazı sahnelerinden dolayı çoluk çocuk izlenebilecek bir film değil, yalnız izlemenizde fayda var... Bunu da özellikle belirtmek istedim... Ama lütfen bu konu sizi izlemekten alıkoymasın. Her ne kadar AIDS hastalığı teşhis ve tedavi yönünden basamak atlayıp eski haşmetini farklı hastalıklara bırakmış olsa da eğiticilik açısından bu film içinde çok fazla bilgi barındırıyor...

Mücadele güzel şey... Öleceğini bilerek başka insanlar adına mücadele etmek ise ayrı bir erdem.... Bu film bunu çok güzel gözler önüne sermiş...

Hastalık dedik, ölüm dedik ama filmde eğlendirici sahneler de var... Hayattan kopmadan yaşamın tadına varmaya çalışmaları bile keyif vericiydi...



Sonuç olarak ben bu filmi ÇOOOOOKKKKK SEVVVVVVDİİİİİMMMM ♥ Şu ana kadar henüz izlemediyseniz mutlaka ve mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum....

Şimdilik hoşçakalın....






4 Eylül 2018

MİM / Yaz Abur Cuburu #2018


Bayramdı, seyrandı, benim yazamama hallerimdi oldukça geç kaldım bu mimi yapmak için ama olsun di mi ;)

Sevgili Öneri Makinası hazırlamış, sevgili Sibelynka 'da beni mimlemiş sağ olsun, var olsun ♥ Yapmamak olmazdı ♥

Hızlıca geçiş yapacağım sorulara ama hemen belirteyim ben radyocuyumdur genelde müzik dinleme konusunda, arada da youtube takılırım işlem tamam işte... Çok güncel değilimdir anlayacağınız... Bakalım 2018 i nerelerden yakalamışım ben hep birlikte göreceğiz ;)

1- Yazın çıkan çok sevdiğin bir sanatçıdan / gruptan çıkan bir şarkı.

Bu yaz benim için Cem Karaca şarkılarıyla dopdoluydu... Cem Karaca anısına çıkartılan Merhaba Gençler albümü inanılmaz keyifliydi... Sıla'dan Teoman'a, Kolpa'dan Can Bonomo'ya bir sürü sanatçı en güzel şarkılarını seslendirdiler Cem Karaca'nın...

Ama bir tanesi vardı ki... Her gün en az 3 doz alınasıydı benim için...

Fırat Tanış / Sevda Kuşun Kanadında

2-  Bu yaz en yeni keşfin.

Bir sürü yeni şarkı dinledim ama bu yaza damgasını vuran keşfim benim bir radyo kanalıydı... Tüm yaz boyunca istisnasız her gün dinledim diyebilirim...

Başka Radyo ♥
O kadar güzel şarkılar çalıyor ki... Dinlemenizi kesinlikle tavsiye ederim...
Dinlemek isteyen buraya tıklasın efenim  ;)


3-  Bu yaz sürekli dinlediğin bir şarkı.

Kesinlikle bu şarkı ♥

Melike Şahin / Sevmek Suçsa Suçluyum


4-  Bu yaz en çok duyduğun şarkı / albüm.

Sadece bu yaz değil, galiba bu sene bu şarkıyı çok duydum ben... Hatta çok sevmeme rağmen çok duymaktan dolayı hafif bir soğuma da gelmedi değil :/


Mabel Matiz / Öyle Kolaysa


5-  Bu yaz eski de olsa dinlemekten vazgeçemediğin bir şarkı.

Bu şarkıyı ilk Nükhet Duru'dan dinlemiştim... Ama siz Ayten Alpman farkıyla dinleyin... Sevdiklerimdendir her daim ♥

Ayten Alpman / Sesini Duyur

6- Sence bu yazın en favori hiti.

Bu sene Sezen Aksu yeni bir youtube projesi başlatmış... Daha önceki senelerde başkalarına verdiği şarkılarını yeniden düzenleyerek youtube kanalına yüklüyor. Çok keyifli şarkılar var, bir ara göz atın bence...  Eski ama benim için bu yazın hiti bu şarkı  ♥


Sezen Aksu / Aldatıldık


7- Senin bu yazını anlatan bir şarkı.

Ben bu şarkıyı uygun gördüm kendime :))


Ceylan Ertem / Kovdum


Şimdi gelelim mimlediklerime...

Maicim KadriyecimBiz Kimiz Kadınız Kadriyecim, Bücürük ve Ben Müjdecim  ve AdaDeniz Saadetcim  mimledim sizi... Yaptınız mı yapmadınız mı hiç bilmiyorum gerçi... Yaptıysanız da kâle almayınız efenim :)))

Bu arada benden size bir bonus şarkı da paylaşayım... Bu yaz bu şarkı benim için olmazsa olmazlarımdandı. Buraya koymadan olmazdı ;)

Işıl Yücesoy / Hayat Herkese Aynı


Öpüldünüz ♥

3 Eylül 2018

Bu hafta #35




Bizim gurbet kuşlarını hafta sonu yolcu ettik... Arden şapşiği evine gitmek için çok heyecanlıydı. Nasıl bir heyecansa bütün gece uyumadı 3 yaşındaki bebe... Heyecanlıyım, heyecanlıyım diye diye yol boyunca bakındı durdu etrafa... Arden sen bizi nasıl bırakıp gideceksin, ben çok ağlayacağım dediğimde ise gayet net ağla dedi 😅😅😅 Çocuğu 3 ayda nasıl bezdirdiysek artık 😅😅


Çocuğun isteğini mi kıracağım, ben de ağladım tabi ki... Bak ağlıyorum ben sen de ağla dedim, ağlamadı şebek :)) Şükür sağ salim yerlerine ulaştılar da biz de rahatladık...

Gitmeden evvel erken doğum günü kutlamasını da yaptık... O rahat ben rahat... Ayyy keşke beraber kutlayabilsek demiyoruz, ne kadar erken olursa olsun bir kutlama yapıyoruz hep birlikte Türkiye'de... Çocukluk yıllarında özel günleri maaile kutlamanın keyfi başka çünkü... Hem bize de eğlence çıkıyor...

Farkına varmadan koskoca bir yazı devirdim... Halbuki yeni yeni ısınmaya başlayıp, yeni yeni yaz düzenine alışmıştım... Şimdi yeniden sar başa yapacağız... Hemen hemen her şeye adapte olurum da bu mevsim geçişlerine neden adapte olamam o da bir muamma gerçi... Artık kendimi böyle kabullendim yapacak bir şey yok...


Yine bir temizlik moduna girmem ve yine bir arınma seansı yapmam lazım... Ama nasıl gözüm de büyüyor anlatamam... 8 odalı bir evim olsa ben istiflesem, sonra o da yetmese 16 odalı eve geçsem ben yine istiflesem... Atma-verme-kaldırma modunda değilim galiba :)))

Limonata Tadında Film Maratonunda son haftamız bu hafta.. Şimdiye kadar hepi topu 13 film izledim ama hepsini yazamadım. İzleme kısmını tamamlayamayacağım sanırım ama en azından izlediklerimi yazıp tamamlamam lazım ki, etkinlik amacına ulaşsın...

Bu hafta Kırmızı Zaman kitabını bitirdim Mine Söğüt'ün ve böylece tüm eserlerini okumuş oldum... 2016 için koymuştum sanırım bu hedefi kendime ama kısmet bu seneyeymiş 😉

Farkındaysanız tüm yaz hiç listeyle falan uğraşmadım. Artık ciddi bir liste olayına başlamam lazım ki aksattığım işleri toparlayabileyim... Liste yapmaya elim gitmiyor ama... Ekrana boş boş bakasım geldi liste yapmaya kalkınca 😂😂😂

Ben bu hafta büyük temizlik moduna girsem sadece yeter bana... Liste de neymiş pehhhh :)

Görüşürüz ♥ Hepinize mutlu bir hafta diliyorum ♥