31 Ekim 2016

Olduğu Kadar Güzeldik / Mahir Ünsal Eriş



Kitabın kapağına baktığınızda ne hissediyorsanız, kitabı okurken de öyle hissediyorsunuz...

Bu kitabı tek bir cümleyle anlat bana deseler galiba böyle söylerdim...

Eskici bir ruhum var galiba, eski hatta eskitilmiş  herşeyi seviyorum... Eskimesin diye gözünün içine baktıklarım, eskiyince daha bir değerli oluyor...
Garip bir ruh hali kabul ediyorum :))

Hikaye kitaplarıyla aram çok iyi değildir aslında...
Hoş bu kitabı aldığımda hikaye kitabı olduğunu bilmiyordum...
Bu da ayrı bir ironi :)))

8 hikaye de birbirinden güzel ama "benim adım Feridun" favorim bu kitapta...

Öyle çok zorlamadan yazılmış hikayeler, günlük konuşma diliyle çoğu... Bazı hikayeleri uzun uzun anlatmış hatta, ama sonra toparlamış... Sevilesi bir karakter mutlaka koymuş...

Bir de her telden çalmış hikayelerinde, bir çırpıda okumamın en büyük sebebi herhalde...

Kitabı bitirdiğimde her hikayenin ucu açık bırakılmasına hayıflandım sadece... Bari birkaç tanesini bağlasaydı... Yormasaydı beni iyiydi ahahaaaa :)))

Çıtır çıtır bir kitap, sevilesi...
Rast gelirseniz bir göz atın derim, naçizane ♥

Sevilesi cümleler olmazsa olmaz tabi ki...

* Kimseyi istemiyorsun yanında, ama durup durup da yalnızlıktan şikayet edesin geliyor. Bir şeyden şikayet edebilmek için bile insan lazım. Öyle hileli bir şey bu.

* Tıraş olmak ne garip şey, her seferinde altından gençliğin çıkacakmış gibi kendi yüzünü kazıyorsun, fakat yine, biraz daha yaşlanmış halin kalıyor eline.

* Sevilirken, kendimize, sevdirmeye çalıştığımız zamanlardaki kadar bakmıyoruz çünkü hiç. Biri gelip bizi tezgahtan alana kadar, bir manavın önlüğüne süre süre parlattığı elmalar gibi cilalayıp duruyoruz kendimizi. İlk ısırıktan sonra, ısırılan yerlerimizden kararmaya başlıyoruz ama.

* Demek ki insan, yaşıyorsa nasıl olsa iz bırakıyor, bir zeytincinin paslanmış tabelasında bile olsa. İlla birilerinin kalbini dağlamanın lüzumu yok iz bırakmak için demek ki.

* Ölmek olmasa yaşamak ne güzeldi. Oysa insanlar sırf bir gün öleceklerini bildikleri için bu kadar çok seviyorlardı yaşamayı.

* Yalnızlık ailesizlikmiş meğer...

* Umut çok garip bir şey, insanı olduğundan daha aptal etmeye yetiyor.

*İnsanın canına tak eden şey, gerçekten de tak diye keskin bir gürültü çıkarıyorsa...

* Yürümeyi de, koşmayı da, düşmeyi de burda öğrendim. Ama kalkmayı öğrenmek için Bandırma'dan ayrılmam gerekti. Ananın babanın kucağındayken öyle tepe taklak düşülemiyordu çünkü.

* Ne olursa olsun, çocukken hayat, koptuğu yerden daha kolay devam ediliyor.

* Çocuklara hakikat nasıl da olduğu gibi görünüyor. Başka türlüymüş gibi davranıldığında şaşırıyorlar, ikna olamıyorlar kendi kendilerine. Büyüklerine sora sora köreltiyorlar hakikati gören gözlerini zamanla. Böylece büyüyorlar.

Mutlu haftalar ♥

28 Ekim 2016

Yedi Evin Sırları / Alev Aksoy Croutier


Yine güzel bir kitap anlatmak için geldim size.
Bundan aylar önce sevgili Sevda'cığım tavsiye etmişti bu kitabı bana...
O tavsiye eder etmez hemen almıştım ama uzun bir süredir bekliyordu başucumda...

Ve nihayet başladım kitabı okumaya....




Arka kapakta şöyle yazıyor;

"Evlerin de ruhu vardır. Onlarda görür, hissederler... Onlar da sever, sevgi beklerler. Sevdiklerine bağlanır, sır biriktirirler.

Yedi Evin Sırları, Osmanlı İmparatorluğu'nun son günlerinden Cumhuriyet'in ilanına ve günümüz Türkiye'sine dört kuşak boyunca uzanan bir ailenin öyküsünü yaşadıkları farklı evlerin dilinden anlatıyor.

Benzersiz olaylarla örülmüş bu aile destanında, aynı zamanda, değişik kuşaklardan özel dört kadının yaşamı buluşuyor."








Eski evleri çok severim, beni takip edenler bilirler...
Kapısına, penceresine baktığımda o evde yaşayan hayatları hayal ederim hep... Penceresi işlemeliyse mesela, o evin sahibi benim için nazenin duygusaldır.... Bahçesinde çiçekten çok ağaç varsa, köklerine bağlı bir insan hayal ederim... Bunun gibi bir sürü şey...

Ben böyle hayal ededururken,  Alev Aksoy Croutier o evleri dillendirmiş...
Sanki kendileri aşık olmuş gibi, özlemiş gibi, sevmiş gibi, ağlamış gibi....
Kendilerine sahip çıkanlarla özdeşleşmiş evler...

Bir kuşak aile nereleri gezdiyse o evler dizilmiş sıra sıra önümüze...
İzmir, Bursa, Ankara, İstanbul...
Köşkten başlayıp sıradan bir günümüz dairesine uzanan geçmişten bir yolculuk....

Kurtuluş Savaşı yıllarından, Cumhuriyet'in ilanına, oradan da günümüze geçişleri...
Hayat şartları, yedikleri, içtikleri, kıyafetleri, saçları...
Her konudaki değişimleri...

Hepsi birbirinden farklı kadınlar; Esma, Ayda, Gonca, Papatya, Amber, Kamile...
Ve ailenin büyüğü İskender Bey...
Kadınlar çeşit çeşit, renk renk...
Hepsi birbirinden farklı...
Aşkları, duruşları, özlemleri, arayışları...

Kitapta en sevdiğim karakter küçük bir yeri de olsa Papatya idi benim... Farklılığını sevdim... Renk getirmiş kitaba... Ayda'nın yaşlılık halini sevdim sonra da...
Amber tüm kuşaklar arasında geçişin en büyük tanığı...

Kadına ne gözle bakıldığının da bir resmi bu kitap aynı zamanda... Erkeğin ardında gizlenen ve ancak onun kimliği sayesinde yaşamını sürdürebilen kadından, günümüz kadınına bir serüven...
Aile baskısı, mahalle baskısı, gelenek-görenek baskısı...

Tüm ailenin birlikte yaşadığı o kalabalık aile resmini de çok güzel anlatmış Alev Aksoy Croutier...

Kitabı genel olarak çok sevdim...
Keşke dediğim şeyler oldu ara ara sadece....

Keşke dediklerimden biri de baskı konusundaydı... Keşke o evlerin ayrıntılı bir resmini çizselerdi kitaba, küçük resimler yerine...
Bir de dönem dönem farklı isimler, farklı kelimeler geçtiğinde yazı içerisinde aşağıya açıklama düşebilselermiş... Hiç bilmediğim, duymadığım bazı terimler vardı. Aramak, anlamak bazen zor oldu... Yıldız koymak çok zor olmasa gerek...

Sözün özü kesin okuyun bu kitabı diyorum ve Sevdacığıma teşekkür ediyorum böyle güzel bir kitabı okumamı sağladığı için ♥

Hepimizin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun...
Yarın bizim en güzel bayramımız ♥






Altı çizililer;


* Biz evler güzel mekanlar arzularız. Güzel bir mimari, sağlam inşaat, çevreyle uyum, iyi kalpli ev sakinleri, sürekli bakım, uzun bir hayat, sevgi ve şefkat isteriz. Bütün bunlar bize can katar. Ve karşılığında, bizde aynı şeyleri veririz. İçimizde yaşayanlara güzel, huzurlu bir iç dünyası sunarız.

*Bir saat sonra yangın sönmüştü. Bizi,  yani İzmir'in sakinlerini, siyah bir çamur ve matem içinde bırakarak terk etmişti alevler. Her zaman beyazlar içinde olan Smyrna şehri şimdi siyah bir peçeye bürünmüştü. Tıpkı kadınları gibi.

* Mümkün müdür ki bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı göklere yükselebilsin?

* Çevresindeki diğer kadınlar gibi, o da yorucu işlerle uğraşmaktan kaçınıyordu. Öyle ya, buralı erkekler, kadınlarının etli butlu olmasını tercih ederlerdi (kadın vücudu başka ne işe yaradı ki?). Kürdan gibi sıska o gavur kadınları kim beğenirdi! Kadınlarımızın incirlerimiz gibi tombul ve yumuşak olmaktan başka çareleri yoktu. İleri yaşlarına erişip de bacaklarının ve kalçalarının peltek muhallebi gibi olduğunu fark edinceye kadar düşünülmezdi bu haller. O zaman bile, bu kusurları kadere yorar, ya da nazar değdiğine inanır veya soya çekime bağlarlardı. Kendi annelerine ve ninelerine de aynı şey olmamış mıydı?

* "Çocukların böyle şeylere alışmaları şarttır. Büyümenin bir parçasıdır bu da." demişti babası Amber'e.  "Bir daha gördüğünde bu kadar üzülmezsin. Her türlü acı tekrarlana tekrarlana gücünü yitirir."  (Not: Kurban kesilirken çocuğun seyretmesinden bahsediyorlar.)

* Yaşadığımızın dışında daha o kadar çok dünya var ki, Amber! Mesele doğru parolayı bulmaktadır. Bazı yollar diğerlerinden daha etkilidir.

* "Kokunu kimseye vermemelisin, tatlım" dedi Ayda, "Eğer biri kokunu çalarsa, ruhunu da çalabilir. Unutma bunu."

* Mızmız tabiatlı insanlara, bilhassa kadınlara, kahve içmek iyi gelir. Böyle insanlar bol bol koyu kahve içmelidir. Melankolik olmadıkları sürece, fazla kahve içmekten hiçbir zarar gelmez. / Katip Çelebi - Mizanü'l Hakk (1650)

* Kadınların hepsi, Kamile'nin Miele'sini kullanmak için başka işlerini ihmal etmeye başladılar. Makinenin çalkalanmasından adeta büyüleniyor, otomatikleşmenin neşesiyle coşuyorlardı. Sonra, çamur renkli ya da pembe tuvalet kağıtları aynı işi gören gazete kağıdı parçalarının yerini aldı. Derken kadınlar halis keten ve ipekliden dokunmuş, kenarları ince ince işlenmiş güzelim mendillerinden vazgeçip kaba krep kağıttan üretilmiş Kleenex mendilleriyle silmeye başladılar burunlarını. Atmak, bakmaktan daha kolaydı.

* Kamile, Amber'e bir keseyle pembe bir Puro sabunu verip artık kendi kendine yıkanacak kadar büyüdüğünü söyledi, banyonun kapısını kapadı ve kızı kendi başının çaresine bakmaya terk etti. Amber, kocaman tabut biçimli küvetin içine oturmuş, arada bir suyun içine kayarken, kendini son derece önemsiz ve küçülmüş hissetti. Boğulmaktan korktu. Kapının kilitlenmesinden, dışarı çıkamamaktan korktu. Küvetin giderinden vantuz gibi emilmekten korktu. Kendisini okşayan, keseleyen, yıkayan elleri özledi. İnsan sıcaklığını özledi. Yıkanmak, birdenbire yalnızlığın ve terk edilmişliğin simgesi haline gelmişti.

* Ama derler ki, tehlikeden kaçtıkça, tehlike yatağınıza gelir.

* Bir hayalperest, yarattığı hayaller dönüşünce hayalle gerçek arasındaki farkı anlayamaz. Düşler görmekten asla vazgeçmez.

* Kadınlar erkeklerine hizmet ederek var olabilirlerdi. Bir ruh kazanmalarının tek yolu buydu. Kadınlar bir ruha sahip olarak doğmadıkları için, ancak kendilerini bir erkeğe adayarak, onun yoluyla cennete girebilirlerdi. Ama cennette bile erkeklere huri denen kadınlar hizmet ederdi. Kadınlar için başka cennet yoktu.

* Yoldan geçenler, bir zamanlar burada dokumacı bir ailenin oturduğuna dair öyküler uydururlar. Ama hepsi şunu söyler: Farklı bir dokumacılıktır bu, ipek değil de hikayeler dokuyan bir aileydi onlar.

* İnsan asla akıllı bir adamın önüne geçmemeli, bir aptalın peşine de düşmemeli.

* Sıla hasreti, anılarımızdaki nesneleri şiirsel ideallere dönüştürür. Geçmişin güzel hatıraları gözümüzde iyice büyür; kusurlu yönleri ise araya giren zaman ve mesafeyle yumuşayıp törpülenir ve bir zaman gelir hayalimizden hemen hemen tümüyle silinir. / George Sand - Horace

* Sokak satıcıları. Yoğurt, karpuz, simit satıyorlar. Burada böyle tanıtım yapılıyor.
   Avaz avaz bağırmaları şart mı?
   Yoldaşlık ve rekabet yaratmanın bir yolu bu. Mallarını şarkı söyler gibi duyurmak.

* Bizim ailemiz kendi geçmişi konusunda o kadar güvensizdi ki, geçmişe dayanmadan kendilerini çırılçıplak ve yüzsüz kalmış hissederlerdi Amber. İşte bu nedenle, geçmişleri hakkında parlak bir hikaye uydurdular. Kuşaktan kuşağa geçecek bir öykü. Böylece kimse onların ne kadar sıradan insanlar olduğunu bilmeyecekti.

* Çiçeklerin dili vardır, bilirsin. Hercai menekşe sevecenlik demektir, mor hasekiküpesi kararlılık, gelincik teselli, inciçiçeği mutluluğun geri gelmesi, melekotu ilham demektir.

* Kendini olduğun gibi kabul edersen ve kendini zarafetle  taşırsan, yaşlılık hayatının en güzel çağı olabilir.

26 Ekim 2016

Hadi Adatepe Köyüne gidelim ;)


Çanakkale ilçesi olan Küçükkuyu'nun bir köyü Adatepe... Ama Edremit - Altınoluk'a yol olarak daha yakın...
Küçükkuyu merkezden dağlara doğru bir yol göreceksin gidersen, koskocaman Zeus Altarı, Adatepe Köyü yazıyor tabelasında....

İşte o yoldan dön hemen... Kıvrım kıvrım yollardan tırmanmaya başla... Pencereni açmayı unutma ama... Zeytin kokusunu içine çek bol bol...

4-5 km çıktıktan sonra ilk durak yeri Zeus Altarı...


Park et şimdi arabanı...
Hareket zamanı :)
Gözün korkmasın ama...
Hepi topu 790 m. yürüyeceksin...



Keyifli bir yol....
Kozalak toplayabilirsin çıkarken...
Çekirgeler zıplayacak önünde....
Doğaya odaklan istersen...
Sesini dinle...
Tenha bir zamana denk geldiysen çok şanslısın aslında :)



Ağaçların güzelliğini seyret bol bol....


Bak ulaştın Zeus Altar'ına....
Yunan mitolojisine göre en yüce Tanrıları Zeus'a kurban adadıkları yermiş burası...
İlyada destanında Zeus'un burada yaşadığı bile söylenmektedir.....

Bak ben size söylemeyi unuttum, imkanınız varsa termosunuza çay/kahve koyun diyecektim...
Manzara şahane çünkü burada...
Taşların üzerine oturup belki keyif yapmak isterdiniz...
Aklınızda bulunsun mutlaka ama...


Manzara şahane olunca bizim gibi çok çok fotoğraf çektirin hatta :))
Doğa ayrı bir güzel, taşlar ayrı bir güzel...


Altar'ın hemen yanında Çanakkale Savaşlarına katılan bir dedenin yatırı var....
Fotoğrafta güzel göründüğüne bakmayın, kirlilik tamamıyla...
Genelde ıslak mendil ve su şişelerinin etiketleri bağlanmış...
Ben muhtarın yerinde olsam madem bu bizim geleneklerimizde var; çeşit çeşit , renk renk kumaşlar bağlarım buraya... Renk cümbüşüne çeviririm... Kirlilik göze batmaz hiç olmazsa....
Hatta 1 liraya kumaş parçaları bile satarım, köyü güzelleştirmek için :)
Hem insanlar dilek dileyerek umutlarını, hayallerini perçinlerler hem de köye katkıda bulunurlar...


Şimdi Adatepe Köyü'nün sokaklarındayız...
Daracık sokaklar...
Taş binalar....

Köye girişte meydanda hemen bir çay bahçesi var, çınar ağaçlarının altında...
Fotoğrafını çekmeyi unutmuşum... Aslında çektiğimi de hatırlıyorum ama telefonumla çektim galiba. Üzerinden çok zaman geçti... Ağustos'ta gitmiştik biz... Bulursam eklerim meydanı da...

Hemen çay bahçesinin yanında dondurmacı var. Otlu dondurma satıyor...
Kekikli, naneli, zeytinli :)
Kekikliyi sevdim ben, gidersen dene mutlaka...

Sit alanı ilan edilmiş bu köy... O yüzden betonarme bina görmek neredeyse imkansız...
Eski binalar orjinaline sadık kalınarak onarılmış...


Mesela şu sağdaki ev...
Terkedilmiş belli...
Sürtündüm duvarlarına, belki bana verirler diye :))
Ama nerdeeee...

Bu arada burada yeni inşa ev olmadığı için ev fiyatları çok yüksekmiş...
Duyunca hayalini bile kuramadım ahahaaaa :)
Yalanmakla kaldım :)))


Köyün çeşmelerinden bir kaçı...
Bazılarından su akmıyordu...
Kaz dağlarının eteğindeki bir köy için ne üzücü...


Eskiden zeytinyağı çıkartmak için kullandıkları taş düzenekler....
Zeytin ve zeytin yağı satan bir dükkanın önünde rastlıyoruz...
Küçükkuyu'nun içinde Adatepe Zeytinyağı Müzesi açılmış aslında...
Vakit olmadı dönüşte uğramak için..
Bir başka zamana artık...


Ara sokaklarından birinde Sabun Kayfe'ye rastlayacaksınız...
İlk önce kahve içmeye niyetlendik ama taze limonata hazırladığını duyunca limonataya bir dönüş yaptık...
Uzun zamandır içtiğim (kendi yaptıklarım da dahil) en iyi limonatalardan biriydi...
Sıcak, samimi bir ortamı var...
Dikiş makinası ayağından yapılan masalara bayıldım :)
Şahsına münhasır insanlar işletmecileri...
Mutlaka uğrayın dediğim yerlerden...


Taş binaya ben maviyi çok yakıştırıyorum....
Sanki masalsı bir hava katıyor evlere...
Şimdi kim yaşamak istemez ki bu evde :)



Güzelim evlerden bir tanesi daha...


İrili ufaklı konaklar var köyde konaklamak için... Buda o konaklardan biri...
Köyün en üstüne konumlanmış...
Geniş bahçeli, tam dinlenmelik bir yer...


Fotoğraflarda bu kadar boş göründüğüne aldanmayın...
Biz hafta içi gitmiştik...
Hafta sonu akın akın insan seli olabiliyor bu sokaklarda...


İşleme ne kadar da yakışmış değil mi...
Seviyorum ben böyle işleri...
Yeniyle eskiyi bir araya getiren o ruhu...

yine bir gezimizin sonuna geldik...
Size yazdan kalma birkaç yer daha anlatacağım vakit bulduğumda...
Benim iki böcüğümle size kocaman öpücükler gönderiyorum..
Hoşça ve dostça kalın  ♥





13 Ekim 2016

Başlıksız olsun bu da...


Canım sıkkın bu aralar...
Kendimi toparlamaya çalışıyorum, ama her gün yeni birşey duyup görüyoruz...
Hooppp sar baştan...
Ne memlekette yaşıyoruz arkadaş dedirtiyor insana...
Hazır konu açılmışken Handan'ın bir yazısı var. Mutlaka okuyun bu yazıyı...
Öyle 3-5 kişiyi ilgilendiren bir konu değil, hepimizi ilgilendiriyor...
Geleceğimizi ilgilendiriyor...
Meselenin doğuracağı sonuçları düşündükçe nefes alamıyorum...
Gelecek nesillerimizi çürütmeye, tekdüzeleştirmeye ve işin en kötüsü de hayallerimizi çalıyorlar...
Bir okuyun mutlaka...
Ve bu konuyla ilgili bir imza kampanyası da düzenlenmiş ; burada ...
Hiçbirşey yapamıyorsan da en azından imza desteği ver...
Çocuklar geleceğimiz unutmayalım...

Bu yazıyı kel alaka bir konunun arasına sıkıştırdım belki ama sen beni hoş gör okuyucu...
Kafa dağıtmaya ihtiyacım var...
Filmlere sığındım ben yine...
Çok başarılı şeyler değil ama karaladım yine birşeyler...
Dedim ya kendimi avutmaya çalışıyorum...

Kendine iyi bak... Ruhunu da yüreğini de aklını da koru lütfen...
En çok buna ihtiyacımız var...

Sevgilerle...



NACİYE (2015)

Korku - gerilim severler benim yorumlarımı sevmeyecekler biliyorum ama her kişinin bir tarzı var... Benimki de böyle...
Eeeee niye izledin o zaman derseniz, bilmeden izledim, yarım bırakamama gibi bir takıntım var derim :)))

Derya Alabora'yı oyuncular arasında görmem en büyük etken filmi izlememde... Şaşıfelek Çıkmazı diye bir dizi vardı eskilerde hatırlar mısınız? Taaa o dönemden severim ben bu kadının oyunculuğunu ve tarzını... Şimdi burada kötü mü derseniz tabi ki değildi. Hatta psikopat tiplemesi gayet başarılıydı. Ama işte bana göre değildi...

Konusunu kısaca anlatmak gerekirse; Naciye Büyükada 'da aslında kendisinin olmayan bir konağa sahip çıkmaya çalışmaktadır. Yeni gelen ev sakinlerini oldukça kanlı karşılamaktadır Naciye (Derya Alabora)...

Yer yer Naciye'nin çocukluğuna dönüp sebepler sunulsa da yine de netlik konusunda sorunlarım oluştu. Biraz yorumlamam gerekti :)

Gerilme konusunda çok uzman değilim, ama gerildim :)
Kanlı sahneler bana göre fazla...
Hele yüze sıçratmaya hiç gerek yoktu :)))
Kiracı yeni evli çiftin kıyamam bir problemleri vardı ama gerilmekten psikolojilerine odaklanamadım...
Filmden çıkardığım sonuçlar bunlar...

Ama çıkardığım en önemli sonuç, bir daha konakta yaşama hayali kurmayacak olmamdır ahahaaaa :))))

Sonuç olarak ben bu filmi SEVMEDİİMMMM, ama bir de korku-gerilim severlerden yorum almak lazım tabi :) Siz benim yorumumu önemsemeyin anlayacağınız...



KRAL İÇİN HOLOGRAM (2016)

Yaktın beni Tom  :))
Dur ama ilk önce konuyu anlatıyım sonra bu konuya geçiyim... Spoiler vermekten çekinmeyeceğim bilginize, okurken dikkat !!!

Alan Clay (Tom Hanks) başarısız bir evlilik, maddi sıkıntılar, sağlık problemleri gibi bir sürü olumsuzlukla uğraşırken hayatının fırsatını yakalamak için Suudi Arabistan'a yola çıkıyor. Çalıştığı şirket için krala hologram teknolojisini satarsa bir nevi hayatını kurtaracak...

Film bu ya, bir sürü aksilikle uğraşıyor... Hele hergün servise geç kaldığı için bindiği bir taksi varki evlere şenlik :)) Taksici adam Yusuf (Alexander Black) filmin en eğlenceli karakteri... Onun absurtlukları olmasa film ne olurdu bilemiyorum...

Kralı beklerken (ki filmin adı böyle olsa daha cuk olurdu) süregelen sağlık problemleri karşısına doktor Zahra'yı çıkartıyor... Bu sırada arap rejimine bir sürü atıfta bulunuluyor tabiki... Bunu söylemeden geçemeyeceğim...

En sonunda aksilikler birdenbire çözülüyor ve bingoooo... Nihayet sunum gerçekleştiriliyor.... İş mutlu sonla bitmese de Alan mutlu sona kavuşuyor, hayatını değiştiriyor Zahra ile birlikte :)))

Şimdi yaktın beni Tom kısmına gelecek olursak, Naciye'de olduğu gibi bu filmde Tom  Hanks yüzünden seyrettim ve sanırım şu ana kadar izlediğim tüm Tom filmlerinin içinde en saçma olanıydı... Oyunculuk bile filmi kurtaramamış ki bu filmde en iyi oyunculuk bana göre Alexander Black  idi... Zahra ile yaşadığı romantikliklerle filme renk katılmak istenmiş belki ama çok komik olmuş :)))

Bu arada filmi izledikten sadece 1 gün sonra Handan'ın bir yorumunda sakın bu filmle vakit kaybetme yorumunu görmem kara bahtım kör talihim bonusuydu... Bu notda buraya düşülsün :))))

Sonuç olarak SEVMEDİMMMMMM efenim ben bu filmi...


NADİDE HAYAT (2015)

Ben bir Çağan Irmak hayranıyım... Seviyorum bu adamın dilini, tarzını...
Genelde ağlatır beni... Dokunur her seferinde...
Bu sefer de öyle oldu ama biraz daha gülümseterek yaptı bunu...

"Bu hayat benim ama yarısını başkaları için yaşadım" diyor Nadide Hanım (Demet Akbağ) filmde... Hepimiz yaptık dönem dönem, hala da yapıyoruz belkide...
Her insanın bir ayılma, kendine gelme zamanı var... Nadide Hanım da 30 yıllık hayat arkadaşını kaybettikten sonra ayanlardan... Yarım kalmış hayallerini tamamlamaya, kendi için yaşamaya çalışıyor... Tatlı bir mizahi yapısıyla tabiki...

Afla okuluna dönüyor mesela... Evlenirken okulu bırakmış, evinin kadını olmuş...
Okula döndüğünde bir bakıyor ki hepsi çocukları yaşında... Belki daha da küçük...
Çocuklar için de kabullenmek kolay değil anneleri yaşında ve çok konuşan, çok karışan bir kadını...
Hele bir sahnede "sizin o halının altına süpürdüklerinizden koleksiyonumuz var diyor" bir kıza... Ne hoşuma gitti anlatamam :)))

İkinci bahar aşkı da var tabiki, yine Çağan Irmak hissiyatıyla... Kaptanı deryamız Yetkin Dikinciler ile...
Pek naif, pek hoş...

Sonuç olarak ben SEVDİMMMMM fazlasıyla... Tekrar tekrar izlenmelik sıcacık bir Türk filmi olmuş... Sizin de seveceğinizi düşünüyorum... İzlemediyseniz mutlaka izleyin, bir ara ben ayaklarımı uzatıp replik ezberleme yapacağım hatta :)) O kadar keyif aldım anlayacağınız :)))



MUSTANG (2015)

Amcasıyla babaannelerinin yanında yaşayan 5 kızın özgürlük mücadelesini anlatan bir film... Sanırım 10-17 yaşları arasındalar...

Mahalle baskısı, aile baskısı, namus baskısı ne ararsan var...
Küçücük yaşta sırf namusları temizlensin diye evlendirilmeye çalışılıyorlar, kasabada adları çıktığı için... Kızlar isyanda...
Kaçmaya çalışıyorlar...
Yakalandıkça önlemler de artıyor, baskılar da...
Konusu kısaca bu şekilde filmin...

Geçen sene Fransa'dan Oscar adayıydı bu film... Türk yönetmeni ve oyuncularını o ünlü kırmızı halıda görmek güzel bir duyguydu...
Tabi bu filmle ilgili eleştiriler de çok fazlaydı... Kimisi beğendi, kimisi beğenmedi, kimisi bu kadın ne yapmış bizi kötü tanıttı dedi, kimisi ayakta alkışladı...
İki kere iki biz halk olarak başarıyı taşlamayı çok seviyoruz...

Ben ne hissettim kısmına gelecek olursak; evet filmin bazı yerleri hoşuma gitmedi... O kızların hepsini ayrı ayrı tanımak isterdim mesela ben... Konu çok hızlı ilerlediğinden karakterlere odaklanılamamış sanki...

Haberleri dinliyoruz, okuyoruz... 13 yaşındaki kıza taciz, kocası bıçakladı, eve kapatıldı, okumasına izin verilmedi... Olmaması gereken ama sıkça duyduğumuz çok üzücü konular bunlar... Film aslında böyle bir konuya değinerek cesaretli bir adım atmış... Hepsinin gerçek olduğunu bildiğimiz halde sanki bazı şeyler havada kalmış... Kızların baskı altındaki asilikleri bana çok yapmacık geldi, o duyguyu alamadım... Konunun gerçek olmadığından değil hissiyatından ötürü tamamen...

Sonuç olarak bu filmi ben duygusuna giremediğimden dolayı ÇOK SEVEMEDİM... Bu siz sevmeyeceksiniz anlamına gelmiyor tabiki... İzlerseniz şayet bana da ne hissettiğinizi mutlaka yazın...













11 Ekim 2016

Bu kitaplar çocuklara


Daha önce de Oytun'un kitaplarını okudum ama; ara ara, bazen de atlayarak...
Mesajını anladıktan sonra bırakırdım...
Daha çok o okumadan önce yapardım bunu...

Bu sene o okuyup tamamladıktan sonra ben başlıyorum okumaya...
Ve keskin kurallarımdan birini bozarak...
Asla iki kitabı aynı anda okumayan ben onun kitabını da işin içine kattığımda kurallarımdan birini daha yıkıyorum :)) Oluyor muymuş, oluyormuş...

Buna neden ihtiyaç duydum peki;

İlk sebebim Oytun'un kitabın özetini çıkartmaya başlamasından... İlk defa kitap özeti istiyorlar okuldan. İlkokuldan bu yana keşke isteseler dediğim bir konuyu biz 6. sınıfta gerçekleştiriyoruz nihayet... Özetini kontrol ederken de okumuş olma ihtiyacı hissediyorum. Şöyle bir bakmayla özet kontrol edemiyorum maalesef.
Tartışması da güzel oluyor... Ben ne anlamışım, o ne anlamış...

İkincil sebebim ise Oytun'a farklı kitaplar okutabilme ihtiyacı... Farklı konuları sevdirebilme ihtimali... Her konuyla tanışsın,sonra kararını versin... Şimdiye kadar aman okusun da deyip çok seslenmiyordum ama baktım ki olacak gibi değil "ikimizin de okuyabileceği" diye bir kategori geliştirmek zorunda kaldım...

Şimdilik iyi gidiyor... Bakalım ne kadar devam ettirebileceğiz...

Şimdiye kadar sadece 2 kitap okuyabildik beraber...
Ama ben bu sonuçtan mutluyum :))


Ö.T.E.K.İ. / Pedro Manas

Çocuklar çok acımasızlar, bunu her zaman söylemişimdir... Kırılıp, bükülmezler...
Mesela hiç bir zaman yüzün çok güzel, keşke biraz kilo versen gibi düşünceleri yoktur onların... Şişkosundur sen onlar için :)))
Büyüdükçe kırmak için de söyleyebilirler ama küçük yaşlar da bu düzlüklerinden kaynaklanır...  Algıladıklarını pat diye dile getirirler... Böylesi hem güzeldir hem de zordur aslında...

Çocuklar için normallik ve dışlanmış anormalliğin tanımını yapmış bir kitap Ö.T.E.K.İ.

Kendini normal olarak gören Franz bir gün göz doktoruna gitmek zorunda kalır anne ve babasıyla... Tembel göz hastalığı nedeniyle sol gözüne bandaj takmak zorundadır. Kendisine göre normal ilerleyen yaşantısı takmış olduğu bandaj yüzünden farklılaşmıştır.
Daha doğrusu arkadaşları tarafından farklılaştırılmıştır.... Artık oyunlarda son tercih edilendir Mortgöz Franz...

Artık yalnızdır, teneffüslerde tek başına bir köşededir...
Ama bir bakar ki aslında yalnız değildir... Kendi gibi diğerlerinden farklı gözüken yada algılanan çocuklar da vardır ve hepsi bir köşeye çekilmişlerdir... Kimisi kilosundan, kimisi kabarık saçlarından, kimisi de taktığı diş telinden dolayı... Tam bir dışlanmışlık yalnızlığı...

Tam 23 dışlanmış çocuk... Birinin önderliğinde bu 23 çocuk gizli bir grup oluşturacaklardır...
Gizli toplantılar yapacaklar ve birbirlerini gizliden gizliden koruyacaklar...
Biri diğerinden üstün olmadan, hep birlikte...
Ve Ö.T.E.K.İ / Örgütlenen Tuhaf Erkekler Kızlar İleri kurulmuştur artık...
Mortgöz Franz artık Kobragöz dür...
Köstebek gibi...
Çöp Öğüten, Demir Çene, Kablolu Lepiska gibi...
Hepsinin kod adları vardır ve artık çok önemli görevleri vardır hepsinin...

Çocuklarımızı eğitmeye çalıştığımız bir konuyla ilgili çok da güzel, tam anlayabilecekleri bir dille yazmış Pedro Manas kitabı... Birlik ve beraberliğin gücünü tam da anlayabilecekleri bir şekilde vermiş...
Son zamanlarda bir ötekileştirmeden bahsediyoruz ya anlayabilene çok da güzel anlatmış ve sonuca da bağlamış üstelik...
Sürprizli bir son...
İnce ince mesajlı...

Bence sadece çocuğuna okutma bu kitabı derim ben, sen de oku...
Seveceksin, çocuğun da sevecek diyorum ben :)





Süper Kahramanlar Yüksekten Korkmaz/ Colas Gutman

Bu da birlikte okuduğumuz ikinci kitap; Maurice'nin süper kahramanlık hikayesi...

Özellikle erkek çocuklarının hayalidir hep süper kahraman güçlerine sahip olmak... Aynı kızların prenseslik hayaline benzer bu...

Dolayısıyla çocuklar bu kitapta kendileri gibi birini buluyorlar... Tam 3 yaşında 3 basamaktan atlayabildiği için kendini süper kahraman ilan ediyor Maurice... Kendince sabun köpüğüne dönülmüştür ve bunu kimse görmemiştir :)

Hep birilerinin hayatını kurtarmayı beklemektedir kahramanımız, kendince kurtarmaktadır da... Özellikle komşuları yaşlı Bayan Polenta'yı...

Bir de gizli güçlerini yok eden aşkı tanımladığı Juliette var ki evlere şenlik onu gördüğü anlar :) Masumluğun en güzeli bence :)

Okuldaki bir çete de var üstelik, Hoyrat, Kuş Beyinli ve Plastik Adam...
Okula yeni gelen Jüpiter'in peşindeler... Jüpiter sevgi pıtırcığı sözcükler sarfettiği için hem de...
Maurice kurtaracak bir çocuk bulmuştu kendince...
Ama onu farklı deneyimler de bekliyordu...

Bir çocuğun hayal gücünün sınırsızlığını kıkır kıkır gülümseterek anlatan bir kitap Süper Kahramanlar Yüksekten Korkmaz...

Kitapta yazım hataları var yalnız... Şimdi burada ne demek istiyor ki dediğim...
Oytun'u gözlemledim zannederim önemsemeden geçti oraları... Ne demek istiyor ki dediğimde sonraki cümleye geç gibi boşvermişlikle hem de :))) Adam rahat anlayacağınız ahahaaaaa :)))

Mutlu bir gün diliyorum hepinize...
Görüşmek üzere ♥












7 Ekim 2016

Yaz gezmelerinden; Gökçeada / Bölüm 2


Az sonra bitti, şimdi yeniden gezmeye devam :)))

En son Pınarbaşında kına yakıp ceviz yemiştik...


Sıra geldi yukarı Kaleköy'e...
En hareketli ve en büyük köylerinden adanın... En fazla pansiyon ve butik otel de bu köyde... Yukarıdaki kilise Aya Marina Kilisesi... Kullanımda olan kiliselerden biri...


İskiter Kalesi...
Adanın en eski yapılarından...
Cenevizliler tarafından yapılmış...
Birkaç duvarı kalmış ayakta sadece...


Kaleköy'de bulunan ünlü Mustafa'nın Kayfesi..
Kahvaltısı pek meşhur buranın ama bu sene burayı unutmuşum :)))
Görünce aaaa keşke burada yapsaydık kahvaltıyı dedim biçare :))
Başka sefere artık...


Mustafa'nın kayfesinde kahvaltı edememiş olabiliriz ama bahçesinde geleneksel pozumuzu vermemize engel değildi tabiki :))) Geleneksel dediğime bakmayın geçen sefer de çektirmiştim aynı gelinlikle ya hemen geleneksel yapıverdim işte ahahahaaaa :)))

Bu arada sokak isimlerini fark ettiniz mi?


Suzan hanım sokağı, Belgüzar hanım sokağı :))
Kaleköy'ün sokak isimleri de kendi gibi şirin....


Kaleköy'ün en büyük özelliği gün batımını izleyecek en güzel noktaya sahip olması... Gün batımını izlemek için geçen seferki gibi Poseidon Cafe'ye çıkıyoruz hemen....

Amanıınn o da ne....
Restorana çevirmişler kafeyi...
Geçen sefer oturduğumuz kayaların üzerine bir iskele yapmışlar.... Hiç sorun yok, oturup şarap içeriz diyoruz... Ama ne mümkün....
Her yer rezervasyonlu....


Biraz mızıldayınca işletme sahiplerine sağolsunlar bir masa ayarlayıverdiler bize :)))
İşte şimdi keyif zamanı...
Üstelik bir kedicik de gelmiş gün batımını izlemeye :))
En güzel yere de o kurulmuş ahahahaaaa :)))


Bozcaada kadar olmasa da Gökçeada'dan da gün batımını izlemek ayrı bir zevk...
Güneşi denize batırıyorsan nasıl kötü olabilir ki zaten :)))


Burası da kuşbaşı Aşağı Kaleköy.... Yeni yerleşim bölgelerinden...

Rumlar yaşam yerlerini hep Adanın dağlık bölgelerine kurmuşlar... Amaç hem kendilerini koruyabilmek hem de verimli araziyi bina ile doldurmayıp ekip biçebilmek...
Akıllı adamlar .....


Gezdiğimiz son köy Dereköy....
Geçen sefer daha ıssızdı... Şimdi burada da hafif hafif yaşayan ev sayısı çoğalmış...
Biraz daha nefes alan bir yer olmuş...

Yaşadığımız çevrenin yapısına sadık kaldığımız zaman, sevdiğimiz, baktığımız zaman aslında ne güzel yapıyoruz... Terk edilmiş duvarlara can katıyoruz....


Yine bir çamaşırhane...
Adadaki çamaşırhanelerin en büyüğü olsa gerek...

Yerlerde pet şişeler, sigara izmaritleri, poşet gibi atıkları görmekten nefret ediyorum :/
Ahhh temiz olmayı bir becerebilsek....
Evimizi bal dök yala, sokağa ne olursa olsun... Benim değil ki...
Ne kötü bir anlayış :(


Şimdi Türkiye'nin en batı ucundayız... İnce burun...
Otel yapacaklar, imza topluyoruz demişlerdi...Şükür ki hala yapılmamış...
Mahkemeleri sürüyormuş...
Kazanacağız diyorlar...
Bozulmasın doğallığı bu güzelliğin...


Yaşasın pozu verecektik, zıplayamadık ahahahaaaaa :))))
Sabahın erken saatlerinde havada çok rüzgarlı olunca giremedik denize burada...
Daha sakin bir koy bulmaya gidiyoruz şimdi...


Laz Koyu burası...
İlk defa bu sene geliyorum...
Sakin bir koy... Denizi güzel...
Ufak bir işletme var aynı zamanda, duşu, soyunma kabinleri mevcut...
Rahat bir yer...


Teyzesinin kuzusu ♥


Şimdi istikamet Tuz gölü....
Flamingolar nasıl da güzeller...
Uzak bir noktasından geçiyoruz, yakınına gidemedik...
Biz çamura bulanıp güzelleşeceğiz ahahahaaa....


Geçen sefer saç baş komple bulanacağım demiştim...
Ama yapamadım....
Koku kötü....
Balçık daha bir balçık sanki...
O tuz katmanını eşeleyip çamura ulaşmıştık, tuz tabakası yok şimdi...
Ya mevsimsel ya da farklı birşey bilemedim....
Suratımıza sürüyoruz ama ıyhhhh diye diye :))))))))))
Sürme işte kadın di mi :))))
Olmaaaazzzz ahahahaaaa :)))


Oytun'u kurban edelim dedik ahahahaaaa :)))
Mızıklandı... Hatta biraz ağlamaklı :)))
Kıyamadık sonra...
Sırtına bir el izi için ancak ikna edebildik ahahaaaaa :)


Gölün hemen karşısında Aydıncık Plajı var...
Aynı zamanda sörf merkezi...
Çeşmeden sonra 2.  sırada bu sahil....
Çadır ve karavan kampingler var sörfçülerin kalması için...
Özellikle yurtdışından bir çok sörf severi ağırlıyorlar burada...

Biz çamurumuzu temizleyip yüzüyoruz....
Akşam feribotuna yetişeceğiz :)))
Dönüş vakti  yaklaşıyor....




Size iki böcüğümle veda ediyim istedim bu sefer ...
Mutlu hafta sonları diliyorum hepinize...
Hoşça ve dostça kalın ♥




6 Ekim 2016

Yaz gezmelerinden; Gökçeada


Yazın gezerken fırsat bulup yazamamıştım...
Hayli geriye dönük bir yazı olacak ama olsun :))

Gezi yazılarını yazarken fotoğrafları düzenlemek çok zamanımı alıyor. O kadar çok fotoğraf çekiyoruz ki elemek, düzeltmek bir hayli meşakkatli...
O yüzden de biraz geç kaldım...
Affınıza sığınıyorum efem :))

Taaa hazirandan kalma bir hafta sonu kaçamağı bizimki...
Daha önce de gitmiştim, hatta anlatmıştım şurada , şurada ve şurada
2012 senesinden bu yana çok da fazla değişmemiş aslında... Ufak tefek bazı detaylar haricinde...
Sakin şehir "cittaslow" tarzını benimsemiş olduğundan belki de...
Bilemiyorum...

Bu arada "cittaslow" nedir, ülkemizde başka nereler var derseniz buraya bir uğrayın... Çok sık bilgi güncellemesi yapmasalar da ara ara uğrar seyrederim ben birbirinden güzel kentleri..



Eğer hangi köyleri gezeceğinizi tam olarak bilirseniz kendi kendinize gezebileceğiniz bir ada Gökçeada. Ancak araba şart... Bazı köylere, koylara minibüs vs yok maalesef...
Tabelalar güzel noktalara yerleştirilmiş, dolayısıyla rotanızdan şaşmanız çok mümkün değil...
Doğaçlama yapmak isterseniz de dönüp dolaşıp aynı yere geleceksiniz nasıl olsa :)))

Adanın etrafında tam tur dolaşmanızı kesinlikle tavsiye ederim... Farklı kaya oluşumları, farklı koylar, farklı yollar... Zevkli bir seyir... Keçiler tabi ki sizi hiç yalnız bırakmıyor bundan emin olabilirsiniz :))


Adanın en güzel köylerinden biri Zeytinli köyü...
Ruhban okulu geçen sefer gittiğimizde eğitim hayatına başlamamıştı, artık başlamış...
Hafta sonu olması sebebiyle kapalıydı, içini yine göremedim...
Hoş gezmeme izin verirler miydi onu da bilmiyorum işin açıkçası...

Rum halkının yoğun yaşadığı köylerden birisi burası... İrili ufaklı bir sürü işletme var...
Ama buraya gelip kahve içip, sakızlı dondurma, sakızlı muhallebi yemeden asla geçmeyin...


Bu sefer Madamın yerini boş yakalayabildik...
Enfes bir kahvesi var...
Muhallebi yemek istediğimizi söyleyince yan işletmeden getirdiler, özellikle vişne reçelinin tadı inanılmazdı...
Satıyor musunuz diye sormadığıma deliler gibi pişmanım...


Adriadaras Çeşmesi dedikleri eski çamaşırhaneleri...
Halı vs yıkarken kullanıyorlarmış hala arada ama bana çok kullanılıyor gibi de gelmedi...


Köyün sokaklarında gezerken pembe kurdeleli bir minnoş bulduk :)))
Küçük paşayı bıraksam kuyruğuyla bayağı bir haşır neşir olacaktı... Tırnaklanmadan ciciş yaptık şükür ki :))))


Gezgin anaların, gezgin çocukları bunlar :)))
Benimkinin sokakta gıkı çıkmazdı hiç, şükür ki Ardenimin de gıkı çıkmadı gezme hallerimizde...
Gezerken mutlu olan çocuklarla seyahat etmek hakikaten ayrı bir zevkli...
Kardeşimle şanslıyız o sebeple...
Arada mıkırdanmıyorlar mı tabiki oluyor...
Nazar boncuğu diyorum ben ♥


Zeytinli köyünden sonra istikamet seyir tepesi..
Yapay bir gölet Uğurlu Göleti... Sulamada kullanıyorlar..
Eşsiz bir manzara...
Ama inanılmaz rüzgarlı...



Keçiler heryerde :))
Siz onları seyrediyorsunuz zannediyorsunuz ama asıl onlar sizi seyrediyor :))
Nerden çıkacakları hiç belli değil...
Tepeköy burası...


Adanın en ünlü şarapçılarından Barba Yorgo hem Tepeköyün hem de adanın simgelerinden...
Sessiz bir köy...
Sokaklarda sessizce gezdik bizde...

Bu arada aklınızda bulunsun her sene 15 Ağustos'ta Meryem Ana Panayırı düzenleniyor Tepeköyde. Çok kalabalık ve çok eğlenceli bir panayır olduğu söyleniyor...
Bir ara bu panayırı da deneyimlemek lazım aslında...


Dönüşte hemen Pınarbaşı tabi ki...
Yüksekçe bir tepe...
Manzarası ve kına taşları yüzünden ziyaret edilmesi gereken bir yer...


Kınataşı dedikleri bu işte...
Aslında sonradan farkettim ki çevremizde birçok yerde var bu kayalardan...
Ama bilmeyince taş deyip geçiyoruz işte :))
İşlem basit; hafif su döküp bir taşı kayaya sürtüyoruz... Macun gibi bir tabaka oluşuyor...
Onu sürdüğünüzde alın size kına...
Korkmadan istediğiniz kadar sürebilirsiniz... Kalma süresi çok fazla değil, maksimum 1 gün... Hatta o kadar bile değil :)))

Kınataşıyla o kadar eğleşmişiz ki büyük çınar ağacının fotoğrafını çekmeyi unutmuşum bu sefer :)
Çevrede bir sürü ceviz ağacı da var...
Zamanına denk gelirseniz toplayın hatta...
Taze ceviz yemenin keyfi bir başka ;)


Bak yine bir keçi kardeş :))
Yalnız kovboy gibi ahahahaaa :))
Demiştim size, her yerdeler ve sizi takip ediyorlar :))

Adanın keçisi meşhur olunca sütü ve peyniri de bol miktarda...
Özellikle keçi tulumunu denemenizi tavsiye ederim...
Peynir konusunda çok tutucu olmama rağmen oldukça sevdim ben...
Keçi tandır bulursanız da kaçırmayın...

Şimdi biraz ara...
Çok yakındaaaaa, azz sonraaaaaa
ahahahaaaa :)))
Devamı gelecek :)))
Bekleyin :)))

Reklam almadığıma da dua edin :))))