30 Kasım 2020

Simyacı / Paulo Coelho


 

Bu kitabı daha önce ne zaman okuduğumu hiç hatırlamıyorum... Muhtemelen lise yıllarımdı ya da üniversite ve dönemin popüler kitaplarındandı. Okumayanı dövüyorlar cinsinden bir popülerlik... Tabi ki o dönemlerde sosyal platformlar yok, gerçek sosyallik söz konusu... Sohbet ederken, şimdiki nesle çok sıradan gelen o cümle mutlaka konurdu sohbetin bir yerine; "hangi kitapları okudun"... Yeni içerikleri, yeni bilgileri, yeni üretimleri sohbet ortamından ya da büyüklerimizden öğrendiğimiz dönemdi o yıllar... Simyacı okuduysa oooo çok konuşacak şey var :))

Şimdi güleceksiniz bana ama hani şimdi ayıla bayıla takip ettiğimiz elişi fenomenlerinin yaptıkları işler var ya, o dönemde hmmm el işi mi diye burun büktüğümüz, elimiz kırılsın yani yatkınlaşsın diye tatillerde elimize tutuşturulan bir işti bizim için. Bu cümlelerimden sakın yanlış anlaşılma kurbanı olmayayım, o fenomenleri ben de hayranlıkla takip ediyorum ;) Ama bizim zamanımızda moda değildi işte, aksine modası geçmişti :)))

Neyse konu farklı yerlere varmadan ben kitaba geri döneyim, zira feci dağıtmaktayım 😀

Endülüslü çoban Santiago'nun gördüğü bir düşten etkilenerek çıktığı hayatının yolculuğunu anlatıyor kitap. İspanya'dan Mısır piramitlerine kadar süren bir yolculuk...

Hayatın karşımıza çıkardığı simgeleri / işaretleri görebilmemiz ve yüreğimizin sesini takip etmemiz gerektiğiyle ilgili çokça öğüt içeren bu yolculuk o yaşta beni nasıl etkilemişti hiç hatırlamıyorum. Hatırladığım sadece bir yolculuk hali idi. Bu yaşımda, bu aklımla ise bolca üzerine düşündüğüm ve kendimle ilgili çıkartımlar yaptığım bir okuma oldu benim için.

Okumayanlar için kitapla ilgili çokça bilgi vermek istemiyorum ancak baba ve oğulun konuşması en sevdiğim kısım oldu sanırım. "Git, kendine bir sürü al ve en iyisinin bizim şatomuz en güzel kadınların da bizim kadınlarımız olduğunu öğreninceye kadar dünyayı dolaş." diyerek oğlunun önünü açması en çok sarıldığım kısımlardandı sanırım...

Başucuma koydum kitabı, gece yatmadan önce arada bir doz almak için... Hani herhangi bir sayfasını açıp kendimce o ana dair yeni çıkarımlar yapmak için...

Çocuklarınıza okutun mutlaka... Sanırım lise yıllarında olanlar için daha uygun olacaktır, içlerine sindirmeleri için destek atmak bence daha hoş olur... Belki düşlerini, hayallerini doğru yorumlamalarını sağlar, ufuklarını açar... Bu nesil için biraz ütopik ve masalımsı kaçması da muhtemel ama dağarcıklarında ne kalırsa kârdır aslında...

Mutlu ve düşlerinizin peşinden koştuğunuz bir hafta diliyorum hepinize ♥


Altıçizililerim;

* "Günün birinde bir canavara dönüşsem ve tek tek hepsini öldürsem, sürünün hepsini boğazladıktan sonra ancak işin farkına varırlardı," diye düşündü delikanlı. "Çünkü bana inanıyorlar ve artık kendi içgüdülerine güvenmiyorlar. Bu böyle, çünkü onları otlağa ben götürüyorum."

* Bir düşü gerçekleştirme olasılığı yaşamı ilginçleştiriyor...

* Basit şeyler, en olağanüstü şeylerdir...

* "İnsanlar yaşama nedenlerini pek çabuk öğreniyorlar," dedi yaşlı adam, gözlerinde beliren acıyla. "Belki de gene aynı nedenle hemen pes ediyorlar. Ama, dünyanın hali böyle işte."

* Bütün günler birbirinin aynıydı ve bütün günler birbirine benzediği zaman da  insanlar, güneş gökyüzünde hareket ettikçe, hayatlarında karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar.

* Oturduğu evi tanımadan bir insana güvenemezsin.

* Sözcüklerin ötesinde bir dil var...

* Herkes kendi düşlerini aynı şekilde göremez; kendince görür.

* Öyle zamanlar vardır ki, insan hayat ırmağının akış yönünü değiştiremez.

* Bir şeye karar vermek, başlangıçtan başka bir şey değildir. İnsan bir şeye karar verdiği zaman, karar verdiği sırada hiç öngörmediği, düşünde bile aklına gelmeyen bir yöne doğru, şiddetli bir akıntıya kapılıp gidiyordu.

* Kimse bilinmezden korkmamalı, çünkü herkes istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyi ele geçirebilir.

* Her zaman şimdide yaşamayı başarabilirsen mutlu bir insan olursun.

* Aşk, sevilen nesnenin  yanında bulunmayı zorunlu kılıyordu.

* "Kötülük,"  dedi Simyacı, "insanın ağzından giren şeyde değildir. Kötülük oradan çıkandadır."

* İnsanlar gitmekten çok geri dönüşü hayal ediyorlar.

* "Bulduğun şey, saf maddeden yapılmışsa hiçbir zaman çürümeyecektir. Ve oraya bir gün geri döneceksin. Bir yıldız patlaması gibi bir anlık ışıktan başka bir şey değilse o zaman geri dönüşünde hiçbir şey bulamayacaksın. Gene de en azından bir ışık patlaması görmüş olacaksın. Yalnızca bu bile, yaşamış olmanın zahmetine değer."

* "İhanet, senin beklemediğin bir darbedir. Ama sen yüreğini tanıyacak olursan, sana baskın yapmayı hiçbir zaman başaramayacaktır. Çünkü onun düşlerini ve arzularını tanıyacaksın ve onları hesaba katacaksın. Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz. Bu nedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemek. Böylece, kendisinden beklemediğin bir darbe indirmeyecektir kesinlikle sana."

* Yüreğine, acı korkusunun, acının kendisinden de kötü bir şey olduğunu söyle. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez.


18 Kasım 2020

Şemsi Pasa Paşazı / Şebnem Aybar

 

Yazarla ilk tanışma kitabım tamamen kitabın ismiyle alakalıydı... Dikkatimi çekmişti... Burada yazmışım hatta uzun uzun... Eğlenmiştim okurken ve neden diğer kitaplarını da okumayayım ki demiştim... Aradan 2 yıl geçmiş... Bu kasvetli günlerimde iyi gelir düşüncesiyle yazarın 2. kitabını elime alıp başladım okumaya...

Uçuş uçuş bir genç kızla tanıştım sonra adı Leyla... Üniversiteden yeni mezun olmuş, hayalleri tazecik... Dert ortağı Nadin var, bir Ermeni kızı... Evlere şenlik bir dostluk... 

Adada geçen hikayelere karşı hep bir yumuşak karnım vardır zaten hangi ada olduğu hiç önemli değil...

Ve ilk aşk geliyor bağıra bağıra... Liman... Ne de güzel bir ismi var adamın... Yakışıklıymış da, Leyla öyle anlatıyor... Tutulacak bir dalı yok boş ver diyorum Leyla'ya dinlemiyor... İlk aşkıyla birlikte hayatının da ağzına sıçıyor işte Leyla...

Uçuş uçuş Leyla ve hayatı kendine zehir etmeyi başarmış Leyla arasında gidip geliyor kitap. Bölüm bölüm. Bir oradan bir buradan. Genç kızlıktan kadınlığa doğru pişirmiş yazar baş kahramanı Leyla'yı... Ve hayatının bölümlerindeki duygu geçisini de kitabın bölümlerine yedirmiş... 

Sonradan öğreniyorum ki yazar bir yemekte tesadüfen tanıştığı bir kadının hikayesinden yola çıkarak yazmış bu kitabı... Vay be dedim bunu duyduğumda... Kurgu olarak algıladığım ve dönem dönem bak burasını abartmış biraz dediğim hayatın gerçekte yaşanması, allak bullak ediyor biraz... 

Kolay okunan bir kitap anlayacağınız... Belki okumak istersiniz..


Altıçizililerim;

* Artık iyice büzüşmüş, heybetli kabuğunun içine hiç de yakışmayan bir kurumuşlukla kalakalmış, fındık kadar küçülen yüreğime o kadar bol ki bu ev.

* İntihar etmeyi hayal bile edebilmenin mükemmel bir kişilik tekâmülü olduğu kanısındayım.

* Bilmiyorduk. Bilgi değil, mâlûmat sahibiydik.

* Ben adam sevmişim meğerse. Damağımda saatlerce yapışıp kalacak bir adam. Dişimi kıracak, tabakta öksüz bırakılmış bir beyaz leblebiyi istemişim.

* Kadın erkeği, erkek de kadını sever diye biliyordum. Bu kadar basitti denklem. Birbirlerini severler. "Bana sonucu değil, gidişat lazım, sadece sonucu yazana puan yok," diyen matematik hocam, haklıymışsın.

* Kınadığın her şeyi günün birinde yaşamadan ölmeyeceksin düsturundan nasipleniyorum.

* Adamın dolu dolu manasına yanaşmayan erkekler, kadınlığın su gibiliğine inat bulanıklıktaki dişiler. Her biri birbirinden kopya.

* Bir tek devrimci ve âşık kadınlar ölür. Devrimciler savaşarak, âşıklar ağlayarak ölür. O çıkmaz sokakların duvarlarına yapışıp orada çürürler. Direnerek ve âşık...

* Hayat her zaman yazıldığı gibi okunmuyor.

* Otladığım coğrafyada, korkmadan, bulaşmadan, yıpranmadan var olabilmenin, benim mutsuzluğumdan haz duyacak tıklım tıkış insanların arasında erimeden durabilmenin tek şartı, onların takdir ettiği alkış tuttuğu hayatı yaşamamdı.

* Ben ona âşıktım. Ben ona güveniyordum. Aşk böyle bir şeydi. O çocukluğundan beri sayfalarına yazılan kodları, manalı cümlelere dönüştüren biri çıkıyordu karşına. Demek buymuş dedirtiyor insana.

* Hayat karşıma yürüyen merdiven çıkartıyor âdeta. Basamaklarda, çıkana kadar o son adımı nasıl atacağım endişesiyle düşünüp duruyorum epeydir. Alfabeyi öğrenmeden devrik cümleler kurdurtuyor bana bu yolculuk.

* İnsan hatırlar, unutur. Tekrar hatırlar ve tekrar unutur. Hatırlamak için unutur, unutmak için hatırlar.

* Tanrı sizi korumak için bazı insanları hayatınızdan çıkarır.
   Peşinden koşmayın...




16 Kasım 2020

Sarıyaz / Mahir Ünsal Eriş

 


Mahir Ünsal Eriş'in dilini seviyorum... Yaşam hallerini o kadar güzel ve doğal aktarıyor ki, içinde mutlaka kendime ait ayrıntılar yakalıyorum, bu da inanılmaz hoşuma gidiyor...

Sarıyaz hikayelerden oluşuyor. 8 tane güzel hikaye...

Bütün hikayeler aynı zamanda, aynı coğrafyada; etkisi on iki gün süren o Sarıyaz'da geçiyor.... Her hikaye farklı gibi ama aynı zamanda birbirine bağlı hissiyatında... Hepsi bir şekilde birbirine selam çakıyor. En çok da bu selamlama kısımları beni kitaba bağladı...

En sevdiğim hikayeler; Gül Özlem Gül ve Sevgi Çağının Sonu oldu ama Dedemin Turnası gönlümü ayrı yerden fethetti ♥

Bugüne kadar tanışmadıysanız yazarla, bir fırsatını yakaladığınızda tanışmanınızı öneririm. Sarıp sarmalayacağına emin olabilirsiniz...

Bu kitabı okurken yazarın dilinin Yekta Kopan'a çok yakın olduğunu hissettim... Daha önce okuduğum kitaplarda bunu hissetmemiştim. İkisi de sıcacık yazıyorlar ve galiba yalın dilleri sebebi ile böyle bir benzerlik hissetmiş olabilirim.

Görüşmek üzere ♥


Altıçizililerim;


* Ölüme o kadar içerlemiyordum o yaşımdayken. Ölenlerin bir gün dönecekleri bir yere gittiklerini, ama geride bıraktıklarına kırgınlıkları geçmediği için bir türlü dönmeye yanaşmadıklarını sanırdım.

* Ne de tatlıdır felaket beklemek. Çok gülündü mü başa bir iş gelecek diye endişe etmek ne serin, ne leziz bir korkudur. Çünkü insan, neşeli bir pikniğin dönüşünde mahallede yangın görmeyi sever; bir yandan evsiz kalan komşuları paylaşmaya uğraşırken içten içe başına gelmediğine sevinir öbür yandan. Kendi başına gelmeyen felaket ne güzeldir. Can çekişen birini izlerken insan yaşadığı korkunç üzüntüyü büyütür büyüttükçe, ölenin kendisi olmadığından duyduğu sevinç görünmesin diye. Başkasının helaki, hayatta olmaya kıymet katar, anlatılacak ömürlük bir tecrübe katar, şükür katar.

* İnsanın karanlığı çağıran bir yanı vardır. Bu yan, başkasının felaketinden şükür çıkaran zalimliğin hemen komşusudur.

* Dünya hali böyledir, insan koyun koyuna yattığıyla bile aynı rüyayı görmez. Herkes kendi hesabına uyanır, herkes kendi kâbusuna uyur.

* "Bak, bu dergiler, 'Eşinizi nasıl mutlu edersiniz,' diyenler ve, 'Partnerinizi nasıl mutlu edersiniz,' diyenler olarak ikiye ayrılırlar. Yarısı evli, yarısı da bekâr kadınları aptallaştırmak için uydurulmuş reklam tuzaklarından başka şey değiller." Olsun. Dergi haksız mı? "İşten gelince kıçını devirip televizyon seyreden bu öküzler size hediye falan almaz, siz kendi hediyenizi kendiniz alın da mutlu olun," diyor işte. Fena mı?

* Şüphe; sulayıp sakınmak, budayıp ilgilenmek gereken bir çiçek değil, istenmeyen bir ayrık otu. Kendi kendine büyür de büyür, yayılır da yayılır.

* Ergenlik denen hastalığın en ileri evresinde, insan olmanın bu aşağılayıcı defosunun en çaresiz zamanlarındaydık.

* Serserilik ettiğimiz her günü bizi koynuna alıp öğütmeyi bekleyen büyük değirmenden çalınmış küçük ama ferah zaferler hanesine katıyorduk.

* İnsan kabahatin kendinde olduğunu bilince, hakikatin zehri kendine sıçramasın diye suçu, başının üstünden geçen kuşa bile atabilir.

* İster mağara duvarına hayvan resimleri çiziyor olsun ister sonsuz katlı gökdelenlerden trilyonluk işleri yönetsin, insanları gütmek, anlamadığı gizemleri kurcalayarak onları şaşkına çevirip peşine takmak, ne kolaydı.



Yazarın daha önce okuduğum kitapları;

Öbürküler burada 
Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde burada
Olduğu Kadar Güzeldik burada


12 Kasım 2020

Bugünlerde;


"Dertler derya olmuş ben de bir sandal" diye bir şarkı var bilir misiniz bilmem... İsmini bile zikretmek istemediğim, hiç sevmediğim bir adam söyler. O şarkı misali ruh halim inanılmaz bir acitasyonda... Çocuğum yapma diyorum ama yok dinlemiyor beni...

Bu aralar her şeye takıntılıyım... "Coğrafya kaderdir" lafı mesela... Coğrafyadan daha çok cahilliğin, açgözlülüğün ve vicdansızlığın kaderini yaşıyoruz milletçe.. Yaşın yanında kuru da yanmıyor üstelik, sadece kurular yanıyor maalesef :( Ve çabuk unutuyoruz...

Covid desen aldı başını gitti... Henüz bu kadar vaka sayısına ulaşmamışken ciddi önlemler alınıyorken şu ara maske-mesafe-tedbir üçlüsünün koruyuculuğu sağlanmaya çalışılıyor. Kendimce önlemlerime devam edip kendimi ve çevremi korumaya çalışıyorum. Hala marketten aldıklarımı yıkıyorum, hala eve kendimi atar atmaz kıyafetler kirliye kendim banyoya diyorum. Kalabalık ortamlara girmemeye çalışıyorum gibi gibi... Ama usandım artık, yoruldum...

Oytun'u okula göndermeme kararı almıştım kendimce.... Ama büyük konuşmuşum... Geçen hafta itibari ile sınavları başladı ve her gün 2 dersten sınava girmek için okula gidiyor. Maske ve siperlik okula bıraktığım ergenim siperlik çantada çıkıyor okuldan... Malum ergenliğin ilk kuralı "bana bişey olmaz" ruhunu maksimumda yaşamak... Allahtan maske konusunda aynı vurdumduymazlığı taşımıyor...

Online eğitim uzun süredir hayatımızda malum... Bu yöntemden fayda sağlayabilen çocuk da var sağlayamayan çocuk da... Bizimki negatif grupta... Ama bu konunun eğitimin şekliyle alakası yok tamamen kendisi ile ilgili... Tek bir not tutmuyor, dinlediğini zannediyor ama o arada bir sürü şeyle uğraştığı için bilgiler bir kulağından girip beyne uğramadan  diğer kulağından çıkıyor. Sınav tarihleri açıklandığında özgüven tavan malum, "hallederim yeaaee" diye gezindi ortalıkta. Hallediyor mu evet hallediyor aslında; sadece sınava girmek eylemini gerçekleştirerek 😒 Sonuçlar açıklandığında    "eli maşalı anne" moduna geçmekte hiç zorlanmayacağım...

Kurban bayramından sonra düzenli olarak yürüyüşe başlamıştım. Yediklerime de dikkat ederek 12 kilo gibi mucize bir eksi gördüm tartıda... 3 haneli rakamlardan 2 hanelilere geçeceğim yaşasın modunda iken takıldım kaldım. Yaklaşık 3 haftadır gram oynamıyorum. Geçen haftadan bu yana yürüyemiyorum da... Evde Lesly hanıma takılıyorum ara ara (tıktık)  , ama hala tık yok gramda... Sabah akşam tartıya çıkmaktan da yoruldum 😃

"Ne istersen çantası" örmeye devam ediyorum evde yavaş yavaş... Bir ara o kadar çok ip istiflemişim ki eve, onları tüketmeye çalışıyorum... Abartmıyorum örme işini ama kolumdan tık tık diye ses gelmeye başladı örerken, doktora da gidemiyorum bu aralar... Sanırım elimdeki bitince örgü işine ara vereceğim biraz...

Boş kaldıkça internetten bir yandan arsa fiyatlarına bir yandan da çelik konstrüksiyon hazır ev maliyetlerine bakıyorum. Kafamda alıyorum veriyorum, bahçesine çiçekler ekiyorum, kışın şöminede yakmak için odun istifliyorum... Kendime geldiğimde atalarımdan Mısır'da kimse var mı diye eşeliyorum ama tabiki yok 😂 Piyango hayaline sığınıyorum ardından, ilk önce bir 500 çıksa diyorum sonra yetmeyeceğine karar kılıp daha fazlasının hayalini kuruyorum... Sonra kafamdaki düşünceleri bir güzel kovalayıp buzdolabından 1 bardak soğuk su içiyorum üzerine... Eldeki şartlarla çok mümkün gözükmüyor :/

Bu aralar bir şey de izleyemiyorum Masumlar Apartmanı haricinde... Azıcık Safiye'nin çokça Gülben'in hayranıyım... İçimi acıtsa da bazen halleri, oyunculuklarını ağzım bir karış açık izliyorum...

Bizdeki durumlar özetle böyle...
Rutinden ve kafamda dolaşan tilkilerden kurtulmak için elbet bir çözüm bulacağım...
Biraz daha sabır...
Kucak dolusu sevgilerimi gönderdim herkese...