Bazen çok sevdiğiniz bir şeyi neresini daha fazla sevdiğinizi bilemez ve karşınızdakine anlatmakta güçlük çekersiniz ya... İşte şu an bu kitap yorumu benim için tam da bu hissiyatta... Ben şimdi bu kitabı nasıl anlatsam, hangi kelimelere sığdırmaya çalışsam ama sığdıramasam...
Ama bir yerlerden başlamak lazım...
80'li yıllar Türkiye'si.... Antalya... Bir mahalle... Şarampol diyorlar oraya...
14 yaşında bir kız çocuğu... Filiz... O kadar masum ki...
Babasının gidişinin ardından annesiyle baş başa kalan ama annesinden çok komşu kızı Mine ablasına sığınan bir kız çocuğu...
12 Eylül zamanı kıyamet kopuyor aslında çevresinde ama Filiz'in umurunda mı ki... Filiz ilk aşkı tadıyor çünkü 😊 Dünya yansa ne yazar... Tatlı heyecanlar, tatlı korkular hep aşk üzerine...
Asım giriyor sonra hayatına... Bir nevi dönüm noktası Filiz için... Radyo yayınlarıyla tanışıyor, içine işliyor da diyebiliriz aslında...
Büyüyor Filiz... Sadece Filiz değil çevresindekiler de büyüyor, olgunlaşıyor, su akıyor yolunu buluyor...
Sonrası kitabın ikinci bölümündeyiz... 90'ların Berlin'i... Doğu-Batı Berlin, Berlin Duvarı, duvar yıkılıyor....
Çocukluk yıllarından gençlik hayalleri ve kırıklıklarına geçiyoruz... Ve sonunda yetişkin bir kadın artık Filiz...
Antalya'dan Berlin'e uzanan bir büyüme, değişme, evrilme hikayesi... Yer yer güldüren, yer yer içinizi sızlatan...
Dönemin Türkiye'sinin ve Almanya'sının ruhunu anlatan, nabzını hissetmenizi sağlayan bir hikaye...
Arka planında sürekli müziklerin geçtiği sıcacık bir hikaye...
Sadece ana karakterlere değil, tüm yan karakterleri de içinize sindirdiğiniz bir hikaye "Burası Radyo Şarampol".
Ve itiraf etmeliyim ki kitaptaki ana karakter Filiz olsa ve Filiz'le birlikte yolculuk etsem de benim kitaptaki en sevdiğim karakter Mine'ydi... Onunla "Arım Balım Peteğim" dinleyerek ne güzel sohbetler ederdik kim bilir... Kitap boyunca bazen sarıp sarmaladım onu, bazen helal kız sana dedim, bazen de onunla hüzünlendim, endişelendim...
Kitabın sonunda hikayede geçen tüm şarkıların bir listesini yayınlamışlar. Çok da iyi etmişler 💗
Spotify da ve youtube da playlistler oluşturulmuş ve şu anda ben o şarkıların eşliğinde yazıyorum bu yazıyı. Çok keyifli, mutlaka dinleyin...
Sözün özü bu kitabı okumazsanız pişman olursunuz bence... Okuyun, okutturun 😍
Mutlu hafta sonları diliyorum hepinize 🙋
Altıçizililerim;
* O gülümsemenin, gidebilmenin bazen hesaplaşmakla değil, bizzat bağışlamakla mümkün olduğu anlamına geldiğini yıllar sonra anlayacaktım.
* Dünya ifade edebilenlerden çok ifade edilemeyenlerden ibaret bir yer olarak görünüyordu gözüme.
* Okuldaki hocalar da tıpkı öğrenciler gibi üç gruptan oluşuyorlardı. kadınlar, erkekler ve durumları tam olarak cinsiyetleri ile açıklanamayanlar.
* Bazı gerçekler ne kadar gerçek olurlarsa olsunlar nüfuz edemiyorlardı hayata.
* İnsan ancak bir insanı hem anlayıp hem anlayamadığında, onunla hiç tanımadığı bir dünyaya girdiğini hissettiğinde aşık oluyor galiba.
* Hayatımız bölünmüştü bizim, hangi şehirde, hangi hayatta yaşarsak yaşayalım içimizde hep, sadece kendimizin girip dolaşabileceği, herkese yabancı bir şehir taşıyacaktık. Ne zaman ki o şehrin pusulasını birisine vermek çok isteyecektik, işte o zaman ona aşk diyecektik.
* İlk aşk güzeldir, çünkü ikinci bir ihtimali yoktur.
* Arkadaş olmadıkları için ayrılan sevgililer olduğu söyleniyordu fakat ben onlara hiç rastlamamıştım, belki yoluma çıkmamışlardı. "Ama biz," diye düşünüyordum, "sevgili olamadığımız için ayrılan arkadaşlar mıyız?"
* Hayat başımıza gelen bir şey değildi, biz onun peşinden gidiyorduk.
* Hayatlarının bir kısmını kapalı bir bavulda taşıyan iki yabancının başka bir hayatın ortasında karşılaşınca kısa bir süre de olsa hissettikleri aidiyet ve şefkat duygusuydu bu.
* Affetmek özgürleşmek demek. Affedince geçmişin ayağına dolanmıyor.
* Dilde şiir olan ihtimal hayatta felaket olabiliyordu.
Şebocum kitap çok güzel ama benim için ayrı güzeldi. Çünkü tam benim Antalya'ya yerleştiğim yıl başlıyor ve o kadar tanıdık şeyler anlatıyor ki. Çay katmaktan başlayıp tirmisçiye kadar, öldü o adamcağız. Yıllarca bisikletiyle mahalle aralarında tirmis sattı. Bir nevi simge idi. Mine abla ile Filiz elde radyo dolaşırken benim eski evimin önünden bile geçtiler. Şükran Yiğit beni hep kalbimden vuruyor, ilk kitabı Ankara Mon Amour'da da çocukluğumun Yenimahallesi'ni konu alıyordu. Zaten komşuymuşuz, bir sokak arayla oturmuşuz. Neyse ki tanıştık sonra ve tesadüfen Kaş'da karşılaştık, çok ilginçti. Bu kitap geçen yılımın favorisiydi müzik listesi ile. Okuyup beğendiğine çok sevindim...
YanıtlaSilben de çok sevmiştim hatta sonra şükran yiğit'in diğer kitaplarını da okudum aldığım gazla :) şu altını çizdiklerin de ayrıca hoş, ellerine sağlık
YanıtlaSilokuyciim pekuuu :)
YanıtlaSilGoodreads'te çok gördüm bu kitabı. Beğenmene sevindim. İnsan sevmediği kitabı uzun uzun anlatıyor ama sevdiği kitabı nasıl anlatacağını bilemiyor bazen. Ben sevmediğim kitabı daha rahat yazıyorum :-)
YanıtlaSilAy ama şimdi oldu mu, geçen günki kitabı önerirken alttan çıtlatsaydın bi kaç kitap önerisi daha gelecek durun hemen almayın diye. :D Neyse gidip sepete atayım. :D
YanıtlaSilAntalya'da geçen bir kitabı ilk defa duyuyorum :)
YanıtlaSil