7 Şubat 2025

2024 / OKUDUKLARIM - 1

 Bazı geri dönüşlerin artık yaşanması gerekiyordu ve geri döndüm

Anlatacaklarım birikti ama nereden başlayacağımı da bilemiyorum. Şebocum ilk bildiğin yerle başla o zaman dedim kendime ve kısa kısa kitaplarımı yazmaya karar verdim. Başlayalım o zaman 2024 te neler okumuşum yazısına. Biraz uzun bir yazı olacak sanırım 😊


1- YAZ EVİ / MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU


Yazarla bu sene tanıştım ve okuduğum bu 2. kitabı. 11 öyküden oluşuyor. 
İçinde en sevdiklerim "Basamaklar" ve kitaba da ismini veren "Yaz Evi" oldu.  Bazı öyküleri çok ortada kaldı benim için ve dolayısıyla sevemediklerim de var aralarında bu öykülerin.
Anlatımı sade ve kelimelerle oynama tarzını sevdim yazarın. Belki diğer kitaplarını da okumaya devam ederim, bilemiyorum...

Altıçizililerim;

* Kiminin karnı toktur madalyayla uğraşır; ama aç olan madalyasını ekmekle değiştirir.

* Bir şeyin en son adı değişir. İş ad değiştirmeye geldiyse, zaten her şeyi değişmiş demektir. Aynı kalan, değişiklik göstermeyen bir şeyin durduk yerde adı neden değişsin? Adı değişmişse artık o yoktur. Değişmiş ada uygun yeni bir şey vardır.

* Yaşarken, sokağının havasını, evinin kokusunu, evindeki sesleri, eşyayı, hepsini bilirdim. Bunlardan herhangi biri bile, bana onu anımsatmaya yeterdi. Oysa bu mezar bir şey anımsatmıyor. Evini seçme, döşeme şansı var da insanın, mezarını yok.


2- RUN GÜLÜZAR RUN / AYŞEGÜL KOCABIÇAK


Bu kitabı nerede zihnime kazıdım bilmiyorum ama uzun bir süre basılmasını bekledim. Tam aldım bu sefer de okunacaklar arasında sırasını bekledi derken bu seneye kısmetmiş okumak.

Kitapta Gülüzar'ın günlüğünü okuyoruz. 9 yaşındaki macerası 18 yaşına değin sürüyor. Önsözde gerçek bir günlükten yola çıktığını ve bazı imla hataları dışında hiçbir kelimeyi değiştirmediğini söylüyor yazarımız ancak bundan çok da emin değilim açıkçası. Bazı yazılarda kurgu olduğunu okudum ve hangisinin doğru olduğuna karar veremedim. 

Malum ülkemizde kadın olmak zordur. Gülüzar'da çocukluğundan bu yana nasibini almış tüm o sorunlardan ve zorluklardan. Bir babaanne var ki başında, yedi düvele yetmiş zaten. İç sesim sürekli o kadının baş gösterdiği sahnelerde yatacak yerin yok senin diye bağırdı.

Komik kız aslında Gülüzar. Cin gibi de... Hayatla ilgili her şeyi bir şekilde küçücük kafasında sorguluyor. Güldürürken içimi de acıttı bol bol. 

Sade, basit, kısa ama dolu dolu bir kitap... Benim için keyifli bir okumaydı...

Altıçizililerim;

* Büyükler çok ikiyüzlü Günlük. Bizimkiler daha da çok. Sevmediklerinin bazılarından korkuyorlar ve duygularını belli etmiyorlar. Hem korkmuyor hem de sevmiyorlarsa o zaman da çok kötü davranıyorlar.

* Bu namus ne biçim bir şey! Hem çok kolay bozuluyor hem taşıması çok zor.

* Bence dünya olması gerektiği gibi değil. Şayet bunun bir düzen olduğunu söylüyorsa insanlar, düzensizlik daha insancıl.

* Kahramanlara ihtiyaç duyulan her yerde derin acılar vardır.

* Olmazın bir açıklaması yoktur ki.  Açıklama istemek zorlamaktır, zora sokmaktır. Olursa olur zaten.

* Bazen kendimi şu yeni çıkan, çok renkli tükenmezkalemler gibi hissediyorum. Annemin yanında başka, babaannemin yanında başka, Kuran kursunda başka, kızların yanında başka renk oluyorum da asıl olmak istediğim renk olamıyorum bir türlü. Her rengimi deniyor çevremdekiler. Beni görmek istedikleri renge basıyorlar, hop o renk oluveriyorum. Peki, Gülüzar aslında ne renk, düşünen, merak eden, soran yok, biliyorum.

* On yedisinde, kız çocukları evlenir ancak, erkeğine kıyamaz bu millet! Kız kısmının hamı makbuldür, er kişinin olgunlaşması beklenir.


3- MAVİ KUŞ / MUSTAFA KUTLU



Yine yeni bir tanışma ve memnun ayrılma kitabı.

Eşyalarıma isimler takmayı sevdiğimden eski bir otobüse "Mavi Kuş" denmesi kitapta en sevdiğim ayrıntılardan biriydi. Bir de okumayı çok seven doktora karısının "ya kitapların ya ben!" demesi :))))

İsmi kendisine çok yakışmış otobüsümüzle ve birbirinden ilginç yolcularıyla birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz kitap boyunca. Oldukça eğlenceli bir yolculuk üstelik. Anadolu'nun birbirinden sıcak birbirinden hüzünlü ve aynı zamanda eğlenceli insan hikayeleriyle kitabın sonuna kadar geliyorum ve final oldukça sürprizli üstelik. Finale mi güleyim yoksa kendi şaşırışıma mı bilemedim :)

"Issız bozkırın ortasından geçip giden bir otobüs
Otobüsün ardı sıra uçup gelen bir uçurtma
Sanki bir çizgi-roman
Sanki bir çocuk resmi
Bir masal minyatürü"

Altıçizililerim;

* İnsan sadece kaştan, gözden, gövdeden mi ibaret? Ayna dediğin, taşı toprağı, evi sokağı da gösteriyor. Mühim olan bu vücudun içini görebilmek. Kalbin aynasında ne var, ona ulaşabilmek.

* Taşranın âhengi bir yeraltı nehri gibidir. Üstündekileri besler, büyütür ama gücünün sırrını açığa vurmaz. O sebeple zâhire değil, bâtına bakmak lazımdır.

* Unutmak olmazsa insanoğlu nasıl yaşardı bunca acı ortasında.
Ya hatırlamak!
Evet, o da var. Ömür böyle geçiyor işte; kâh unutup kâh hatırlayarak.


3- RÜZGÂR GERİ GETİRİRSE / MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU


Bu sene 2 kitabını okuduğum yazarla tanışma kitabımdı. 
İçinde 7 tane öykü var ve ben en çok içlerinden "Heykel" ve "Migurlar" ı sevdim.  Masalsı bir dili var öykülerinin ancak her öykünün sonuna geçiş yapacağı öyküyle ilgili bir nevi tanımlama yazısı koymuş. O kısımları çok sevmedim sadece. Bana biraz fazla didaktik geldi diyebilirim...

Bunun dışında gerçekten okuması kolay öyküler. Sanırım zaman içinde diğer kitaplarını da okurum yazarın.

Altıçizililerim;

* Aslında "Şimdi" hiç yok belki de. Geçmiş ve Gelecek var yalnızca. Bir de onları ayırdığını düşündüğümüz ama aslında onları birleştiren, düşünüldükçe daha da incelen bir çizgi var. Yani, şu iki harflik çizgi: "An". 


4- SIFIR / ONUR CAYMAZ



Bir tanışma ve çile kitabına geldi sıra şimdi :))

Kitabı elimden bırakmakla okumak arasında çokça gidip geldim bu kitapta... Ara ara döndüm yazarı tanımaya çalıştım... O sebeple bu kadar zaman içerisinde 600 sayfalık bir kitabı bitirmek benim için mucize ♥

Bir röportajında bu kitabı 7 yılda yazdığını dolayısıyla okumanın da meşakkatli olacağını söylemiş.... Bir nevi benim çilemi anlayın mı demiş bilemedim :))

Kitabı özetleyecek olursak 4 ana karakterimiz var kitapta. Ölümsüzler ve ölümlüler mi desem onu da bilemedim gerçi :/ Tarihin ilk kundakçısı Herostratos, Kızıl Ordudan günümüze gelen katil İlya, 7 Tip'linin öldürüldüğü gece çektiği fotoğraflar nedeniyle başı dertte olan İlhami ve kitapların arasından reklamcılık dünyasına geçen kendi halinde Reşat... Bir de Gaybi Bey var, yazıcı...

İşte bu birbirinden kel alaka 4 kişi 600 sayfa boyunca eviriliyor, çevriliyor ve İstanbul'u nazilerden kurtarmaya çalışıyorlar... Biraz bilim kurgu yanı da var haliyle kitabın...

Aslında İlhami ve Reşat'ın anlatıldığı kısımlar iyi gidiyor kitapta ama iş Herostratos ve İlya'ya gelince ne oluyor diyor insan bolca... Hoş nokta atışları da yok değil ama bende durumu kurtarmadı maalesef...

Evet çile çektim kitabi okurken ve  yazarın dediği gibi çilemi doldurdum... Darısı diğer okuyanların başına :))

Altıçizililerim;

* Anlamanın temel kuralı, durduğun, her şeyden emin olduğun noktayı kaybetmek pahasına, farklı yerlere çekilip bakmak.

* Ölüm en eskimezi dünyanın. Üstelik bunca tanıdık olmasına karşın her seferinde ilk kez öğreniyor gibi şaşarsın ona. Öyle ya sen de ağladın, üzülmüş gibi eğdin başını, dudak büzdün, surat astın cenazelerde. Toplumsal olaylardaki tavırlar da üniformalılar gibi pozdan ibarettir. Rol yaparsın. Fakat her şey ölür ve o kadar üzülecek şey de yoktur. Bugün artık ölüm, ölen "önemli" biri değilse, gazetelerin para kazanması için verilmiş ilanlardır...

* Acı çekmek gerçek, acımak yanılsamadır. Acımaya inanmadı. Acımak sevmekle, sevmemek arasındadır. Acımak doğal değildir.  Doğada görülmez. Düşen yaprağı için dal üzülmez. Kıyı, suyun götürdüğü kumun ardından gözyaşı dökmez. Arı balını çekip alırken zerre üzülmez çiçeğe; sarmaşık büyüyebilmek için gövdesindeki canı emerken, suçsuz olduğu halde umursamaz ağaç; sarmaşık da suçsuzdur çünkü (buna aşk da derler bazı vahşi kabilelerde). Örümcek, ağına düşürdüğü sineği yerken tereddüt etmez, açtır. Acımak, yanlış anlaşılmadır sadece.

*  Okunmayan metin, kâğıda düşmüş leke... Çünkü yazı ancak okunduğu vakit yaşamaya başlayabilir, sadece gözle.

* İktidar bilgisi insanı arlanmaz yapar, bunu bir kere yaşayan, tekrarındaki büyüye tutulur. Tekrar dediğin şey baş belasıdır, her yinelenişte başka şey buldurur yineleyene. Üstelik kimse dünyanın en tepesine doğru çıkmışken dibe batmak istemez.

* Akıl sağlığı yerinde olan bir insan, varlığını tehdit etmemiş, hiç tanımadığı insanları öldürmek için birileriyle nasıl savaşabilir?

* Yüz, ne yaşadıysa taşır.

* Şifre kelimesi, Arapça sifr'den gelir... Sıfır ile akrabalığı var. Çünkü kadim Doğu, asıl çözülmesi gereken sırrın var olmak değil yok olmak olduğunu çözmüştür. Cennet için cehennem gerekir... Varlığa yokluk gerekir!

* Görmek, gözlerini kapatmadığın sürece kaçınılmazdır; bakmaksa seçim, üzerinde çalışmak gerektirir. Gözlerini kapatsan da bakma ihtimali süreklidir. Bakmaktan, ölmeden kurtulabilmek mümkün değildir.

* Eşkıyadan kahraman olabileceğini düşünmediğim yaşlar, kahramanların iyilerden seçileceğini sanıyordum; o halde eşkıyalar kötüydü demek, onların her zaman kötü olması gerektiğine inanırdım. Kötünün ve iyinin, zamanla, kişilerle ilgili olduğunu, bakış açısına göre değiştiğini bilmiyordum.

* Hep kendiyle birlikte olduğu için insan varlığını kendine yakıştırdığı haliyle hatırlıyor. Bunca çirkin insanın yaşama şansı buradan doğar. Demek ki insan, kendini hatırlayabilen bir canlıysa, çok zaman da yabancı olabilir kendine.

* Kim, nasıl olursa olsun, insan, içine bakınca her daim ışıyan şeyler bulur. 

* Çocukluk da hayat gibi, iyileşmemesi gereken bir hastalıktır...

* Kim taşıyor olursa olsun, var olan en güçlü duygulardan biridir kin, dinç tutar insanı. 

* Gerçekten cesur olana en büyük kuvveti, karşısında onu korkutmak, bastırmak isteyenler verirdi. 

* Gelecek, şimdiyi yaşarken gözden kaçan, fark etmediğimiz çoğu olayın yakın zamandaki sonucudur; gelecek diye beklenip delice hazırlanılan, aslında bitmeyen bir şimdidir...

* Yaşam genç olanı yeşertmekten yanadır, yaşam için mutluluk mutsuzluk fark etmez, ellerinin arasında bulduğu ne varsa emzirir o kutlu sütüyle, büyütüp geliştirir. 

* Bilmeden gitmek en güzeli gitmeler içinde.

* İnsan beklenti taşımaz, kaybedecek şeyi olmazsa korkmaz. Dikkat et, cesur insanlar yalnız; müzmin yalnızlar, insanlardan bekleyeceği kalmamış kimselerden çıkar...

* Bir savaşın eşiğinde ülke yoksullaşırken en çok artan şeydir sefa çünkü herkes bilir de hiç kimse felaketi görmek istemez; insanların çoğu, her zaman, inanmak istediği şeye inanır. 

* Fark edilmediğinde tesadüf de ortadan kalkar, tesadüfün Tanrısı, farkındalığı yüksek kişilerle ilgilenir.

* Bazı insanların öyle sakin dururlarken biriktirdikleri tutkunun sırrını kimse araştırmadı. 

* İnsanın en çok kendisiyle baş başa kaldığını düşünüyordu yürürken. Bu yüzden insan, kendisini mümkün olduğunca sıkılmayacağı biri haline getirmeliydi. Çünkü insan her yerden çekip gidebilir fakat kendisinden sıkılırsa... Mümkün değil... İnsanın terk edemeyeceği tek kişi kendisiydi.

* Bir gizi olanın, yedeğinde her zaman korkusu da olur. 

* Her hikâye, gerçeğe başka yerden bakar; tutulan, sevilen, kalır, tutunamayan unutulur.

* Tanrıça, başkalarının evindeki yoksullukla kendi evindeki varsıllığı karşılaştırma gereği duymamıştı hiç... Karşılaştırmak, anlamanın en basit yoluydu üstelik...

* Ortalama insanın sorusu yoktur, ortalama insana nefret edilecek figür yeterlidir. 

* Hayranlık uzayıp giden çiçek saplarıdır, kesersen biraz daha yaşar.

* İnsanlardan ayrılsak bile kokuları bırakmaz bizi, yoklar arada. En kalıcı şeydir kokular, görüntülerden de kalıcıdır.

* Neden? Soru virgül, cevap noktaydı çünkü. Virgül, düşünmeyi sürdürmek içindi, nokta son.

* "Hep sor olur mu güzel oğul," diyordu. Vagonların tıkırtısı. "Kara gözlü oğul, kirpikleri diken oğul; içinde hep soruların olsun. Hep sor." Hızla yol alırken birbirine çarpıyordu çelik. "Sadece anlamadıklarını değil, anladıklarını da sor aslanım..." Kavaklar. Kış günü bomboş, yapayalnız kavaklar... "Asıl sorular, anladıklarından çıkacaktır babasının canı... Bildiğini sandığın ne varsa, bilmediğinden daha çok onu sor.", "Neden?", "Neden, nasıl?" Dinmeyen, ninniye benzer tıngırtı, tekrarın büyüsü. "Başkalarına da değil canımın canı, en çok kendine sor, insanın kendisine sorduğu soru, en değerlisi, en zoru." Arada sürekli çarpan ara kapı. "Cevap bulamamaktan korkma can oğul, ararken duyduğun yalnızlık, en büyük cevap..."

* Babalar ölünce büyürüz. Sorun değil. Fakat anneler ölünce, bir daha hiç çocuk olamayacağını anlar insan. 

* İnsanın özgürlüğü, erdem takıntısından kurtulmak; kurtuluşuysa korkulardan arınmak sadece...

* Kimileri öldüğünde unutulur, kimileri unutulunca ölür, arada sadece zaman farkı vardır.

* İnsan rakı içerken olsun maziden bir şeyler hatırlamıyorsa rakıya ayıp değil mi ama!

* Tavşan korktuğu için kaçmaz, biliyorum, kaçtığı için korkar. 


5- BANA KUŞLAR SÖYLEDİ / YEKTA KOPAN


Yekta Kopan ilk hayatıma Oscar izleme serüvenlerimde girdi. Sonradan sonradan hayata karşı duruşunu da sevdim. En çok da sürekli gülümsemesini ve hayata pozitif bakışını... Bir gün tesadüf eseri "Aile Çay Bahçesi" geçti elime ve okuyunca aşık oldum diline...

Eskiden hikaye okumayı sevmezdim, okuyamazdım.... Isınma turlarımda Yekta Kopan hikayelerinin desteği çoktur...

Yine bir hikaye kitabı... Çocuk kahramanları tek tek dile geliyor, anlatıyorlar... Kimi kırgın, kimi kızgın, kimi arayışta, kimi sevginin peşinde... Bir gecede bitiriverdim, bırakmak istemedim...
Çok kırılgan hikayeler... Hele birkaç tanesi içime mıh gibi saplandı...

Canım Yekta Kopan sen hep yaz ♥

Altıçizililerim;

* Diğeri, sizin cahilliğiniz yüzünden başımıza geldi bunlar, diye bağırırdı. Kavga edenleri hiç heyecanlanmadan dinlerdik. Öylesine bağrıştıklarını bilirdik, ertesi gün kaldıkları yerden devam ederlerdi çünkü.

* Göstermek, anlatmaktan daha güçlüydü.

* İnsan karanlıkla bir kere tanıştı mı bir daha istese de kurtulamıyor ondan.

* Geçmişini bilmeyen kediler, geleceğini kuramamış insanları bir bakışla avucunun içine alabiliyormuş. 

* Belki de bir canlının yüreği sadece çocuklukta dilediğince atıyor. Korkmadan, hesaplamadan, bütün mümkünlere inanarak. Büyüdükçe sadece kan pompalıyor kalp. Kendini bildiğin gün korkuyu da biliyorsun belki.

* Mutsuz ruhlar, ancak benzerlerinde temize çekebiliyor kendilerini.

* Çocukluk, çitlerle çevrilmemiş bir özgürlük bahçesidir. Düşünce atları özgürce koşar orada.

* Çoğumuz çocukluğa dair tek bir anıya sarılırız bazen. Bir gün, bir kişi, bir olay... Bütün çocukluğumuzu onun çevresinde öreriz. Hani çocukken bir yerimiz yara olduğunda tentürdiyot sürerlerdi üstüne, sonra da yanmasın diye üflerlerdi. Hayatımız boyunca birileri yaralarımıza iyi gelecek bir şeyler sürsün, sonra da acımızı almak için üflesin diye bekliyoruz.


6- HUYSUZ KİTAPÇI FİKRY'NİN İNANILMAZ HİKAYESİ / GABRIELLE ZEVIN


Geçen sene filme uyarlanan bir kitabı okuyup ardından filmini izlemek gibi bir maddeyi kişisel okuma hedeflerime eklemiştim. Uzun süredir okunacaklar arasında bekleyen bu kitabı da filmine internette rastlayınca hemen okumaya başladım.

Kitabın bir kitapçıda geçmesi kesinlikle oldukça güzel bir atmosferdi benim için. Hatta hayalini bile kurdum 😀 Tabi Fikry gibi huysuz bir kitapçı olmazdım ben 😉

Çıtır çerez bir kitap diyebilirim. Bolca yeşilçamvari klişeler ve tahmin edilebilirliği yüksek bir kurgusu olsa da o kitapçıya yolu düşen ve kitap okumayı seven karakterlerle birlikte olmak güzel bir histi... Kitabın son çeyreğinde konuları çabuk ve gelişigüzel toparlayıp finale gitmesi bende biraz hayal kırıklığı yaratsa da keyifli bir okumaydı.

Filmi için tabii ki aynı şeyi söyleyemeyeceğim, kitaptan sonra o daha da gelişigüzel aktarmıştı konuları 😁Kitabı okumasam bazı yerleri anlayamayabilirdim hatta...

Çıtır çerez kitaplardan hoşlananlar bu kitaba bayılabilir...

Altıçizililerim;

* Üslup dostum, içerik değil.

* Yalnız yaşamanın zor tarafı, yol açtığı dağınıklığı yine kendisinin toplamak zorunda kalışıydı.
   Hayır, yalnız yaşamanın asıl zor tarafı, sizin üzgün olup olmadığınızı kimsenin umursamayışıdır.

* İnsanlar politika, Tanrı ve aşk hakkında sıkıcı yalanlar söylerler. Ama şu soruya verdiği yanıttan bir kişi hakkında bilmeniz gereken her şeyi öğrenirsiniz: En sevdiğin kitap hangisidir?

* Kitaplar bazen karşımıza çıkmak için doğru zamanı bekler.

* Hayatında başına gelen her kötü şey, büyük çoğunlukla kötü zamanlamanın sonucudur; her iyi şey de doğru zamanlamanın sonucu.

* A.J. dünya üzerindeki bütün değerli şeylerin, tıpkı yağın etten sıyrılışı gibi, dilim dilim koparılıp atıldığı fikrindeydi.



7- İZANSIZ MAHALLE / MEHMET ÜNVER


Bak bu kitaptan tam bir Yeşilçam filmi olur diye başlayayım bu kitabı anlatmaya :))

Anlatıcımız bir çocuk... İstanbul'da boğaza bakan bir mahallede geçiyor hikayemiz. Eski zaman mahallelerinden işte. Bir yaz günü sokağa iki hafif meşrep hatun taşınıyor ve zaten dedikodusu, aksiyonu bol olan mahallenin de şirazesi iyice kayıyor.

İçerisinde fazlaca argo bulunduruyor aslında. Röntgencilik konusu da fazlaca abartılmış sanki. Ya da bana tuhaf geldi bilemiyorum. Yine de okurken sıkılmadım. Çocukların o oyunları, teyzelerin kapı önü bitmek bilmez lafları derken eskiye de bir nevi özlem içermesi çekiciydi.  

İzansız mahalle fazlaca örtülü dejenereydi... Hissiyatımın doğru tanımlaması bu oldu sanırım...

Altıçizililerim;

( Şaşırtıcı bir şekilde altını çizdiğim bir cümle olmamış iyi mi 😲)




Günlerdir bitirmeye çalışıyorum bu yazıyı ama paslanmışım :/ 
Tıkanıp kalıyorum ve ilerleyemiyorum...
Yazı da hayli uzun olacak o sebeple bölüm bölüm yayınlayayım diye düşündüm... Kaç bölümde biter allah kerim 😀 

En yakın zamanda yeniden görüşmek üzere