29 Mayıs 2015

selfie dediğinde nedir ki !!!!





Şu masum haline bakarsanız aldanırsınız...
Bugünlerde bir sinir topu dolaşıyor ortalıkta...
Biliyorum geçecek....
Belki de geçmeyecek...

Şeytan diyor ki....... diye hislerim var dolayısıyla benim de :)

En son dün akşam "hadi oğlum yat artık" dediğimde bir araba dolusu cümle fırtınasıyla karşıladı beni...
Gözlerimi pörtlettim bende :)))))) Bugünlerde ki tek kozum ahahaaaa :)))
Yiyor hala :)))
Pıstı bizim kaplan.... Kedi gibi gitti yattı...
Bende yemek yapmaya koyuldum... Pıstırmanın keyfiyle :))

Bak burası önemli, canlandır gözünde keyfimi...

Mutfaktaki televizyonu açmışım, biberimi kabağımı çıkartmışım, dilimde bir şarkı mırıldanıyorum, gülümseyerek dolma iç harcımı hazırlıyorum :)))) Ellerimle harcı mıncık mıncık yaparken ayrı bir haz peşindeyim :)))))

Bu arada mutfak kapısına doğru sert adımlar duyuyorum pat pat diye....
Kafamı çevirmemle bizim pısırık kedinin tekrar kaplana dönüşerek geldiğini görüyorum....

Burasını da hayal et şimdi....

Kaşlar çatık, kollar kasılmış aşağı doğru, eller yumruk, ayak hala sertçe vuruluyor yere....
Cümle aynen şöyle;

"Bir daha benim selfie'mi falan çekme, instagramda da yayınlama TAMAM MIII!!!!!!"

Kısa süre bakışıyoruz, ben tek kelime etmeden ona koşar gibi yapıyorum....
Ahahahahahahaaaa :)))
Bizim kaplan bu sefer tazı rolüne girip koridordan uçarak koşuyor ve yatağa zıplıyor :))))
Ben sadece mutfağın kapısından onun koşuşunu izliyorum, zevke bak :))))

İşte böyle günler yaşıyoruz :))))

Şimdi söyleyin bana ben hangi ruh halindeyim, evdeki erken ergenus hangi ruh halinde :)))

Hafta sonuna SELFİE 'siz bir piknik, birde maket yapımı planlamaktayım şimdi a dostlar....

Size de bol SELFİE 'li bir hafta sonu diliyorum :)))

SELFİE yaparsam da başka çocuk bulup yapıcağğğğmmmmm :))) İnat değil mi ahahahaaaa :)

Bolca öpüldünüz....

26 Mayıs 2015

Bir Kitap / Bacak Arasından Türkiye



"Jinekolog yazılır, kadın doğumcu okunur."diyor Dr. Feraye Sünev Çokgürses, Kaan Arer kalemiyle...




Hem kamuda hem özel sektörde yaşadığı ilginç hikayeleri, birikimini, biraz da hayatını anlatmış ve Kaan Arer yardımıyla toparlayıp kitap haline dönüştürmüşler. Çok da iyi etmişler...

Sanki Feraye Hanım'la karşılıklı oturmuşuz, kahvemiz eşliğinde sohbet ediyoruz ve de yaşadıklarını bilgi donanımıyla birlikte anlatıyor gibi...

"İlk kendi kendine sezaryen, 1996 yılının Mayıs ayında Manisa'da, doğum sancılarına dayanamayıp, çocuklarının da yardımıyla kendisine jiletle sezaryen yaparak dünya literatürüne giren Halime Yılmaz tarafından gerçekleştiriliyor." diyor mesela durup kalıyorum... Sarsmak geliyor içimden Feraye Hanımı... Ne diyorsunuz siz diye... Uyuşturularak kesilmeye bile dayanamayan vücudum tam da sezaryen dikişlerimden acıyor....

Diğer bir yerde bir dedenin torunu için doktora sorduğu "Şimdi bu çocuk babasına baba mı diyecek, dayı mı?" sorusunun karnımda nasıl bir ağrı, damarlarımda nasıl bir çekilme yarattığını burada şu an anlatacak kelime bulamam....

Ve yine bir anısını dinlerken; "Bir kadın bir gün çıkıp geliyor ve -kızlık zarımı diktirmek istiyorum- diyor. Hoppala! Şöyle bir tepeden tırnağa süzüyorum. Yaş sanırım otuz beşin biraz üstü. Daha önce bir hastamın yanında gelmişti, sohbet ederken üç çocuk annesini olduğunu da öğrenmiştim, haliyle şaka yapıyor sanıyorum. -Hocam gerçekten diktirmek istiyorum. Bu hafta sonu evliliğimizin ondördüncü yıldönümü. Eşime armağan edeceğim- diyor." dumura uğruyorum... Trajikomik... Hediyeeeee !!!! Hakikaten hoppala !!!!!!

Özel sektördeki hastane patronlarıyla maceraları ise bambaşka... Uğradığı haksızlıklara, girdiği davalara mı üzüleyim yoksa kefenin diğer ucunda oturan ben ve siz gibi hastalara uygulananlara mı üzüleyim inanın bilemedim...

Kendi çocukluğuna, müzik sevdasına, tıbbiye yıllarına, ailesine de değinmiş kitapta Feraye hanım...

Kitapla ilgili olumsuzluğum ise bana göre bazı detayların çokluğuydu.... Yoruldum bazen o detayları okurken.... Bu kadar detaya gerek yoktu diye düşünüyorum....
Özellikle sonlara doğru olan kısımlarda yoğunlaşması okuma süremi uzattı işin açıkçası....

Her ne olursa olsun yine de kitabın samimiyeti ve çarpıcı tespitleri için okunması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum...

Okuyun, okudukça da kadın olmanın ülkemde ne kadar da zor olduğunu bir kez daha hatırlayın :(






25 Mayıs 2015

başlıksız idare et blogcum bugün....





GÜÜÜÜÜÜNNNAAAAYYYYDDDINNNNNNN ♥

Bakmayın sabah sabah şakıdığıma... Şifayı kapmışım haylice...
Kar altında yatmış gibi kötür kötür öksürüyorum...
Koca pazarı yatağımla bütünleşerek geçirdim...
Ama dinlenmişim... O yüzden bu enerji fazlalığı :))

Erken ergenusla çatışmalarımız had safhada bugünlerde...
Koca koca laflar... Koca koca çok bilmişlikler...
Kapı çarpmalar...
Gözüne gözüne düşmanca bakışlar....
Offfff feci....

Şirinlik muskası hallerini özlemişim :))
Yeniden sempati duymaya ihtiyacım var bu çocuğa benim :)))
Çok kötü bir itiraf oldu evet ....

Annemmmmm bırak bu kavgaları gel bezelye ayıklayalım seninle :))))

Ergenus kavgaları olmayan mutlu bir haftanız olsun :)

23 Mayıs 2015

Şebo ofiste film yazıyor size....



Bugün çalışıyorum.....
Yani fiziksel olarak ofisteyim de kafam başka yerlerde, elim de blog işlerinde diyelim daha doğru olacak.....
Usturuplu bir yazı yazmak için oturdum yine her zamanki gibi ama yazamadım....
Yaz-sil eylemi gerçekleştirirken blogcuğum küsmesin diye filmlere yatay geçiş yapıverdim...

Sıkıldıysanız filmlerden bağırın yeter :)))





ERKEKLER (2013)

Ali Poyrazoğlu ve Fikret Kuşkan bir filmde biraraya gelir ve ben izlemez miyim ?
Abarttığıma bakmayın, izlediğim ana kadar inanın bu filmden haberim yoktu.... Ama görür görmez de "işte buuu" diye atladığım doğrudur :)) İki adamıma da bayılırım zira....

Başlangıcımız "oscar" efemmmm :))) Oscarda kim demeyin, daha önce bilmemkaçıncı instagram seçmeceleri yazımda demiştim; izleyin ve anlayın :))) Avukatımız Adem (Fikret Kuşkan) 'in oscarıyla derdi var...  Oscarın katli vaciptir efemmm diyerek yolu Dr. Nazım (Ali Poyrazoğlu) ile kesişiyor... Ve bundan sonrası şahane...

Doktorumuzun karısı Zerrin (Asuman Dabak) evlere şenlik.... Ne güldürdü bu kadın beni yaaaa :)))
Ocak sahnesine dikkat ahahahaaaa :))

Filmle ilgili tek sevmediğim detay başarılı avukatımızın karısı Hale rolüyle Güneş Emir'di... Sevemedim ben bu kızı... Çok suni duruyor her rolünde... Yada sevmediğimden bana her rolü batıyor bilemiyorum... Ama yine bu filme de yakıştıramadım işte....

"Erkekler aşık olur, koca olur, baba olur ve sonra bir çuval inciri berbat ederler" diyen filmimiz beklentisiz izlediğiniz takdirde bolca güleceğiniz, Ali Poyrazoğlu'nun doğallığına bayılacağınız, Asuman Dabak'a yarılacağınız bir film....

Sonuç olarak Şebo kişisi bu filmi SEVDİİİİİ ve tavsiye de eder ;)




GERİYE KALAN (2012)

Yine bir evlilik, yine bir öteki kadın hikayesi....
Ama bu sefer biraz daha farklı...
Alıştık tüm filmlerde kendini evine, çocuğuna adamış bakımsız eşle fettan seksapel öteki kadın hikayelerine... Erkeğimizin de bunun sonucunda vicdan yapmasına... Bu filmde herşey yer değiştirmiş....

Cezmi (Erkan Bektaş) ve Sevda (Şebnem Hassanisoughi) uzun süredir evli bir çift olarak karşımıza çıkıyorlar. Sevda oldukça bakımlı, seksapalitesi yüksek bir kadın. Öyle kendine çocuğuna falan adadığı da yok... Bir eli yağda, bir eli balda... Ama hırslı bir aşık ;)

Zuhal (Devin Özgür Çınar) ise kıyamam çocuğunun hastalığıyla ilgilenen, bakımsız diyemeyiz ama kendi halinde, oldukça düzensiz bir hatun kişisi... Ama düşünen, konuşan tiplerden...

Bu kimlik yer değiştirmesiyle film farklılık sağlamış...

Zuhal karakteri çok doğal, kendini sevdiriyor... Nitekim Altın Portakalda en iyi kadın rolünü kapmış bu rolle Devin Özgün Çınar...

Film kendini izletiyor... Bir ev kadını olan Sevda planlamalarıyla hayrete düşürüyor, bir nevi ters köşe.... Bir kadının güçsüz ve sessizinden kork der gibi sanki mesaj...

Sonuç itibariyle ben bu filmi de SEVDİMMMM ve izleyin dediklerim arasında yerini aldı...





KUMA (2012)

Yine ters köşe bir film...

Avusturyada yaşayan gurbetçi bir aile... Oğulları Hasan (Murathan Muslu) 'a kendi köylerinden Ayşe (Begüm Akkaya) ' yi gelin almalarıyla başlıyor ve sonrasında Viyana'da devam ediyor hikayemiz...

Filmde çokça ters köşe olduğundan filmin konusuyla ilgili daha fazla yazarsam filmin tüm gizemi kaçacak... O yüzden sadece karakterlerle gitmeye çalışacağım....

Kanser anne Fatma (Nihal Koldaş) en çarpıcı karakter... Garip bir kadın psikolojisiyle bol bol "hadi beeeee" dedirtti bana... Ölmek üzere olduğunu düşünmesi bile yaptığı şeyleri açıklayamadı, tabiki bence.... Ters şeyler bunlar dedim bolca... Empati kuramadım kadıncağızla....

Gelin Ayşe ise çok sevimliydi... Bulunduğu ortama ayak uydurması, bir nevi kendini kurban etmesi, kadın kimliğinden vazgeçiremedi Ayşe'yi...

Film festival filmlerinden hoşlananlar için uygun olduğunu düşünüyorum... Bu festival filmi tadı da neyse işte ondan :)))

Bol bol şaştığım, aydığım, garip bir filmdi anlayacağınız... Yer yer sıkıyor ama tam sıkıldığınız anda bir gerçek patlıyor, kalakalıyorsunuz...

Ben evet FENA DEĞİL, SEVMİŞ OLABİLİRİM tadındaydım film bittiğinde.... Siz ne dersiniz bilemem... İzleme kararını size bırakıyorum....



KURTULUŞ SON DURAK (2012)

Sol baştan sayıyorum efem; Eylem, Füsun, Goncagül, Vartanuş, Gülnur ve Tülay....

"Biz her türlü şiddete karşıyız" diyerek şiddetin alasını gözümüze sokan bir kadın grubu... Hatta bazı yerlerde terörist bile dediler bu kadınlara :))

Gördüğünüz üzere oldukça güçlü bir kadro.... Güçlü oyunculuklar ve hepsi cuk oturan karakterler...

Filme başlıyorsunuz ve film akıp gidiyor... Çokça gülmesemde, eğlendiğim bir film...

Bu filmle ilgili birçok yerde çok kötü, nasıl bir film bu, başarısız gibi yorumlarla muhteşem, uzun süredir izlediğim en iyi filmdi, kadına şiddete hayır filmi gibi ruh halleri çatışınca izlemekten vazgeçtiğim bir filmdi...

Bütün okuduklarımı unuttum ve izledim...

Sonuç mu ? SEVDİMMMM :)))

Alttan vermeye çalıştıkları tüm entellektüel mesajları hiçe sayarak sadece eğlenmek için izlenebilecek bir film... Canınız birini kuyuyamı atmak istedi, açın izleyin :))) O kadar basit....


Hepinizi kucak dolusu öptüm ve hakikaten bu sefer çalışmak için evraklarımın başına oturmaya karar verdim....

MUTLUUUUU, MUSMUTTTLUUUU HAFTA SONLARIIII....




15 Mayıs 2015

Hafta sonu izlemek isteyenlere....





HER ŞEYİN TEORİSİ (2014)

Bu sene oscar ödüllerinde en iyi film, en iyi erkek oyuncu, en iyi kadın oyuncu, en iyi uyarlama senaryo, en iyi özgün müzik dallarında 5 adaylığı bulunurken sadece EN İYİ ERKEK OYUNCU dalında oscarı göğüsledi...

Ve bence gerçekten Eddie Redmayne, Stephen Hawking karakteriyle muhteşem bir iş çıkartmış. Filmi izlemeden önce Stephen Hawking hayatına şöyle bir göz gezdirdiğimde aşina olduğum fotoğraflarına birebir benzemesiyle birlikte o ruhu o kadar iyi yansıtmış ki, rol yapmadığını kendisinin gerçekten hasta bir adam olduğunu söyleyebilirim neredeyse...

Ünlü bir fizik dehası olan S. Hawking 'in hayatının bir bölümünü anlatan film gerçekten başarılı... İnanılmaz bir azim ve zeka öyküsü... Biyografi dalındaki filmleri oldum olası sevmişimdir. Fakat bu film sıradışı bir hikayesi olan adamı anlatınca çok daha çarpıcı olmuş...

S. Hawking'in eşi Jane (Felicity Jones) 'i anlatmak hakikaten çok zor... Şu an bile...



2 yıl sonra öleceği söylenen bir adamla evlenmek, evlenmenin de ötesinde savaşmak... Ağzım açık bakakaldım ekrana.... Eyyyy aşk sen nelere kadirsin demeden geçemiyor insan....

S. Hawking'in inanılmaz hayatıyla birlikte, Jane ve Stephen'ın inanılmaz aşkını ve savaşını da izliyoruz filmde....

Biz paşam Oytun'la izledik bu filmi, ve çok dikkatle izledi Oytun... Sıkılmadı...
Yaşam evrelerinde ikimizin de farklı tepkileri vardı....
Şu anda oğlumun 10 yaşında olduğunu düşünürsek ve fantastik, bilim kurgu vs filmlerden başka türlere kolay kolay ısınamadığını da düşünürsek bu film bizim için güzel bir adım oldu.... Sizde bir deneyin derim.....

Sonuç olarak ben bu filmi ÇOKKKK SEVDİMMMMM ve mutlaka siz de izleyin diyorum... Pişman olmayacaksınız.... Garantilidir....




THE HELP / DUYGULARIN RENGİ (2011)

Eskilerden oscarlı bir film...
3 dalda adaylığı söz konusuyken EN İYİ YARDIMCI KADIN dalında Minny karakteriyle Octavia Spencer  kazanmış. Resimdeki en arkadaki şirin kadın :)))

60 ların Amerika'sında Misissipi'de geçen filmde genelde evlerde yardımcı olarak çalışan zencilerin çektiği sıkıntıları anlatan bir film... Irkçılığın filmi kısacası... Dram yönü olsa da çok ince, güzel esprilerle sıcaklaştırılmış.....

Zenci dadılarla büyüyen Skeeter (Emma Stone) kendisini büyüten dadıyı o kadar çok sevmiştir ki bu sebeple hem siyahi ırka sempati beslemekte, hem de aykırı düşüncelerinden dolayı yapılan haksızlıklara dayanamamaktadır. Üniversiteden yeni mezun olan bu kızımız yardımcı kadınların hikayeleri ile ilgili bir kitap yazmaya karar verir ve bu konuda arkadaşının yardımcısı olan Aibileen (Viola Davis) 'ı yardımcı olması için ikna eder ve diğerlerini de tabiki....

Burada devreye en çok da Minny girecektir işte :) Filmde en sevdiğim karakter... En renklisi... Agresif bir tip ama çok sevimlii... Hele bir çikolatalı keki var ki evlerden ırak ahahahaaa... Bu detayı izleyince anlayabilirsiniz :)))

Aibileen'de oldukça güçlü bir karakter olarak karşımızda... Onun dik duruşunu çok sevdim... Çocuklara verdiği mesajı....

Güzel vakit geçirmek için gerçekten güzel bir film....

Sonuç olarak ben bu filmi ÇOKKKK SEVDİMMMMM ve izleyin diyorum...




PRECIOUS / ACI BİR HAYAT ÖYKÜSÜ (2009)

Öyle çok adı sanı duyulmuş bir film değil...  Tesadüfi bulduğum bir film... İki dalda oscarı var üstelik.... İğrenç anne rolüyle Mo'Nique EN İYİ YARDIMCI KADIN dalında ve EN İYİ UYARLAMA SENARYO dalında iki ödülü var....

Bir heves başladığım filmin keşke önce konusuna baksaymışım ama bakmamak gibi bir gafletde bulunmuşum....
Konumuz toplumsal bir yara "ensest"....
Harlem'de yaşayan Claireece Precious Jones (Gabourey Sidibe) adlı obez kızımızn aşırı dramatik ve içler acısı hikayesini izliyoruz. Ama ne hikayeeee..... (Bundan sonrası spoiler içerir, dikkat!!!)

Babasından 13 yaşındayken down sendromlu bir çocuk doğuran Precious, yine 16 yaşında hamile kalıyor.... Liseden atılıyor ve kendisi gibi sorunlu gençlerin olduğu bir okulda kendini buluyor....
Bu anlatım çok üstten bir anlatım inanın.... Anlatacak kelime bulamadım filmle ilgili....
Üzücü.... Dramatik... İç karartıcı....
Bazı sahnelerde gözümü kapattığım bile oldu....

Filmden çıkartılacak ders çok... Bir genç kızın hayalleri ile nasıl ayakta durabildiğini görüyoruz....
Ve nasıl bir anne olmayı başardığını.....

Oyunculuklar bana göre çok şahane değildi... Sahnelerde öyle... Yada filmden o kadar olumsuz etkilendim ki öyle de gelmiş olabilir bilmiyorum....

Sonuç olarak evet ben bu filmden çok ETKİLENDİM ama SEVMEDİM..... İzleyip, izlememe kararı tamamen size ait....


Film canavarı Şebo şimdi kaçar ve  son işlerini tamamlayıp hafta sonu planlamalarına başlar....

MUTLU HAFTA SONLARI EFEEEEEMMMMM :)))





12 Mayıs 2015

bugün biraz çocukluk anılarına gidelim mi ?


Beterböcek bir çocuk muydum yoksa hakikaten uslu nazenin bir kız mıydım bununla ilgili uzzuuuunnn yuvarlak masa toplantıları yapılabilir... Tartışmaya açık... Ama biliyorum ki sonuç çıkmaz... O yüzden bu konuya girmiyorum... Ben başka konudan bahsedeceğim bugün; kardeşimden....

Annemin  hamileliğini hatırlamıyorum.. Hayal meyal bile değil, hiç hatırlamıyorum...
Tam 7 yaşındaydım... Küçük sarı bir böcekle eve gelişleri dün gibi aklımda ama.... Sapsarı bir kız çocuğu... Hasır bir beşik vardı, tüllü müllü... Onun içine yatırdılar özenle... Saniyesi saniyesine gözümün önünde o an... Yatırır yatırmaz da yatağın altından şile bezi bir elbise çıkarttılar; bak kardeşin sana getirmiş diye.... Anaaaaaaaa elbisenin etiketi var :)))) Asıl önemli olan olay o anda emin olun bu :)))) Konfeksiyon..... Sonradan öğreniyorum ki yine annem dikmiş onu ama uyanık kadın  kendi elbisesinden bir etiket dikmiş :))) O zaman hepimiz saftık, bilirsiniz... Şimdi ki çocuklar olsa dikişlerinden anlar... Ama tabi ki ben anlamadım....

Kardeşim bana konfeksiyon elbise getirmiş, olaya bak... Küçücük boyuyla hemde :))) Bendeki sevinci görmelisiniz...

Sonrası evde ilgi alaka bölündü tabiki... Sürekli ağlayan bir bebek evde... Öyle böyle değil.... Hiç susmuyor nerdeyse.... 1,5 yaşında çok ağlamaktan göbek fıtığı çıkıp ameliyat oldu... Düşünün konunun vahimliğini :))

Ben istemiştim halbuki , çok istemiştim hem de kardeşim olmasını... Sonraki günlerde göz çıkartma eylemlerim olduğu bile söylenir... Ama inanın hatırlamıyorum :))))

Biz evde her zaman bir kedi köpek gibiydik bu sarı keçiyle.... Kıyamam o hep benim peşimde dolanırdı da uyuz olan bendim... Çıkartırdım bir pislik... Onu sinir ederdim :)))

Ne travmalar yaşadı o kız benim yüzümden :)))

Ben lisedeyim düşünün, koca eşşek kadar kız... O daha ilkokulda... Annemiz öğretmen... Sabahtan yada öğleden sonra evde yalnız kalıyoruz... Ben temizlik gibi bir hastalığa tutulmuşum... Hergün yapıyorum.... Hoşuma da gidiyor :) 3 tane kocaman koridorda yeşil yolluğumuz var, süpürsek de çıkmazdı bazı ipler, yapışanlar üstünden... Bende buna hadi otur elinle topla derdim... Çok iyi hatırlıyorum :) Kıyamam tek tek minnacık parmaklarıyla toplardı...
Bir süre sonra ne zaman ben temizlik yapmaya başlasam bu kaybolurdu ortalıktan... İçeri bak, dışarı bak yok... Söylenirdim, bağırırdım kendi kendime bak kaçtı diye... Meğersem ona öyle bir ızdırap gelirmiş ki, salon masasının sandalyelerine yatar saklanırmış.... Bir de üstüne uyuyakalırmış ahahahaaaa :))) Çok sonra fark ettim :))) Vazgeçtim mi peki... Hayır :))))

Benim aksime çok tutumlu bir kızdı mesela... Her pazartesi harçlık alırdık... Benimki 2. gün tamamına ererdi... Sonra onu tırtıklardım :))) Baktı kurtulamıyor anabanka yatırmaya başladı parasını biriktirmek için... Yine yiyemedi kendi parasını kuzum... Bu sefer de anabank yedi ahahahaaaa :)) Allahtan anabank banker kastelli gibi değildi de arada yol-su-elektrik olarak geri dönüyordu :))))

Hiç bir çikolatasını, hiçbir şekerini tam yiyemedi bu sarı keçi, boğazı yoktu zaten... Ucundan ısırır, sonra yerim diye saklardı buzdolabına... Ama evde Şebo faktörü vardı... Kendiminkini yer, birde onunkini yerdim ahahahaaaa :))) Kızamazdı bile kıyamam... Arada arada içli içli ağlardı sadece :)) Annem yetişirdi imdadına hep :))) Babamla bizde gülerdik genelde... Evin şişkosu ben, cılızı hep oydu :)))) Yese çikolatalarını zamanında ne ben şişko ne de o cılız olacaktı :))) Hep ondan ötürü işte :)))

Diyorum ya biz çocukluğumuzda masum değil saftık :)))) Senelerce ben bu sarı keçiyi annemler seni çöp tenekesinden aldı diye kandırmışlığım vardır :))) Ben anneme ikizi kadar benzerdim çünkü, ama o ayrı bir ırk gibiydi sarılığıyla.... Yavrum nasıl içlendiyse senelerce bir gün hastahane de fotoğrafını bulmuş da koştura koştura sevinç nidalarıyla geldi yanıma...
- Baaaaaakkkk, bakkkkk benim fotoğrafım var hastanede... Beni çöpden almamışlar diye... Sonra da aklınca beni üzecek ya; senin fotoğrafın yok asıl, seni almışlar çöpten diye...
O an hala dün gibi gözümün önünde :)))) Bende cevap çoookkk :)))
- Hah dedim tabiki seninle çektirecekler... Seni kandırmaya çalışıyorlar çünkü dedim :)) İnandırıcı olmak için bak ben anneme benziyorum, sen kime benziyorsun ki diye de sabitledim savımı ahahahaaaa :)))
Kötülüğe bak yaaaaa :))))
Sonradan annem öğrendi konuyu, bana güzel bir kalay tabi ki :))))))

O para biriktirir, marka kıyafetler alırdı genç kızlığında.... Ve gözü gibi bakardı kıyafetlerine, ayakkabılarına... Ben zaten savruk.... Marka da giysem aynı, pazardan da giysem aynı... O kadar çok giyerdim ki iki gün sonra cılkı çıkardı :)) Hala da öyleyim zaten :)))
Kilo farkından dolayı kıyafetlerine çok sarkamazdım da ayakkabılarını telef etmişliğim vardır çokca... Hatta bir ara ben zayıfladım galiba, kıyafetlerinden birkaçına girmeyi başardım :))) Sonunda ya patladı ya esnedi ahahahahaaaa :))))

Böyle bir ablaydım ben işte eski zamanlarda :)) Düşman başına değil mi?
Bence de düşman başına :)))))

Hala birbirimize iki zıt karakteriz... Birbirimizle de çok eğleniriz.... Çocukluk savaşımız bitti... Abla/kardeş olmayı öğrendik... Çokça da yer değiştiririz ama... Onun mantığı hep öndedir çünkü, bendeki hayalperestliğe inat :)))






Bugün işte tam 7 yaşımda dün gibi hatırladığım, minicik sapsarı kızın o hasır beşiğe yatırılıp bana konfeksiyon elbise getirdiği gün :)))

Benim abla olduğum gün....
Bu hayatta hiçbir zaman yalnız olmadığımı, olmayacağımı anladığım gün.....
Hani diyorlar ya bugünlerde, "ben en çok anne olayı sevdim" diye...
Ben de evet anne olmayı çok sevdim ama onunla birlikte
"Ben evlat olmayı da, abla olmayı da çok sevdim."
Anneme babama minnettarım bizi büyük bir aile yaptıkları için.... Beni abla yaptıkları için en çok....

Ve kardeşim, karındaşımmmm....
İyi ki doğdun....
İyi ki varsın....
Ve en çok da bugünlerde şükür duamsın...
Oytun'uma kardeş, yoluna yoldaş küçük prensimizi doğuracağın için....
Yanında değilim belki ama yüreğimin yarısı senin yanında...
Seni çok seviyorum :)

Happy Birthday Gökkkkçiiiiii :))))


Not: Buraya günah çıkartmam pişman olduğum anlamına gelmiyor bilesin :)) Yine olsa, yine yaparım :))) Şimdilerde küçük prensimle birlik olup seni nasıl sinir edeceğimin planlarındayım :))) Her geldiğinizde teyyyzeeee diye bacaklarıma yapıştırıp onu sana geri vermeyeceğim bilesin :))))
Yaşasın kötülük ahahahahahhhaaaa :)))

11 Mayıs 2015

ben bu gidişle sinema bloguna çevireceğim burayı :)


Çok edebi bi gecikmeli anneler günü yazasım vardı...
Belim tutulmuş dün, kıpırdayamıyorum :(
Acı çekerken edebileşemedim :)))
Bu edebileşmeye ben niye taktım bugünlerde,  inanın hiç bilmiyorum :)
Neyse efem, ben klasik film yazılarımdan yazıyım bari dedim...



BENİ SEN ANLAT (2015)

Kürşat Alnıaçık (Neşet),  Gerçek Sağlar (Zehra) başrolde... Birde genç kızımız var Nazlıcan Tuncalı (Bahar)...
Film 12 Eylül döneminde geçiyor. Örgüt üyesi bir baba ve ailesinin öyküsü anlatılmış...
Kaçak olarak yaşadıkları evde genç kızımız Bahar'ın yan villada oturan Ekin (Can Sipahi)'e aşık olması da var tabiki...

Gördüğünüz üzere film hakkında anlatacak birşey dahi bulamıyorum...
Duygudan uzak bir filmdi benim için... Konu daha güzel işlenip sarsıcı, ağlak bir drama çıkartılabilirdi... Ama olmamış...

Sonuç olarak SEVMEDİMMMMMMM


BENİMLE OYNAR MISIN? (2013)

Beşiktaşlıların coşacağı bir film herşeyden önce... Ve İnönü Stadında çekilen son film özelliğini de taşıyor ayrıca... Ötesi yok...

Hapisten yeni çıkan bir annenin (Sibel/Eyşan Özhim) kızını yetimhaneden almaya çalışmasını anlatıyor...
Yine konun temelinin iyi olmasına rağmen iyi işlenememiş bir film...
Filmde tek güzel işlenen konu Çarşı Ruhu...

Eyşan Özhim'in batırdığı filmi diğer caaanımmm oyuncularda kurtaramamış maalesef...

Filmi SEVMEDİMMMM ama Çarşıya bir Fenerbahçeli olarak selamlar olsun diyorum ;)
Ne de olsa Çarşı hepimiz için farklı bir yerde...



MİSAFİR (2011)

Bu filmi izlememdeki tek sebep Lale Mansur'dur... Severim ben bu kadının ne uzak, ne yakın duru halini... Özellikle kendine has konuşma şeklini...

Film yalnızlık üzerine kurulmuş bir film...
Fransa'da yaşayıp memleketi Kütahya'ya askerlik için çürük raporu almaya gelen Oktay (Halit Ergenç) alkole ve sigaraya sığınmış yalnız bir adamdır... Ayşe (Lale Mansur) yengede kocasının sürekli evde bulunmayışından dolayı yalnız bir kadın...

Bir tesadüf üzerine Ayşe yengenin oğluyla karşılaşan Oktay misafir olarak onların evinde kalmaya başlıyor ve filmimiz bu rutinde ilerliyor...
Ayşe yengemiz oluyor Ayşee anlayacağınız...

Film çok iç açıcı bir film değil... Hatta oldukça kasvetli...
Yan öğeler hiç kullanılmamış... Oldukça yalın....

Ayşe yengemiz oldukça ilginç bir kadın... Asıl benim şaşırdığım konu bu yengemiz dönerciye gittiğinde dönerin üzerine tereyağı döküleceğini bilmeyecek kadar saf olmakla birlikte komşu kadın (Yeşim Ceren Bozoğlu) ile lezbiyen ilişki yaşayacak kadar da cesur :)) Abartılı bir detay işte :))

Sonuç olarak ben bu filmi sevip sevmediğimi hala karar verebilmiş değilim... Benim EHHHHHHHH kategorimde yer aldı "Misafir"...

İzleyen varsa düşüncelerini merak ettim şahsen ;)




SİYAH - BEYAZ (2010)

Film izlemeyi sevdiğim için zaman zaman mutlaka filmlere göz atarım izleyemesem bile... Bu filmi ben hiç duymamışım... İlk defa tesadüf üzeri görüp izledim...

Gördüğünüz üzere kadro çok güçlü ve bir o kadar da iyi...

Film Ankara'da Siyah-Beyaz adlı bir barımızda geçiyor...
Film çok basit.... Hatta o kadar basit ki kendimi bir bar sohbetini dinlermiş gibi hissettim...
Doğaçlama diyaloglar bile çıkmıştır eminim senaryo harici :))

İdeallerine bağlı komünist bir ressam Ahmet Nihat (Tuncel Kurtiz), sümüklüböcek besleyen ve sürekli yanında dolaştıran Muzaffer (Erkan Can), Doktor (Nejat İşler), Ayten (Şevval Sam) ve barımızın sahibi Faruk (Taner Birsel)  arasındaki dostluk, arkadaşlık ilişkileri...

Dediğim gibi senaryo bu oyunculara göre çok hafif kalmış... Birşeyler eksik gibi filmde....

Ben bu filme EHHHHHH diyorum ama tamamen oyuncuların güzelliğine...
Bir boş vaktiniz olduğunda da oturun izleyin ama... Bişey katmasa da Tuncel babayı izlemek bile keyifli olacaktır eminim...

MUTLU HAFTALARRRR ♥

8 Mayıs 2015

Ayşe Kulin'den bir dörtleme daha...



Öyle uzun uzun kitap anlatmayacağım, merak etmeyin...
Sadece bu kitabın benim için ne ifade ettiğini ve önyargılardan bahsedeceğim azbuçuk...
Dilim döndüğünce yani..
Öyle çok edebi bir yazı beklemeyin benden...
Kitap gibi bir kadın değilim nihayetinde :))) 
Belki spoiler içerebilir, dikkatli olun :))
Ne yazacağım belli olmaz ;) 


Ayşe Kulin'in dörtlemesini okumaya karar verdiğimde farklı bir hayat okuyacağımı biliyordum...
Aşkın başka rengini...
Hatta okumaya başlamadan önce de tü kaka bir adamla karşılaşacağımı biliyordum...
Tüüü kaka evet...
Öyle denmişti bana çünkü :)

İlk kitap Gizli Anların Yolcusu nasıl bitti anlamadım...
Bir çok soru işaretiyle...
Olayları evet çözmüştüm çözmesine de ya sonra... Sonrası benim için bir soru işaretiydi...
Anlamışmıydım o ruh halini ondan da tam emin değildim...

Bazı aksaklıkları olsa da hemen hemen rahat geçen bir hayat İlhami'ninki... Karısı, kızı ve adını tam koyamadığım (sevgili desen değil, günübirlik ilişki desen hiç değil) öteki kadın arasında aslında çok mutsuz da gözükmeyen bir adamın bir anda cinsel tercihlerinin değişmesi... Gözü çıkasıca tabularımız ve önyargılarımız işte dedim... Adamı tüüü kaka yapıverdik hemen... Kendini mutlu hissettiği şekilde yaşaması suç mu gerçekten....
Düşün azıcık Şebo... İyi düşün....

Bir halkanın zinciriyseniz -ki hepimiz bir halkanın zinciriyiz- hayatınızda yaptığınız köklü değişiklikler diğer halkaları da mutlaka etkiliyor... Ama eğiliyor bükülüyor, ama kopuyor, ama yok oluyor.... Belki de çok güçlü dimdik duruyor halka yerinde....
Burda kontrollü olmak imkansız...
Hepimiz yaparız dönem dönem; karşımızdaki insanı/ları kırmamak için saklarız, pembe tablo çizeriz, hissettirmeyiz yada belki yalan söyleriz....
Bunlar sonucu değiştirir mi? Gerçeklerle yüzleşmenin şiddetini ne kadar azaltır ki?

Ya da kayıpları ne kadar azaltır ?

4 kitap da aynı konunun farklı bakış açıları, hayatları, yaşanmışlıkları, kaybedilmişlikleri, kazanılmışlıkları...

İlk kitap o aşkı anlatırken...
2. kitap aşkın ikinci adamı Bora'yı anlatıyor... Onun hissettikleri de farklı... Aradığı da bulduğu da...
3. kitap Dönüş; anne Eda ve kızı Derya'nın bu aşktan nasıl etkilendiklerini ve yüzleşmelerini anlatıyor... Hiç bir sır artık gizli kalmıyor...
4. kitap ise öteki kadın Handan'ın kitabı... Geçmişi ve geleceği... Biraz geziye atıf, biraz da Halide Edip'in Handan'ına... Yine yüzleşme... Bir kadının kendini yeniden keşfi...

Farklı tercihleri olan insanları bir de bu tercih cinsellik üzerineyse üstüne çizgi çekmeye çok alışkın bir toplumuz biz... Adını öğrenmek istemeyiz, nereden geldiğini, nereye gittiğini... Önyargılarımız, tabularımız o kadar incitici ve yok edicidir ki ötekileştiriveririz hemen... Yüreğini görmeden....

Aldatılan kadını dinleriz, oyoyoyyyyyy vururuz da vururuz......
Aldatan erkeği dinlemek gelir mi hiç aklımıza...
Tabi ki bu durum aldatanı hiçbir zaman haklı çıkarmaz...
Ama düşünürmüyüz gerçekten......

İşte böyle bir kitap dörtlemesi...

Tek bir olay....
Ve o tek olay etrafında dönen 5 hayat.... İlhami, Bora, Eda, Derya, Handan....
Hepsinin anladığı başka, anlattığı başka, hissettiği acı başka, yüzleşmesi bambaşka....

Ayşe Kulin bu kitapları yazmalı mıydı, yazmamalı mıydı.... Bilmiyorum....
Bu tartışmayı yapmayı da çok gereksiz buluyorum...
Beğenirsen okursun, beğenmezsin yarım bırakırsın ve bana göre değil dersin...

Bu kitap serisinin bende bıraktığı his demeti budur....
Farklı hayatları, farklı pencerelerden izlemek hoşuma gitti...


Mutlu ve önyargılardan uzak bir hafta sonu diliyorum hepimize...
Hoşça ve dostça kalın ♥


"Hiç olmazsa ben elimden geleni yapmıştım. Hayallerimin peşinden gitmiştim. İleride bir gün, aşk nedir diye sorarlarsa bana, Işık adında biri diyecektim. İlk görüşte vurulduğum, peşine düştüğüm, yaklaştığım ama hiç  bir zaman kavuşamadığım....."  Bora'nın Kitabı

"Mevlana'nın gözünde, düğün gecesidir mesela ölüm. Bir gömlek değiştirmedir. Ben öyle düşünüyorum ama bunu sonra konuşalım. Ama aşk böyle birşey. Böyle paldır küldür başına geliveriyor insanın işte, hiç beklemediği bir anda. Çünkü o duyguları yaşamadan ölmek istemezdim. O yoğunluğu, o tutkuyu, o yakınlığı. Acıyı da tatmalıyız hem hayatı hem aşkı anlamak için. Kalanların kıymetini bilmek için. Şunu bil ki, böyle olmasını ne istedim ne planladım. Hayatımın akışı karşısında, nutkum tutuldu, iradesiz kaldım." Dönüş

"Nereye gidersen git, kendi hikayenle başbaşa kalırsın sonunda ..." Handan





5 Mayıs 2015

IG seçmeceleri


Ne nisandı be arkadaş...
Kar yağdı, fırtına koptu...
Biz bahar geldi misss derken kara kışı yaşattı sağolsun...
Neyse Mayıs yaz gibi geldi artık...

Biz Nisan ayında neler yapmışız bakalım :)
Seviyorum ben bu seçmeceleri :))




Günaydınnnnnn 
Misss gibi bir hava var bugün burda...
Çayım, kitabım birde yeni çiçek açan kaktüsüm balkon sefasındayız...
Mutlu pazarlarınız olsun...
Benim güzel kızım her sene aynı zamanlarda açar oldu çiçeklerini
Darısı diğerinin başına
Ayşe Kulin/Handan





Ahhhh eski bayramlar derken buldum bugün kendimi... 
Ne heyecanlanırdık...
Çocuklarımıza bu heyecanı asla unutturmayalım...
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun hepimizin...
NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE 
7 yaşındaki halim
Ront oynarken
Giymişim kırmızı ayakkabımı
O gün titremişimdir ben heyecandan kesin



Bir lazanya denemesini inşallah başarıyla tamamlayacağız 

İlk defa denemece
Beşamel soslu lazanya
Kazamız mübarek olsun


Film zamanı...

Erkekler / Ali Poyrazoğlu - Fikret Kuşkan
İlginç bir girişle başladık
Hadi hayırlısı :)
Adamın oscarla derdi var
Oscarmı ne
İzleyin anlayın :)



Ve haftanın sonu...

Altınoluk

Şimdi yol zamanı
Pazartesi sendromu başlasın








Bir balık / rakı klasiği daha...
Moral toplama zamanı
Güre
Pelte oldum pelte

Mutlu salılaaarrrr ♥

4 Mayıs 2015

rapor güncesi - 7 / gezenti kadının gezenti uzuvları


Raporum bitmedi evet ama ben yavaş yavaş işe başladım...
3-5 saat gezmeye gelir gibi takılıyorum...

Bu arada alınan parçalarım gezmeye çıkmak istemiş :)
Doktor al bunları da bir İzmir havası alsınlar dedi :))
Bende ne demek doktorcum emrin olur diyerek koştura koştura 9 Eylül Hastanesine götürdüm...
Yeni bir patoloji daha yapılacak...
Bu sefer sevgili parçalarıma tembih ettim, bu kadar gezme yeter verin artık sonucunuzu dedim...
Lafımı dinler gibiydiler bakalım artık :))

Hazır İzmir'e yollanmışken kordonda iki tekde atıverdim :))
Sefammm olsun :)))
İzmir havası almak iyi geldi, inşallah nanogram parçalarıma da iyi gelir... Tertemiz olurlar ;)

Şimdilik ben işe güce dalar, mutlu bir ay ve musmutlu bir hafta dilerim...
Kendinize iyi davranın bu hafta ;)