30 Nisan 2016

film zamanı...


Bugün ofisteyim...
Çalışmaya çalışıyorum...
Ama olmuyor :)
Hadi bari biraz izlediğim filmleri yazıyım dedim...
Çok birikti filmler bu ara  :)



MAVİ DALGA (2013)

Bu filmi uzun zamandan beri izlemek istiyordum.
Film mekanı benim yaşadığım kent Balıkesir. Malum her gün film çekilmiyor buralarda :)
Merakım tamamen bu sebeptendi.

Film aynı zamanda 2013 Altın Portakalda en iyi ilk film, en iyi senaryo, en iyi kurgu ödüllerini de almış bu arada. Bir de ödüllüymüş hem de dedim...

Film tam bir ergen filmi... Ergen filmi dediysem ergenler üzerinden kurulu bir senaryo...
Asıl kızımız Deniz (Ayris Alptekin) üniversite sınavlarına hazırlanan liseli bir kızımızdır. Taşrada yaşamaktadır. Ve hayali tüm arkadaşlarıyla birlikte İstanbul'a gidip ailesinden uzaklara kaçarak özgürlüğünü ilan etmektir.
Klasik olarak aynı zamanda öğretmenine de aşıktır.

Konu bu kadar...
İniş yok, çıkış yok, aksiyon yok, duygulu bir aşk yok...
Ödüllü olmasına pek bakmayın yani...

Ama önemli bir konu var...
Zamanında hepimiz ergen olduk, hayaller kurduk, ne istediğimizi bilemediğimiz zamanlar yaşadık...
Bunların hepsini yaşamamıza rağmen yeni nesil ergenleri anlamakta zorlanıyoruz hepimiz...
Dünya yansa umursamayan bir gençlik var diyorduk ya hani, sonra gezi olaylarında fikrimiz değişti...
İşte o gençlik var karşımızda...
Ve hatta bizim erken ergenlerin de bir nebze benzeyeceği gençlik...
Onları anlamak, davranış biçimlerini görmek açısından izlenebilecek bir film....

Film bende EHHHHHH İŞTEEE kategorisinde, ama diyorum ya sırf ergenler ne yaparlar, kendi içlerinde nelerden konuşurlar, neden bu kadar umursamazlar bir seyredin...
Anlamlandırabildiklerinizi anlamlandırın derim nacizane...




SADECE SEN (2014)

Yeşilçam esintilerini çokça barındıran bir film daha arkadaşlar...,
Aynı zamanda da bir uyarlama... Güney Kore'den almışız bu uyarlamayı da; "Only You"

Hazal (Belçim Bilgin) talihsiz bir kaza sonrasında görme yetisini kaybetmiş bir genç kızımızdır. Ali (İbrahim Çelikkol) ise kimsesiz, geçimini su dağıtıcılığı ve gece bir otoparkta gece bekçiliği yaparak sağlayan eski boksördür...
İkilimizin yolları otoparkta kesişir ve birbirlerini tanımaya başlarlar...
Zamanla Hazal'a aşık olan Ali onun gözlerinin açılma ihtimalini öğrenince boksörlüğe geri döner ve ameliyat parasını yasadışı bir dövüşte kazanır.... Kız ameliyat olur ama Ali yoktur artık...
Hakikaten ne olmuştur Ali'ye :))

Hatırladınız değil mi konuyu :)))
Tam bir yeşilçam klasiği.... Farklı olarak acitasyon yok, görseller çok iyi...

Genel olarak yormayan ve sıkmayan bir konu...
İzlenebilir düzeyde...

Güney Kore'nin de bizim yeşilçamımızdan farkı yokmuş galiba :)

Ben de çıtır çerez SEVDİMMM kategorisinde yer alan film, izlenebilir kıvamda...
En azından İbrahimciğimin adeleli kollarını görmek için izleyin :))
Bu çocuk daha çoookkk prim yapar çoookkk...
Bir de mimik yapmayı öğrense birilerinden çok iş çıkartır daha ben diyim size :)




BANA ADINI SOR (2014)

İlk önce filmin konusuna kısa bir dalış yapıyım...

Hakan (Engin Hepileri) ve Yasemin (Özge Borak) yetiştirme yurdunda birlikte büyümüş ve yaşamları boyunca birbirlerinden hiç ayrılmamışlardır. İki iyi dost yaşamlarının zorlu dönemlerini birlikte atlatmışlardır. Restaurant açmaktadırlar birlikte ve bu arada Hakan'ın karşısına Merve (Başak parlak) çıkar... Yasemin Hakan'a aşık, Hakan Merve'ye... Alın size nur topu gibi bir aşk üçgeni...

Hakan ve Merve aşklarının tadını çıkartırken Yasemin yetiştirme yurdundaki hocaları Osman baba (Cihat Tamer) ile birlikte açtıkları işletmeyi ayakta tutmaya çalışmaktadır.
Veee bir gün Hakan hastalanır. Genetik bir nörolojik hastalık olan huntington hastalığına yakalanmıştır. Daha da kötüye gidecektir... Peki şimdi Hakan hangi kadınla daha mutlu olacaktır...

Evet filmimizin konusu bu menzilde ilerliyor....

Engin Hepileri bu filmde almış götürmüş... Son dönem dizilerde avrupai tarzıyla dikkatimi çeken oyuncu bu filmde avrupai tarzına çok da iyi bir oyunculuk eklemiş... Evet bazı yerlerde abartılı sahneler yok değil ama genele baktığımızda çok tadında...

2. kadın olarak gördüğümüz Başak Parlak  her zamanki modunda. Bu kızın oyunculuğunu sevmiyorum ben. Farklı karakterlerde farklı mimikler yarat, ne biliyim bakışını değiştir, ya da bi doğal ol... Ne biliyim bi değişiklik istiyor insan... Hangi rolüne bakarsan bak aynı tarz... Keşke farklı bir oyuncu bulsalarmış, filmi daha etkin bir hale sokabilirlermiş...

Özge Borak doğal haliyle karşımızda... Onda da çok atraksiyon yok ama en azından göze batmamış...

Yer yer komedi unsurları eklenmiş...
Romantiklik maksimum düzeyde :)))
Sonlara doğru bir ağlaklık söz konusu...

SEEEEVVVDDDİMMMMM ben bu filmi Engin Hepileri sebebiyle...
Boş zamanınızda izleyebilirsiniz derim :)




KIZIM İÇİN (2013)

Otobüs filmi olur kendisi :)

Tuncer (Yetkin Dikinciler) eşi Banu'dan (İnci Türkay) seneler önce boşanmış ve uzak kalmıştır.
Kızları Tuba (Eda Ece)  babasının varlığından bihaber annesiyle büyümüş ve 18 yaşını doldurmasına az bir zaman kala baba Tuncer birdenbire karşısına çıkmıştır.
Bu arada Tuba'da evden kaçma hayalleri kurmakta, İstanbul'a gitmek çabasındadır... Tuncer'i kabullenmese de onunla İstanbul'a gider...
Sonrası malum anne kızı arar deli gibi, baba kendini ifade edip kendini affettirmeye çalıştırır. Bir de zengin numarası yapar :)
Zengin olunca ne yapıyoruz biliyorsunuz tüm kollarımızı açıyoruz ve zengin akrabamıza koşuyoruz, caaağğğnımmmm diye :))) Şaka şaka :))) Ama şimdi biri bana Mısırdan gelip ben senin dedenim dese, koşa koşa gider birde ağlarım cağnımmm dedem diye... Neyin var, köşkün nasıl, rahat harcayabiliyor musun paralarını diye sorarım..
Tamam konuyu sulandırmıyoruz...

Bu filmde Yetkin Dikinciler dışında herhangi birşey yok... O da niye oynamış bu filmde onu anlamadım...
Anneyle kızı farklı kişiler oynasaydı, geçmişten bir sır çıksaydı ortaya ya da duygular daha güzel işlenseydi sonuç harika olabilirdi....
Evet komedi unsurları katılarak film biraz sevimlileştirilmiş ama kurtarmamış...

Ben de EEEEHHHHHHHH kategorisinde yer alan filmi mesela otobüste giderken boş zamanınızda izleyebilirsiniz :)))

Sizi çok sıkmadan bu yazıyı bitiriyim...
Kocaman öpücüklerimi gönderdim herbirinize ♥


28 Nisan 2016

anlatmasam olmazdı....


Oytun'la ilgili farklı süreçlerden geçiyoruz bu sene...
Erken ergenlik diye dalga geçtiğim konu aslında ikimizi de feci halde yıprattı...
Geçecek dedim ve hala da diyorum...

Aslında bu süreci uzun uzun anlatmak istiyordum ama bir türlü fırsat bulamadım...
Daha doğrusu kelimelere dökmek, dışa vurmak zorladı beni...
Kendi kendime debelenip durdum oğluşla...

Sene bitiyor ve biz ancak yavaş yavaş dinginleşiyoruz...
Kısmi olarak rahatladığım için daha rahat anlatabilirim galiba artık...
Ama bugün başka bir konuyu sizinle paylaşmak istiyorum...
Biz bu konuyu yaşayalı biraz zaman oldu ama bugün bir gazetedeki bu haberi görünce yeniden tüm sinirim geri geldi...
Sizinle paylaşıyım istedim...

Haber ama doğru, ama yanlış...
Hoş ben yanlış olduğunu hiç düşünmüyorum...
Bir benzerini oğlumla bu sene ben yaşadım çünkü...

Yaklaşık 1 ay önceydi sanırım...
Okuldan aldım, eve gidiyoruz....
Birdenbire bana asker olmak istediğini söyledi....
Normal şartlar altında böyle bir isteğine sevinebilirdim, ama biliyorsunuz işte yaşadıklarımızı...
Gencecik fidanlarımızı kaybediyoruz ve bu konuyla ilgili endişe katsayımız oldukça yüksek...
O anda bunlar kafamdan geçerken zaman kazanmak için belki de "neden" gibi bir kelime ağzımdan çıkıverdi...

Söylediklerini aynen aktarıyorum;
" Şehitler cennete gidiyor mutlaka. Asker olup şehit olmak istiyorum o yüzden. Şehitlik çok güzel birşey. " deyince kan beynime sıçradı tabi ki....

İlk önce Oytun'la hallettim konuyu.... Din öğretmeninin söylediklerinin bir kısmının doğru olduğunu, cennete sadece şehitlerin gitmediğini, iyilik-doğruluk-dürüstlük-sevginin de önemli olduğunu anlatıp durdum... Günlerce hem de...

Diğer bir taraftan hemen din öğretmeninin yanına koştum...
Askerliğini nerede yaptığını sordum, şaşırdı... İzmir Gaziemir'de yapmış ama buna çok üzüldüğümü duyunca şaşırdı haliyle...
Yazık dedim, şehitlik mertebesine ulaşma ihtimalinizin yüksek olduğu bir yerde yapmamışsınız askerliğinizi....
Anladı tabi ki ne demek istediğimi...
Mertebe, kısmet, hediye gibi kem küm edince soluğu idarede aldım...
İdare hassas konular dedi konuyu duyunca...
Benim oğlum daha hassas bir konu kusura bakmayın dedim...
Bu ya düzeltilecek, ya düzeltilecek şeklindeki ısrarımı yeterli görmemiş olacaklar ki öğretmen sınıfta herhangi bir ifade değişikliğine gitmedi...
İlçe eğitim -il eğitim diye dilekçeleri sıralamaya başlayınca ben; bir sonraki din dersinde o gün hatalı anlattığını üslubuyla çocuklara izah ederek geri adım attı...

Bu bitti demek olmuyor ama biliyorum....
Çocuklara cenneti anlatacağım derken, ölüme özendirmek...
Nasıl bir anlayıştır, benim aklım almıyor...
Vicdansızlık hatta hadsizlik yaptıkları...

Bi uzak durun artık çocuklarımızdan....












27 Nisan 2016

Madam Arthur Bey ve Hakkındaki Her Şey...



"Erkeklerle erkeklerin aşkı, kadınlarla erkeklerin aşkına hiç benzemez. Bir iktidar büyüsüdür onlarınki. Hele kadınadam, kadından çok erkekse dünyayı yönetebileceklerine inanırlar birlikte. Her şeyi değiştirebileceklerine ve her şeye hükmedebileceklerine. Onlar bunun için bir araya gelmişlerdi. Dünyayı yerinden oynatmak için. Birisi gerçekleşen hayaller kuruyordu; diğeri hayallerin bile fotoğrafını çekiyordu. Evreni, birbirini tanımamakla mükellef parçaları ustalıkla bir araya getiren kadim irade yönetir. O yüzden Madam Arthur Bey ve Keşşaf Hanuman, zamanı geldiğinde aynı pastanede, aynı arzularla, yan yana oturdular. Ve elleri birbirine değdiğinde, yeryüzünde bir bütünün birbirinden uzak ne kadar parçası varsa, onlar da birbirlerine değdiler."



Yine bir Mine Söğüt kitabı ile burdayım...
Okuduğum 3. kitabı...
Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey...

Neden 3. kitap olarak bu kitabı seçtin derseniz bana, tamamen Deli Kadın Hikayeleri derim...
O kitaptaki aynı adı taşıyan hikaye beni benden almıştı...
Acaba dedim o hikayenin romanı mı?
Ohhh dedim tadından yenmez :))
İlk başlarda değilmiş dedim, sonradan olabilir mi acaba dedim... Yok yok dedim... Ama burası benziyor dedim... Aldım tekrar elime Deli Kadın Hikayelerini...Yine okudum...
İşin özü ben bilemedim...
Hem ilişkili, hem ilişkisiz....

Mine Söğüt acıyı çok iyi anlatan bir kadın...
Kelimelerle bastıra bastıra, sanki yaranın üzerine tuz basar gibi...
Yaptığı tekrarlarla... Acıyı daha da çok acıtarak...
Bu kitapta farklı değildi diğerlerinden...
Ama diğer kitaplarına kıyasla, bu kitap benim için daha ortalardaydı...

Nasıl bir kitap diye merak edenlere ilk önce karanlık bir kitap olduğunu söyleyebilirim...
Tam aydınlanacak mı derken karanlık Kara Yalı'ya çekiyor sizi...
Kitapta hangi olay rüya, hangisi gerçek anlamakta zorluk çektim... Algılayamadım...
Tekrar tekrar geçmek zorunda kaldım sayfalardan... O kısmı biraz can sıkıcıydı işte...
168 sayfa ama sanki 500 sayfa okumuş gibi hissettim kendimi o sebeple...
Arada sanki kopukluklar vardı...

Madam Arthur Bey bir kadınadam... Kötü bir kadınadam hatta...
Keşşaf Hanuman ile aşıklar birbirlerine... Hayallerinin fotoğrafçısı Keşşaf, Madam Arthur Bey'in...
Olcayto Ran, eski fotoğrafların peşinde... Onlardan roman yazacak...
Nagehan, hayat kadını...
Antikacı Kedileş, korkmuş...
Şehnaz Hanuman; kendini arıyor bir taraftan...
Dilsiz Maria.... Ahhh o kadın...
Bir de Ruhat Ran,

İşte tüm bu karakterlerin yolu bir şekilde o Kara Yalı'dan geçmiş, Madam Arthur Bey ile yolları kesişmiş ve nasıl bir tesadüf zinciridir ki birbirleriyle de bir şekilde bağlantılı...

Bir de falcı kadın var tabi ki... Sırtında kara kanatları olan...

Biliyorum çok karışık anlattım ama kitap karışık gerçekten...
Eğer Mine Söğüt'ü ilk defa okuyacaksanız Ben Beş Sevim Apartmanından başlayın derim...
Okuduğum 3 kitap arasında en sevdiğim oydu çünkü...

Bu kadar karışık bir kitabın neresini sevdin derseniz...
Girdap gibi debelendim içinde ama sonunu sevdim... Hafif delilik halini sevdim... Yolu seyreden o iki antıka koltuktaki sohbeti sevdim... Belki de sonundaki sadeliğini sevdim...

Birde bende oluşan fikri sevdim... Madam Arthur Bey Olcayto'dan resimlerine bakarak kendisine yeni bir hayat hikayesi yazmasını  istemişti... Dedim ki; alsam elime hiç tanımadığım eski bir resim... Hayat hikayesini yazsam... Gözlerinden, kıyafetinden tahminde bulunsam... Ailesini hayal etsem... Yerini, hislerini, sevgisini hayal etsem... Yazsam, yazsam...
Kimbilir belki birgün yazarım...
Ve yazarsam da iyi yada kötü burada paylaşırım bir şekilde...
Ama bu yazma isteği hissini sevdim...

Sonuç olarak his olarak ortalarda bir yerlerdeyim bu kitapla ilgili... Umduğumu bulamadım...
Okuyup okumamaya siz karar verin o sebeple...
Altı çizili cümlelerden belki size bir fikir oluşturabilirim derken kitabı yanımda getirmemişim :)
Yazıyı yarın günceller altı çizili cümleleri eklerim buraya :)

Sevgiyle, mutlulukla kalın ♥


* Neden anı sabitlemek ister insan? Neyi hapsetme arzusudur bu? Zamanı mı? O geniş, o sonsuz, o başlangıçsız, o tanrısal zamanı mı? Hiç anlayamadığı, anlayamadığı için de ölesiye korktuğu zamanı? Zapt etmek ister? İnsan? Neden? Bugününe, anına, yaşadığı hayata sahip çıkmayı beceremezken, geçmişin elini kolunu bağlayarak, olmuş bitmiş geçmiş gitmiş bir anı durdurmanın anlamı ne? Madem tarih tekerrürden oluşuyor, madem geçmişten hiç ama hiç ders alınmıyor... İnsanın amansız arsızlığı.

* Maria'ya güven nedir tarif et deseniz, edemez. Belki hiçlik duygusu güven dediği. Yeni bir şey olmayacak duygusu. Eskiden olanlar, zaten oldu, her şey bitti duygusu.

* Hayat tanrının hayalidir aslında. Ve tanrı da insanın ta kendisi.

* Kötü olmasa iyi hiçtir!

* Hayat yolunu hep beklenmedik, hesapsız buluşmalar, talihli karşılaşmalar sayesinde bulur. O yüzden hiçbir hayat sıradan değildir.

*Tanrısal sanılan her şey, aslında rastlantısaldır ve rastlantılar hiç yabana atılmamalıdır.

*İşte yeryüzünün en tehlikeli sorularından biri. İnsan kim olduğunu düşünmeye başladığı anda başkalaşır. Herkesten bambaşka olur. Kendi gibi olanlarla olmayanlar arasında savaşlar çıkartır. Ve ait olmadığı ya da ait olduğu kimliklerden silahlar yapar. Dağları uçurur, ormanları yakar. Dünya bir gün aniden dönmeyi durdurursa, müsebbibi bu soru olacaktır. Ya da bu soruya verilen cevap. Münasebetsiz bir cevap.

* Eğer bir erkek içindeki kadınla yüzleşmeyi göze alıyorsa ve cinsel organının işlevine hiç aldırış etmeden kendi hemcinslerinin altına yatıyorsa, içindeki kadını cebren diriltiyor demektir. Kadınlık dediğin de külliyen deliliktir.

*Kadınlar üzüldükleri, sevindikleri, meraklandıkları, vazgeçtikleri, yıldıkları, telaşlandıkları, korktukları, heyecanlandıkları, kırıldıkları, kızdıkları zamanlar hep yemek yaparlar. Baharat kavanozlarını açıp açıp kaparlar. Tencereleri tekrar tekrar yıkarlar. Bıçakla parmaklarını keser ve en azından bir bardak kırarlar. Kadınlar. Mutfakta dünyayı yeniden kurar, yeniden yıkarlar.

* Yarasını yalayarak iyileştiren kedi gibi, unutarak tüm yaralarını iyileştirdi.

* Şimdi yine rüya görüyor. Daha önce yüzlercesi gibi haberci bir rüya. Oysa gelecekten değil, geçmişten haberler almak isterdi. Olacakların değil olmuşların şifresini çözmek isterdi. Saklananları değil, kayıpları bulmak isterdi.

* Hileli bir kim kimdir oyunu gibi hayat.

*Geçmiş ve gelecek matruşkalar gibi birbirlerinin içinden çıkarlar. Birbirlerinin içine girerler. Geçmişin içinde gelecek, geleceğin içinde geçmiş; dün ve yarın iç içe geçmiş. Dünü bin bir şekilde yorumlayabilir insan. Yarını da bin bir şekilde hayal edebilir. Ama ya bugün; göbeği düne bağlı olan ve damarlarında yarının kanı akan bugün? Gözün kendi bedenini asla başkalarının gördüğü gibi göremeyişi, kulağın kendi sesini başkalarının duyduğu gibi duyamayışı nasıl eksik bırakırsa insanı, dünle yarın arasında gidip gelen sağduyu da o anı yakalayamaz ve bunun bedelini düne ve yarına ödetir.

*Yalnızlık insanı olgunlaştırır. Eğer etrafınızdaki herkes bencilse ve etrafınızdaki herkes sizin için kendi hayatını feda ettiğini söyleye söyleye, her şeyi sizin için değil kendi için yaptığını inkar ederse ve siz de dinlediği, okuduğu müthiş masallarla vicdanı mühürlenmiş bir çocuksanız, kimseye kızamazsınız. Herkesi anlarsınız. Anlamak affetmektir. Siz anlayıp affedersiniz, onlar anlamadıkları için hep kinlenir. Affınız bile kinlendirir birilerini. Düşmanı çok bir derviş olursunuz. Dervişliğiniz diken olur düşmanı kanatır durur. Kanı gördükçe üzülürsünüz. Siz üzüldükçe dikeniniz sivrileşir. Yapayalnız kalırsınız. Anlayışlı ve üzgün ve yalnız, yapayalnız. Simsiyah bir yalnızlıkta boğulur gider hüznünüz.





25 Nisan 2016

nostaljik pazartesi ile mutlu haftalar...


Hafta sonunu yatarak geçirdim...
ben artık yorulunca hasta oluyorum nedense...
Bağışıklık seviyem düşük sanırım, ya da dikkat etmiyorum bilemiyorum...
Ya da daha kötü bir teori; yaşlanıyorum ahahahaaa :))

Neyse bahsetmeyelim böyle şeylerden...
Şimdi gidelim 2010'a nostaljik kıvamda...


ben masal anlatmak istiyorum korku filmi değil....


Ben hiçbir masalı kitabına uygun anlatamadım oğluma...
Dili dönmediği zamanlar dinlemezdi, dinlemeye başladığında da masalın ortasından itibaren böyle olsun diyerek değiştiriliyor masallar...
Benim bildiğim masallar hep güzel sonla biter, adından belli MASAL...
Ama yok nerdeeeee....

Çocukluğumda rahmetlik babaannem şimdi tam hatırlayamadığım fakat literatürlerde olmayan masallar anlatırdı bize...
Bir koca kulaklı eşşek vardı mesela 3 kadının yaşadığı bir ormanda kulakları lak lak ses efektleri çıkartarak korkuturdu herkesi... Bu eşşek ne zaman anlatılsa benide korkuturdu hep rüyalarımda ama yinede dinlerdim her seferinde hiç itirazım olmadan :) Belkide korktuğumdan şimdi cicili bicili masallar anlatma isteğim...
Ama bizim oğlan tam babaannemlik :)

Dün akşam yine cicili bicili prensesimiz uyuyor kulesinde. Beyaz atlı prens gelip uyandıracak halbuki.... Ama yok öyle olmayacak işte
Prenses kuleden kaçacak, ormanda koşmaya başlayacak, uuuuuvvvvv sesleri ile kurtlardan korkacak, sonra kaplanlar onu yuvalarına götürecek ve yiyecekler onu !!!!!!
Burası alıştığım kısmı aslında asıl gözlerimi pörtlettiğim yer ise kaçma kısmında bu sefer...
Bu sefer prensesimiz kaçarken nedense (-prensesler elbise giymezmiş bu arada) ayakkabısını, pantolonunu ve t-shirt ünü çıkartıp kaçıyor.... Üstünde sadece nedenini bilmediğim şekilde kırmızı bir alt ve m-m lerini kapatan şey giyiyoruz ya (aynen böyle tanımladı) ondan kalıyor ve öyle koşuyor bu yaramaz prensesimiz....
Üşür böyle anlatmayalım istersen dediğimde cevap hazır; yok böyle olmalı diye zaten.... Eeee bari kaplanlar yemesinler annesi babası çok üzülür prensesin dediğimde ise oda ormanda böyle dolaşmasın demez mi !!!!
Eeee benim güzel oğlum ormanda prensesi yarıçıplak dolaştıran sen değilsin tabiki... Tamamen prensesin edepsizliği....

Herkes deliye ben akıllıya hasret !!!!!


Mutlu haftalar efem :))

22 Nisan 2016

Mersin notları



2 günlüğüne böyle bir yolculuğa kalkışmalımıyım diye düşünürken kendimi otobüste buldum...
16 saat cesaret istiyor azıcık :)))
Ve o caaanım yolculuk boyunca giderken 2 mola, dönüşte 1 mola verdik düşünün siz halimi...

Otobüs hareket ediyor...
Canti muavin hayırlı yolculuklar dilerken kabuklu yiyecek yemememizi ve ayakkabılarımızı çıkartmamamızı tembihliyor... Aneymmmmm bu da ne !!!!
Oytun panikde, o çoktan ayakkabısını çıkartıp bağdaş kurmuş bile çünkü :))))
Haline öyle bir güldüm ki :))) Çocuklar için geçerli değil dedim de sakinledi :))
Anonsla dalga geçen ben dönüş yolunda anlıyorum ki olması gereken, çok geçerli bir anonsmuş bu....

Bir ara otobüs ölü balık gibi kokmaya başlamıştı zira...
Muavin pıssttt pısssttt oda parfümü sıkmaz mı üzerine...
Amaninnnnnn....
Ölü balık, üzerine ağır esansı yiyince iyice mi gevşedi ne.... Bana bir gaz maskesi lütfen, nefes alamıyorum imdat diyecekken muavin yine kendi gibi canti bir delikanlıya, ayakkabını giy hemşerim diyince anonsun önemliliği anlaşıldı :)))
Lütfen otobüslere bu anonsu mecburi kılın, ve lütfen otobüse binerken ayakkabılarımızı ayaklarımıza çivileyin...
Yetkililerden çok önemli ricamdır....
Diğer önemli ricam ise tüm yolculara horlama önleyici burun bandı dağıtılmasıdır... Hoorrrhorrrraaayyyhooorrrr gibi sesler çok sinir bozucu olabiliyor....

Allahtan yüklemişim usb belleğime filmlerimi... Giderken 3, dönüşte 3 dibine vurdum :)))
Bu ne demek oluyor, yeni bir film postu çok yakında sizi bekliyor ahahaaaaa :)))


Şimdi gelelim Mersin hallerimize....
Aslında öyle çok gezmedim....
Çoluk çombalak hasret gidermece haliydi bu ziyaret....

Bu Mersinliler sonradan görmüş anacım... Bir marinaları var....
Herkes orada...
Olan var, olmayan var....
Ne o öyle toplaşıp toplaşıp habire yer bildirimi, habire selfie edaları...
Teyze kızına dedim hadi bizde gidelim şu marinaya...
Marina bir asilzade görsün... Gözü gönlü açılsın....
Kütük olmuş bacaklarla, güngörmüş çocuklarımızı topladık arz-ı endam etmeye gittik :))


Marina bizi gördüğüne pişman oldu tabiki ahahaaaa :))))
4 çocuk ortalığı kattı karıştırdı :)))
Bir ara tersten kayıp akrobasi yapıyorlardı ki ben kendilerini tanımadığımdan emindim :))
Hemen kenardan kenardan sıvışıverdim :)))
Tüm Mersin halkından verdiğimiz geçici rahatsızlıktan dolayı özür diliyoruz efem...
Hoşgörün biz masum köylüleri, hayatımızda marina mı gördük canım :))

Bir arada alışverişe kaçmışım... İşte o kadar gezdiğim...
Ama yemece, içmecenin dibine vurduğumu söyleyebilirim...


Bizim hanenin her telden çalan kadınları takdimimdir:)

Bizimkiler yeni keşfetmişler... Karaduvar diye bir yer...
Salaş balıkçılar var...
Ama işletme stiline bayıldım...
Gidiyorsun balıkçıdan balığını alıyorsun... Ne içeceksen evden getiriyorsun...
Onlar pişirip servis yapıyorlar...
Sadece salata, meze kısımlarını oradan sipariş veriyorsun...
Gayet makul rakamlara...
Bayıldım bu sisteme :)))
Buralara da lazım böyle yerler...
Evde uğraştığına değmez....

O Karaduvar buraya da gelecek... o kadaaarrr !!!!


Ve eski ama eskimeyen dostlar :)))
Asker çocuklarıydık hepimiz, diyar diyar gezdik o sebeple birlikte...
Babalar emekli olunca dağıldık... Herkes kendi yolunu çizdi birşekilde...
Dile kolay tam 30 yıl...
Çocukluk, ergenlik, gençlik...
Şimdi çoluk çocuğa karıştık ama bir araya geldik mi çocukluğumuza dönüyoruz her seferinde...
Ne çok şey öğrenmişiz birbirimizden...
Eski dostlukların tadı bambaşka...
Arada yollar olsa da hep kaldığımız yerden devam...
İnşallah çocuklarımızda beraber olurlar böyle senelerce :)

İşte 2 günün şahane özeti :)))
Uzaklık 16 saat olmayaydı iyiydi :)))

Mutlu hafta sonları diliyorum herkese...
Sevdiceklerinizle mutlu mutlu ♥


21 Nisan 2016

şarkılı haller...


Aslında bugün yol hallerini anlatacaktım, ilhamım gelmedi :)))
Koş gel dedim gelemedi... Oda bünyeyi toparlayamamış benim gibi....

16 saat git, 16 saat gel... Offf çok uzun...
İlhamım gelince anlatırım söz ;)

Bu arada hadi sana son zamanlardaki başka bir takıntımı dinletiyim...
70 lere doğru gidiyormuş gibi yap, 90 larda kal benimle :)))
Şaka, şaka...

Bugünlerde araba şarkılarım değişti... Kalben dinliyorum çoğunlukla biliyorsun...
Şimdi bir de Gökçe Kılınçer eklendi :))





Kızın tarzını sevdim, yorumunu da...
Coverlar oldukça iyi benim için....
Karakolda ayna var en zor alıştığım yorumu ama :))
Bir sevemedim ilk önce, sonra sonra hmmmm dedim...
Ekşi sonrası tatlı hissi yani :))

Bakalım sen ne hissedeceksin bu kızçe hakkında :)
Öpüldünüz çokça....



15 Nisan 2016

şarkılardan fal tuttum :)


Günaydın en kocamanından...
Bugün güneşli sımsıcak bir hava ile uyandık...
Enerji maksimumda...
Günlerden Cuma olmasının da etkisi var tabi ki :))

Hazır tatile giriyoruz, o zaman hadi dedim doğum günü şarkımızı belirleyelim...
Biraz eğlenelim :)

Buraya tıklayıp doğum tarihinizi yazın ve dinleyiniz efemm :))

Benim doğumgünüm için ne mi çıktı?


 
Helen Reddy / I am woman
Ben kadınım :) 

Evetttt, şimdi sizin şarkılarınızı da dinleyelim :)))

Bu arada bugün akşam küçük bir Mersin kaçamağı yapmak üzere yola çıkıyorum...
Birkaçgün aranızda olamayacağım, merak etmeyin beni ahahaaaa :))

Mutlu hafta sonları diliyorum hepinize..
Dostça ve hoşça kalın ♥

14 Nisan 2016

azıcık gıybet yapalım mı :)))


Bir an gıybet deyince suçluluk hissettim :)
Hadi şuna bilgi paylaşımı diyelim de kendimi hafifletiyim...

Ne güzel bir kadındır Türkan Şoray....


Her hali güzeldir kadının ama ben en çok gözlerini severim...
Bir de yanağındaki benini...
Ayrı bir hava katıyor sanki ona...

Kadınlar zamanında yaptıkları örgü modellerine Türkan Şoray kirpiği adını bile koydular... Nerden mi biliyorum, çocukken hırkam vardı o modelden :)))

Ateş parçası gibi...
Huyunu suyunu da severim...
Her daim hanımefendi halini...
Kibarlığını...

Yıllar tabi ondan da aldı götürdü...
Yüzündeki çizgiler arttı... Kilo aldı...
Ama ben onu sevmekten hiç vazgeçmedim...
Estetik yaptırdı mı hiç bilmiyorum ama yıllara yenik düşmesini de hiç garipsemedim...

Neyse efendim şimdi Türk sinemasının sultanı senelerdir çok istediği için bir albüm yapmış... Hatta yapalı çok da olmuş..
Anladığım kadarıyla şarkıcılık gibi bir derdi yok ama böyle de bir deneyimim olsun demiş...
Ses filtreleriyle, efektlerle, vokallerle götürmüş işi..
Buraya kadar hiçbirşey yok...
Ne güzel öyle yada böyle bir hayalini gerçekleştirmiş...

Ama ben klibe taktım arkadaş....


Bu tam son hali olmasa da son haline yakın bir fotoğrafı...
Şimdi de klibe bakalım...


O kadar rötuşa gerek var mıydı ki?
Tamam bak bir sürü genç var klibinde kıpır kıpır...
Yönetmen koltuğuna oturup işi kotarmışsın ona da tamam...
Biraz flulaştır falan tamam da 20 sene önceki haline ne diye dönüştürmeye çalıştırdılar seni...
Hadi onlar da akıl yok varsayalım, izleyince yok beni çok abartmışsınız neden demedin ki Sultanım...

Diyeydin iyiydi....

Neyse bilgi paylaşımım burada son bulmuştur...
Bir gün estetik yaptırmaya karar verirsem beni durdurun olur mu...
Bak sen doğallıktan yanasın ne bu iş diyin tamam mı :)))

Öpüldünüz



13 Nisan 2016

değiştim, tazelendim :)



Ne zamandır yenilenmek istiyordum, ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum...
Kararsızdım...
Kendi kendime debelenmeye başladım bir gece...
Olmadı eskiye döndüm :)

Sonra uzun zamandır takip ettiğim sevgili Shemellon 'a seslendim...
O da kıyamam tamam dedi benim gibi ne istediğini bilmeyen bir kadına :)))

Tarifim aynen şöyleydi; enerjisi pozitif, gözü yormayan, kullanımı kolay bir blog istiyorum :))
Ahahahaaaa :) Sarı çizmeli Mehmet Ağa....

Kızım senin enerji anlayışın ne, gözün nasıl yorulmuyor, renk bari vereydin gibi yanıtlar vermedi tabi ki bana :)) Tüm bilinmezliklerim içinde ne istediğini bilmeyen beni tam onikiden vurarak blogumu bu şekle soktu...

Dünden beri bayram sabahı başucuna kırmızı rugan ayakkabı bırakılan bebeler gibi durup durup bloguma bakıyorum :))) Hatta okşaya okşaya seviyorum :)
Ekranım oldukça tozluymuş mesela, blog bahanesine tozu da alındı garibanımın :))))

Sevgili Gonca'cım sana ne desem az... Çok sevdiğim bir iş çıkarttın :) Eline, koluna, emeğine sağlık...
Hele o kuş beni benden aldı...
Rüya kapanı ise anlamlı bir sürpriz oldu....
Severim seni ben :))))
Çokça severim hem de :))

Ayrıcaaaa, dün akşamdan bu yana konuştuklarımızı düşünüyorum, acayip gaz verdin bana pozitifliğinle, başardıklarınla... En kısa zamanda dedim bende... Kendi kendime tekrarladım tüm gece.. Komacaaannnn öpüyorum seni :) Komaaacccannnn da sarılıyorum :)
İyi ki tanıdım seni.... İyi ki ♥




11 Nisan 2016

Nostaljik pazartesi yazısı...



Bu hafta sonu evdeydik...
Çamaşır, ütü, yemek, bulaşık...
Azıcık kitap, azıcık film derken geçti caaanım Pazar...

Nostaljik Pazartesi yazımı yayınlayacakken dur dedim eski Nisanlara bakıyım :)
Fazla foto var diye buraya kopyalamadım...
Hadi sizi davet edelim buraya...

Mutlu haftalar ♥

8 Nisan 2016

Taze filmler var yine...



Ne zamandır film yazmıyordum, izlemediğimden değil aslında...
Yazmaya vakit bulamadığımdan....
Bu postu yazmaya sabah başladım, bakalım ne zaman bitip yayına girecek :))

4 tane taze taze Türk filmi yazısı başlasın o zaman ;)


YOK ARTIK (2015)

Filmde gördüğünüz gibi güzel bir kadro var...
Demet Evgar ve Algı Eke en sevdiklerimden zaten...
Bu yeni model absürt komedilerdendir ama izle Şebo dedim... Mahrum kalma...
Hala Oscarlara başlayamadın, bari Türk filmi skalanı genişlet :))
İyi ki de izlemişim :)))

Kısa kısa hikayelerden oluşuyor film ama bir şekilde birbirine bağlamışlar... Bir nevi meddah anlatıcılığında sanki... Bu rolü de Fikret rolüyle Erkan Kolçak Üstendil üstlenmiş.... Bir nevi başından geçen olayları anlatıyor gibi... Yok artık dedirte dedirte :)))
Filmin adı da oradan geliyor zaten...
Hafif yeşilçam esintisi de gözlenmekte tabi...
Oyuncuların hepsi şahaneydi...
Özellikle Serkan Keskin'in bir çay bahçesinde geçen hikayesi var ki (sevgilisinden ayrılan adam diyim ben o bölüme) beni benden aldı :)))

Çıtır çerez eğlenceli bir film.... Gülmeye ihtiyacımız olan bu günlerde izleyin diyorum...

Sonuç olarak bende SEVDİİİMMMMM kategorisine alınmış bir filmdir kendisi ; )

Filmi bu arada Caner Özyurtlu yönetmiş, öğrendiğimde şaşırdım şahsen :) O da kim derseniz şuraya bir tık... Sizde şaşıranlardan mısınız yoksa ;)



8 SANİYE (2015)

Bu filmi anlatmak biraz zor... Daha doğrusu spoiler vermeden anlatmak zor....
Ara ara kaçırabilirim ucunu, şimdiden söyliyim....

Başrol oyuncusu sevimli bir kız Esra İnal... Bir nevi kendi hayatını da oynamış diyebiliriz... Gerçek yaşamından ilham alınarak hazırlanmış... Daha önce oyunculuk deneyimi var mıydı bilmiyorum ama kendi hayatı olunca çok da zorlanmamış diyebilirim... Göze batmıyor anlayacağınız...

Almanya'da yaşayan bir ailenin 4. çocuğu olarak dünyaya geliyor Esra... Ablalarıyla oldukça yaş farkı var... Tekne kazıntısı anlayacağınız... Dediğim dedik, öttürdüğüm düdük diyen bir kız...
Farklı biraz....

Tek farklılığı karakteri de değil üstelik, rüyalarının gerçeğe dönüşmesi gibi bir şey de söz konusu... Garip... Çocukluğunda daha yüzeysel geçen rüyalar kız büyüdükçe derinleşiyor... Dolayısıyla sizi de çekiyor... Etkisinde biraz fazla kalmışım galiba, akşam rüya göreceğim diye ödüm koptu :)

Güzel replikler var, güzel bir romantizm.... Farkındalık yaratmak da... Bir kadının kendi başına ayakta durmaya çalışması, sancısı, acısı, mutluluğu, özgürlüğü.... Bunların yanı sıra aklımın yanıtlandıramadığı sorular da... Mesela bu kız annesiyle babasıyla yaşamak varken neden evlenen en büyük ablasıyla yaşıyor ya da yaşamak zorunda kalıyor... Orası kopuk... Ama benim için önemli bir ayrıntı....
Sonra bu kız şemsiyelerden korkuyor... İlginç bir korku... Ama mutlaka bir sebebi var... Dekor niyetine o korku yerleşmedi bu kıza... Nedeni söylenmiyor yada söyleniyor da ben anlamıyorum....

Ya da enişte Sami (Mehmet Kurtuluş) Esra'ya neden bu kadar kızgın....
Gibi.....

Bunun haricinde tasavvufi öğelere yer verilmesi hoş olmuş... Baba Mikail (Salih Kalyon) inançlı bir adam... Onunla birlikte verilmiş bu görseller... Hoş ve sevilesi bir ayrıntı oluşturmuş...

Evleniyor, boşanıyor.... Sevgilisi Mo (Fahri Yardım) ile yüzleşmesi geliyor sonra...
Sevdiği bir insanla yüzleşmenin sancısı çok güzel anlatılmış...
Ara ara polisiye de eklenmiş, eklenmese de olurmuş bence...

Kopuk kopuk anlattım farkındayım ama başka türlü anlatamazdım bu filmi...

İşin özü bir nevi kişisel gelişim, aydınlanma filmi.... Birkaç ufak ayrıntı ve kopukluk haricinde başarılı kotarılmış film bence... İzlerken hiç sıkılmadım....

Sonunu sevdim özellikle... Onun tabiriyle aydınlanmasını...
8 saniye nerden geliyor peki.... Ömer Faruk Sorak şöyle demiş;

“Güneşin Samanyolu Galaksisi içerisinde bir tam dönüşü 255 milyon dünya yılına denk geliyor. Dolayısıyla güneşin perspektifinden dünyaya baktığımızda, 70-80 yıllık bir insan ömrü, aşağı yukarı 8 saniyeye denk geliyor. Peki insanlar hayatlarının 8 saniye, yani yanıp sönen bir ışık kadar olduğunun farkında olsalardı bu hayatı nasıl yaşarlardı? Bu kadar kavga gürültüyle mi, bu kadar kinle, nefretle, hırçınlıkla mı yoksa bu hayatın değerini bilerek mi?”

Sonuç olarak ben bu filmi SEEEEVVVVDİMMMM....
Çok beklenti içine girmeden izleyin, siz de seveceksiniz... Affetmenin güzelliğini siz de hissedeceksiniz....



CELAL İLE CEREN (2013)

Ben bu filmi niye izledim... Ezgi Mola'nın hatırına ve de sırf kusur kalmıyım diye :)))
Şahan Gökbakar'ı hiç sevmem... İvedik serisi kesinlikle kenarından geçmeyeceğim ıyyyyy kategorisindedir.... Ama dedim hadi Ezgi var, önyargılı olma... İyi de gişe yaptı....
Ergenler sevdi bak... Sende kıtır ergensin bir nevi....
Gevşek gevşek izle işte :))

Tüm ruh halimi aktardım sanıyorum :))

Filmi mutlaka biliyorsunuz; Celal ile Ceren evlenmek üzere... Erkek erkeğe felekten birgece yaşar Celal Ceren'den gizli... Sonuç ayrılırlar... Barışmak için bir yol yordam gerekir vs vs...

Benim için sonuç SEVMEEEDİİİMMMM.... Bunda Şahan'ın katkısı var mıdır, evet vardır....
Onun yerine başka birisi olsa sevme ihtimalimde vardır....
Ama yok arkadaş...
Bu adamın küfürleri çekilmez....
Romantik komedinin de içine etmiş sağolsun küfürleriyle...
Hala izlemediyseniz hiçbir şey kaybetmediniz :) Son sözüm budur....




UZAKLARDA ARAMA (2015)

Kahrol sen magazin emi :))))
Neymiş efendim Yağmur Ünal için tırlarla kıyafet taşınmış... Annesinin kıyafetlerinin benzerleri hazırlanmış... Ben diyim 500 sen de 1000 kiyafet değiştirmiş... Vs... Vs.... Vs....

Bu sebepten film izlenir mi Şebo... İzlenir ahahaaaa :) Meraklı kedinin dokuz canı var ama senin günlerin 90 saat değil işte Şebo :)))

Yapıyorum böyle hatalar arkadaşlar :) Üzgünüm....
Siz siz olun bu hataya düşmeyin...

Filmin pek bir özelliği yok... Hani bir film vardı Döngel Karhanesi... Sevmiştim o filmi ben :) Metin Akpınar faktörü vardı tabiki... Hafif rol çalmaya çalışmışlar sanki bu filmden....

Bir pavyon Uzaklar kasabasına devlet büyükleri tarafından sürülür.... Kasaba halkı karşı çıkar.... Kavgalar, çatışmalar.... Bu arada bir aşkda çıkar tabi ki filmimizden olmazsa olmazlardan...

Neyse lafı fazla uzatmıyım... Ne dedikleri gibi kıyafetler yeşilçamvari şıkır şıkır... Ne öyle şarkılar türküler.... Evet birkaç eğlenceli sahne de yok değil hani... O kadar gömmüyüm filmi şimdi :)

Ama ben umduğumu bulamadım sonuçta...
Demem o dur ki ben filmi de SEVVVVMEEEEDİMM....
Yağmur'dan oyuncu da olmaz bu arada :) Annesinin yeteneği geçmemiş....

Bir ara Türkan Şoray'la alakalı da dedikodu yapıyım size ama daha sonra ;)
Akşam oldu, uzatmadan yayınlıyım artık bu postu....
Ne zor şartlarda yazı yazıyorum düşünün artık :))
Sabah 10:00 du yazıyı hazırlamaya başlayalı şimdi neredeyse 19:00 olmak üzere....
İş-yazı-iş-yazı.... Şahane bir döngü :)))

Mutlu hafta sonları hepinize....








7 Nisan 2016

instagramın mart hali :)


Günaydınlar

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde
Develer tellal, pireler berber, karınca dülger iken
Eski hamamın tası yok, peştemalin ortası yok.
Falan filan karıncayı nallayıp sırtına palan vuran,
Duydun mu sen hiç böyle yalan?
O yalan, bu yalan, fili yuttu bir yalan.
Heybenin gözünden camız yavrusu düştü.
Eşeğe binip deveyi kucağına alan ağalar,
Söyleyinn bakalım buda mı yalan?
Yalanı yuhalayalım, hadi bakalım masala başlayalım....

Yok biz masala değil, instagram seçmecelerine başlayalım :)))



Madem bugün #tbt günü ben de bu kervana katılıyım dedim..

Herhalde 6-7 yaşlarındayım, dökülen dişlerimden tahminim :)))

Rahmetlik anneannemin dizi dibinde şımarmaca muhtemelen.... 
Mekanı cennet olsun, bende emeği çoktur... 

Anneannemin en çok da şekerli ekmeğini özledim

Dişlerimi fareler yemiş :))
Çirkin Şebo :P
Çok da fenaydım o zamanlar...
Eskilere özlem benimki işte....


Başarısız bir ananas köklendirme işlemi daha..

Bunun bir püf noktası var da ben mi bilmiyorum yoksa bu ananaslar bana kıllık mı yapıyorlar. 
Bu kaçıncı oldu hatırlamıyorum. 
Bir haftada köklenmesi lazımdı ama yaprakları kurudu gitti :((

Ananas yetiştirmek benim de hakkım..
Bilen varsa söylesin..
Tamam beceriksiz olabilirim ama
Öğrenme hakkımı kullanmak istiyorum....



Dünya emekçi kadınlar günümüz kutlu olsun ❤ 

#8mart





O kadar uzun süredir gezmiyorum ki, özlemişim gezme hallerini...

Bahar gelmiş madem dedik ve iyot kokusu çekmeye geldik...
Mutlu pazarlar ♥ ♥ ♥
Stres atmanın en iyi yolu gezmek...






Bugün de böyle ♥ ♥ ♥

Semaver keyfi...
Su sesi, aile sesi, para sesi olmasa da olur...
Değirmenboğazı
Bugün keyifler şahane






5 Nisan 2016

Torpilli çocuk nasıl oluyor derseniz bize bi danışın :))


Şimdilik başlığı boşverin...
Onu daha sonraya bırakayım...
İlk önce ana oğul marifetlerimizi sergileyelim size...


Bu benim paşanın ingilizce performans ödevi...
Kendileri hayvanat bahçemiz olup "Oytun's Zoo" diye adlandırılacaktı aslında...
Olay çok basit... Hayvanlar... Hayvanların ingilizce isimleri... Biraz görsel.... Bu kadar...
Benim paşa hayvanat bahçesi aydınlatmalı olacak diye tutturunca evdeki doca kişisine başvurduk...
Söylediğim cümle aynen şöyle; Biz bir köpüğün üstüne hayvanları koyup hayvanat bahçesi yapacağız ama aydınlatılması lazım. Halledebilir misin?"
O da doğal olarak "Yarın hallederim." dedi....
Bu da gayet doğal bir cümle sorumuza cevap niteliğinde... Hiç bir anormallik yok....

Yarın oldu....
Kendisi ertesi gün tavan aydınlatmamızı getirdi....
Çöp şişlerimize geçirip tavanımızı yerleştirdik veeeee oldumu sana "Oytun's Disco"
Ahahahaaaaaa :)))
Hatta başka bişey daha diyebilirim ama demiyim :)))
Anladınız siz onu :)))))

Dahiyane bir aydınlatma :)
Neyse paşam mutlu ya... Önemli olan o....
Gerçi öğretmen görsel eksikliğinden seçmemiş ama neyseeee :)))
Tartışamayacağım bu konuyu ahahahaaa   :)))


Şimdi gelelim başlık konumuza...
Cuma günüydü sanırım... Okul çıkışı akşam eve dönüyoruz...
Günün nasıl geçtiğini konuşuyoruz arabada...
Bizimki bir laf atıverdi ortaya;

O... Anne biliyor musun ben çok torpilli bir çocuğum....
A... Nasıl yani !!!! (Bir an kal geldi)
O... Basbayağı çok torpilli bir çocuğum işte...
A... İşte nasıl ??? Örneklesene bana torpilini...
O... Hani ilkokulda sınıfımızı değiştirmişlerdi ya bizim...
A... Evet....
O... Okulun en büyük sınıfı bizimdi... Torpilliydik yani... Biz mezun olunca kütüphane yapmışlar o sınıfı... Bizden başka kimse girememiş.... Bir de çeşme vardı ya bahçede benim su içtiğim...
A... Ne olmuş çeşmeye?
O... Onu değiştirip çirkinleştirmişler.... Ben güzel çeşmeden su içtim, torpilliyim o yüzden...
A... ( Güleceğim gülemiyorum gibi bir haldeyken söyleyecek bişey de bulamıyorum ) Başka var mı peki?
O... Hani ben bu okulumda biraz yaramazım ya...Öğretmenim bana "Oytun sevimli olmasan hiç çekilmezsin" diyor... Bak yine torpilliyim.... Bir de siz zengin değilsiniz aslında ama istediğim herşeyi alıyorsunuz... Bak yine torpilliyim...
A... Bu son kısım yağlamaca  / yıkamaca cümlesi biliyorum diyen iç sesim olur ahahahaaaaa :)))

Anlayacağınız odur ki şansı torpil olarak algılayan bir paşam var bugünlerde :)))

Torpiliniz bol olsun canlar :)))))