11 Şubat 2025

hadi canım sen de...

 


Dün akşam bir mevlitteydim. Dualar okundu, kalabalık dağıldı derken çay servisi başladı. Benden genç bir hatun kişisi çay dağıtan kızçeme "şu anda mutfakta değilsem ve oturduğum yerde bana çay ikram ediliyorsa ben yaşlanmışım demek ki" dedi ve beynimden çlink çlink bir anahtar sesi geldi...

Evet bana da çay ikram ediliyordu ve ben mutfak ekibinde değildim. Şebocum otur sen demişlerdi...

Vay beeeee :/

Söyleyeceklerim bu kadar....

7 Şubat 2025

2024 / OKUDUKLARIM - 1

 Bazı geri dönüşlerin artık yaşanması gerekiyordu ve geri döndüm

Anlatacaklarım birikti ama nereden başlayacağımı da bilemiyorum. Şebocum ilk bildiğin yerle başla o zaman dedim kendime ve kısa kısa kitaplarımı yazmaya karar verdim. Başlayalım o zaman 2024 te neler okumuşum yazısına. Biraz uzun bir yazı olacak sanırım 😊


1- YAZ EVİ / MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU


Yazarla bu sene tanıştım ve okuduğum bu 2. kitabı. 11 öyküden oluşuyor. 
İçinde en sevdiklerim "Basamaklar" ve kitaba da ismini veren "Yaz Evi" oldu.  Bazı öyküleri çok ortada kaldı benim için ve dolayısıyla sevemediklerim de var aralarında bu öykülerin.
Anlatımı sade ve kelimelerle oynama tarzını sevdim yazarın. Belki diğer kitaplarını da okumaya devam ederim, bilemiyorum...

Altıçizililerim;

* Kiminin karnı toktur madalyayla uğraşır; ama aç olan madalyasını ekmekle değiştirir.

* Bir şeyin en son adı değişir. İş ad değiştirmeye geldiyse, zaten her şeyi değişmiş demektir. Aynı kalan, değişiklik göstermeyen bir şeyin durduk yerde adı neden değişsin? Adı değişmişse artık o yoktur. Değişmiş ada uygun yeni bir şey vardır.

* Yaşarken, sokağının havasını, evinin kokusunu, evindeki sesleri, eşyayı, hepsini bilirdim. Bunlardan herhangi biri bile, bana onu anımsatmaya yeterdi. Oysa bu mezar bir şey anımsatmıyor. Evini seçme, döşeme şansı var da insanın, mezarını yok.


2- RUN GÜLÜZAR RUN / AYŞEGÜL KOCABIÇAK


Bu kitabı nerede zihnime kazıdım bilmiyorum ama uzun bir süre basılmasını bekledim. Tam aldım bu sefer de okunacaklar arasında sırasını bekledi derken bu seneye kısmetmiş okumak.

Kitapta Gülüzar'ın günlüğünü okuyoruz. 9 yaşındaki macerası 18 yaşına değin sürüyor. Önsözde gerçek bir günlükten yola çıktığını ve bazı imla hataları dışında hiçbir kelimeyi değiştirmediğini söylüyor yazarımız ancak bundan çok da emin değilim açıkçası. Bazı yazılarda kurgu olduğunu okudum ve hangisinin doğru olduğuna karar veremedim. 

Malum ülkemizde kadın olmak zordur. Gülüzar'da çocukluğundan bu yana nasibini almış tüm o sorunlardan ve zorluklardan. Bir babaanne var ki başında, yedi düvele yetmiş zaten. İç sesim sürekli o kadının baş gösterdiği sahnelerde yatacak yerin yok senin diye bağırdı.

Komik kız aslında Gülüzar. Cin gibi de... Hayatla ilgili her şeyi bir şekilde küçücük kafasında sorguluyor. Güldürürken içimi de acıttı bol bol. 

Sade, basit, kısa ama dolu dolu bir kitap... Benim için keyifli bir okumaydı...

Altıçizililerim;

* Büyükler çok ikiyüzlü Günlük. Bizimkiler daha da çok. Sevmediklerinin bazılarından korkuyorlar ve duygularını belli etmiyorlar. Hem korkmuyor hem de sevmiyorlarsa o zaman da çok kötü davranıyorlar.

* Bu namus ne biçim bir şey! Hem çok kolay bozuluyor hem taşıması çok zor.

* Bence dünya olması gerektiği gibi değil. Şayet bunun bir düzen olduğunu söylüyorsa insanlar, düzensizlik daha insancıl.

* Kahramanlara ihtiyaç duyulan her yerde derin acılar vardır.

* Olmazın bir açıklaması yoktur ki.  Açıklama istemek zorlamaktır, zora sokmaktır. Olursa olur zaten.

* Bazen kendimi şu yeni çıkan, çok renkli tükenmezkalemler gibi hissediyorum. Annemin yanında başka, babaannemin yanında başka, Kuran kursunda başka, kızların yanında başka renk oluyorum da asıl olmak istediğim renk olamıyorum bir türlü. Her rengimi deniyor çevremdekiler. Beni görmek istedikleri renge basıyorlar, hop o renk oluveriyorum. Peki, Gülüzar aslında ne renk, düşünen, merak eden, soran yok, biliyorum.

* On yedisinde, kız çocukları evlenir ancak, erkeğine kıyamaz bu millet! Kız kısmının hamı makbuldür, er kişinin olgunlaşması beklenir.


3- MAVİ KUŞ / MUSTAFA KUTLU



Yine yeni bir tanışma ve memnun ayrılma kitabı.

Eşyalarıma isimler takmayı sevdiğimden eski bir otobüse "Mavi Kuş" denmesi kitapta en sevdiğim ayrıntılardan biriydi. Bir de okumayı çok seven doktora karısının "ya kitapların ya ben!" demesi :))))

İsmi kendisine çok yakışmış otobüsümüzle ve birbirinden ilginç yolcularıyla birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz kitap boyunca. Oldukça eğlenceli bir yolculuk üstelik. Anadolu'nun birbirinden sıcak birbirinden hüzünlü ve aynı zamanda eğlenceli insan hikayeleriyle kitabın sonuna kadar geliyorum ve final oldukça sürprizli üstelik. Finale mi güleyim yoksa kendi şaşırışıma mı bilemedim :)

"Issız bozkırın ortasından geçip giden bir otobüs
Otobüsün ardı sıra uçup gelen bir uçurtma
Sanki bir çizgi-roman
Sanki bir çocuk resmi
Bir masal minyatürü"

Altıçizililerim;

* İnsan sadece kaştan, gözden, gövdeden mi ibaret? Ayna dediğin, taşı toprağı, evi sokağı da gösteriyor. Mühim olan bu vücudun içini görebilmek. Kalbin aynasında ne var, ona ulaşabilmek.

* Taşranın âhengi bir yeraltı nehri gibidir. Üstündekileri besler, büyütür ama gücünün sırrını açığa vurmaz. O sebeple zâhire değil, bâtına bakmak lazımdır.

* Unutmak olmazsa insanoğlu nasıl yaşardı bunca acı ortasında.
Ya hatırlamak!
Evet, o da var. Ömür böyle geçiyor işte; kâh unutup kâh hatırlayarak.


3- RÜZGÂR GERİ GETİRİRSE / MEHMET ZAMAN SAÇLIOĞLU


Bu sene 2 kitabını okuduğum yazarla tanışma kitabımdı. 
İçinde 7 tane öykü var ve ben en çok içlerinden "Heykel" ve "Migurlar" ı sevdim.  Masalsı bir dili var öykülerinin ancak her öykünün sonuna geçiş yapacağı öyküyle ilgili bir nevi tanımlama yazısı koymuş. O kısımları çok sevmedim sadece. Bana biraz fazla didaktik geldi diyebilirim...

Bunun dışında gerçekten okuması kolay öyküler. Sanırım zaman içinde diğer kitaplarını da okurum yazarın.

Altıçizililerim;

* Aslında "Şimdi" hiç yok belki de. Geçmiş ve Gelecek var yalnızca. Bir de onları ayırdığını düşündüğümüz ama aslında onları birleştiren, düşünüldükçe daha da incelen bir çizgi var. Yani, şu iki harflik çizgi: "An". 


4- SIFIR / ONUR CAYMAZ



Bir tanışma ve çile kitabına geldi sıra şimdi :))

Kitabı elimden bırakmakla okumak arasında çokça gidip geldim bu kitapta... Ara ara döndüm yazarı tanımaya çalıştım... O sebeple bu kadar zaman içerisinde 600 sayfalık bir kitabı bitirmek benim için mucize ♥

Bir röportajında bu kitabı 7 yılda yazdığını dolayısıyla okumanın da meşakkatli olacağını söylemiş.... Bir nevi benim çilemi anlayın mı demiş bilemedim :))

Kitabı özetleyecek olursak 4 ana karakterimiz var kitapta. Ölümsüzler ve ölümlüler mi desem onu da bilemedim gerçi :/ Tarihin ilk kundakçısı Herostratos, Kızıl Ordudan günümüze gelen katil İlya, 7 Tip'linin öldürüldüğü gece çektiği fotoğraflar nedeniyle başı dertte olan İlhami ve kitapların arasından reklamcılık dünyasına geçen kendi halinde Reşat... Bir de Gaybi Bey var, yazıcı...

İşte bu birbirinden kel alaka 4 kişi 600 sayfa boyunca eviriliyor, çevriliyor ve İstanbul'u nazilerden kurtarmaya çalışıyorlar... Biraz bilim kurgu yanı da var haliyle kitabın...

Aslında İlhami ve Reşat'ın anlatıldığı kısımlar iyi gidiyor kitapta ama iş Herostratos ve İlya'ya gelince ne oluyor diyor insan bolca... Hoş nokta atışları da yok değil ama bende durumu kurtarmadı maalesef...

Evet çile çektim kitabi okurken ve  yazarın dediği gibi çilemi doldurdum... Darısı diğer okuyanların başına :))

Altıçizililerim;

* Anlamanın temel kuralı, durduğun, her şeyden emin olduğun noktayı kaybetmek pahasına, farklı yerlere çekilip bakmak.

* Ölüm en eskimezi dünyanın. Üstelik bunca tanıdık olmasına karşın her seferinde ilk kez öğreniyor gibi şaşarsın ona. Öyle ya sen de ağladın, üzülmüş gibi eğdin başını, dudak büzdün, surat astın cenazelerde. Toplumsal olaylardaki tavırlar da üniformalılar gibi pozdan ibarettir. Rol yaparsın. Fakat her şey ölür ve o kadar üzülecek şey de yoktur. Bugün artık ölüm, ölen "önemli" biri değilse, gazetelerin para kazanması için verilmiş ilanlardır...

* Acı çekmek gerçek, acımak yanılsamadır. Acımaya inanmadı. Acımak sevmekle, sevmemek arasındadır. Acımak doğal değildir.  Doğada görülmez. Düşen yaprağı için dal üzülmez. Kıyı, suyun götürdüğü kumun ardından gözyaşı dökmez. Arı balını çekip alırken zerre üzülmez çiçeğe; sarmaşık büyüyebilmek için gövdesindeki canı emerken, suçsuz olduğu halde umursamaz ağaç; sarmaşık da suçsuzdur çünkü (buna aşk da derler bazı vahşi kabilelerde). Örümcek, ağına düşürdüğü sineği yerken tereddüt etmez, açtır. Acımak, yanlış anlaşılmadır sadece.

*  Okunmayan metin, kâğıda düşmüş leke... Çünkü yazı ancak okunduğu vakit yaşamaya başlayabilir, sadece gözle.

* İktidar bilgisi insanı arlanmaz yapar, bunu bir kere yaşayan, tekrarındaki büyüye tutulur. Tekrar dediğin şey baş belasıdır, her yinelenişte başka şey buldurur yineleyene. Üstelik kimse dünyanın en tepesine doğru çıkmışken dibe batmak istemez.

* Akıl sağlığı yerinde olan bir insan, varlığını tehdit etmemiş, hiç tanımadığı insanları öldürmek için birileriyle nasıl savaşabilir?

* Yüz, ne yaşadıysa taşır.

* Şifre kelimesi, Arapça sifr'den gelir... Sıfır ile akrabalığı var. Çünkü kadim Doğu, asıl çözülmesi gereken sırrın var olmak değil yok olmak olduğunu çözmüştür. Cennet için cehennem gerekir... Varlığa yokluk gerekir!

* Görmek, gözlerini kapatmadığın sürece kaçınılmazdır; bakmaksa seçim, üzerinde çalışmak gerektirir. Gözlerini kapatsan da bakma ihtimali süreklidir. Bakmaktan, ölmeden kurtulabilmek mümkün değildir.

* Eşkıyadan kahraman olabileceğini düşünmediğim yaşlar, kahramanların iyilerden seçileceğini sanıyordum; o halde eşkıyalar kötüydü demek, onların her zaman kötü olması gerektiğine inanırdım. Kötünün ve iyinin, zamanla, kişilerle ilgili olduğunu, bakış açısına göre değiştiğini bilmiyordum.

* Hep kendiyle birlikte olduğu için insan varlığını kendine yakıştırdığı haliyle hatırlıyor. Bunca çirkin insanın yaşama şansı buradan doğar. Demek ki insan, kendini hatırlayabilen bir canlıysa, çok zaman da yabancı olabilir kendine.

* Kim, nasıl olursa olsun, insan, içine bakınca her daim ışıyan şeyler bulur. 

* Çocukluk da hayat gibi, iyileşmemesi gereken bir hastalıktır...

* Kim taşıyor olursa olsun, var olan en güçlü duygulardan biridir kin, dinç tutar insanı. 

* Gerçekten cesur olana en büyük kuvveti, karşısında onu korkutmak, bastırmak isteyenler verirdi. 

* Gelecek, şimdiyi yaşarken gözden kaçan, fark etmediğimiz çoğu olayın yakın zamandaki sonucudur; gelecek diye beklenip delice hazırlanılan, aslında bitmeyen bir şimdidir...

* Yaşam genç olanı yeşertmekten yanadır, yaşam için mutluluk mutsuzluk fark etmez, ellerinin arasında bulduğu ne varsa emzirir o kutlu sütüyle, büyütüp geliştirir. 

* Bilmeden gitmek en güzeli gitmeler içinde.

* İnsan beklenti taşımaz, kaybedecek şeyi olmazsa korkmaz. Dikkat et, cesur insanlar yalnız; müzmin yalnızlar, insanlardan bekleyeceği kalmamış kimselerden çıkar...

* Bir savaşın eşiğinde ülke yoksullaşırken en çok artan şeydir sefa çünkü herkes bilir de hiç kimse felaketi görmek istemez; insanların çoğu, her zaman, inanmak istediği şeye inanır. 

* Fark edilmediğinde tesadüf de ortadan kalkar, tesadüfün Tanrısı, farkındalığı yüksek kişilerle ilgilenir.

* Bazı insanların öyle sakin dururlarken biriktirdikleri tutkunun sırrını kimse araştırmadı. 

* İnsanın en çok kendisiyle baş başa kaldığını düşünüyordu yürürken. Bu yüzden insan, kendisini mümkün olduğunca sıkılmayacağı biri haline getirmeliydi. Çünkü insan her yerden çekip gidebilir fakat kendisinden sıkılırsa... Mümkün değil... İnsanın terk edemeyeceği tek kişi kendisiydi.

* Bir gizi olanın, yedeğinde her zaman korkusu da olur. 

* Her hikâye, gerçeğe başka yerden bakar; tutulan, sevilen, kalır, tutunamayan unutulur.

* Tanrıça, başkalarının evindeki yoksullukla kendi evindeki varsıllığı karşılaştırma gereği duymamıştı hiç... Karşılaştırmak, anlamanın en basit yoluydu üstelik...

* Ortalama insanın sorusu yoktur, ortalama insana nefret edilecek figür yeterlidir. 

* Hayranlık uzayıp giden çiçek saplarıdır, kesersen biraz daha yaşar.

* İnsanlardan ayrılsak bile kokuları bırakmaz bizi, yoklar arada. En kalıcı şeydir kokular, görüntülerden de kalıcıdır.

* Neden? Soru virgül, cevap noktaydı çünkü. Virgül, düşünmeyi sürdürmek içindi, nokta son.

* "Hep sor olur mu güzel oğul," diyordu. Vagonların tıkırtısı. "Kara gözlü oğul, kirpikleri diken oğul; içinde hep soruların olsun. Hep sor." Hızla yol alırken birbirine çarpıyordu çelik. "Sadece anlamadıklarını değil, anladıklarını da sor aslanım..." Kavaklar. Kış günü bomboş, yapayalnız kavaklar... "Asıl sorular, anladıklarından çıkacaktır babasının canı... Bildiğini sandığın ne varsa, bilmediğinden daha çok onu sor.", "Neden?", "Neden, nasıl?" Dinmeyen, ninniye benzer tıngırtı, tekrarın büyüsü. "Başkalarına da değil canımın canı, en çok kendine sor, insanın kendisine sorduğu soru, en değerlisi, en zoru." Arada sürekli çarpan ara kapı. "Cevap bulamamaktan korkma can oğul, ararken duyduğun yalnızlık, en büyük cevap..."

* Babalar ölünce büyürüz. Sorun değil. Fakat anneler ölünce, bir daha hiç çocuk olamayacağını anlar insan. 

* İnsanın özgürlüğü, erdem takıntısından kurtulmak; kurtuluşuysa korkulardan arınmak sadece...

* Kimileri öldüğünde unutulur, kimileri unutulunca ölür, arada sadece zaman farkı vardır.

* İnsan rakı içerken olsun maziden bir şeyler hatırlamıyorsa rakıya ayıp değil mi ama!

* Tavşan korktuğu için kaçmaz, biliyorum, kaçtığı için korkar. 


5- BANA KUŞLAR SÖYLEDİ / YEKTA KOPAN


Yekta Kopan ilk hayatıma Oscar izleme serüvenlerimde girdi. Sonradan sonradan hayata karşı duruşunu da sevdim. En çok da sürekli gülümsemesini ve hayata pozitif bakışını... Bir gün tesadüf eseri "Aile Çay Bahçesi" geçti elime ve okuyunca aşık oldum diline...

Eskiden hikaye okumayı sevmezdim, okuyamazdım.... Isınma turlarımda Yekta Kopan hikayelerinin desteği çoktur...

Yine bir hikaye kitabı... Çocuk kahramanları tek tek dile geliyor, anlatıyorlar... Kimi kırgın, kimi kızgın, kimi arayışta, kimi sevginin peşinde... Bir gecede bitiriverdim, bırakmak istemedim...
Çok kırılgan hikayeler... Hele birkaç tanesi içime mıh gibi saplandı...

Canım Yekta Kopan sen hep yaz ♥

Altıçizililerim;

* Diğeri, sizin cahilliğiniz yüzünden başımıza geldi bunlar, diye bağırırdı. Kavga edenleri hiç heyecanlanmadan dinlerdik. Öylesine bağrıştıklarını bilirdik, ertesi gün kaldıkları yerden devam ederlerdi çünkü.

* Göstermek, anlatmaktan daha güçlüydü.

* İnsan karanlıkla bir kere tanıştı mı bir daha istese de kurtulamıyor ondan.

* Geçmişini bilmeyen kediler, geleceğini kuramamış insanları bir bakışla avucunun içine alabiliyormuş. 

* Belki de bir canlının yüreği sadece çocuklukta dilediğince atıyor. Korkmadan, hesaplamadan, bütün mümkünlere inanarak. Büyüdükçe sadece kan pompalıyor kalp. Kendini bildiğin gün korkuyu da biliyorsun belki.

* Mutsuz ruhlar, ancak benzerlerinde temize çekebiliyor kendilerini.

* Çocukluk, çitlerle çevrilmemiş bir özgürlük bahçesidir. Düşünce atları özgürce koşar orada.

* Çoğumuz çocukluğa dair tek bir anıya sarılırız bazen. Bir gün, bir kişi, bir olay... Bütün çocukluğumuzu onun çevresinde öreriz. Hani çocukken bir yerimiz yara olduğunda tentürdiyot sürerlerdi üstüne, sonra da yanmasın diye üflerlerdi. Hayatımız boyunca birileri yaralarımıza iyi gelecek bir şeyler sürsün, sonra da acımızı almak için üflesin diye bekliyoruz.


6- HUYSUZ KİTAPÇI FİKRY'NİN İNANILMAZ HİKAYESİ / GABRIELLE ZEVIN


Geçen sene filme uyarlanan bir kitabı okuyup ardından filmini izlemek gibi bir maddeyi kişisel okuma hedeflerime eklemiştim. Uzun süredir okunacaklar arasında bekleyen bu kitabı da filmine internette rastlayınca hemen okumaya başladım.

Kitabın bir kitapçıda geçmesi kesinlikle oldukça güzel bir atmosferdi benim için. Hatta hayalini bile kurdum 😀 Tabi Fikry gibi huysuz bir kitapçı olmazdım ben 😉

Çıtır çerez bir kitap diyebilirim. Bolca yeşilçamvari klişeler ve tahmin edilebilirliği yüksek bir kurgusu olsa da o kitapçıya yolu düşen ve kitap okumayı seven karakterlerle birlikte olmak güzel bir histi... Kitabın son çeyreğinde konuları çabuk ve gelişigüzel toparlayıp finale gitmesi bende biraz hayal kırıklığı yaratsa da keyifli bir okumaydı.

Filmi için tabii ki aynı şeyi söyleyemeyeceğim, kitaptan sonra o daha da gelişigüzel aktarmıştı konuları 😁Kitabı okumasam bazı yerleri anlayamayabilirdim hatta...

Çıtır çerez kitaplardan hoşlananlar bu kitaba bayılabilir...

Altıçizililerim;

* Üslup dostum, içerik değil.

* Yalnız yaşamanın zor tarafı, yol açtığı dağınıklığı yine kendisinin toplamak zorunda kalışıydı.
   Hayır, yalnız yaşamanın asıl zor tarafı, sizin üzgün olup olmadığınızı kimsenin umursamayışıdır.

* İnsanlar politika, Tanrı ve aşk hakkında sıkıcı yalanlar söylerler. Ama şu soruya verdiği yanıttan bir kişi hakkında bilmeniz gereken her şeyi öğrenirsiniz: En sevdiğin kitap hangisidir?

* Kitaplar bazen karşımıza çıkmak için doğru zamanı bekler.

* Hayatında başına gelen her kötü şey, büyük çoğunlukla kötü zamanlamanın sonucudur; her iyi şey de doğru zamanlamanın sonucu.

* A.J. dünya üzerindeki bütün değerli şeylerin, tıpkı yağın etten sıyrılışı gibi, dilim dilim koparılıp atıldığı fikrindeydi.



7- İZANSIZ MAHALLE / MEHMET ÜNVER


Bak bu kitaptan tam bir Yeşilçam filmi olur diye başlayayım bu kitabı anlatmaya :))

Anlatıcımız bir çocuk... İstanbul'da boğaza bakan bir mahallede geçiyor hikayemiz. Eski zaman mahallelerinden işte. Bir yaz günü sokağa iki hafif meşrep hatun taşınıyor ve zaten dedikodusu, aksiyonu bol olan mahallenin de şirazesi iyice kayıyor.

İçerisinde fazlaca argo bulunduruyor aslında. Röntgencilik konusu da fazlaca abartılmış sanki. Ya da bana tuhaf geldi bilemiyorum. Yine de okurken sıkılmadım. Çocukların o oyunları, teyzelerin kapı önü bitmek bilmez lafları derken eskiye de bir nevi özlem içermesi çekiciydi.  

İzansız mahalle fazlaca örtülü dejenereydi... Hissiyatımın doğru tanımlaması bu oldu sanırım...

Altıçizililerim;

( Şaşırtıcı bir şekilde altını çizdiğim bir cümle olmamış iyi mi 😲)




Günlerdir bitirmeye çalışıyorum bu yazıyı ama paslanmışım :/ 
Tıkanıp kalıyorum ve ilerleyemiyorum...
Yazı da hayli uzun olacak o sebeple bölüm bölüm yayınlayayım diye düşündüm... Kaç bölümde biter allah kerim 😀 

En yakın zamanda yeniden görüşmek üzere


9 Mart 2024

Oscar Töreni Öncesinden Bildiriyorum 😀


Eskiden ne kadar uzun uzun yazardım...
Filmleri enine boyuna döker, uzatır da uzatır hatta üstüne maratonlara falan katılır çok heyecanlı bir sezon geçirirdim...
Yıllar yıllar geçti, ben izleme hevesimden hiç uzaklaşmadım. Sadece yazma konusunda tembelleştim :/
Bu sene de animasyon ve teknik kategorilerden bir kaç film dışında hepsini izledim... Hepsini teker teker yazamayacağım zira bu yazı bitmez o zaman 😂

Bu sene beni en etkileyen filmler uluslararası kategorisindeydi... Muhteşem filmler izledim diyebilirim...
Seyrettiğim filmler arasında en sevdiklerim Past Lives ve Perfect Days oldu. O dingin halleri ile anlatmak istediklerini o kadar net anlatmışlardı ki hayranlıkla izledim... Gözümü kırpmadım desem yeri vardır...

Filmler arasında en kendimi uzak hissettiğim film Barbie oldu sanırım... Feminizm temasını işlemese o pembe dünya beni daha da çok bayabilirdi ama orada da yardımıma America Ferrera yetişti ♥ Oyunculuğu ile benim filmden uzaklaşmamamı sağladı diyebilirim...

Bu sene sanırım Oppenheimer filmi törene damgasını vuracak gibi gözüküyor... 13 dalda en fazla adaylık çıkartmasından bu sinyali yakalamıştık zaten... Uzun olmasının haricinde benim için bir sıkıntı yoktu filmde derken bak aklıma geldi. Bir dehanın aklanma projesi olarak biraz düşündürdü beni. Neden derseniz icadı mucidimizin deneysel faaliyetleri ve sonrasında gelişen olayların sonuçları hakkında çok da detay verilmedi... Vicdan muhasebesini ne bizim yapmamıza müsaade etti ne de karaktere böyle bir misyon getirdi... Kemiksi yapısıyla robotik zeki bir adamı koydu karşımıza ki Cillian Murphy de hayatının performansını anatomik yapısı sayesinde oldukça başarılı bir şekilde sergiledi...

En fazla adaylık alma konusunda 2. başarılı filmimiz Poor Things oldu ve 11 adaylık çıkarttı... Bireysel performansları oldukça başarılıydı aslında, ancak beni duygusal olarak irrite  eden sahneleri sağ olsun filmle bağ kuramamamı sağladı. Modern bir Frankenstein filmi denilse de yok benlik değildi... Ama bu arada hemen ekleyeyim yardımcı erkek oyuncu adaylığında net bir şekilde Mark Ruffalo yerine Willem Dafoe 'yı görmek isterdim.

Killers of  the Flower Moon yine uzunluğuyla vurdu beni... Mabadımın düzleştiğini hissettim yeminle izlerken :))  Yine sezon içerisinde çok konuşulan filmlerdendi ve 10 adaylık gibi hatırı sayılır rakamla listelere girdi. Leonardocuğum aday gösterilmemesi nedeniyle yine hayal kırıklığına uğramıştır eminim... Oscar heyeti umumiyesi sanırım böyle kamçılıyor yakışıklımı 😄 Filmden daha çok burada duru oyunculuğuyla Lily Gladstone hakkında konuşmak lazım aslında... Mimiksiz, abartısız, ve dik duruşlu Mollie'nin hikayesini öyle bir ete kemiğe büründürmüş ki bakışların yeter be hatun demekten kendimi alamadığımı belirtmek isterim.

Gelelim Bradley Cooper ve Maestro hakkında söyleyeceklerime... Filmi genel anlamda sevdim. Benim sevdiğim karakter yapısıyla gayet keyifli bir seyirdi. Filmin yıldızının Carey Mulligan olduğunun altını çizerek söyleyebilirim. Fakat sevgili Bradleyciğimiz kendini öne çıkarmak için o kadar kasmış ki bir takım hesapları yanlış yapmış düşüncesindeyim. Evet abartılı bir karaktere abartılı oyunculuğuyla yarenlik etmiş ama bunu yaparken seyircinin kime daha çok aşık olabileceği ihtimalini ıskalamış maalesef. Bu filmin matematiği farklı işleseydi sezon boyunca bu filmi konuşabilirdik diye düşünüyorum.

The Holdovers bu sezonun en duygu geçişli filmi olduğunu iddia etsem yanılmış olmam sanırım. Karakterlerini inanılmaz bir güzellikte işlemiş. Oyuncularımız da hakkını vermiş tüm karakteristik özelliklere. Basit bir konuyla duygu şöleni çıkartmış ve her bir karaktere sarılmamızı sağlamış. Eski filmlerin o samimiyetini yakalaması da bonusu olmuş. Gönül Paul Giamatti 'nin ödül töreninde atağa geçmesini istese de kemikli anatomiye yenilecek düşüncesindeyim. Amma velakin Da'Vine Joy Randolph 'un yükselişine kimse çelme takamayacak gibi duruyor şu anda.

Tüm filmlerden kısa kısa yazmaya kalksam bu yazı bitmeyecek... O sebeple ben kendi adaylarıma geçeyim istedim... Bu sene çok duygusal düşünmemeye çalıştım, "ama neden/ama yaaaaa" nidalarıyla hayal kırıklığına uğramamak için realist bir tavır takınmaya çalıştım ve işte çıkardığım sonuç;


Bu kareye ek olarak;
Özgün Senaryoda Anatomy of a Fall 
Uyarlama Senaryoda American Fiction
Uluslararası Film kategorisinde de The Zone of Interest ihtimalindeyim ve bir tek bu kategoride ne yazık ki söylemini kullanacağım. Burada görmek istediğim film, bu film haricinde hepsi olabilirdi :/


İhtimallerimizin ne kadar gerçekleşip gerçekleşmediğini ödül töreninin sonunda hep birlikte göreceğiz :))
Bu sene de IMDB den heykelciğimi de kaparım inşallah :)






22 Şubat 2024

19 Yaşından Bildiriyorum Sana

 

Bugüne kadar sana hiç nasıl doğduğunu anlatmadığımı fark ettim... Birkaç kez anılara yolculuk yapmaya kalkıştığımı hatırlıyorum ama sen ilgilenmedin... Bunda netim bak :)) Neyse yüzüne anlatamadıysam buradan anlatırım ben de... Alternatifler yaratma konusunda beni bu hayatta en çok eğitensin sonuçta...

Hamileliğimin başlangıcından bu yana hep normal doğum planlamıştım... Doğumuna 1 ay kala 4 kiloyu aştığını gören doktorumuz tamam artık sezaryen dedi... Bir anda panik olmuşum... Doktorla hemen savaşa başladım... Ama kazanamadım :)) Son kontrollerimizin her birinde hiç aksatmadan bu savaşa girmeyi ihmal etmedim ama Alaattin Bey sağ olsun her defasında beni püskürtmeyi başardı...

Son kontrolde artık Salı mı Perşembe mi gibi bir seçenek sundu bana... Madem sezaryen o zaman Salı olsun dedim... Erkenden kucaklayayım bari diye düşündüğümü çok net hatırlıyorum... Öğleden sonra saat 13.30 da sigorta hastanesine acilden giriş yapmama karar verildi sonuç olarak...

22.02.2005 gece saat 04:00 suları ağrım başladı... Çok önemsemedim... Kalktım gezindim... Ben gezinirken babanın fosur fosur uyumasını da uygun görmedim tabi :)) Onu da kaldırdım... Sancılarım arttı... Yok yaaa daha erken dedik iki iş bilmez olarak...  Bir de üstüne rahatlayayım diye sımsıcak bir duş aldım, sancılarım daha çok arttı... İnat ettik doktoru aramıyoruz, evde de duramıyoruz... Pılımızı pırtımızı topladık, anneannene gittik... Rahmetlik deden panik tabi bizi o halde görünce... Arayın hemen doktoru dediler :))) Emir büyük yerden, aramamak olmaz tabi... Sabahın 7 sinde uyandırdık doktorunu... Acilden giriş yapın ben de geliyorum dedi ve hemen yola çıktık...

Şimdi kendimce sancım tuttu ya, ben normal doğum yaparım kafasındayım... Heheeee diyorum :)) Nolddduuuu :)) NST alacaklar ama ben sancıdan yatamıyorum ki... Bir geliyor sancı ben hemen dikiliyorum sedyede... İki büklüm olunca sanki hafifliyor. Bu arada seninle konuşuyorum, az kaldı hazır mısın diyorum...

NST alamadan yallah ameliyathaneye... Ben yine sükutu hayal...

Genel anestezi ile gerçekleşti doğumun, o sebeple ilk anını hatırlamıyorum... Benden önce babana, dedene ve anneannene gösterip bahşişi kapmışlar, sonra da genel muayene için yeniden içeri almışlar seni... Beni senden sonra ayılmaya yakın odama yerleştirdiler... Yatağıma taşırken eski usül çarşafla aktarma yaparken hastabakıcılar bel fıtığından son anda yırtmışlar :)) 2 hastabakıcı, deden, baban benim gibi kuş kadar kadını taşıyamamışlar ahahaaa :))

Sağıma soluma bakınmaya başlayınca ebe getirdi kucağında seni... Nasıl ağlıyorsun son ses anlatamam... Sağ mıdır hala bilmiyorum ama Halise Ebe aksilikte bir dünya markasıydı Balıkesir'de o zamanlar... Erkekler dışarı diye bir bağırdı, bizimkiler çil yavrusu gibi dağıldı 😉 Seni kucağıma verdi, emzirme zamanı diye... Allahım nasıl çirkindin :) Kapkara olduğun yetmiyormuş gibi burnun suratının hemen hemen hepsini kaplamıştı... Bir de tek kaşını kaldırarak bana bakıp ağlıyordun. Hart diye ebe mememi açtı, seni güzelce dayadı... Böyle emecek ve sütünden başka bir şey vermeyeceksin diye de beni bir güzel payladı sanki başka bir şey demişim gibi :)) Coyk coyk emiyorsun ama süt gelmiyor daha... Akşama kadar savaştık. Sen hiç susmadın, ben emzirmeye çalıştım. Süt gelmedikçe sen daha çok ağladın... Kısır bir döngü... Akşam sanırım sütüm yavaş yavaş gelmeye başladı, biraz karnın doydu ama ağlamaktan öyle bir yorgun düşmüştün ki uyudun kaldın... Gece o kadar sessizdin ki ara ara nefes alıyor mu diye kontrol ettik teyzeannenle :) 

Sonrası gecemiz gündüzümüze karıştı.... Sen gündüz uyudun ben uyumadım... Gece sen uyandın ben uyumaya çalıştım :))) Tam bir kaos ahahahaaa :)

40 gün sonra düzenimiz oturmuştu ve çok kolay bir bebeklik dönemin oldu şükür... Büyümeseydin sonsuza kadar o günlerde kalabilirdim ben seninle... Büyüdün ama... İyi yaptın diyemeyeceğim kusura bakma 😁

Geçen sene 18 yaşınla ilgili çok büyük hayallerim vardı... Ama malum sınav zamanıydı... O kadar çatışıyorduk ki senin yaş yazını dahi yazmadım... Çünkü içimden gelmedi... Kendimi zorlasaydım yazmak için gram güzel bir şey çıkmayacaktı... Öfke dolu bir yazı olacaktı... Vazgeçtim o sebeple... Hayattan soğuduğumuz bir yıl oldu ikimizin de :) Hoş bu yaşının da ilk dönemi öyle geçti....

Sonra ne mi oldu...
Sen yerleştin üniversiteye... Hayalindeki ODTÜ olmayınca ikinci bir seçenek aramadık ve Balıkesir diye karar verdik... Bu konuda hiç tereddüt etmedin... Buna çok sevindim sevinmesine de, bir yandan da içim burkuldu... Üniversite demek özgürlük demekti.... Bilmediğin bir yola kanat açmaktı... Ama ülke şartları seni de böyle bir tercih yapmaya itti maalesef... Beni rahatlattın evet bu anlamda ama kendini de zorlamadın, kolaya kaçtın... İleride pişmanlık yaşar mısın hiç bilmiyorum... İnşallah yaşamazsın...

Pandemiyle başlayan asosyal tavrın bu sene de devam ediyor... Çok seçici bir yapın var hayatına insan katmak yönünde... Bu bir taraftan güzel ama risk almaman hoşuma gitmiyor... Benim olanlar bana yeter kafasındasın :/ Bu saatten sonra da değişmezsin sanırım... Ya da değişirsin... İnsanoğlu nihayetinde ölene kadar bir öğrenim içinde...

Bu aralar mühendislik dersleri popona zor geldi sanırım ben niye dil tercih edip tercümanlık yazmadım diye söylenmektesin... Sanırım yeniden sınava gireceksin :) "Sen bilirsin oğlum" sabrını sonuna kadar sergilemeye kararlıyım... Sonuçta senin hayatın... Önüne engeller değil, konuya daha geniş bakabilmen için söylemler koymakla mükellefim sadece...

Hala kız arkadaşın yok puhahahahaaa :)) Artık bu bizim eğlence konumuz, sen de artık eğlenmeye başladın bu konuda kendinle... Ara ara anneannene takılıyorsun, anneanne hani şu torununu bana verecek teyzeler nereye gittiler diye 😂😂😂 Okulu bitir ben seni görücü usulü evlendireceğim diyorum, çok geç diyorsun...

Yetişkin bir birey olmak sana önyargılı olmayı yükledi... En çok bu konuda savaşıyoruz seninle... Onu ben yapamam, o bana göre değil, bu böyle olmaz kısıtlamaları koyuyorsun sürekli kendine... Dene çocuğum demekten dilim aşındı... Geçecek bu günler de biliyorum ama yeter ki iş işten geçmesin dileğindeyim çokça bu konuda...

2 sene önce başlayan Japonca takıntın devam ediyor. İngilizceyi belgelendirme kısmını bitirdikten sonra kendi çabanla yaptığın öğrenme sürecini farklı bir yöne çevireceksin sanırım... Sabırla bekliyorum :)))

Hala rengarenksin, hala ilgi çekmeyi seviyorsun, hala oyunlardan ve telefonundan başını kaldırmıyorsun 😅

Bu sene mutfak da ilgi alanına girmeye başladı... İnstagramdan gördüğün tarifleri denemeye başladın. Hele bir browni yapmaya başladın tavada... Üfff çok güzel... Dönüp dönüp yapıyorsun herkese... Ama senden sonra mutfağa girmek bir ölüm, savaş alanına dönüyor mutfak... 

Kadeh tokuşturmaca konusunda ufak denemeler yaparken rakı ve bira çok başarılı olamadı. Rose ile bir hayli frekansı tutturdun sanırım 😉

Hayatımıza bu yaşında Ogo girdi :)) Bir ıkea turunda tutundun o kocaman ayıyı eve getirme konusunda.. Oğlum kaç yaşındasın sen saçmalama dedikçe istiyorum dedin. En son olarak sen bana üniversite kazanma hediyesi almadın, ben bunu istiyorum işte diye son noktayı koydun... Vallahi acımadım değil verdiğim paraya ama Ogo ile sen mutlusunuz birlikte olmaktan. Ama popona minder, ama sırtına minder ama kucağına minder gibi özellikler yüklesen de en çok uyku halinde kullanıyorsun. Ama ahdım var evlenirken gelin arabasına koyacağım Ogo'yu da 😂😂😂

Boş vakitlerinde çalışmaya başladın. İlk önce biraz zorla oldu... Sonra kendin çaycı olmaya karar verdin :)) Boş vakitlerinde 1-2 saat takılıyorsun... Şahanesin sen ♥

Kitap okumaktan tamamen uzaklaşmıştın. Şimdilerde manga serileri ile döndün yeniden. Alper Canıgüz verdim eline bak bunu seversin diye... Süründü, süründü ve şaşırtıcı bir şekilde okumaya başladın... İnşallah yeniden eskisi gibi okuma alışkanlığına dönersin 😍

Biz nasılız peki... Sana peki dediğim sürece benden iyisi yok... Bana dokunmayan yılan bin yaşasın modundasın ahahahaaa :)) En ufak bir red yediğinde kızıyorsun, öfkeleniyorsun, bak yapacaktım ama şimdi yapmayacağım diye beni sınıyorsun... Seninle kavga ede ede susmayı öğrendim. Sabır en büyük erdemim oldu 😂 Beni yendiğini düşünmek sana çok büyük bir haz veriyor... Ben, ben, ben diye ortalıklarda kurulmaların beni delirtiyor olsa da seninle savaşmıyorum. Sürekli yeni denemelere giriyorum, yeni alternatif çözümler arıyorum sana kendimi anlatabilmek için... Dengeli dengesiz bir ilişki halindeyiz seninle... Şu gelgitlerin bitse sanırım daha keyifli bir hal alacağız ana-oğul ilişkimizde....

Ehliyetini aldın yenilerde... Pratik yapmaya başlayacağız birlikte... Henüz çalışmalara başlamadık...

Koskoca bir yaşı birlikte böyle evrile devrile yuvarlanarak geçirdik işte güzel oğlum...
Yeni yaşın için koca koca dileklerde bulunmayacağım...
İlk önce sağlık diyorum...
Sınanmadığın bir yaş olsun, hayallerine adım adım yaklaş dilerim ki...

Ve ben her daim yanı başındayım... Uzandığın zaman inan tüm gücümle elini tutarım...
Yeter ki sen iste... Yeter ki sen hayal et...

Çok eğlen, 
Çok gül,
Düşmemeyi öğren...
Düşersen kalkmayı öğren...
Bol bol yeni deneyimlerin olsun...
Bol bol maceran...

Ve seni her zaman çok sevdiğimi hiçbir zaman unutma...

Annen....








19 Şubat 2024

🙈🙉🙊


Az önce oldukça resmi bir kuruma, oldukça resmi bir mail attım ve mailde emoji kullandım iyi mi 😀
Kalpli öpücük kullanmamışım Allahtan 😂

Gideyim de kendimi nerelere atayım bilemedim 🙈



Karikatürün konumuzla alakası yok :))

24 Ocak 2024

Melisa Kesmez'den iki kitap daha; Nohut Oda / Bazen Bahar

Aynı yazarın kitaplarını peş peşe okumam aslında... 
Ama bu kitapları kardeşim almıştı ve malum gidecekti ve beni okumam konusunda çekiyordu ve, ve, ve 😊

2-3 günde hatmettim ikisini de. Kardeşimin okuması için de hazırladım bir taraftan :))) Altlarını çizdim ufaktan ufaktan, notlar aldım küçük küçük :)) 
İtiraf ediyorum, o benim kitabıma yapsa kıyametleri koparırdım😁
Ama ben yaptım, pişman değilim :))) İzlerimi takip etsin istedim 😉

Bu iki kitaptan en çok sevdiğim Bazen Bahar oldu... Daha çok işledi içime... Ama bu demek değil ki Nohut Oda'yı sevmedim. Onu da sevdim tabii ki... Daha kısmını Bazen Bahar doldurdu...

Bazen Bahar'da en sevdiğim hikayeler Domates Tohumları ve Yılbaşı Ağacı oldu... Nohut Oda kitabında ise Kız Kardeşim Handan hikayesi gönlümün tahtına kuruldu

O kadar bizden hikayeler ki hepsi... İnsanın içine işleyen bir hüznü var. İnceliklerine hayran olunan bir anlatımı var... 
Mekanları da çok iyi işliyor karakterleri gibi... 
Bazen eski bir eşyanızı hatırlatıyor... Bazen Bahar'da değiş tonton yastık kılıflarıyla karşılaşmam hiç de tesadüfi değildi sanki. O kılıfın sarmaladığı yastık benimdi çünkü

Melisa Kesmez  insanı tanıdık bir yolculuğa çıkarıyor ama ilmek ilmek dokuyor o yolculuğu... Tanışmadıysanız mutlaka tanışın.. Demedi demeyin ;)



Altıçizililerim;

* Az görüşen bir anne kız gibiydiler. Aralarındaki o bilindik anne-kız gerginliği sönmüş sanki kız uzaktayken, evleri ayırınca dişil öfkeleri durulmuş, daha geniş bir saksıya alınmış bir bitki gibi çiçek açmış ilişkileri, ferahlamışlar.

* Bir kadının kızı olmak ne müthiş bir şeydi. Kemerli bir burun da olsa, tek başına bir şeye benzemeyen bir işaret parmağı da, muhteşem annelerin bize sundukları bu kutsal hediyeleri ölene dek yanımızda taşıyacak olmamız, ne büyük mucizesiydi hayatın. Bu gizli alametleriyle hep "Sen bendensin" diyeceklerdi bize. "Benim hamurumdan, benim toprağımdan, benim kökümdensin. Aynı bahçenin mahsulüyüz biz." Bir kiraz ağacının sürgün verdiği yerden uzayıp günün birinde aynı çiçeği açması, aynı yaprağı büyütmesi gibi bir dalın ucunda...

* Anneden kızına yeraltı suları akıyordu. Kadından kadına akan incecik nehirler.

* Beklemek eziyet de olsa bir çocuk için hayatta kalmanın tek yoluydu bazen.

* Çocuk olmak bilmediğinin üzerinden atlamak, bildiğinle yetinmek, elindeki azıcık da olsa ondan bir hikaye yazmaktı. Evdeki bütün terlikleri uç uca dizip halının çizgilerinde yürüterek kocaman caddeler inşa etmekti mesela, buzdolabı kolisinden uzay mekiği yapmaktı, akşam sefasının tohumlarından, kozalaklardan, pisipisi otlarından tencere tencere yemek pişirip yalandan ziyafetler vermekti ev ahalisine. Bir dünya kurmak için bit kadar şeylerin yetebildiğine inanmaktı.

* İnsan talihsizlikleri gerektiğinde sineye çeken bir varlıktı.

* Bazen hayatta hiç beklemediğin bir anda karşına bir şey çıkar ve parmağını uzatıp bir şey gösterir sana.

* İnsan türü ancak kendini mahvedene hayran olur.

* Kadın olmak ne güzel şey. Hayatın yeşerdiği toprak olmak.

* Bazen gitmenin mi, yoksa kalmanın mı daha zor, daha hüzünlü, daha çekilmez olduğunu anlamamız için hayatın bize bunu bilhassa yaptığını düşünüyorum. İki seçeneğin de kurtuluş olmadığını anlamamız için.

* Yıllarca uzak düştüğümüz, aramıza handiyse bir hayat girmiş olanlar, hele bir vakitler kalbimizi çalanlar karşımıza çıkıverince böyle, aniden soruverdikleri sorulara verecek cevaplarımız ne kadar güdük.

* Zaman izleri siliyor. Uykuyla uyanıklık arasında gördüğün rüyalara benziyor geçmişte yaşadıkların bir süre sonra. Öfke diniyor. Bir vakit kalbini ateşiyle kavuran her şey, cılız bir mum alevine dönüşüyor.

* İnsan kabuklu böcek gibi bir şey. Baktı dışarısıyla baş edemiyor, kaçıveriyor içeri.

* İnsan birine yazdığı mektubu biraz da kendine yazıyor ya, aklını ve kalbini kağıda geçirip yüreğini boşaltırken sayfaya, uzaktan bakınıyor ya biraz da kendine... Temize çekmek belki, belki kendi halinde bir bahar temizliği...

* Temizlik yapan anne ile herhangi bir kutlamaya icabet eden anne arasındaki fiziksel değişimin keskinliği değme süper kahramanda yoktu.




Altıçizililerim;

* Her seferinde o kupkuru evleri daha ilk günden yaşayan bir yer haline getirmenin yollarını arıyorduk. Çünkü orayı bir an evvel senin kılman, seninle nefes alıp veren, sen kokan bir yer haline getirmen gerekiyordu. Sonsuz yuva arayışımızın kurallarından biriydi bu. Daha kolileri açarken başlıyordun mekânla arandaki boşluğu doldurmaya, bir örümcek gibi örüyordun ağını, duvardan duvara, odadan odaya.