12 Mart 2022

2022 Oscar adaylarını izliyoruz ♥ Volume 12 (The Power of the Dog) / (Belfast) / (King Richard)

Evet ilk 6 kategorideki son yazım bu. Ekstradan yabancı film dalındaki adayları da izlemeye başladım ama kasmıyorum artık. Hoş birçoğunu da bulamıyorum zaten. 27 Marta kadar bulabildiğimi izlerim listeden ama yazmayı yetiştirmek gibi bir derdim yok. Bundan sonraki yazı tahminler olacak ki bu sene sadece kadın adaylarda zorlanacağım.

Neyse gevezeliği bırakıp filmlere döneyim ben...




THE POWER OF THE DOG (2021)

(En iyi film, yönetmen, erkek oyuncu, yardımcı erkek oyuncu (2), yardımcı kadın oyuncu, uyarlama senaryo, kurgu, görüntü yönetimi, prodüksiyon tasarımı, özgün müzik ve ses dallarında toplam 12 adaylık)

Filmin bu sene en fazla adaylık alma gibi bir olayı var. Hak eden bir yapım mı, eldeki filmlere bakınca haklı bir çoğunluk olduğunu düşünüyorum.

Bir çiftlik işleten iki kardeş; Phill (Benedict Cumberbatch) ve George (Jesse Plemons) birbirinin zıttı iki karaktere sahipler filmimizde. George daha insancıl, daha ılımlı ve daha beyefendi diyebiliriz. Ancak Phill ailede ve çiftlikte lider rolünü üstlenmiş, daha kaba saba ve sert. Orman kaçkını bile diyebilirim abartıp :)

George eşi vefat etmiş ve oğlu Peter (Kodi Smit-McPhee) ile birlikte bir motel işleten Rose (Kristen Dunst)'a aşık oluyor ve çok kısa zaman içerisinde evleniyorlar. Phill bu evliliği kabullenmekte güçlük çekmekle birlikte Rose'un para düşkünü bir kadın olduğunu ve abisinin bu sebeple peşine düştüğünü düşünüyor. Çiftliğe taşındıklarında Rose ve oğlu Peter'a karşı psikolojik bir savaş başlatıyor, bir anlamda hayatlarını dar ediyor da diyebiliriz. Ta ki Peter'da kendine benzeyen bazı şeyleri fark edip onu yanına çekmeye başladıktan sonra bazı dengeler de şaşıyor diyebiliriz...

Benedict Cumberbatch'ın kendinden gerçekten nefret ettirecek kadar iyi bir oyunculuk çıkardığını söyleyebilirim. O mimiksiz ve soğuk bakışlı suratı oynadığı role çok uymuş ve bunu avantaj haline çevirmiş bence. Film boyunca konumunu çok da değiştirmiyor, sonlara doğru o sert duvar biraz iniyor inmesine de yine de çok insanileştiği söylenemez...

Filmde bir sahne var ki beni benden aldı. Rose ve George evlendikten sonra çiftliğe doğru ilerlerken inanılmaz güzellikte bir dağ manzarasına karşı porselen fincanlarda çay içiyorlar. O çiftlik hayatının  sakilliği içerisinde o kadar naif bir duruş sergiliyorlar ki, onlarla o anı paylaşmak isteyebilirdim ben...

Jesse Plemons'un filmde çok kayda değer bir oyunculuğu yoktu hissiyatındayım. Kodi Smith-McPhee evet parlamış filmde. O efemine yürüyüşüne inat donuk bakışları ve ürkek halini çok iyi yansıtmış. Ama ummadık taş baş da yarabiliyor hayatta. Dikkat etmek lazım her daim 😉 Filmi izleyenler ne dediğimi anladı, bilmeyenlere spoiler vermeyeyim :)

Kristen Dunst bir çok yorumcu tarafından favori gösteriliyor. Evet kötü iş çıkarttığını söyleyemeyiz ama biraz tereddütlerim var bu konuda. Gönlüm farklı iki adaya kaymış durumda çünkü :)

Film görselleriyle oldukça başarılı yalnız. Kahverenginin her tonunu mükemmel aktarmışlar ekrana...

Sonuç olarak benim için muazzam bir film değil ama yine de keyif aldım izlemekten ve SEEEVDDDİİİİMMMM kategorisine attım bu filmi.




BELFAST (2021)

(En iyi film, yönetmen, yardımcı erkek oyuncu, yardımcı kadın oyuncu, özgün senaryo, özgün şarkı ve ses dallarında toplam 7 adaylık)

Filmin yönetmeni Kenneth Branagh'ın kendi çocukluğundan yola çıkarak çektiği film 60 lı yıllarda geçiyor. Kuzey İrlanda'daki Katolik Protestan iç savaşının çekirdek bir aile üzerindeki etkilerini ailenin en küçük bireyi Buddy (Jude Hill) gözünden anlatıyor ki o yaştaki bir çocuğun odaklandığı konu tabi ki iç savaş değil ailesinde olup bitenler oluyor. 

Baba Pa (Jamie Dornan) 'nın Londra'da çalışması sebebi ile ailenin bütün yükü anne Ma (Caitriona Belfe) dadır. Ki açılışımız sokakta pür neşe oynayan çocukların arasına bir grubun taşlı sopalı sokağa dalmasıyla başlıyor ve bir anda film siyah beyaza dönüyor. Ma'nın çocuklarını o ortamdan kaçırıp saklanmasıyla nasıl bir durumun içinde olduklarını anlıyoruz böylelikle. Bir yanda borçları ödemek için dışarıda çalışmak zorunda olan Pa, bir yandan hem maddi kaygılarla hem de bulunmuş oldukları ortamla savaşmak zorunda olan Ma... Böyle anlatıyorum ancak çok karamsar ilerlemiyor film. İrlandalıların o kendine has aile bağları ve neşeleri güzel detaylarla ekrandan size geçiveriyor.

Büyükanne (Judi Dench) ve büyükbaba (Ciaran Hinds) ile çocukların geçirdikleri zaman dilimleri ile nostalji rüzgarları da estiriyor filmimiz.

Bugüne kadar bulunmuş oldukları yerden başka yere hiç gitmemiş olan Ma eşinin kaçma isteğini şiddetle reddediyor. Hem aile bağlarından kopmak istiyor hem de farklı bir yerde kök salamayacağını düşünüyor. Bu sebeple sık sık zıtlaşmalarına şahit oluyoruz.

Filmimizde aşkla parıldayan iki kadın var aslında. Birisi Ma diğeri de büyükanne... Her ikisi de ekranın içerisine girdiği zaman sanki film ayrı bir aydınlanıyor ve her ikisi de şahane bir oyunculuk sergilemişler.

Filmde en sevdiğim detaylardan birisi başlangıç hariç tüm film siyah beyazken, bir tiyatro ve bir sinema gösteriminin renkli sunulmuş olması. Sanki sanat sizin hayatınızı renklendirir der gibi bir alt metin oluşturmuşlar ki bu çok hoşuma gitti. 

İkinci sevdiğim sahne ise büyükbabanın cenazesi sonrasında yapmış oldukları partide Ma ve Pa'nın şahane dansı. İnanılmaz keyifliydi.

Bir de çocukların marketten çaldıkları beğenilmeyen Türk lokumu var ki ne kadar beğenmemezlik yapsalar da gülümsedim. Aşina bir tat detayı hoşuma gitti.

Karanlık bir konuyu bir çocuğun gözünden aktarmakla bence şahane bir iş çıkartmışlar ve filme bir masumiyet katmışlar diye düşünüyorum

Sonuç olarak ben bu filmi OOOLLLDDDUUKKÇAAAA SEEEVDDİİİMMMMMM, bence siz de izleyin diyorum.




KING RICHARD (2022)

(En iyi film, erkek oyuncu, yardımcı kadın oyuncu, özgün senaryo, kurgu ve özgün şarkı dallarında toplam 6 adaylık)

Tenisle çok alakam yok, hoş genel olarak sporun herhangi bir alanıyla da. Ancak ne kadar konuyla ilgili kel alakam olsa da Serena ve Venus Williams kardeşlerin başarılarını az çok biliyordum.  Bu filmle birlikte konuyu perçinledim diyebilirim.

Film her ne kadar Serena (Demi Singleton)  ve Venus (Saniyya Sidney)'ün başarı hikayesini anlatıyor olsa da aslında baba Richard (Will Smith)'ı odağına alıyor. 

Anne Williams (Aunjanue Ellis) ve baba Williams 5 kızıyla birlikte varoş diyebileceğimiz bir mahallede maddi zoluklarla yaşamaktadırlar. Anne ve baba kızlarını hem doğru yetiştirebilmek hem de Serena ve Venus'ü  tenis çalıştırabilmek için farklı saat dilimlerinde bir çok işte çalışıyor ve aynı zamanda da kızların hayatlarında önemli bir rol oynuyorlar.

Baba Williams'ın film boyunca tekrar tekrar söylediği bir şey var aslında; kızların kariyer planlamalarını doğdukları andan itibaren yapmak. Burada biraz insan düşünüyor aslında elinde olmadan. Amacı kızların başarılarını mı sağlamak yoksa kendi yapamadığı sınıfsal atlamayı kızları sayesinde mi yapmak... Amaç ne olursa olsun başarılı da oluyor bilindiği üzere...

Dediğim dedik, kafasında planladığı yönden asla taviz vermeyen ve bazen kızlarının isteklerini bile görmezden gelen bu adama bazen hiddetleniyor da insan aslında, en azından ben öyle hissettim... Planlanan dışına çıkılsaydı kızlar bu kadar başarılı olur muydu tabi ki bilemiyorum...

Will Smith bu inatçı babayı canlandırırken şahane güzellikte bir iş çıkartmış bence. O heyecandan tepindiği anlarda, ümitsizliğe kapıldığı ve hatta kendini bazı anlarda çaresiz hissettiği anlardaki ruhiyatını dibine kadar hissettirmiş. Anne Williams rolüyle izlediğimiz Aunjanue Ellis ile kimyaları da oldukça tutmuş ve birbirlerine inanılmaz güzel pas vermişler oyunculuklarıyla. İkili sahnelerini izlerken inanılmaz keyiflendim.

Sonuç olarak ben bu filmi ÇOOOOKKK SEEEVVVDDDİİMMMMMM kategorisine itina ile yerleştirdim. Bence sizde keyif alacaksınız. Dünyaya at gözlüğüyle bakan ve sadece sonuca kilitlenen bu huysuz ama azimli baba hakkında izlediğinizde siz ne hissedeceksiniz bakalım 😉 


Mutlu akşamlar herkese 💗




16 yorum:

  1. Ne güzel ya, hep aynı filmlere prim verdik, alsınlar bizi Oscar jürisine :)))

    YanıtlaSil
  2. evet üçü de iyiydi, yaa hand of god da belfasttan bile daha iyiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hand of god oldukça iyiymiş evet. Son dönemeçte izledim.

      Sil
  3. Herkes en çok Belfast'ı sevdi, valla sırf sizlerden ötürü meraka düştüm. İzlersem sebep hep sizin bu güzel yazılar. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hahahaaa :))
      Hepimiz aynı şeyin etrafında dönünce evet böyle bir merak oluşuyor insanda.
      İzlediğinde sen nasıl buldun, ses et ♥

      Sil
  4. Fark ettim ki Oscar ile hiç alakam yokmuş :( Hemen bu eksiklikleri tamamlamak için izlemelere başlamam lazımmm, teşekkürler öneriler için :)

    YanıtlaSil
  5. power of dog a campion a smith e chastain e vercekler :)

    YanıtlaSil
  6. yazdım tahminlerimiiiii :)

    YanıtlaSil
  7. The Power of the Dog ve King Richard filmleri ekrana kilitledi beni. Ama Belfast için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Power'daki dağlara karşı dans sahnesi çok güzeldi. Kadıncağızın sonradan düştüğü ortam üzdü beni. Hep ayağa kalkacak diye bekledim ama çöktükçe çöktü. Kahrolsun zalim erkekler diyorum. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet o sahne şahaneydi. Orada olmak isterdim şahsen :))

      Zalimler ki ne zalimler. Aynı inceliğe sahip olamadıkları için bence ;)

      Sil
  8. Belfast yorumun çok hoşuma gitti. Konusu ve siyah beyaz olması sebebiyle izlemek hiç içimden gelmiyordu ama yorumundan sonra korkmadan başlayacağım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Korkmadan izleyebilirsin Şule. İnsanın içine karartmayan aksine güzel hislerle doldurmasını da bilen bir film olmuş ;)

      Sil

Güzel yorumlarınız için teşekkürler :)